Astım ve KOAH’ta Atak Mevsimi Başladı | Yeditepe Üniversitesi Hastanesi

Astım ve KOAH’ta Atak Mevsimi Başladı | Yeditepe Üniversitesi Hastanesi

Astım ve KOAH’ta Atak Mevsimi Başladı

Solunum yolu hastalıklarında yaşanan artışın özellikle KOAH ve astım hastaları için risk oluşturduğuna işaret eden Yeditepe Üniversitesi Koşuyolu Hastanesi Göğüs Hastalıkları Uzmanı Dr. Öğr. Üyesi Seha Akduman alerji veya viral enfeksiyonlar nedeni ile zayıflayan bağışıklık sisteminin KOAH ve Astım hastalarının atak geçirmesine, yaşam kaybıyla sonuçlanabilecek zatürrelere neden olabileceğine dikkat çekti.

Havaların soğumasıyla birlikte alerjilerin artışı, virüslerin aktifleşmesi, okulların açılması, düşük sıcaklıklarda bağışıklık sisteminin zayıflaması, kalabalık ve kapalı ortamlarda daha fazla sürenin geçirilmesi gibi birçok nedene bağlı olarak solunum yolu hastalıklarında da artış gözleniyor. Bu durumun özellikle KOAH ve astım hastaları için ayrı bir önem taşıdığına ve ataklara neden olduğuna işaret eden Göğüs Hastalıkları uzmanı Dr. Öğr. Ü. Seha Akduman, korunma sağlamak için aşılamaların mutlaka yapılması gerektiğine dikkat çekti.

KOAH ve astımda her alevlenme yani kontrolün bozulmasının akciğer fonksiyonunda azalmaya neden olacağını söyleyen Dr. Öğr. Ü. Seha Akduman, alevlenme sıklığı artan hastaların akciğer kapasitelerinin azaldığını ve hastalık evresinin de ilerlediğini söyledi. Yaşanabilecek viral enfeksiyonların özellikle KOAH hastaları için yeni bir alevlenme riskini arttırmakla birlikte kronik solunum yetmezliğine gidişi hızlandırabileceğine işaret etti.

Koah’lı Hastalar Buzdağının Sadece Görünen Yüzü

Son 5 yılda KOAH farkındalığı giderek artsa da yapılan araştırmaların tüm dünyada ve ülkemizde tanı alan hasta oranlarını sadece ‘buz dağının görünen yüzü’ olarak tanımlandığını söyleyen Yeditepe Üniversitesi Koşuyolu Hastanesi Göğüs Hastalıkları uzmanı Dr. Öğr. Ü. Seha Akduman, “Dünya Sağlık Örgütü öngörülerine göre KOAH’a bağlı yaşam kayıplarının en sık 3. sebep olarak karşımıza çıkacağını vurgulamaktadır” diye konuştu.

Alarm Niteliğindeki Bu Bulgulara Dikkat!

Yeni gelişen nefes darlığı, öksürük, balgam veya var olan şikayetlerin artmasının kontrolün bozulduğunun en önemli işaretleri olduğunu söyleyen Dr. Öğr. Ü. Seha Akduman, “Bu hastalarda ateş yüksekliği, oksijen seviyelerinin düşmesi de oldukça kritik ve dikkate alınması geren alarm niteliğinde bulgulardır. Dolayısıyla hastaların zaman kaybetmeden hastaneye başvurmalı” diye konuştu.

Özellikle 65 yaş üzeri sigara içmeye devam eden, aşıları eksik ve tedavileri yetersiz KOAH lı hastaların zatürre ve akut solunum yetmezliği riskinin en yüksek hastalar arasında yer aldığını söyleyen Dr. Öğr. Ü. Seha Akduman, diyabet, kalp yetmezliği, kronik böbrek hastalıkların varlığının da riski arttıran önemli

“Kış Aylarında Koah Tanısı 4 Kat Artıyor”

KOAH’lı hastaların yaklaşık yüzde 50’sinin alt solunum yolları enfeksiyonu ile tedavi görürken tanı aldığını ve kış aylarında da tanı alma oranlarının 4 kat kadar arttığını belirten Dr. Öğr. Ü. Seha Akduman, “Sigara içenlerde öksürük, balgam ve nefes darlığı yıllar içerisinde yavaş yavaş arttığı için hastalar şikayetlerinin tam farkında olmazlar ve doktora başvurmazlar. Ancak enfeksiyon nedeni ile şikayetleri olduğunda tanı konulur” diye konuştu.

Önlemlerin Alınması Şart!

Özellikle değişen hava şartları nedeni ile solunum hastalıklarında kullanılan ilaçların dozlarının değişebileceğinin unutulmaması gerektiğini ve bu nedenle kontrollerin önem taşıdığını hatırlatan Yeditepe Üniversitesi Koşuyolu Hastanesi Göğüs Hastalıkları uzmanı Dr. Öğr. Ü. Seha Akduman alınması gereken önlemlerle ilgili şu bilgileri verdi:

“Atkı, bere gibi vücut ısısını koruyacak şekilde havaya uygun giyinmeli. Sigara içen hastalarda sigaranın bırakılması, bırakılamıyorsa da sayının azaltılması, ilaçların düzenli kullanılması, kalabalık ve iyi havalanmayan ortamlardan uzak durulması, maske kullanılması, düzenli uyku, düzenli beslenme gibi iyi yaşam kurallarına daha fazla özen gösterilmeli.”

Bu Grup Hastalar İçin Covid Aşıları Mutlaka Tamamlanmalı!

Özellikle korunma anlamında bu hastaların aşılanmasının da önem taşıdığının altını çizen Dr. Öğr. Ü. Seha Akduman, yapılması gereken aşılarla ilgili şu bilgileri verdi: “Günümüzde yapabileceğimiz zatürre aşısı, grip aşısı ve COVID aşısı bulunmaktadır. Grip aşısı Ekim veya kasım aylarında yapılması önerilir. İnfluenza (grip) virüsü mutasyona uğrar ve her yıl aşı değişir. Bu nedenle her yıl tekrarlanması önerilir. Yüzde yüz koruyuculuğu yoktur ancak hastalığın hafif atlatılmasını sağlar. Zatürre aşısı için bir tanesi ömür boyu 1 kez yapılan (KPA13 ), diğeri 5 yılda 1 tekrarlanan (PPA23) olmak üzere iki tip Pnömokok aşı bulunmaktadır. Pnömokok aşısı olmamış hastalarda aşılanma KPA 13 ile başlanır ve en az 8 hafta sonra 1 doz PPA23 uygulanır. Oldukça güvenli aşılar olup Ulusal Sağlık Sistemimizde de uygulanmaktadır. COVID aşılarının tamamlanması da KOAH v e Astım hastalarında oldukça önemlidir.”

Basın Yansımaları: haberturk | cumhuriyet | yeniakit | medimagazin | cnnturk | oncevatan | halktv | gazetevatan | posta

"
Astım: Türleri, Nedenleri, Belirtileri, Tanı ve Tedavisi | Anadolu Sağlık Merkezi

Astım: Türleri, Nedenleri, Belirtileri, Tanı ve Tedavisi | Anadolu Sağlık Merkezi

Astım: Türleri, Nedenleri, Belirtileri, Tanı ve Tedavisi

Astım, akciğerler ve solunum yollarını etkileyen kronik, iltihabi bir hastalıktır. Rahatsızlık, mikrobik olmayan iltihaplanmaya bağlı olarak ortaya çıkar ve nefes darlığı ile karakterize edilir. Astım, kronik bir hastalıktır ve tam iyileşme sağlanması uzun yıllar sürebilir. Bununla birlikte gerekli tedavilerin uygulanması ve yaşam kalitesinin sağlanması durumunda semptomlar kontrol altına alınabilir. Hem erişkin hem de çocukluk çağında görülebilen astım hastalığının en sık nedenleri alerji ve çevresel faktörlerdir. Bazı alerjen maddeler astıma sebep olabileceği gibi sigara kullanımı veya pasif içicilik, kömür-egzos dumanı, kimyasal maddeler de hastalığa zemin hazırlayabilir. Astım, herkeste aynı şekilde görülmeyebilir. Bazı hastalarda hafif seyrederken diğer bazı hastalarda günlük aktiviteleri olumsuz etkileyen ve hatta yaşamı tehdit eden boyutta olabilir. Hastalığın olumlu seyri için ilaç tedavisinin aksatılmaması ve düzenli doktor kontrollerinin ihmal edilmemesi gerekir.

Astım Nedir ve Neden Olur?

Astım, nefes darlığı ile seyreden kronik bir hastalıktır ve nefes yollarında inflamasyon (yangı) oluşmasına sebep olur. Görülen bu inflamasyon herhangi bir mikrop ya da enfeksiyon kaynaklı değil, tamamen vücudun ürettiği bir hastalık tepkimesidir. Astım hastalığında görülen belirtiler çocuk, genç, erişkin her yaştan insanı etkileyebilir. Rahatsızlık, nefes yollarında ataklar şeklinde görülen anormallikler ile seyredebilir. Bu ataklar, haftada ya da ayda bir gibi kısa aralıklarla görülebileceği gibi yılda bir veya birkaç yılda bir gibi uzun süreli aralıklarla da görülebilir. Astım sebepleri incelendiğinde, bunların olumsuz çevre faktörlerinden strese veya aşırı kilolu olma durumuna kadar geniş bir yelpazede uzandığı fark edilebilir. Astım nedenlerinden sık karşılaşılanlar arasında şunlar sayılabilir:

Anne karnındayken annenin sigara kullanması Küçük yaşlarda telefon, kablosuz internet ağı bulunan yerlerde fazla bulunmak veya sigara dumanına maruz kalmak Aile fertlerinde astım ya da atopi öyküsü olması Prematüre doğmak Saman nezlesi, gıda alerjisi ve egzama rahatsızlıklarının olması Küflü ve nemli ortamda yaşamak Bazı ilaçların uzun süre kullanımı Fazla kilo durumu Astım Krizi Nedir?

Astım krizi, hastalığı ağır geçiren kişilerde görülen, kendiliğinden veya tetikleyiciler tarafından ortaya çıkan bir durumdur. Astım krizinde hava yollarındaki kaslar kasılır, hava yolları ve bronş tüpleri iltihaplanıp şişer. Tüplerdeki mukoza zarı, hava yollarını daha da tıkayan kalın mukus üretmeye başlar. Bu durumda hastalar nefes alamaz hale gelip, şiddetli nefes darlığı çekebilir. Bu semptomlara akciğerlerden gelen hırıltı sesi de eşlik edebilir. Ataklarda, yapılan müdahalelerle hava yolları kısa sürede açılabilir. Ataklar sırasında görülen nefes darlığı, hava yoluyla alınan inhaler ilaçlarla hafiflese de daha şiddetli solunum sıkıntısı varlığı acil tıbbi yardım gerektirebilir. Burada önemli olan, hastanın kendini ve hastalığı iyi bilmesidir. Astım ataklarından önce erken uyarı işaretleri olabilir. Bu işaretleri takip edip gerekli önlemleri almak, atakların şiddetinin azalmasını veya engellenmesini olanaklı kılabilir. Astım ataklarının bazı erken belirtileri şunlar olabilir:

Geceleri sık ve kesik kesik öksürük Konuşurken nefes yetmiyormuş hissi Egzersiz sırasında çabuk yorulma ve kendini güçsüz hissetmek Egzersiz sonrasında hırıltılı nefes alıp verme veya öksürük Günlük işlerde çabuk yorulma ve isteksizlik Solunum testine göre akciğer fonksiyonlarının düşmüş olması Hapşırma, burun akıntısı, burun tıkanıklığı gibi bazı alerji belirtileri Boğaz ağrısı Baş ağrısı Uyku bozuklukları

Astım ataklarındaki ön belirtiler, eğer farkedilmez ve gerekli tedbirler alınmazsa atak şiddetli bir hale gelebilir. Astım ataklarında görülebilen başlıca belirtiler aşağıdaki maddelerdeki gibidir:

Nefes alıp verirken şiddetli hırıltı Durmayan öksürük Çok hızlı nefes alıp verme Boynun ve göğsün gergin olması Konuşma zorluğu Dudak ve tırnaklarda morarmaya benzer renk değişimi Cildin solgun görünmesi ve terleme Panik hali ve kaygı bozukluğu Astım Çeşitleri

Astım, semptomlara, genetik faktörlere ve kişinin duyarlılıklarına göre sınıflandırılabilir. Tüm astım çeşitlerinin benzer bazı belirtileri olsa da, ayırıcı bir takım özellikleri de bulunur. Sık rastlanılan astım çeşitleri şöyle sıralanabilir:

Alerjik Astım: Alerjik Astım, en çok görülen astım çeşididir. Burun zarının iltihaplanması şeklinde oluşan ve alerjen maddelere karşı vücudun bir tepkimesi olarak ortaya çıkan bazı semptomlar görülür. Bu semptomlar burnun şişmesi ve kızarması, gözlerin sulanması, boğazın kaşınması ve sık sık hapşırma şeklindedir. Egzersize Bağlı Astım: Egzersiz hareketleri ve efor gerektiren işlerden sonra ortaya çıkan astım türüdür. En sık belirtisi nefes daralması ve hırıltılı öksürüktür. Mesleki Astım: İşyerinde bulunan tetikleyici maddelerin solunması neticesinde gelişen bir astım çeşididir. Mesleki astım belirtileri yalnızca işyeri ortamında görülür ve genellikle burun tıkanıklığı, burun akıntısı, Öksürük gibi semptomlar oluşur. Bu astım türünden sıklıkla etkilenen meslek grupları arasında, madenciler, hemşireler, çiftçiler, hayvan bakıcıları, kuaförler ve ahşap ve boya işi yapan kişiler sayılabilir. Bronşiyal Astım: Astımla birlikte hava yollarının daralması bir süre sonra bronşları tahriş edip hassaslaştırabilir. Bronşiyal astım, bu hassasiyete bağlı olarak bronşların, dışarıdan gelen tetikleyicilere aşırı tepki vermesi durumudur. Mevsimsel Astım: Bu astım türünde belirtiler ve şikâyetler yılın belirli zamanlarında ortaya çıkar. Örneğin, kış aylarında grip ve soğuk algınlığı ile hava kirliliği durumları astımı tetikler. Yine mevsime bağlı astımı tetikleyen diğer unsurlar, bahar aylarında görülen polen alerjisi, fırtına ya da ani hava değişimleri olabilir. Astımın Belirti ve Semptomları nelerdir?

Astım hastalığına bağlı belirti ve semptomlar kişiden kişiye değişiklik gösteren özelliklere sahiptir. Bu duruma, hastaların yaşam koşulları, çalışma ortamı, ilaç tedavilerini düzenli kullanıp kullanmadığı gibi faktörler etki edebilir. Bununla birlikte astıma bağlı görülen en karakteristik belirtiler öksürük ve nefes darlığıdır. Nefes darlığı, solunum yollarındaki kasların kasılması, akciğerlerde mukoza birikmesi ve bronşlarda şişmenin bir sonucu olarak karşımıza çıkar. Belirtiler, grip ve soğuk algınlığı durumlarında, keskin koku, duman ya da yemek buharı maruziyetinde veya egzersiz sırasında artabilir. Bunların dışında kimyasal dumanlar, egzos gazları, hayvan tüyü, hamamböceği atıkları, evcil hayvanların deri döküntüleri, tükürük ya da havadaki mikroorganizmalar gibi diğer bazı ajanlar sebebiyle de şikâyetler artma eğilimi gösterebilir. Genel olarak astım hastalığının belirti ve semptomları arasında şunlar olabilir:

Öksürük Nefes darlığı Hırıltı, hışıltı Göğüste sıkışıklık ve ağrı Astım Nasıl Tedavi Edilir?

Astım tedavisinin ana hedefi, hastalığın kontrol altına alınmasıdır. Bu, astım hastalığına bağlı şikâyetlerin kişinin yaşam kalitesini bozmayacak düzeyde tutulması olarak açıklanabilir. Verilen ilaç tedavisinin düzenli kullanımı sayesinde hastalar en az şikâyetle hayatlarına devam edebilir. Astımlı hastaların, ilaç tedavileri dışında düzenli doktor kontrolleri ile takip edilmesi gerekir. Doktor kontrolleri genellikle hastalığa tanı konulmasından itibaren 1, 3, 6 ay gibi periyodik zaman aralıklıklarında sağlanır. Bu kontrollerde fizik muayenelerin yanı sıra, astım kontrol sorgulamaları ile hastadan, hastalığın seyri hakkında bilgiler alınır ve solunum testleri yapılır. Doktorlar, hastalık öyküsü ve yapılan testlere göre genellikle basamak tedavisine başlarlar. Basamak tedavisi, hastalığının ağırlığına göre tedavi ayarlamasının yapılmasıdır. Birinci basamak tedavi olarak ilaç ve inhaler (solunum yoluyla akciğerlere ilaç vermeye yarayan tıbbi cihaz) tedavisi verilir. Böylece hastalık kontrol altına alınmaya çalışılır. Bu şekilde başlanan tedavide eğer astım semptomlarında azalma olursa, ilaçların dozu düşürülebilir. Ancak astımı şiddetlendiren alerjen teması, olumsuz çevre koşulları veya stres gibi herhangi tetikleyici etken olmuşsa ilaçların dozu arttırılabilir. Doktorlar, bazen kısa sürede maksimum iyileşme sağlamak için hastalarına oral steroid (kortizon) tedavisi verebilir.

Şikâyetlerin geçmediği veya azalma eğilimi göstermediği durumlarda ise hastalar belirli bir süre hastanede yatırılarak tedavi görebilirler. Yatarak tedavilerde ilaçlar, sıklıkla damar yoluyla verildiği için iyileşme daha kısa sürede sağlanabilir. Bunun dışında ilerleyen ve ağırlaşan astım durumlarında bazı hastalara ‘‘bronşiyal termoplasti’’ denilen cerrahi işlem uygulanabilir. Bu işlemde daralan hava yollarına burun veya ağızdan ince bir telle girilir ve ısıl işlem uygulanır. Bronşiyal termoplasti ile nefes almayı zorlaştıran, hava yollarındaki iltihaba bağlı olarak kalınlaşmış düz kas dokusunun kalınlığının azaltılması sağlanabilir.

Son güncellenme tarihi: 16 Kasım 2022

Yayınlanma tarihi: 16 Kasım 2022

"
Astım Nedenleri, Belirtileri ve Tedavi Yöntemleri | Acıbadem

Astım Nedenleri, Belirtileri ve Tedavi Yöntemleri | Acıbadem

Astım

Astım, solunum yollarını tıkayan ve nefes almayı zorlaştıran kronik bir hastalıktır. Astımda, alerjenler, duman, soğuk hava veya egzersiz gibi tetikleyicilere yanıt olarak, hava yolu etrafındaki düz kaslar kasılır ve mukus adı verilen yapışkan salgının üretimi artar. Bu durum hava yolunun daralmasına neden olur. Çeşitli tetikleyicilere yanıt olarak gelişen astım atakları hırıltıya, nefes darlığına ve öksürüğe neden olabilir.

Astım hem çocukları hem de yetişkinleri etkileyebilir. Bunun yanı sıra,

Hava kalitesi düşük olan şehirlerde yaşayanlar Sigara içenler veya bulundukları ortamlarda sigara dumanına maruz kalanlar (pasif içiciler) Alerjisi olan kişiler Ailesinde alerjik veya astım hastası olan kişiler astım için risk altındadır. Nedenleri Astım Neden Olur?

Astımın nedeni bilinmemekle birlikte, araştırmalar sonucunda astımın genetik nedenler ile enfeksiyonlar, çevresel etkenler ve kişilerin tıbbi durumuna bağlı olarak geliştiği düşünülmektedir. Astım, hastadan hastaya büyük farklılıklar gösterebilir. Astımın tetikleyicileri arasında aşağıdaki gibi faktörler yer almaktadır,

Polenler Evcil hayvanlar Toz akarları Egzersiz Duman Aşırı sıcak ve aşırı soğuk hava koşulları Hava kirliliği Kimyasal kokular veya dumanlar Obezite Stres ve duygudurum bozuklukları (depresyon gibi) Gastroözofageal reflü hastalığı (GERD) Kimi viral hastalıklar İlaçlar İşlenmiş yiyecek ve içeceklerde sülfitler ve koruyucu maddeler Belirtiler Astım Belirtileri Nelerdir?

Astım genellikle alevlenmelerle seyreden bir hastalıktır. Alevlenme dönemleri egzersiz sırasında, alerjenlere ya da kimi kimyasallarla ortaya çıkmakla beraber aşağıdaki belirtiler görülür:

Nefes alırken hırıltı veya ıslık sesi Öksürük Göğüste ağrı veya sıkışma Nefes darlığı Tanı Yöntemleri Astım Nasıl Teşhis Edilir?

Astım şüphesinde doktorunuz tıbbi öykünüzü dinleyecek ve fizik muayene yapacaktır. Tanının netleştirilebilmesi için istenebilecek kimi testler şunlardır:

Spirometre

Bu test temelde akciğer kapasitesini ve solunumda alınan hava miktarıno ölçerek bronşların ne düzeyde daraldığının anlaşılmasına yardımcı olur. Astım tanısında önemli testlerden biridir.

Zirve Akım Ölçümü (Peak Flowmeter)

Akciğer fonksiyonlarındaki değişikliği tespit etmek amacıyla kullanılır.

Görüntüleme

Göğüs röntgeni veya bilgisayarlı tomografi (BT) taramasıdır. Astıma eşlik eden yapısal sorunlar veya enfeksiyonlar varsa ortaya çıkmasını sağlar.

Metakolin Testi

Metakolin adı verilen ilaç, düşük dozlarla ve kontrol altında solunum yoluyla hastaya verilir ve hastanın bronşlarının metakoline duyarlılığı (metakolin ile daralıp daralmadığı) tespit edililr

Alerji Testi

Deri testleri veya kan testleri ile yapılır. Hastada alerjiye neden olan maddelerin astım ataklarını tetikleyebileceği göz önünde bulundurularak gerekli tedavilere başlanır.

Bunların yanı sıra doktorunuz, solunum yollarına bronkodilatör (solunum yollarınızı açan ilaç) vermeden önce ve sonra spirometri testi ve zirve akım ölçümü testi yapabilir. Aradaki fark, astım tanısının konulmasında yardımcı olur.

Tedavi Yöntemleri Astım Nasıl Tedavi Edilir?

Astım hastalığının kesin bir tedavisi yoktur, fakat hekiminiz tarafından verilen ilaçları düzenli olarak kullanarak astım kontrol altında tutulabilir. Astım tedavisinin temelinde semptomlar ile tetkiklere dayalı olarak, periyodik kontrollerle uygulanan basamak tedavisi uygulanır. Belirti ve bulguların derecesine bağlı olarak ilaçlarınız ve dozları değişebilir.

Bunun yanı sıra, hekiminiz aşağıda görebileceğiniz gibi yaşam tarzı değişiklikleri de tavsiye edebilir:

Sigarayı bırakmak Evcil hayvanlara karşı alerjiniz varsa kontrol altına almak Kimyasal duman ve kokuları önlemek Tozlu ve küflü ortamlardan uzak durmak Aşırı soğuktan korunmak Uygun egzersizler yapmak

Acıbadem Web ve Yayın Kurulu tarafından hazırlanmıştır. Güncellenme Tarihi: 23 Kasım 2022 Çarşamba Yayımlanma Tarihi: 3 Mayıs 2021 Pazartesi

Benzer İlgi Alanları Göğüs Hastalıkları Acıbadem Sağlık Grubu Göğüs Hastalıkları bölümlerinde, akciğer hastalıklarının tetkik, tedavi ve izlemi yapılmaktadır. Detaylı Bilgi Tıbbi Birimler Lütfen Bekleyiniz

KİŞİSEL VERİLERİN ELDE EDİLMESİ VE İŞLENMESİ İLE İLGİLİ BİLGİLENDİRME FORMU

Acıbadem Sağlık Hizmetleri ve Ticaret A.Ş. (“Acıbadem”) ve Acıbadem’in hakim ve bağlı şirketleri (hepsi birlikte “Acıbadem Grubu” olarak anılacaktır.) tarafından, 6698 sayılı Kişisel Verilerin Korunması Kanunu (“Kanun”) ve ilgili mevzuat kapsamında Veri Sorumlusu sıfatıyla, kişisel verileriniz, aşağıda açıklanan çerçevede ve 3359 sayılı Sağlık Hizmetleri Temel Kanunu, 663 sayılı Sağlık Bakanlığı ve Bağlı Kuruluşlarının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararname, Özel Hastaneler Yönetmeliği ve Sağlık Bakanlığı düzenlemeleri ve sair mevzuata uygun olarak işlenebilecektir.

1. Kişisel Verilerin elde Edilmesi, İşlenmesi ve İşleme Amaçları

Kişisel verileriniz Acıbadem Grubu tarafından sağlanmakta olan kamu sağlığının korunması, koruyucu hekimlik, tıbbî teşhis, tedavi ve bakım hizmetlerinin yürütülmesi, sağlık hizmetleri ile finansmanının planlanması ve yönetimi amaçlarıyla ve Acıbadem Grubu şirketlerinin faaliyet konularına uygun düşecek şekilde, sözlü, yazılı, görsel ya da elektronik ortamda, çağrı merkezi, internet sitesi, sözlü, yazılı ve benzeri kanallar aracılığıyla elde edilmektedir. Sağlık verileriniz başta olmak üzere özel nitelikli kişisel verileriniz ve genel nitelikli kişisel verileriniz, Grup tarafından aşağıda yer alanlar dâhil ve bunlarla sınırlı olmaksızın bu maddede belirtilen amaçlar ile bağlantılı, sınırlı ve ölçülü şekilde işlenebilmektedir:

Kimlik bilgileriniz: Adınız, soyadınız, T.C. Kimlik numaranız, pasaport numaranız veya geçici TC Kimlik numaranız, doğum yeri ve tarihiniz, medeni haliniz, cinsiyetiniz, sigorta veya hasta protokol numaranız ve sizi tanımlayabileceğimiz diğer kimlik verileriniz. İletişim Bilgileriniz: Adresiniz, telefon numaranız, elektronik posta adresiniz ve sair iletişim verileriniz, müşteri temsilcileri ya da hasta hizmetleri tarafından çağrı merkezi standartları gereği tutulan sesli görüşme kayıtlarınız ile elektronik posta, mektup veya sair vasıtalar aracılığı ile tarafımızla iletişime geçtiğinizde elde edilen kişisel verileriniz. Muhasebesel Bilgileriniz: Banka hesap numaranız, IBAN numaranız, kredi kartı bilginiz, faturalama bilgileriniz gibi finansal verileriniz. Sağlık hizmetlerinin finansmanı ve planlaması amacıyla özel sağlık sigortasına ilişkin verileriniz ve Sosyal Güvenlik Kurumu verileriniz. Hastane veya tıp merkezlerimizi ziyaret etmeniz halinde güvenlik ve denetim amaçlı tutulmakta olan kamera kayıtları görüntüleriniz. Otoparkı kullanmanız halinde araç plaka veriniz. Sağlık Bilgileriniz: Laboratuvar sonuçlarınız, test sonuçlarınız, muayene verileriniz, randevu bilgileriniz, check-up bilgileriniz, reçete bilgileriniz dahil ancak bunlarla sınırlı olmaksızın tıbbî teşhis, tedavi ve bakım hizmetlerinin yürütülmesi sırasında veya bunların bir sonucu olarak elde edilen her türlü sağlık ve cinsel hayata ilişkin kişisel verileriniz. www.acibadem.com.tr sitesine veya www.acibadem.com.tr/AcibademOnline/TR/MainPage adresine gönderdiğiniz veya girdiğiniz sağlık verileriniz ve sair kişisel verileriniz. Acıbadem’e veya Acıbadem Grup şirketlerinden herhangi birine iş başvurusunda bulunmanız halinde bu hususta temin edilen özgeçmiş dâhil sair kişisel verileriniz ile Acıbadem Grubu çalışanı ya da ilişkili çalışan olmanız halinde hizmet akdiniz ve işe yatkınlığınız ile ilgili her türlü kişisel verileriniz.

Acıbadem Grubu tarafından elde edilen her türlü kişisel veriniz (Özel nitelikli kişisel veriler de dahil fakat bunlarla sınırlı olmamak kaydıyla) aşağıdaki amaçlar ile işlenebilecektir:

Kimliğinizi teyit etme, Kamu sağlığının korunması, koruyucu hekimlik, tıbbî teşhis, tedavi ve bakım hizmetlerinin yürütülmesi, sağlık hizmetleri ile finansmanının planlanması ve yönetimi. İlgili mevzuat uyarınca Sağlık Bakanlığı ve diğer kamu kurum ve kuruluşları ile talep edilen bilgilerin paylaşılması. Hastane ve Tıp Merkezlerimizin iç işleyişi ile günlük operasyonların planlanması ve yönetilmesi. Hastane Yönetimi, Hasta Hakları, Hasta Deneyimi bölümleri tarafından hasta memnuniyetinin ölçülmesi, arttırılması ve araştırılması. İlaç temini. Randevu almanız halinde randevu hakkında sizi haberdar edebilme. Risk yönetimi ve kalite geliştirme aktivitelerinin yerine getirilmesi. Sağlık hizmetlerini geliştirme amacıyla analiz yapma. Hasta Hizmetleri, Mali İşler, Pazarlama bölümleri tarafından sağlık hizmetlerinizin finansmanı, tetkik, teşhis ve tedavi giderlerinizin karşılanması, müstehaklık sorgusu kapsamında özel sigorta şirketler ile talep edilen bilgilerin paylaşılması. Araştırma yapılması. Yasal ve düzenleyici gereksinimlerin yerine getirilmesi. Sağlık hizmetlerinin finansmanı kapsamında özel sigorta şirketler ile talep edilen bilgileri paylaşma. Kalite, Hasta Deneyimi, Bilgi Sistemleri bölümleri tarafından risk yönetimi ve kalite geliştirme aktivitelerinin yerine getirilmesi. Hasta Hizmetleri, Mali İşler, Pazarlama bölümleri tarafından hizmetlerimiz karşılığında faturalandırma yapılması ve anlaşmalı olan kurumlarla ilişkinizin teyit edilmesi. Pazarlama, Medya ve İletişim, Çağrı Merkezi bölümleri tarafından kampanyalara katılım ve kampanya bilgisi verilmesi, Web ve mobil kanallarda özel içeriklerin, somut ve soyut faydaların tasarlanması ve iletilebilmesi.

İlgili mevzuat uyarınca elde edilen ve işlenen Kişisel Verileriniz, Acıbadem veya Acıbadem Grubu’na ait fiziki arşivler ve/veya bilişim sistemlerine nakledilerek, hem dijital ortamda hem de fiziki ortamda muhafaza altında tutulabilecektir.

2. Kişisel Verilerin Aktarılması

Kişisel verileriniz, Kanun ve sair mevzuat kapsamında ve yukarıda yer verilen amaçlarla Acıbadem ve Acıbadem Grubu tarafından Acıbadem Grubu’na dahil olan şirketler ile, Özel sigorta şirketleri, Sağlık bakanlığı ve bağlı alt birimleri, Sosyal Güvenlik Kurumu, Emniyet Genel Müdürlüğü ve sair kolluk kuvvetleri, Nüfus Genel Müdürlüğü, Türkiye Eczacılar Birliği, Mahkemeler ve her türlü yargı makamı, merkezi ve sair üçüncü kişiler, yetki vermiş olduğunuz temsilcileriniz, avukatlar, vergi ve finans danışmanları ve denetçiler de dâhil olmak üzere danışmanlık aldığımız üçüncü kişiler, düzenleyici ve denetleyici kurumlar, resmi merciler dâhil sağlık hizmetlerini yukarıda belirtilen amaçlarla geliştirmek veya yürütmek üzere işbirliği yaptığımız iş ortaklarımız ve diğer üçüncü kişiler ile paylaşılabilecektir.

3. Kişisel Veri Elde Etmenin Yöntemi ve Hukuki Sebebi

Kişisel verileriniz, her türlü sözlü, yazılı, görsel ya da elektronik ortamda, yukarıda yer verilen amaçlar ve Acıbadem’in faaliyet konusuna dahil her türlü işin yasal çerçevede yürütülebilmesi ve bu kapsamda Acıbadem’in akdi ve kanuni yükümlülüklerini tam ve gereği gibi ifa edebilmesi için toplanmakta ve işlenmektedir. İşbu kişiler verilerinizin toplanmasının hukuki sebebi,

6698 sayılı Kişisel Verilerin Korunması Kanunu, 3359 sayılı Sağlık Hizmetleri Temel Kanunu, 663 sayılı Sağlık Bakanlığı ve Bağlı Kuruluşlarının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararname, Özel Hastaneler Yönetmeliği, Kişisel Sağlık Verilerinin İşlenmesi ve Mahremiyetinin Korunması Yönetmeliği, Sağlık Bakanlığı düzenlemeleri ve sair mevzuat hükümleridir.

Ayrıca, Kanun’un 6. maddesi 3. fıkrasında da belirtildiği üzere sağlık ve cinsel hayata ilişkin kişisel veriler ise ancak kamu sağlığının korunması, koruyucu hekimlik, tıbbı teşhis, tedavi ve bakım hizmetlerinin yürütülmesi, sağlık hizmetleri ile finansmanının planlanması ve yönetimi amacıyla, sır saklama yükümlülüğü altında bulunan kişiler veya yetkili kurum ve kuruluşlar tarafından ilgilinin açık rızası aranmaksızın işlenebilir.

4. Kişisel Verilerin Korunmasına Yönelik Haklarınız

Kanun ve ilgili mevzuatlar uyarınca,

Kişisel veri işlenip işlenmediğini öğrenme, Kişisel veriler işlenmişse buna ilişkin bilgi talep etme, Kişisel sağlık verilerine erişim ve bu verileri isteme, Kişisel verilerin işlenme amacını ve bunların amacına uygun kullanılıp kullanılmadığını öğrenme, Yurt içinde veya yurt dışında kişisel verilerin aktarıldığı üçüncü kişileri bilme, Kişisel verilerin eksik veya yanlış işlenmiş olması hâlinde bunların düzeltilmesini isteme, Kişisel verilerin silinmesini veya yok edilmesini isteme, Kişisel verilerin eksik veya yanlış işlenmiş olması hâlinde bunların düzeltilmesine ve/veya kişisel verilerin silinmesini veya yok edilmesine ilişkin işlemlerin kişisel verilerin aktarıldığı üçüncü kişilere bildirilmesini isteme, İşlenen verilerin münhasıran otomatik sistemler vasıtasıyla analiz edilmesi suretiyle kişinin kendisi aleyhine bir sonucun ortaya çıkmasına itiraz etme hakkını haizsiniz.

Mezkûr haklarınızdan birini ya da birkaçını kullanmanız halinde ilgili bilgi tarafınıza, açık ve anlaşılabilir bir şekilde yazılı olarak ya da elektronik ortamda, tarafınızca sağlanan iletişim bilgileri yoluyla, bildirilir.

5. Veri Güvenliği

Acıbadem, kişisel verilerinizi bilgi güvenliği standartları ve prosedürleri gereğince alınması gereken tüm teknik ve idari güvenlik kontrollerine tam uygunlukla korumaktadır. Söz konusu güvenlik tedbirleri, teknolojik imkânlar da göz önünde bulundurularak muhtemel riske uygun bir düzeyde sağlanmaktadır.

6. Şikayet ve İletişim

Kişisel verileriniz teknik ve idari imkânlar dâhilinde titizlikle korunmakta ve gerekli güvenlik tedbirleri, teknolojik imkânlar da göz önünde bulundurularak olası risklere uygun bir düzeyde sağlanmaktadır. Kanun kapsamındaki taleplerinizi, “https://www.acibadem.com.tr/acibademonline/hastaverilerinkorunmasi.html” web adresindeki “Kişisel Verilerin Korunması Kanunu Uyarınca Başvuru Formu” nu doldurarak,

(i) ATATÜRK MAH.FEZA SK.NO:3/8 ATAŞEHİR, Istanbul, Türkiye adresine kargo ile ıslak imzanızı taşıyan bir dilekçe ile “Kurumsal Sekretarya” departmanı dikkatine Zarfına “Kişisel Verilerin Korunması Kanunu Kapsamında Bilgi Talebi” yazılarak gönderebilirsiniz, (ii) Noter kanalıyla gönderebilir, (iii) acibademsaglik@hs02.kep.tr adresine güvenli elektronik ya da mobil imzalı olarak, kayıtlı elektronik posta adresi veya sistemimizde kayıtlı elektronik e-posta adresiniz aracılığıyla ve/veya (iv) Acıbadem’e hitaben yazdığınız “word veya pdf.” formatındaki bir dosyayı güvenli eimza ile imzalayarak kisiselveri@acibadem.com ‘a e-posta’nın konu kısmına “Kişisel Verilerin Korunması Kanunu Bilgi Talebi” yazarak iletebilirsiniz.

Kanun kapsamındaki taleplerinizi, https://www.acibadem.com.tr/acibademonline/hastaverilerinkorunmasi.html web adresindeki “Kişisel Verilerin Korunması Kanunu Uyarınca Başvuru Formu” nu doldurarak ve formda belirtilen usullerle tarafımıza iletmenizi rica ederiz.

SIK ZİYARET EDİLENLER Akciğer kanseri Bağırsak kanseri Böbrek nakli Cilt kanseri Gırtlak kanseri Hemoroid Kalp krizi belirtileri Kan kanseri (Lösemi) Karaciğer nakli Kemik iliği nakli Kolon kanseri Koronavirüs Belirtileri Lenf kanseri Lenfödem Meme kanseri Mide kanseri Pankreas kanseri Prostat kanseri Rahim kanseri Vücut kitle endeksi hesaplama


Ana Sayfa Hastaneler Doktorlar Medikal Teknolojiler Kurumsal Bilgiler Sponsorluklar Bilgilendirilmiş Onamlar Kişisel Verilerin Korunması İletişim

Web sitemizde bulunan tüm görsellerin, işitsel veya içerik bilgilerinin izinsiz kullanılması yasaktır. Durumun tespit edilmesi halinde hukuki yollara başvurulacaktır.

"
Alerjik Astım Nedir? Alerjik Astım Belirtileri ve Tedavisi

Alerjik Astım Nedir? Alerjik Astım Belirtileri ve Tedavisi

Alerjik Astım Nedir? Alerjik Astım Belirtileri ve Tedavisi

Dünya genelinde ve ülkemizde yaygın bir hastalık olan alerjik astım bireylerin yaşam kalitesini olumsuz yönde etkileyerek günlük hayatlarına zarar verir. Bahar mevsiminde polen sayısının artmasıyla alerjik astıma sahip olanların karşılaştığı zorluklar da artar. Alerjik astım belirtileri nefes darlığı, kuru öksürük ve hırıltılı solunum şeklinde kendini gösterir. Bu dönemde alerjenlere karşı korunmayı sağlamak ve tedaviyi aksamadan sürdürmek büyük öneme sahiptir. Bu blog yazısında alerjik astımın ne olduğunu, belirtilerini ve tedavi yöntemlerini sizler için derledik:

Alerjik Astım Nedir?

Birçok faktörden kaynaklanabilen ve solunum yollarını kaplayan dokularda aşırı bir reaksiyon oluşturan alerjik astım çeşitli bitkilerin polenleri, akarlar, toz ve mikroorganizmalar gibi unsurlardan tetiklenir. Bu reaksiyon sonucunda hava yolunda yerel şişlikler meydana gelir ve bu durum hava yolunun daralmasına yol açar. Bunun neticesinde ise öksürük, nefes darlığı ve hırıltılı solunum gibi alerjik astım semptomlarına sebep olur.

Alerjik Astım Belirtileri Nelerdir?

Alerjik astımın en belirgin göstergesi hava yolunun daralması veya tıkanması nedeniyle meydana gelen ataklardır. Bu ataklar sırasında kişilerde nefes darlığı, göğüs sıkışması, hırıltılı solunum ve öksürük görülür. Atakların dışında bireylerin günlük yaşamlarında karşılaştıkları bazı belirtiler ve yetişkinlerde alerjik astım belirtileri aşağıdaki gibidir:

Göğüste sıkışma ve basınç hissi Nefes alırken ve verirken hırıltı veya ıslık benzeri sesler Sürekli kuru öksürük krizleri Uyku düzensizlikleri Çocuklarda Alerjik Astım Belirtileri Nelerdir?

Astımlı çocukların bronşları oldukça hassastır ve hatta hasta belirti göstermese bile bronşlarında sürekli bir inflamasyon (kızarıklık, şişlik) mevcuttur. Alerjik astım belirtileri genellikle çocukların okul öncesi dönemlerinde başlar. Öksürük, hışıltılı solunum, göğüs sıkışması ve nefes darlığı gibi belirtiler görülebilir. Bu belirtiler genellikle gece veya sabahın erken saatlerinde daha yoğun olabilir. Semptomların sıklığı ve şiddeti değişebilir. Ev tozu, polenler, hayvan tüyleri, rutubet gibi alerjenler, soğuk algınlığı ve diğer üst solunum yolu enfeksiyonları, hava koşullarındaki değişimler, gülme veya ağlama durumları, sigara dumanı ve keskin kokular astım belirtilerini arttırabilir. Çocukluk dönemi alerjik astımına eşlik eden burun akıntısı, kaşıntı, gözde kaşıntı ve sulanma, hapşırmalar gibi alerjik rinit belirtileri görülebilir. Besin alerjisi ve egzama durumunda da astım semptomları daha şiddetli olabilir ve bu nedenle hastaların bu yönden değerlendirilmesi gerekebilir.

Peki öksüren her çocuk astım mıdır? Çocuklar arasında öksürme sık rastlanan bir durumdur fakat her öksüren çocuğun astım olduğunu söylemek hatalı olur. Doktorunuz belirtileri değerlendirerek, gerekli tetkikleri astım teşhisini koyabilir. Ailede alerjik hastalıkların bulunması, çocuğun alerjik nezle, besin alerjisi ya da egzama gibi durumları yaşaması, belirli tetikleyicilerin öksürmeyi artırması ve astım ilaçları kullanımı ile semptomların azalması astım tanısına işaret eder. Öksürmenin gece veya erken sabah saatlerinde, fiziksel aktivite sonrasında, gülerken veya ağlarken artması da astım belirtisidir. Ancak öksürükle birlikte şu durumlar mevcutsa farklı sebepler de düşünülmelidir:

Burun ve sinüslerde artan akıntının sebep olduğu burun akıntısı, geniz akıntısı ve boğaz temizleme ihtiyacını, Büyüme ve gelişme geriliği, sürekli devam eden balgamlı öksürük, kötü kokulu dışkılama durumu kistik fibrozu, Geçmeyen hışıltı veya hırıltılı solunum, doğuştan kıkırdak yapısının yumuşak olmasına bağlı laringomalaziyi, Kusma, kilo alamama, ağız kokusu gibi belirtiler reflüyü, Sürekli ve balgamlı öksürük uzun süreli bakteriyel bronşit, bronşektazi (bronşların anormal genişlemesi), bağışıklık yetersizliğini, Yemek yerken veya oyun oynarken boğulma hissi veren ani öksürük, akciğere yiyecek veya oyuncak kaçmasından kaynaklanan yabancı cisim durumunu gösterir. Alerjik Astım Neden Olur?

Alerjik astımın oluşumunda hem genetik hem de çevresel faktörler etkilidir. Bu faktörler içinde en belirgin risk unsurları ise aşağıdaki gibidir:

Aile geçmişinde astım veya alerjik astım vakalarının bulunması Alerjik astımı tetikleyen alerjenlerle sıkça temas edilmesini gerektiren işlerde çalışmak Bebeklik ve çocukluk dönemlerinde solunum yolu hastalıkları geçirmiş olmak ya da alerjen maddelere yoğun maruz kalma durumu Düşük doğum ağırlığına sahip olmak veya prematüre doğmuş olmak Sigara içilen ortamlarda pasif sigara dumanına maruz kalmak Alerjik Astım Tanı Yöntemleri Nelerdir?

Alerjik astımın teşhisi için hasta hakkında ayrıntılı bir bilgi toplandıktan ve fiziksel muayene yapıldıktan sonra solunum işlevi testleri, bronkoprovokasyon testleri ve alerji belirlemek amacıyla deri testleri (prick test) uygulanır. Prick testi hızla gerçekleştirilen, en çok başvurulan bir yöntemdir. Bunun yanında kan örneğinde spesifik IgE ölçümleri de diğer tanısal testler arasındadır. Alerjik astım genellikle alerjik rinit, rinosinüzit, ilaç alerjisi ve gastroözofageal reflü gibi komorbid hastalıklarla birlikte görülür. Bu hastalıkların da alerjik astım ile birlikte tespit edilmesi ve tedavi edilmesi önemlidir.

Alerjik Astım Nasıl Tedavi Edilir?

Peki alerjik astıma ne iyi gelir? Doğru bir astım tedavisi için hasta detaylıca değerlendirilmeli, hastalığının ciddiyeti belirlenmeli, varsa alerjileri saptanmalı ve diğer alerjik hastalıkları da tedavi planına dahil edilmelidir. Uygun çocuk alerji uzmanı tarafından yapılacak bu değerlendirme hastanın astım tedavisinin başarısında önemli bir rol oynar. Astım tedavisinin basamakları genellikle eğitim, korunma, ilaç tedavisi ve gerekli durumlarda immünoterapi (alerji aşısı) uygulanmasını içerir. Eğitim sürecinde hastaya astımın ne olduğu, hangi faktörlerden kaçınılması gerektiği ve alerjen duyarlılıkları varsa bunları nasıl yöneteceği konusunda bilgi verilir. Astım ilaçlarının yanlış kullanımı sıkça görülür ve tedavinin başarısız olmasının en önemli sebeplerinden biridir. Astımda kontrol stratejileri hayati öneme sahiptir. Hastanın alerjenlere ve tetikleyicilere karşı duyarlılığına bağlı olarak belirlenen kontrol önlemleri hastalığın yönetilmesinde büyük bir rol oynar. Hangi önlemlerin alınacağına dair bilgi edinmek için çocuk alerji uzmanlarından yardım almak en iyisidir. Çocuk alerji uzmanlarından gerekli önlemleri öğrenmek faydalı olacaktır.

Astıma sebep olan en büyük etkenlerden biri viral solunum yolu enfeksiyonlarıdır. Bu nedenle grip aşısının yapılması, el temizliği ve salgın zamanlarında kalabalık yerlerden uzak durulması korunma açısından kritiktir. Enfeksiyonların viral doğası gereği antibiyotik kullanımının gereksiz olduğu unutulmamalıdır. Sigara dumanına maruz kalmaktan sakınılmalı ve ev içerisinde sigara içilmemelidir. Astım hastası çocuklar genellikle kokulara duyarlıdır bu sebeple parfüm ve kolonyadan kaçınılmalı, parfümsüz deterjanlarla temizlik yapılmalı ve kokusuz temizlik malzemeleri tercih edilmelidir. Hava kirliliğinin yoğun olduğu dönemlerde dışarıda çok zaman geçirmemeye özen gösterilmeli ve pencereler kapalı tutulmalıdır. Ev içinde kirli gaz yayabilen ısıtıcıların kullanımından da kaçınılmalıdır. Obezite hem hormonal hem de mekanik olarak astım belirtilerini tetikleyebilir bu yüzden çocuğun kilo alımına dikkat etmek gereklidir. Uygun spor aktivitelerine teşvik edilmeli, kilo arttırıcı yiyeceklerden uzak durulmalı ve sağlıklı beslenme alışkanlıkları geliştirilmelidir.

Astımda İlaç Tedavisi

Bu durum alerjik astım ilacı ile tamamen yok edilemez. Ancak ilaçlar hastalığın belirtilerini kontrol altına almaya yardımcı olur. Alerjik astım tedavisinde atak tedavisi ve koruyucu tedavi olmak üzere iki farklı ilaç kullanılır.

Astımda Atak Tedavisi

Alerjik astım tedavisi sürecinde atak esnasında bronşları daralan çocuklarda rahatlatıcı ilaçlar öksürük ve nefes sıkışmasını hafifletir. Bu ilaçlar yalnızca öksürük, akciğerde hırıltı ve nefes darlığı olduğu dönemlerde 1-2 hafta süreyle kullanılmalıdır.

Astımda Koruyucu Tedavi

Astımın koruyucu tedavisinde çeşitli ilaçlar kullanılır. Bu tedavi yöntemleri astım sebebiyle akciğerlerde meydana gelen belirtileri kontrol etmek ve solunum yollarının zarar görmemesi için uygulanır. Uzun süreli kullanılmalıdır. Bu nedenle ilaçların doz ve süresinin çocuk alerji uzmanları tarafından düzenli olarak ayarlanması büyük önem taşır. Kortizon içeren ilaçlar alerjik astımın tedavisinde kilit rol oynar. İlgili ilaçlar doğru dozda ve sürede kullanıldığında herhangi bir zararı olmaz.

Alerjik Astım Tedavisinde İmmünoterapi (Alerji Aşısı) Tedavisi

Eğer hasta hâlâ korunma ve ilaç tedavisine rağmen belirtilerini kontrol altına alamazsa çocuk alerji uzmanının uygun bir şekilde uyguladığı alerji aşısı etkili bir çözüm olabilir. Alerji aşıları iki çeşittir: dilaltı ve deri altı enjeksiyonu. Dilaltı aşıları 3 yaşından sonra, deri altı enjeksiyon aşıları ise 5 yaşından sonra uygulanabilir. Dilaltı aşılarının yan etkileri daha hafifken deri altı enjeksiyon aşıları genellikle daha etkilidir. Alerji aşı tedavisi astım belirtilerini azaltabilir veya tamamen yok edebilir. Bu durum ilaç ihtiyacını da azaltır, bazı hastalarda ise tamamen ortadan kaldırır. Alerji aşıları sadece uygun konsantrasyonlarda hastanın hassas olduğu alerjeni içerir. Aşının süresi genellikle 4 yıldır (3-5 yıl arasında). Ancak uygulama sırasında bazı hastalarda alerjik reaksiyonlar meydana gelebilir. Anafilaksi gibi sistemik bir reaksiyon çok nadiren görülür ve eğer böyle bir durum oluşursa aşı tedavisi hemen sonlandırılır.

Alerjik Astım Nasıl Geçer?

“Alerjik astım nedir?” sorusu kadar nasıl geçtiği de merak edilir. İşte “Alerjik astıma ne iyi gelir?” sorusunun yanıtı:

Alerji testleri kişinin hangi maddelere alerjik olduğunu belirlemeye yardımcı olabilir. Bu maddelerden mümkün olduğunca kaçınılmalıdır. İnsanların yaşadıkları alanları sürekli olarak havalandırmaları ve ev içinde sigara içmemeleri gerekmektedir. Oda spreyleri, parfümler ve deodorantlar kullanmaktan kaçınılmalıdır. Eğer bireyin evcil hayvanlara karşı alerjisi varsa evde hayvan beslememelidir. Polen miktarının arttığı bahar aylarında pencereler ve kapılar kapatılmalı ve gereksiz yere dışarı çıkılmamalıdır. Yeme içme alerjilerine özen gösterilmeli ve alerjilere sebep olan yiyecekler diyetten çıkarılmalıdır.

Yukarıda sıralanan önlemler alındığında ve sağlık kontrolleri düzenli yapıldığında alerjik astım semptomları azaltılabilir ve yaşam kalitesi büyük ölçüde artırılabilir. Eğer alerjik astım hastası olduğunuzu düşünüyorsanız hemen bir doktora başvurup tedaviye başlamalısınız. Sağlıklı günler dileriz.

KAYNAK: https://my.clevelandclinic.org/health/diseases/21461-allergic-asthma

Alerjik astım tamamen iyileştirilemese de uygun tedavi ile kontrol altına alınabilir ve hastalık uzun süre boyunca belirti göstermeden ilerleyebilir.

Astıma genellikle çocukların erken dönemlerinde rastlanır. Çocukların üçte birinde ilk yıl içinde, %80'inde ise 5 yaş civarında ortaya çıkar.

Kullandığınız ilaçları ve daha önce yapılan test ve röntgen sonuçlarını yanınıza almanız faydalı olacaktır. Çocuğunuzu bir alerji uzmanına götürecekseniz daha önce kullanmış olduğunuz veya şu anda kullandığınız ilaçları, geçmişte yapılan test ve röntgenleri yanınıza almanız teşhis ve tedavi sürecini değerlendirmekte fayda sağlar. Ayrıca gereksiz yere tekrar test yapılmasının önüne geçer. Eğer mümkünse randevudan 1 hafta önce bazı ilaçları kullanmayın. Alerji, öksürük ve soğuk algınlığı şuruplarınızı kesinlikle gerektiği sürece kullanmayın. Çocuğunuzu aç getirmenize gerek yoktur. Bazı aileler testlerin daha doğru sonuçlar vereceğini düşündüğünden çocuklarını aç getirir ancak açlık durumu alerjik reaksiyonları teşhis eden testlerde önemli değildir. Aslında strese bağlı kan şekeri düşüklüğünün önlenmesi için çocuğun tok olması tercih edilir.

Eğer astım uygun bir şekilde yönetilmezse hastanın ve ailesinin yaşam kalitesi azalabilir. Sık ataklar solunum yollarında kalıcı hasar oluşmasına neden olabilir. Sık atakların tedavisi için kullanılan yüksek dozdaki ilaçlar yan etkileri artırabilir. Kontrolsüz astım hayati tehlike oluşturan ataklara yol açabilir.

Evet alerjik astım balgam üretimine neden olabilir. Alerjik reaksiyonlar sonucunda hava yollarınızda iltihap oluşur ve bu durum genellikle balgamın artmasına yol açar. Ancak her astımlı hastada aynı belirtiler görülmez ve astım semptomları kişiden kişiye değişebilir.

Astım akciğerlerdeki hava yollarının şişmesine ve daralmasına neden olan kronik bir hastalıktır. Bu durum öksürük, nefes darlığı, göğüs sıkışması ve hırıltılı solunuma sebep olur. Astım atakları genellikle belirli tetikleyicilerin (toz, duman veya egzersiz gibi) varlığında meydana gelir. Alerjik astım ise özellikle alerjenlere karşı vücudun aşırı tepkisi sonucunda ortaya çıkan bir astım türüdür. Alerjenlere maruz kalındığında bağışıklık sistemi histamin ve diğer kimyasalları serbest bırakarak inflamatuar yanıtı tetikler. Bu yanıt bronşların daralmasına yol açar. Alerjik astımın en yaygın tetikleyicileri polenler, küf sporları, ev tozu akarları ve hayvan tüyleri olabilir. Her iki durumda da tedavi genellikle bronşları genişletmeye yardımcı olan ilaçlar ve kişinin tetikleyicilere maruz kalmamasını sağlamak için yaşam tarzı değişikliklerini içerir. Ancak alerjik astımın tedavisi ayrıca spesifik alerjenlere karşı vücudun reaksiyonunu azaltmayı hedefleyen ilaçları da içerebilir.

"
Diyabet Nedir? Diyabet Nasıl Önlebilir? | Allianz

Diyabet Nedir? Diyabet Nasıl Önlebilir? | Allianz


Diyabetin Sebepleri ve Belirtileri Nelerdir?

Çağımızın yaygın hastalıkları arasında yer alan diyabet, ölümcül risk taşıyan başka hastalıklara da davetiye çıkartıyor. Halk arasında şeker hastalığı olarak adlandırılan hastalığın Tip 1 ve Tip 2 diyabet olmak üzere iki farklı çeşidi bulunuyor. Peki diyabet hastalığı nedir?

Diyabet Nedir?

Diyabet kısaca kandaki şeker miktarının normalin üzerine çıkması durumu olarak tanımlanıyor. Bu noktada “Diyabet neden olur?” sorusu üzerinde durmak gerekiyor.

İnsan vücudu besinleri sindirirken glikoz adı verilen şeker ortaya çıkıyor. Vücut için önemli bir enerji ve besin kaynağı olan glikozun kullanılabilmesi için ise hücre içine girebilmesi gerekiyor. Bunu sağlayabilmek için pankreas insülin hormonu salgılıyor. Pankreasın yeterli insülin salgılayamaması veya insülinin vücut tarafından etkili şekilde kullanılamaması durumunda kandaki şeker miktarı çok yükseliyor. Diyabet hastası olan kişilerin idrarında normalde olmaması gereken şekilde şekere rastlanıyor.

Diyabetin sebepleri konusunun Tip 1 ve Tip 2 diyabet olmak üzere iki başlık altında ele alınması gerekiyor.

Tip 1 Diyabet Nedir?

Pankreas yeterli seviyede insülin hormonu salgılayamadığında Tip 1 diyabet hastalığı söz konusu oluyor. Çoğunlukla çocukluk çağında ortaya çıkan Tip 1 diyabette vücudun bağışıklık sistemi pankreasın insülin kaynağı olan hücrelerine saldırıyor. Sonuç olarak pankreas hiç veya yeterli seviyede insülin üretemiyor.

Tip 2 Diyabet Nedir?

Tip 2 diyabette pankreas vücudun ihtiyacı olan insülini yeterli seviyede üretmesine rağmen vücut hücrelerinin insüline karşı direnç geliştirmiş olması durumu ortaya çıkıyor. Bunun sonucu olarak hücreler kandaki şekeri alıp kullanamıyor.

Tip 1 ve Tip 2'ye Yol Açan Nedir?

Yukarıda da değindiğimiz üzere Tip 1 ve Tip 2 diyabet farklı sebeplerden kaynaklanıyor. Tip 1 diyabette pankreasın yeterli insülin üretememesi söz konusuyken Tip 2 diyabette üretilen insülini hücrelerin kullanamaması durumu yaşanıyor.

Diyabetin Yol Açtığı Sağlık Sorunları

Diyabet kontrol altına alınamaması durumunda ciddi sağlık problemlerine yol açabiliyor. Diyabetin sebep olduğu bazı hastalıklar şu şekilde:

Sinir hasarları Diyabetik ayak Böbrek yetmezliği Beyin felci Kalp krizi ve kalp yetmezliği İmpotans Körlük Vasküler hastalıklar Diyabet Nasıl Önlenebilir?

Diyabet hastalığının nedenleri, belirtileri, tedavisi ve hastalığa karşı alınabilecek önlemler konularında insanların bilgi sahibi olmaları amacıyla her yıl 14 Kasım Dünya Diyabet Günü olarak kutlanıyor. Bilinçli davranarak ve küçük yaşlardan itibaren çeşitli tedbirler alarak hastalığın önüne geçilebiliyor.

Çocukluk çağı hastalığı olan Tip 1 diyabetin önüne geçmek için günümüzde bilinen herhangi bir yöntem maalesef yok. Öte yandan toplumda oldukça yaygın görülen Tip 2 diyabet riskini azaltmak mümkün. Buna yönelik alınabilecek tedbirler şu şekilde:

Günde en az yarım saat yürüyüş yapmak, Fazla kilolardan kaçınmak Dengeli ve yeterli beslenmek Sigara ve alkol tüketiminden kaçınmak Şeker gibi karbonhidratlar yerine kuru bakliyat ve tahıl ürünler tüketmek

Diyabet Hastaları Ne Yemeli?

Hastaların öğünlerine yönelik hazırlanan diyabet listesi ile kan şekerinin olması gereken düzeyde tutulması amaçlanıyor. Hastaların ani şeker yükselmesi veya düşmesi gibi risklerden korunmaları için günde 3 ana ve 3 ara öğün olmak üzere 6 öğün yemek yemeleri gerekiyor. Öğün araları en fazla 2-3 saat kadar olabiliyor. Hastalık sürecinde diyabet hastanesi tercih edilerek bu konudaki uzmanlardan destek alınması mümkün.

Tip 1 Diyabet Beslenme Listesi

Diyabet türleri için ayrı ayrı beslenme listeleri bulunmamakla birlikte tüm diyabet hastalarının dikkat etmeleri gereken genel beslenme kriterleri şu şekilde:

Margarin yerine zeytinyağı tercih edilmeli. Şekerden, kızartmadan ve hazır gıdadan uzak durulmalı. Havuç, pirinç ve patates gibi kan şekerini hızlıca yükselten besinlerden kaçınılmalı. Salamura ve konserve gibi tuzlu besinler tüketilmemeli. Meyveler kabukla birlikte yenmeli. Öğünler B, C ve E vitamini bakımından zengin olmalı. Her gün en az 2 litre su içilmeli.

Tip 2 Diyabet Beslenme Listesi

Yukarıda da değindiğimiz üzere her iki diyabet tipinde de beslenme konusunda aynı kriterlere dikkat etmek gerekiyor. Diyabet hastaları için mutlaka uzman bir doktor tarafından özel diyet listesi hazırlanması ve bunun titizlikle takip edilmesi önem taşıyor. Örnek bir beslenme listesi ise şu şekilde olabilir*:

1 adet haşlanmış yumurta veya yağsız omlet 2-3 dilim tam buğdaylı ekmek 1-2 dilim az yağlı beyaz peynir Mevsim yeşillikleri 6 tane az tuzlu zeytin veya 2 adet ceviz 1 adet meyve 1 bardak az yağlı ayran Zeytinyağlı sebze veya bakliyat Bol yeşillik 2-3 dilim kepekli ekmek 1 kase az yağlı yoğurt 1 dilim az yağlı beyaz peynir 1 dilim tam buğday ekmeği 120 -180 gram, yağsız olmak şartıyla et, tavuk veya balık 1 kase yoğurt / 2 bardak ayran Yeşilliklerden oluşan salata 1-2 dilim tam buğday ekmeği 1 porsiyon meyve 1 bardak yarım yağlı süt / yoğurt

Diyabet tanı kriterleri de hastalığın takibi açısından önem taşıyor. Diyabetin belirtileri genel olarak şu şekilde karşımıza çıkabiliyor:

Ciltte kuruma ve kaşıntı Bulanık görme Kilo kaybı Yaraların geç iyileşmesi Halsizlik ve yorgunluk hali Ayaklarda karıncalanma hissi Ağızda asetona benzer koku oluşması

Gereken tedbirleri alarak ve beslenme düzenine dikkat ederek sen de diyabet hastalığından korunabilirsin.

"
Diyabetik Retinopati Nedir, Belirtileri, Tedavisi | Fulya Retina

Diyabetik Retinopati Nedir, Belirtileri, Tedavisi | Fulya Retina

Diyabet: Tanı, Belirti ve Tedavisi

Diabetes mellitus (şeker hastalığı), insülin yetersizliği ya da etkisizliği sonucu oluşan, yüksek kan şekeri düzeyi (hiperglisemi) nedeniyle gelişen yaygın metabolik bir damarsal hastalıktır. İki ana tipi bulunmaktadır.

1. İnsülin-bağımlı diyabet: Tip I diyabet olarak da bilinir. Çoğunlukla 10-20 yaşları arasında görülür. Genelde, ani başlangıçlı kilo kaybı, sık idrara çıkma ve çok su içme belirtileriyle ortaya çıkar. 2. İnsülin-bağımsız diyabet: Tip II diyabet olarak da bilinir. Çoğunlukla 50-70 yaşları arasında görülür. Bazen tekrarlayan cilt enfeksiyonları ile ortaya çıksa da ilk başlarda belirti vermez.

Diyabet, sistemik bir hastalık olduğundan vücutta göz, böbrek, damar ve sinir sistemi gibi birçok organda zararlara yol açabilir. Diyabete bağlı göz hastalıkları içinde en sık görülen diyabetik retinopati, gözün arkasındaki ışığı algılayan retina tabakasında yaptığı hasar sonucu oluşan tabloya denir. Diyabetik retinopati, insanlarda körlük yapan nedenlerin başında gelmektedir.

Diyabetik retinopatinin oluşma riski Tip I diyabette Tip II diyabete göre daha fazladır. Diyabetin süresi önemli bir etkendir, 30 yaşından önce diyabet tanısı alındığında diyabetik retinopati oluşma riski 10 yılda %50, 30 yılda %90'dır. Yoğun kan şekeri kontrolü ile diyabetik retinopati oluşması geciktirilebilir. Ayrıca hamilelik de diyabetik retinopati gelişmesini tetikler. Hipertansiyon ve böbrek yetmezliği, iyi kontrol edilmediği taktirde diyabetik retinopatiyi kötüleştirir.

Diyabetik retinopatinin başlangıç döneminde gözde meydana gelen problemlerin temelinde retina damarlarındaki geçirgenliğin artması, yani damarların, kanın içindeki bazı maddeleri sızdırması yatar. Diyabetik bir hastanın göz dibi bulguları arasında mikroanevrizmalar, sert eksudalar, retina ödemi, kanamalar görülebilir.

Resim 1: Normal retina fotoğrafı. Mavi ok, keskin ve merkezi görmeyi sağlayan makulayı (sarı nokta), siyah ok optik diski (görme siniri) göstermektedir.

Resim 2 (a,b): Yukarıdaki resim başlangıç diabetik retinopatisi olan bir hastanın retinasını göstermektedir. Siyah ok, damar geçirgenliğinin artması sonucunda damar içindeki bazı yağ içeren maddeleri (sert eksudalar), beyaz ok, damardan dışarıya sızan kanı (mikrohemorajiler) göstermektedir. Diyabet, aynı zamanda damar duvarının yapısını da bozarak duvarlarda anormal genişlemelere, baloncuklanmalara (mikroanevrizmalar) neden olabilir.

Diyabetik retinopatinin erken evrelerinde, genellikle hastalarda herhangi bir şikayet olmaz. Fakat makulaya (görme merkezine) sıvı sızması sonucu, merkezi görmede azalma olabilir. Bu duruma makula ödemi denir.

Eğer kan şeker düzeyi yüksek seyrederse, gerekli tedaviler yapılmazsa, diyabetik retinopati ilerler. Damarsal değişiklikler ve tıkanıklıklar artar ve retina kendisini beslemek için normal damarlardan daha ince, kolay kanayabilen ve çok çabuk dallanabilen yeni damarlar oluşturmaya başlar. Diyabetik retinopati tablosuna, beslenmenin az olmasından dolayı, sinirlerde iletinin durmasını gösteren, pamuk kümelerine benzeyen madde birikimleri (yumuşak eksudalar), yeni damar oluşumları, birtakım maddelerin artması sonucu retina üzerinde zarların oluşumu, retina önü ve vitreus içi kanamalar görülebilir.

Resim 3: İleri aşama diyabetik retinopatiyeait retina görüntüsü. Düz, kalın ve düzenli dallanan normal retina damarlarının aksine ağaç dallarını andıran, daha ince ve daha kırılgan yeni damarlar siyah ok ile gösterilmektedir.

Böyle durumdaki hastalarda yeni damar oluşumunu önlemek ve tekrarlayan vitreus içi kanamaları engellemek amacı ile laser fotokoagulasyon uygulanır.

Resim 4: Laser tedavisi yapılmış retina görüntüsü. Siyah ok, laserin, yapılan yerlerde daha açık renkte yuvarlak izlerini göstermektedir.

Laser fotokoagulasyon, hastanın hastanede yatmasını gerektiren bir durum değildir. Hasta oturur pozisyondayken yapılır ve işlem sonrasında hasta evine gönderilir. Laserden sonra hafif ağrı ve görmede bir miktar azalma olması normaldir.

Diyabet tiplerinin belirlenmesinde ve tedavinin planlanmasında fundus floresein anjiyografi ( FFA ) çok önemli yer tutar. Hastanın kolundan damar içine boya maddesi verilir. Sonra hasta oturur pozisyondayken belli aralıklarla gözdibinin fotoğrafları çekilir. Hasta hiçbir ağrı duymaz, sonrasında evine gidebilir. Çekimden sonra ciltte sararma, idrarın turuncu olması normaldir. Bu, birkaç gün sürebilir. Bu tetkik yöntemi ile diyabetik hastalarda, damarlarda kaçak, tıkanıklık ve beslenme bozukluğunu saptamak mümkün olmaktadır.

Resim 5: Normal FFA görüntüsü. Damarlarda veya makulada herhangi bir sızıntıya ait parlak renkte beyazlık izlenmemektedir.

Resim 6: Diyabetik retinopatisi olan bir hastanın FFA görüntüsü. Siyah ok ile gösterilen parlak renkteki beyazlık, damarlardan sızıntı olduğunu göstermektedir.

Çok ilerlemiş diyabetik retinopati olgularında tekrarlayan vitreus içi ya da retina önü kanamaları, ya da retina üzerini kaplayan zarların sürekli retinayı büzüştürmesi ve çekmesi sonucu oluşan traksiyonel retina dekolmanı (çekme sonucunda retinanın olması gereken yerden öne ayrılması ve öne doğru gelmesi) nedeni ile retina cerrahisi yapılması gerekebilir. Bu gibi durumlarda yapılan cerrahiye pars plana vitrektomi denir. Pars plana vitrektomi ile, gözün içindeki jel kıvamındaki sıvı (vitreus) uzaklaştırılır, retina zarlardan temizlenip tekrar eski yerine yatması sağlanır.

Resim 7: Resimde traksiyonel retina dekolmanı olan bir hastanın retinası görülmektedir. Retinanın normal rengini kaybettiği, beyaz zarların retina yüzeyini kaplayıp retinayı öne doğru çektiği izlenmektedir (siyah ok).

Bazı durumlarda retina, normal fundus muayenesi ile net seçilemeyebilir. Bu gibi durumlarda, göz ultrasonografisi çekilir.

Resim 8: Normal göz ultrasonografi görüntüsü. Beyaz ok göz sıvısını (vitreus), siyah ok retina tabakasını göstermektedir.

Resim 9: Yandaki resimde traksiyonel retina dekolmanı olan bir hastanın göz ultrasonografisi görülmektedir. Retinanın normal yerinden öne, göz sıvısı içine doğru çekildiği izlenmektedir (siyah oklar).

Diyabetik retinopatisi olan hastalarda kullanılabilecek diğer bir tanı yöntemi de optik koherens tomografidir (OKT). OKT diyabetik makula ödemi gibi patolojilerde hastalığın evresi, tedavi endikasyonu ve tedavi sonrası takiplerde yol gösterici olmaktadır.

Resim 10 (a,b): Üst soldaki resim (a), normal makulanın, sağdaki resim (b) kistoid makula ödemi olan makulanın OKT görüntüsünü göstermektedir. Normalde tüm retina tabakaları belli bir aralıklarla ve belli renklerde izlenmektedir. Ödemli bir makulanın ise kist şeklinde siyah boşluklarla dolu olduğu görülmektedir (kırmızı ok).

Tip I veya Tip II diyabeti olan her hasta, diyabetik retinopati gelişmesi açısından risk altındadır. Diyabeti olan her hasta, en azından yılda bir kez detaylı göz dibi (fundus) muayenesi yaptırmalıdır. Hamilelik, diyabetik retinopati riskini artırır. Dolayısıyla diyabetik hamilelerin, mümkün olan en erken zamanda göz dibi muayenesi yaptırmaları önerilir.

Diyabetli hastalar üzerinde yapılan çalışmalar, kan şekeri kontrolünün, retinopati gelişimini ve ilerlemesini yavaşlattığını göstermektedir. Kan şeker düzeyini normal sınırlar içerisinde tutmak, hem göz hem de diğer organ hastalıkları riskini azaltacaktır. Normal düzeylerdeki kan şekeri aynı zamanda laser tedavisi ihtiyacını da azaltacaktır.

Diyabetik Retinopati Retina Dekolmanı Yaşa Bağlı Makula Dejeneresansı Travmada Retina Sorunları Retina Damar Tıkanıklıkları Makula Deliği Epiretinal Membran Göz İçi Kanamaları Endoftalmi İleri Derecede Miyoplarda Retina Retinitis Pigmentosa Göz Tansiyonu (Glokom) Santral Seröz Retinopati "
Diyabet (Şeker Hastalığı) - Ersoy Hastanesi

Diyabet (Şeker Hastalığı) - Ersoy Hastanesi

Diyabet: Tanı, Belirti ve Tedavisi

Sultanbeyli Ersoy Hastanesi Dahiliye (İç Hastalıkları) Uzm. Dr. Ebru Hacer İnan Diyabet (Şeker Hastalığı)

Diyabet Nedir?

Diyabet, insülin hormonunun tamamen ya da kısmen eksikliğine bağlı, kan şekeri yüksekliği ile kendini gösteren, karbonhidrat, yağ ve proteinlerden metabolizmanın yararlanamadığı, kısa ve uzun dönemde sürekli tıbbi tedavi, bakım ve takip gerektiren, kronik bir hastalıktır

Diyabet Neden Önemlidir?

Dünyada her 10 saniyede bir, 2 kişiye diyabet tanısı konmakta ve her 10 saniyede bir kişi diyabet nedeniyle ölmektedir. Toplumumuzda 10 milyondan fazla diyabet hastası vardır. 2014 Turdep çalışması ile ülkemizde yaklaşık her 7 kişiden birinde (%14) diyabet olduğu saptanmıştır.

Şeker hastalığının vücudumuzda etkilediği organlar,

Göz Diş Kalp Beyin Böbrek

Diyabet Tipleri

1- Tip 1 Diyabet:

Genellikle 30 yaşından önce başlar. Hastalar genellikle zayıftır. Semptomlar ani olarak ortaya çıkar. İnsülin hiç yoktur ya da çok azdır. Tedavide insülin şarttır.

2- Gestasyonel Diyabet (Gebelik Diyabeti)

Gebelik sırasında ortaya çıkan ve genellikle doğumla birlikte düzelen diyabettir. Fazla kilolu gebeler, daha önceki gebeliklerinde veya birinci derece akrabalarında diyabet öyküsü olanlar, yüksek risk taşımaktadır. Risk olsun olmasın tüm gebelerde 24-28 haftalarda gebelik diyabeti için tetkik yapılır. Gebelik şekeri yaşayan her 3 kadından biri ileride şeker hastası olmaktadır.

3- TİP 2 Diyabet

En sık görülen diyabet tipidir. İnsülin direncinin ve insülin salgılama kusurunun ön planda olduğu durumlarda ortaya çıkar. Genellikle 45 yaşın üzerinde kilolu ve ailesinde diyabet öyküsü olan kişilerdir. Kan şekeri yüksekliği belirtileri ile hasta başvurabileceği gibi tanı rastlantısal olarak da konulur.

Diyabet Belirtileri Nelerdir?

Ağız kuruluğu Çok su içme Sık idrara çıkma Çok sık acıkma Ani kilo kaybı Aşırı yorgunluk Bulanık görme Kesik ve yaraların geç iyileşmesi

Bu belirtiler sizde varsa doktora başvurunuz.

Diyabet Tanısı Nasıl Konulur?

Yapılması gereken ilk tetkik açlık kan şekerine bakılmasıdır. Açlık kan şekeri 100 mg/dl altında ise normaldir. 101-125 g/dl ise bozulmuş açlık glikoz vardır. 75 gr glikoz verilerek glikoz tolerans testi (şeker yükleme testi) yapılır.

Diyabetin Tanı Kriterleri

Aşağıdaki kriterlerden sadece biri tanı için yeterlidir.

Açlık kan şekerinin en az iki ölçümde 126 mg/dl veya üzerinde olması, Diyabet semptomları ile birlikte rastgele kan şekeri ölçümünün 200 mg/dl üzerinde olması, Şeker yükleme testi ile ikinci 2 saat plazma glikozunun 200 mg/dl üzerinde olması, HbA1c (glikoz ile hemoglobin geriye dönük kan şekeri) ortalamasının %6,5 ve üzerinde olması ile diyabet tanısı konulur.

Diyabetin Tedavisi

Tip 2 diyabetli hastada ilk adım tıbbi beslenme, egzersiz ve kilo kontrolünün sağlanmasıdır. Eğer bu tedavi planı ile yeterli kan şekeri hedefi sağlanamıyorsa ağızdan alınan diyabet ilaçlarına geçilebilir. Bunlara rağmen kan şekeri istenilen düzeyin üzerinde ise tedaviye uygun miktarda insülin eklenebilir. Ameliyat planlanan, kan şekeri kontrol altında olmayanlar, gebelerde, ağır enfeksiyon geçirenlerde, ayak yarası olan ayrıca diyabete bağlı organ-damar hasarlarının gelişmeye başladığı Tip 2 Diyabetli hastalarda, geciktirilmeden mutlaka insülin tedavisine başlanmalıdır.

Diyabet Komplikasyonları

1) Akut Komplikasyonlar (Ani süreçte gelişen)

a) Diyabetik Ketoasidoz
b) Hiperglisemik Koma (Şeker yükselmesi)
c) Hipoglisemi (Şeker düşmesi)
d) Laktik Asidoz

2) Kronik Komplikasyonlar (Uzun süreçte gelişen)

a) Atherosklerozla birlikte kalp, beyin veya periferik dolaşımı sağlayan büyük damarlarda görülen hasarlar.
b) Göz (retinopati), böbrek (nefropati) veya sinir (nöropati) dokusundaki küçük damarlarda görülen hasarlar.

Diyabet tanısı ve şeker regülasyonu dikkate alınmalıdır. Başta artan kalp krizi riski olmak üzere, körlüğe kadar ilerleyebilecek göz problemlerine, böbrek fonksiyonlarında azalmaya ve yürüme güçlüğüne varacak his kayıplarına neden olmaktadır.

Diyabet Takibinde Hedef Kan Değerleri ve Takip Sıklığı

Doktorunuz ile beraber, şeker hastalığının size verebileceği hasarların önceden tespit edilmesine olanak sağlayacak düzenli takiplerinizin sıklığını belirleyin ve not alın.
Düzenli takipler için önerilen en geniş takip aralıkları:

Yukarıda önerilen tetkikler ve muayeneleri hiçbir şikâyetiniz olmasa dahi düzenli yaptırmanız gerekmektedir. Doktorunuzun önereceği takip planına göre muayene ve tetkik aralığı değişebilir.

Hipoglisemi

Kan şekerinizin düşmesi (hipoglisemi) acil müdahale gerektiren bir durumdur. Hipoglisemi, kan şekeri değerinizin 70 mg/dl'nin altında olmasıdır.

Kan Şekeri Neden Düşer?

Ana veya ara öğünlerinizi ihmal etmek ya da zamanını geciktirmek, Normalden fazla egzersiz yapmak, Aşırı miktarda insülin veya kan şekeri düşürücü hap kullanmak veya doktorunuzun önerdiğinden fazla almak, Alkol alımı kan şekerini değiştirir ve düşürebilir.

Kan Şekeri Düşüklüğünün Belirtileri?

Terleme, titreme, kalp çarpıntısı, açlık hissi, halsizlik, yüzde solukluk, baş dönmesi, baş ağrısı, sinirlilik yakınmaları, kan şekeri düşüklüğünün belirtileridir.

Kan Şekeriniz Düştüğünde Neler Yapmalısınız?

Şekeriniz 70 gr/dl’nin altına düşerse 3-4 adet kesme şekeri yarım bardak su içinde eriterek için, 20 dakika sonra şekerinizi ölçün, kan şekeriniz 70'in üzerine çıkıncaya kadar bunu tekrarlayın. Şeker düzeyiniz 70'in üzerine çıkınca tam bir öğün yiyin.

Diyabet Hastalarına Öneriler

Diyabet tedavi planının ilk basamağı olarak yetkin kişilerden diyabet eğitimini almanız size yol gösterici olacaktır. Haftada en az 150 dakika olacak şekilde egzersiz ve tıbbi beslenmenizi ihmal etmemeli, ideal kilo için diyetisyeninizden yardım alabilirsiniz. Egzersiz olarak yüzme, bisiklet koşu yürüyüş yapılabilir. Enfeksiyonlara açık olduğumuzu unutmayınız. Her yıl grip aşınızı, her 5 yılda bir zatürre aşınızı yaptırmalısınız. Kontrolsüz kan şekeriniz regüle olana kadar haftada en az 3 gün aralıklı olarak hem açlık hem tokluk kan şekeri takiplerinizi yapıp sonuçlarınızı doktorunuza iletmelisiniz. Sigara ve alkolü bıraktığınızda diyabet kontrolü ve diyabete bağlı organ hasarlarının oluşmasından korunmalısınız. Özellikle insülin kullanan hastalar ve tüm diyabetik hastalar seyahate çıkarken ilaçlarını yanınıza almayı unutmamalısınız. Düzenli doktor kontrolüne giderek diyabetinizi kontrol altına alabilir, uç organ hasarlarından korunabilirsiniz. Diyabetle yaşamayı öğrenerek daha kaliteli ve sağlıklı bir şekilde yaşamınızı sürdürebilirsiniz.

Diyabet ve Seyahat

Seyahat etmek hayatımızın bir parçasıdır. Diyabetiniz olduğu için bu aktiviteden mahrum kalmamalısınız.

Seyahat çıkarken yanınıza almanız gerekenler,

Diyabet kimlik kartı Diyabet takip çizelgesi Diyabet seyahat çantası Anti diyabetik tabletler Şeker ölçüm cihazı ve aksesuarları (strip ve lansetleri) Meyve suyu, kesme şeker ve bir ara öğün Diğer ilaçlar

Diyabet, Sizin Kontrolünüzde Olan Bir Sağlık Sorunudur. Ömür boyu bakım gerektirir. Diyabetin takibi ve kontrol altına alınması için eğitim kaçınılmazdır. Diyabet Eğitimi Tedavinin Bir Parçası Değil, Tedavinin Bizzat Kendisidir. Sağlık kuruluşlarında bu eğitimler verilmektedir. Yapmanız gereken, vakit çok geç olmadan ve diyabet sizi kontrol altına almadan sizin onu kontrol altına almanızdır.

Unutmayın !!

Kan şekeri takibinizi düzenli bir şekilde yapın. Doktor ve diyetisyeninizin önerilerine uyun. İnsülin hayat kurtarıcıdır, bağımlılık yapmaz. Uygun kullanıldığı takdirde hiçbir zararı yoktur. Kullanmakta gecikmeyin. Eğer bir sorununuz olursa mutlaka sağlık görevlinize başvurun ve diyabet kimlik kartınızı yanınızda taşımayı ihmal etmeyin. "
LADA: Tip 1.5 Diyabet Belirtileri ve Tedavisi.

LADA: Tip 1.5 Diyabet Belirtileri ve Tedavisi.

LADA: Tip 1.5 Diyabet Belirtileri ve Tedavisi

LADA veya yetişkinlerde gizli otoimmün diyabeti, genellikle 30 yaşından sonra ortaya çıkan, tip 1 diyabete benzeyen ancak tip 2 diyabet olarak teşhis edilen bir hastalıktır. Tip 1 diyabet ile tip 2 diyabet arasında kalan bir hastalık olduğu için tip 1.5 diyabet olarak da adlandırılır.

Tip 1.5 diyabet hastalığında pankreas bir süre daha insülin üretmeye devam eder. Vücutta az da olsa insülin üretimi devam ettiği için hastalık yavaş yavaş ilerler. Buna bağlı olarak gizli otoimmün diyabetli kişiler teşhisten aylar sonra bile insüline ihtiyaç duymayabilir.

Diğer diyabet türleri gibi LADA da otoimmün hastalıklar listesinde yer alır. Yetişkinlerde görülen gizli otoimmün diyabet hakkında bilgi sahibi olmak için öncelikle “Otoimmün ne demek, otoimmün hastalık nedir?” sorularının cevabını bilmek gerekir.

Otoimmün Ne Demek, Otoimmün Hastalık Nedir?

Otoimmün, bağışıklık sisteminin aşırı duyarlılığından dolayı vücutta gelişen tepkilere verilen isimdir. Otoimmün hastalık ise bağışıklık sisteminin bilinmeyen bir nedenden dolayı vücuda savaş açmasıdır. Otoimmün hastalıklar listesi de şu şekildedir:

Romatoid Artrit Lupus Diyabet Haşimato Sedef Hastalığı Sjögren sendromu Ailevi Akdeniz Ateşi (FMF) Ankilozan Spondilit Behçet Hastalığı MS Çölyak Hastalığı

Bu yazımızda otoimmün hastalıklar listesinde yer alan LADA diyabeti ele alacağız. LADA belirtileri ve tedavisi hakkında bilgi sahibi olabilmeniz için size bir rehber hazırladık.

Tip 1.5 Diyabet Belirtileri Nelerdir?

Gizli otoimmün diyabeti, tip 1 diyabetin aksine yaşamın ilerleyen dönemlerinde ortaya çıkar. Tip 1.5 diyabet belirtileri tip 1 diyabeti taklit eder ve şu şekildedir:

Susuzluk ve ağız kuruluğu Sık idrara çıkma Aşırı halsizlik, yorgunluk Açıklanamayan kilo kaybı Sürekli açlık Bulanık görme Sinir rahatsızlığı

Tip 1,5 diyabet belirtileri yavaş yavaş ortaya çıkar. Eğer bu diyabet türü tedavi edilmezse kan şekeri çok yükselir ve vücutta yeterli insülin olmadığı için yağ yakmaya başlar. Vücutta yağ yanmaya başladığında keton asitleri ortaya çıkar. Keton asitleri vücudu zehirleyebilir ve bu çok ciddi bir komplikasyona neden olabilir.

Tip 1.5 Nedenleri Nelerdir?

Diğer diyabet türlerinde olduğu gibi tip LADA'ya neden olan faktörler tam olarak bilinmemektedir. Ancak araştırmacılar tip 1.5 diyabetin genetik faktörler ile nesilden nesle aktarıldığını düşünmektedir. Ailesinde otoimmün hastalık geçmişi olan kişilerde tip 1.5 diyabet görülme oranı daha yüksektir.

Genellikle LADA olan kişilerde tiroit hastalığı da görülür. Bu iki hastalık genellikle bir arada bulunur ancak LADA ve tiroit birbirinin oluşmasına neden olmaz. Ayrıca tip 1.5 diyabetli kişilerde obez olma eğilimi yoktur. İnsülin direnci daha azdır.

Tip 1.5 Diyabet Nasıl Teşhis Edilir?

LADA yani tip 1.5 şeker hastalığı teşhisi zordur çünkü diyabet türleri arasındaki farklara dair netleşmiş bir karar yoktur. Bu nedenle tip 1.5 diyabet genellikle tip 2 diyabet olarak teşhis edilir. Tip 1.5 diyabet teşhisi için aşağıdaki durumların kişide bulunması gerekir:

30 yaş ve üzerinde olmak gerekir. Vücut kitle endeksi 25'in altında ölçülmelidir. Glutamik asit dekarboksilaz 65 (GADA) antikoru ve/veya diğer antikorların vücutta bulunması gerekir. Vücudunuzda ne kadar insülin üretildiğini gösteren C-petit sayısı düşük çıkmalıdır.

LADA teşhisi için doktorunuz sizden birtakım testler isteyebilir. LADA teşhisi, açlık plazma glikoz testi, oral glikoz tolerans testi, rastgele glikoz tolerans testi, C-petit testi, GADA antikor ve LADA'ya özel diğer antikor testlerinin sonucuna göre netleşir.

Diyabet Türleri Arasındaki Fark Nedir?

Tip 1 diyabette, otoantikorlar pozitif, HLA geni ile bağlantılı, C-petit seviyesi çok düşüktür. Tip 2 diyabette, otoantikorlar negatf, HLA geni ile bağlantısız, , C-petit seviyesi normaldir. Tip 1.5 diyabette, otoantikorlar pozitif, HLA geni ile kısmen bağlantılı, C-petit seviyesi çok düşüktür.

Görüldüğü gibi tip 1 diyabet ile tip 1.5 diyabet arasında benzerlik daha kuvvetliyken tip 2 diyabet tamamen farklı bir durumdur.

Tip 1.5 Diyabet Tedavisi Nasıl Yapılır?

LADA genellikle yaşam boyu süren bir hastalıktır. Tedavinin amacı, mümkün olduğu kadar uzun süre vücudun doğal insülin üretimini desteklemektir. Tip 1.5 dibayet tedavisi tip 1 diyabet ile benzer şekilde yapılır.

İlk olarak LADA tedavisi, vücudun glikoz seviyesini kontrol etmeye yardımcı olan beslenme ve egzersiz gibi yaşam tarzı değişiklikleriyle yönetilir. Ancak yaşam tarzındaki değişimler her zaman yeterli olmaz ve zamanla insülin iğnesine ihtiyaç duyulabilir.

LADA tedavisinin doğru bir şekilde yapılması için doğru teşhis önemlidir. Yanlış bir teşhis sonucu kullanılan ilaçlar daha büyük tahribata yol açabilir. Örneğin LADA olan kişiler kan şekerini düşüren ilaçlar kullanmaması gerekir. Sizin için en uygun tedavi planını endokrinoloji uzmanınızla görüşüp kararlaştırabilirsiniz.

Tip 1.5 Diyabet Tedavisini Özel Sağlık Sigortası Karşılar mı?

Tip 1.5 diyabet doğuştan gelebildiği gibi kronik de olabilir. Bu noktada hastanın öyküsü baz alınır eğer doğuştan gelen bir tip 1.5 diyabeti ise sigorta kapsamında yer almayacaktır. Buradaki kilit nokta hastalığın poliçe başlangıç tarihinden önce mi sonra mı olduğudur. Özel sağlık sigortası teklifi alıp uzman sigorta danışmanlarımızla görüşmenizi tavsiye ediyoruz.

Tip 1.5 Hangi Komplikasyonlara Neden Olur?

Diğer diyabet türlerinde olduğu gibi kontrol altına alınmayan gizli otoimmün diyabet, görme bozukluğuna, kalp ve dolaşım hastalıklarına ve böbrek hasarına neden olabilir. Doktorunuzun önerdiği tedavi planına uyarak komplikasyon riskini azaltabilirsiniz.

LADA teşhisinden sonra kendinizi kafanız karışmış veya hayal kırıklığına uğramış gibi hissedebilirsiniz. Hastalığınıza çare olmasa da günlük yaşam tarzınızı değiştirecek ve sizi hastalığı yönetebilir kılacak diyabet eğitimlerine katılabilirsiniz. Stresi en düşük seviyede tutmaya çalışın ve öz bakımınıza dikkat edin. Merak etmeyin, zaman içinde kendinize nasıl bakacağınızı öğreneceksiniz.

Yayımlanma Tarihi: 31 Aralık 2019 Salı

Güncellenme Tarihi: 5 Mayıs 2023 Cuma

"
Ocuk Endokrinolojisi ve Diyabet Derneği

Ocuk Endokrinolojisi ve Diyabet Derneği

Diyabet Nedir ve Çocuklarda Tip I Diyabet

Prof. Dr. Hülya Günöz

Diyabet nedir ?

İnsan vücudu biyolojik bir makine gibidir. Canlı kalabilmesi ve her türlü fonksiyonunu yürütebilmesi için sürekli enerjiye ihtiyacı vardır. Vücudumuzun en önemli enerji yakıtı ise bir şeker olan glikozdur.

Diyabet insülin eksikliği sonucu kan glikozunun enerji için kullanılamaması, kanda yükselmesine rağmen vücutta enerji eksikliğinin oluşmasıdır. Vücut enerji açığını gidermeye çalışırken metabolik dengesi bütünüyle bozulur.

Farklı diyabet şekilleri var mıdır?

Diyabet, genel olarak tedavisi insülin gerektiren Tip 1, ve diyet, hap ve/veya insulin ile yapılan Tip 2 olarak ikiye ayrılır. Bunun dışında nadir görülen, başka hastalıklara eşlik eden ikincil diyabet, gebelik diyabeti veya bir gen bozukluğu sonucu ortaya çıkan MODY denilen ailevi diyabet şekilleri de vardır.

Diyabetin belirli bir başlama yaşı var mıdır?

Tip 2 diyabet ileri yaşlarda ve şişmanlarda görülür, günümüzde artan şişmanlık oranı ile birlikte 10-12 yaş sonrası gençlerde de Tip 2 diyabet görülmeye başlamıştır. Tip 2 diyabetin nedeni vücutta oluşan insülin direnci nedeni ile insülinin yetersiz kalmasıdır. Tip 2 diyabet sinsi ve yavaş gelişir. Tip 1 diyabet ise özellikle çocuk ve adolesan yaşlarda başlar. Hızlı gelişir. Belirtilerin başlaması ile tanı arasında geçen süre 2-4 hafta kadardır.

DİYABET NEDİR ve ÇOCUKLARDA TİP I DİYABET

Çocuklarda neden Tip 1 Diyabet olur?

“Diyabet neden olur ? Niçin bazı çocuklar diyabete yakalanır ?” bu en çok sorulan sorulardan biridir. Tip 1 diyabet, diyabete yatkınlığı olan bireylerde çevresel uyaranların tetikleyici etkileri sonucu oluşur. Çevresel tetikleyiciler olarak viral enfeksiyonları başta sayabiliriz. Gıdalara konulan renk, koku, dayanıklılık arttırıcı katkı maddeleri, bazı tarım ve haşere ilaçları, çevresel kirlenme yapan birçok etken, ağır stres ve her türlü çevresel kirlenme sayılabilir. Çocuklarda viral infeksiyonların etkisi tartışma götürmez. Doku grubu olarak adlandırdığımız insan lökosit antijenlerinin bazıları Tip 1 diyabet oluşumu için yatkınlık yaratıcıdır. Bu kişilerin savunma hücreleri uygun koşullar oluşursa tetiklenir, bu duruma otoimmunite adı verilir. Tetiklenmiş hücreler, direkt olarak ve de salgıladıkları bazı kimyasal maddeler ile insülin salgılayan ß hücrelerini geri dönüşümsüz olarak harab eder ve Tip 1 diyabete yol açarlar.

Tip 1 Diyabet sık görülür mü?

Tip 1 diyabet en sık görülen kronik hastalıklar arasındadır. Dünyada sıklığı ülkelere göre değişkenlik gösterir. Ülkemizde 1996 verilerine göre her yıl otuz beş bin çocuktan biri diyabet olmaktadır. Diyabet başladıktan sonra geri dönüşümü yoktur. Ömür boyu sürer.

Günümüzde diyabet sıklığı giderek artmakta ve süt çocukları da dahil olmak üzere her yaşta görülebilmektedir.

Çocuklarımızı Tip 1 diyabetten koruyabilirmiyiz ?

Bugün için Tip 1 diyabeti önleme gibi bir şansımız yoktur. Ancak çocuklarımızın yaşamın ilk yılında anne sütü ile beslenmesi, katkılı gıdalardan olabildiğince uzak tutulması, sağlıklı ve dengeli beslenmesinin sağlanması ve viral hastalıklar için koruyucu önlemlerin uygulanması, huzurlu psikolojik çevre yapılabilecek en yararlı korunma yöntemleridir.

Diyabet tanısı nasıl konur ?

Kan açlık kan glikozunun iki kez 126 mg/dl veya üzerinde bulunması veya rastgele (aç veya tok) kan şekerinin iki kez 199 mg/dl üzerinde bulunması kesin tanı koydurucudur. Ayrıca kanda adacık antikoru, insülin antikoru gibi otoimmuniteyi gösteren otoantikorların varlığı Tip 1 diyabet tanısı için çok önemlidir.

Tip 1 diyabetin belirtileri nelerdir ?

Çocuk ve gençlerde görülen Diyabetin başlıca belirtileri, çocuğun ağzının kuruması, sık susaması, sık ve bol idrar yapması, geceleri su içmek ve tuvalete gitmek için birkaç kez kalkmaya veya gece altına kaçırmaya başlamasıdır. Kız çocuklarında genital bölgedeki kaşıntı veya mantar infeksiyonu ilk haberci olabilir. Çocuk önceleri iştahla yemek yemesine karşın kilo kaybeder, günler içinde iştahı azalır, hızlı tartı kaybı dikkat çekicidir. Tartı kaybının önemli bir nedeni de çok idrar yapma sonucu vücudun su kaybetmesidir.

Çocuklar diyabet tanısını bu belirtiler sırasında almazlar ve tedaviye başlanmaz ise 2-4 hafta içinde halsizlik, uykuya eğilim, karın ağrıları, kusma, hızlı hızlı nefes alıp verme başlar. Vücut, hızla kaybedilen su nedeniyle ileri derecede kurumuş, kanda kullanılmayan şeker anormal biçimde artmış ve vücut gerekli enerjisini şeker yerine yağları yakarak sağlamaya çalıştığı için yağların atığı olan keton cisimleri kanda aşırı derecede birikmiştir (asidoz). Çocuğun beyni, böbrekleri kalbi ve tüm organları bu durumda tükenmişliğe sürüklenir. Bu aşamaya gelen çocukta artık dakikalar bile önem taşır bunun ardından gelen koma ile çocuğun kaybedilme riski çok yüksektir. Yukarıda saydığımız belirtileri taşıyan bir çocukta yaşı ne olursa olsun “Tip 1 diyabeti” aklımıza getirmeliyiz. “Çocuktur, bu yaşta diyabet olmaz” düşüncesi çok hatalıdır. Tanı için, bir idrar analizi ve kan şekerinin kontrolü gerekir. Çocuk, acilen bir sağlık kuruluşuna veya doktora götürülmelidir.

Erken tanı diyabet için hayat kurtarıcıdır.

Prof. Dr Hülya Günöz
İstanbul Üniversitesi, İstanbul Tıp Fakültesi
Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı
Büyüme-Gelişme ve Pediatrik Endokrinoloji
Bilim Dalı Öğretim Üyesi


** Web sitemizde yer alan yazılar bilgilendirme amaçlı olup, hekim tavsiyesi olarak algılanmamalıdır.

© 2024 - Yayınlanan içerik Çocuk Endokrinolojisi ve Diyabet Derneği'ne aittir.
Site Sorumlusu: Doç. Dr. Korcan DEMİR
Tasarım ve Servis Sağlayıcısı: Pleksus Bilişim AŞ.

"
Ocuklarda diyabet belirtileri neler?

Ocuklarda diyabet belirtileri neler?

Çocuklarda diyabet belirtileri neler?

“Diyabet, insülin salgılanmasındaki bozulma veya salgılanan insülinin iş görememesi sonucu, kan şekerinin açlık ve toklukta yüksek bulunmasıdır. Kabaca iki tip diyabet vardır. Çocukluk çağında insülin eksikliği sonucu ile oluşan Tip 1 diyabet ve çoğunlukla yetişkinlerde, seyrek olarak şişman ergenlerde insülinin etki etmemesi(insülin direnci) nedeni ile görülen Tip 2 diyabettir. Çocukluk çağındaki diyabetin büyük kısmı Tip 1 diyabettir. Sıklığı 5-7 yaş ve ergenlik döneminde zirve yapmakla birlikte son yıllarda daha küçük yaşlarda görülme sıklığı artmıştır. Tip 1 diyabetin tam nedeni bilinmemekle birlikte genetik yatkınlık, otoimmunite (vücudun kendi hücrelerine karşı savaş başlatması) ve çevresel faktörler suçlanmaktadır. Genetik yatkınlığı olan bir çocukta sık viral enfeksiyonlar, inek sütüne ve gluten içeren gıdalara erken başlanması, D vitamini eksikliği(bebeklik döneminde), kimyasal maddeler/katkı maddeleri (nitrat), stres diyabet gelişmesinde hızlandırıcı olarak rol alabilir.”

Çocuklarda diyabet belirtileri nelerdir?
“Sürekli susama hissi/ağız kuruluğu, çok su içme ve suya doyamama, çok ve sık idrar yapma, sınıfta sık tuvalete gitme, gece idrara çıkma, yatağını ıslatma, iştah artması (küçük çocuklarda görülmeyebilir), çok yemesine rağmen kilo kaybı, kolay yorulma, halsizlik, bitkinlik, okula devamda aksamalar, derslerde başarısızlık, karın ağrısı, nefeste koku olması başlıca belirtilerdir. Bu şikayetlerden şüphelenerek uzmana başvurulduğunda kan şekeri yüksekliği saptanıp diyabet tanısı konulur. Ancak tanı gecikirse “diyabetik ketoasidoz ve diyabet(şeker) koması” gelişebilir.”

Çocuklarda diyabetin tedavisi nasıl yapılır? Diyabetin komplikasyonları nelerdir?
“Tip 1 diyabette temel tedavi ömür boyu süren insülin tedavisidir. Teknolojik gelişmelerle insülin uygulanması ve kan şekeri ölçümünü kolaylaştıran cihazlar üretilmiştir (insülin pompası, i-port, sensörlü kan şekeri ölçüm cihazları..vs). Tip 2 diyabet tedavisinde ilaçlar, yada insülin artı ilaç tedavileri kullanılmaktadır. Her iki tipte de beslenme planı, ekzersiz, yaşam tarzı değişiklikleri gerekmektedir. İyi kontrol edilmeyen uzun süreli diyabet başlıca böbrek, göz, sinir sistemi üzerinde olumsuz yan etkiler ve hastalıklar oluşturur.”

Çocuklarda diyabet gelişimi için risk faktörleri nelerdir? Önleyici tedbirler var mıdır?
“Maalesef Tip 1 diyabetin gelişimini engellemek şu anki tibbi bilgilerimizle mümkün değildir. Genetik yatkınlığa müdahale etme şansımız yok. Ancak bahsettiğimiz çevresel faktörler açısından mümkün olduğunca önlem almaya çalışabiliriz.

Sadece diyabet açısından değil bütün çocuklar için sağlıklı beslenme, katkılı gıda maddelerini tüketmeme, meyve ve sebzeleri mevsiminde yeme, vs gibi temel kurallara uymak gereklidir.

Tip 2 diyabet için genetik yatkınlığın yanında en önemli risk faktörü obezitedir (şişmanlık). Çocuklarda obezite sıklığı ve şiddeti ciddi oranda artmakta, bu da çocuk ve ergenlerde Tip 2 diyabet sıklığını da arttırmaktadır. 6-16 yaş grubunda obezite sıklığı son 10 yılda 2-3 kat artış göstermiş olup, bu çocukların en az 1/3’ü erişkin dönemde obezite ve diyabet riski taşıyor. Ergenlik döneminde obez olanların erişkinlikte obez kalma şansı %80’lere yükselmektedir. Başka bir deyişle erişkin obezitesinin temelleri çocuklukta atılmaktadır. Erişkin obezitesinin tedavi başarısı çok düşüktür. Obezite ile etkili bir savaş ancak çocukluk çağında başlayan önlemler ile mümkündür.

Erişkin dönemdeki obezite ve diyabetin önlenmesinin temeli çocukluk ve ergenlik dönemindeki obezitenin önlenmesi, sağlıklı beslenme ve hareketli yaşam tarzının benimsetilmesi girişimlere bağlıdır.”

Prof. Dr. Nesibe Andıran, İnsülin direnci vücuttaki şekeri kontrol etmek için salgılanan insülinin etkisini göstermesindeki zorluk ve buna bağlı vücutta gereğinden fazla insülin salgılanması olarak tanımlanabilir.

Tüm dünyada ve ülkemizde giderek artan obezite ve diyabet görülme sıklığı, “insülin direnci” sorununu da arttırmıştır. İnsülin direncinin başlıca belirtileri ağır bir yemek veya şekerli gıda yedikten sonra gereğinden fazla ağırlık hissi, uyku hali oluşması, kilo almanın kontrol edilememesi, yemekten sonra şekerin düşmeye başlamasına bağlı el titremesi, terleme, sık tatlı yeme isteği (tatlı krizi), bel çevresinin artması, boyunda, koltuk altı ve kasık bölgelerinde cildin koyu renkli boyanması(akantozis nigrikans), kızlarda adet düzensizliği olarak sayılabilir.

İnsülin direnci kilo alımına, kilo verememeye, karaciğer yağlanmasına, kalp ve damar hastalıklarına, hiperlipidemi, hipertansiyona neden olabilir. Bu hastalıkların kümelenmesi “metabolik sendrom”olarak adlandırılır. Artık metabolik sendrom ve bu bileşenlerin birçoğu çocuklarda ve ergenlerde de görülmektedir. İnsülin direncinin gelişimi için risk altındaki çocukların belirlenmesi, erken korunma ve müdahale için önemlidir. Çocuklarda ve ergenlerde insülin direncinin erken bulgularının saptanması, insülin direnci ile ilişkili hastalıkların gelişiminden koruyucu bir etkiye sahip olabilir. Bu nedenle ailelerin, çocuklarında insülin direncinin erken fark etmesi tedavinin başarısı için çok önemlidir.”

Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları & Çocuk Endokrinolojisi Uzmanı
Prof. Dr. Nesibe Andıran

"
Doç. Dr. Mahmut Muzaffer İlhan | Diyabet (Şeker Hastalığı) Tedavisi

Doç. Dr. Mahmut Muzaffer İlhan | Diyabet (Şeker Hastalığı) Tedavisi

Diyabet: Tanı, Belirti ve Tedavisi

Genel olarak diyabetin ilk belirtisi sık ve çok idrara çıkmadır. Kan şekeri seviyesi 180 mg/dl’nin üzerine çıkınca şeker idrarla atılmaya başlar ve idrara su çekerek aşırı idrara çıkmaya ve idrarla su kaybına sebep olur. Bunun sonucunda da hasta çok idrara çıkmaya başlar. Sık ve çok idrara çıkma sonucunda vücutta oluşan sıvı eksikliği sebebiyle hasta çok susamaya başlar. Susama aslında vücutta oluşan sıvı eksikliğini yerine koymak için oluşan yerine koyma mekanizmasıdır. Tip 1 diyabetli hastalarda insülin eksikliği veya tip 2 diyabetli hastalarda insülinin etkili şekilde kullanılamaması sebebiyle hastalarda kilo kaybı oluşabilir.

Genel olarak diyabet belirtileri,

-Sık İdrara Çıkma

-İştah Artışı, Sık acıkma

-İstemsiz Kilo kaybı

-El ve ayaklarda uyuşma, karıncalanma

Bu belirtileri taşıyorsanız şeker hastalığı açısından zaman kaybetmeden doktorunuza başvurunuz.

Bir hastanın şeker hastası olup olmadığı çeşitli zamanlarda farklı ölçümler yapılarak belirlenir. Yukarıdaki belirtiler gibi diyabet şüphesi olan bir hastada diyabet tanısı koymak için öncelikle açlık kan şekerine bakılır. Sağlıklı insanlarda açlık kan şekeri 100 mg/dl’nin altındadır. Açlık kan şekeri 126 mg/dl üzerinde saptanırsa diyabet tanısı koyulabilir. 100-126 mg/dl arasındaki değerler ise bozulmuş açlık glikozunu gösterir ve şeker hastalığına yatkınlığı gösterir. Bu durumda hekimin gerek görmesi durumunda 75 gr şeker yükleme testi yapılabilir. Açlık kan şekeri 126 mg/dl üzerinde saptanırsa şeker yükleme testi yapılmasına gerek olmayıp direk olarak diyabet tanısı konabilir. Açlık kan şekeri 126 mg/dl’nin üzerindeyse yükleme yapılmamalıdır.

Şeker hastalığı belirtileri olan bir hastada aç olup olmadığına bakılmaksızın günün herhangi bir zamanında ölçülen kan şekeri >200 mg/dl saptanması durumunda da diyabet tanısı konabilir.

Günümüzde 3 aylık kan şekeri ortalamasını gösteren Hba1c ölçümü de artık diyabet tanısında kullanılmaktadır. Hba1c’nin >%6,5 saptanması şeker hastalığını gösterirken, 5,7-6,5 arası bulunması şeker hastalığına adaylık için yol göstericidir.

Şeker hastalığı (Diyabet) genel olarak Tip 1 Diyabet, Tip 2 Diyabet ve Gebelik Diyabeti olmak üzere 3 gruba ayrılabilir. Şeker hastalığı vakalarının %99’unu bu 3 grup oluşturmaktadır. Hastanın diyabet tipinin doğru şekilde belirlenmesi son derece önemlidir. Çünkü hastatın diyabet tipi hem tedavinin doğru şekilde planlanması hem de takibin düzgün şekilde yapılması için elzemdir.

Tip 1 Diyabet: Pankreastan insülin hormonun salınmasındaki yetersizliğe bağlı olarak gelişir. Tip 1 diyabet genelde 30 yaşın altındaki kişilerde ortaya çıkar. Belirti ve bulgular ani olarak başlar. Hastalar genelde zayıf veya normal kilodadır. İnsülin eksikliğine bağlı son dönemde kilo kaybı yaşanmış olabilir. Aşırı şeker yüksekliği belirtileri veya komayla acil servise başvurup tip 1 diyabet saptanması, bu hastaların sıklıkla yaşadığı bir tanı alma şeklidir. Aile öyküsü bulunabilse de tip 2 diyabete göre daha nadirdir.

Tip 1 diyabet genelde pankreasın insülin üreten hücrelerine karşı bağışıklık sisteminin saldırması (antikor üretmesi) sonucunda gelişir. %90 tip 1 diyabetli hastada kanda pankreasa saldıran antikorlar yükselmiş bulunur. Tip 1 diyabet tanısı için Anti-GAD, Anti insülin antikoru ve pankreas adacık hücre antikoru denilen antikorların kanda bakılması uygun olur. Fakat bu antikorların yüksek bulunmaması bir hastanın tip 1 diyabet olmadığını göstermez. Bu durumlarda diyabet tipini saptamak için hekimin pankreas rezervini değerlendirmesi ve tip 1 diyabetin diğer klinik özelliklerine göre karar vermesi uygun olur.

Tip 1 diyabette esas problem insülin eksikliği olduğu için tedavisi de insülin eksikliğinin yerine konulmasıdır. Bunun için en az günde bir kez olmak üzere uzun etkili insülinler ve yemek öncesi kullanılan kısa etkili insülinler kullanılır. İnsülin uygulamalarıyla sağlıklı insanlardakine benzer bir insülin seviyesi ve kan şekeri düzeyi yakalanmaya çalışılır. Buradaki hedef sağlıklı insanlardakine benzer kan şeker düzeylerini yakalayarak şeker hastalığına bağlı organ hasarlarının önüne geçilmesidir (Detaylı bilgi için bakınız “diyabete bağlı hasarlanmalar”).

Diyabete bağlı gelişebilecek organ hasarlanmaları için tip 1 diyabetli hastalar tanının 5. yılından itibaren başlayarak 6-12 ay aralıklarla taranmalıdır.

Tip 2 Diyabet: Pankreastan insülin salgısı olmasına rağmen insülinin etki etmesindeki bozukluklar sonucunda ortaya çıkar. Yani insülin eksikliğinden ziyade insülin direnci ile karakterlidir. Bununla beraber bazı hastalarda hastalık ilerledikçe insülin eksikliği de oluşabilir. 40 yaş üstü hastalarda daha sıktır, ancak son zamanlarda gençlerde obezitenin hızla artması, yanlış beslenme yöntemleri ve hareketsizliğe bağlı olarak gençlerde de ortaya çıkabilmektedir. Ailesinde tip 2 diyabetli yakını olanlar belirgin artmış risk taşırlar.

Tip 2 Diyabetin başlangıcı, tip 1 Diyabete göre daha sinsidir. Yani belirti ve bulgular birden değil, yavaş yavaş ortaya çıkabilir. Bu yüzden hasta hastalığı fark etmeyebilir ve tanı alması aylarca gecikebilir. Bazı hastalarda tanı konulduğu anda bile organ hasarlanmaları görülebilir.

Tip 2 Diyabetin tedavisinde dengeli ve düzenli beslenmenin oturtulması, egzersiz ve hareketin arttırılması tedavinin ana basamaklarıdır. Dengeli beslenme oturulamazsa hem ilaç tedavileri etkisiz kalır hem de organ hasarlanmaları daha sık ve kolay gelişir. Beslenme ve egzersiz önerilerinin yetmediği hastalarda hap şeklinde ağızdan ilaç tedavileri kullanılır (bakınız “Diyabet İlaçları (Hapları)”). Eğer hastada ağızdan ilaç tedavileri yeterli gelmiyorsa veya pankreasın insülin salgılama yeteneği azalmışsa insülin tedavisine geçilebilir.

Gebelik Diyabeti: Gebeliğin 24. Haftasından sonra ortaya çıkan şeker hastalığı tipidir. Genellikle doğumla beraber kan şekeri normal seviyesine gelir. Gebeliğin 24. Haftasından sonra meydana gelen hem hormonsal değişiklikler hem kilo alımı kan şekeri seviyelerinin yükselmesine sebep olabilir. Gebelikte şekerin yüksek seyretmesi bebeğin anne karnında fazla kilo almasına ve büyümesine, halk arasında tosuncuk bebek denen bebeklerin doğumuna yol açar. Bebeğin normalden iri olması doğum sırasında bebeğin oksijensiz kalmasına, sarılığa, solunum sıkıntısına ve doğum eyleminin uzayarak annenin de hayatına olumsuz etkide bulanabilir. Kan şekerinin yüksek seyretmesi bebeğin suyunun da fazla olmasına yol açabilir. Gebelikte şekeri olan annelerde zor ve sezaryenle doğum, hipertansiyon, enfeksiyon ve ileride şeker hastası olma riski artmaktadır.

Gebede şekerin normal düzeyde gitmesi sağlandığı zaman bu bahsi geçen şekere bağlı anne ve bebek üzerindeki hasarlar neredeyse tamamen önlenebilmektedir. Bu yüzden gebeliğin 24-28. haftalarında yapılan şeker yükleme testi gebelik şekerinin erkenden konması ve bu olası hasarların önlenmesi için büyük önem arz etmektedir.

Şeker haplarının hiçbiri günümüzde gebelikte kullanmak için yeterli güvenlik düzeyine sahip değildir. Bu sebeple şeker hastalığı bulunan gebelerde en güvenli tedavi şekli insülin uygulamalarıdır.

Bir diyabetli hasta ne zaman hastaneye yatırılır?

-Hastanın diyabetik ketoasidoz veya hiperosmolar hiperglisemik durum denen şeker yüksekliğine bağlı komaya ilerleyebilecek durumu varsa,

-Ciddi kan şekeri düşüklüğü varsa (Hipoglisemi),

-Ayaktan tedaviye dirençli şekilde kan şekeri 300 mg/dl üstü seyrediyorsa veya 3 aylık şeker ortalaması (HbA1C) %11 üzerindeyse,

-Kan şekeri gün içinde ciddi dalgalanmalar yapıyorsa,

-Şeker hastalığına bağlı organ hasarlarının incelenmesi veya tedavisi gerekiyorsa

Diyabetli Hasta Bakımının Ana ilkeleri Hastanın diyabetle ilgili şikayetleri gözden geçirilmeli ve muayene bulguları değerlendirilmeli Hastanın önceki kan tahlilleri irdelenmeli ve evde kan şekeri takibi yapılmalı Beslenme, egzersiz durumu ve kilosu üzerinde hassasiyetle durulmalı Sigara, alkol vb. alışkanlıklar için tedbirler alınmalı Hastanın kullandığı ilaçlar (ağızdan ilaçlar veya insülinler) etkinlik, organ hasarını engelleme ve yan etki açısından gözden geçirilmeli Her hastaya özel kan şekeri hedefleri belirlenmeli ve hedef kan şekerine göre uygun ilaçlar seçilmeli. Tedaviye bağlı olası kan şekeri düşüklükleri mutlak surette engellenmeli. Şekerin kısa ve uzun dönem organ hasarları takip ve tedavi edilmeli. Belirli aralıklarla göz dibi bakısı, böbrek tutulumu, sinir tutulumu ve diyabetik ayak yaraları açısından kontroller yapılmalı. Kalp ve çevresel damar hastalıkları açısından dikkatli olunmalı gerekirse kardiyoloji bakısı istenmeli Kan basıncı (tansiyonun) ve kolesterollerin hedef aralıkta olması sağlanmalı Diyabette Egzersiz ve Fizik aktivite

Şeker hastalığında beslenme tedavisiyle birlikte egzersiz yapılması tedavinin en önemli basamaklarındandır. Yapılan çalışmalarda beslenme tedavisine uyma ve bunu egzersizle desteklemenin üç aylık şeker ortalamasında %2’lere varan düzelmeye sebep olabildiği gösterilmiştir. Bu düzelme oranı şu an kullanımda olan ve ağızdan alınan bütün şeker ilaçlarından daha yüksek bir etkidir. Şeker hastası ağızdan ilaç da alsa insülin de kullansa beslenmesine ve egzersizine her zaman dikkat etmeli, düzgün beslenmeyi ve egzersizi yaşam felsefesi olarak benimsemelidir.

Egzersiz yapmak şekerin kaslar tarafından yıkılmasını sağlayarak insülin ihtiyacını azaltır. Egzersizle kilo verilmesi de insülin direnci ve insülin ihtiyacı üzerine olumlu etkiler gösterir. Egzersizin şeker üzerine olumlu etkilerinden bağımsız olarak kalp damar sağlığı üzerine faydaları gösterilmiştir.

Şeker hastalarının düzenli egzersiz yapmaya başlamadan önce, yapmayı planladıkları egzersiz tipini ve süresini doktorlarına bildirmeleri önem taşır. Çünkü bilinçsizce yapılan egzersiz kan şeker seviyesinde aşırı düşme (hipoglisemi) ve kalpte ritim bozukluklarını tetikleyebilir. İnsülin tedavisi alan, şekerinde sık iniş çıkış olan, şekere bağlı göz, böbrek hasarlanmaları olan ve diyabetik ayak yarası olan hastalar bu duruma özellikle dikkat etmeli, egzersiz tipi ve süresi konusunda doktoruna danışmalıdır.

Genel olarak haftada en az 3-4 kez 25-30 dakikalık egzersiz programları planlanabilir. Egzersizin başında ve sonunda 5’er dakikalık ısınma hareketleri ve açma-germe egzersizleri, kasların egzersize hazırlanması ve egzersiz sonrası kas yıkımı ve yorgunlukların önüne geçilmesi için faydalı olur. Egzersize yeni başlayanlar için egzersiz süresi başlangıçta kısa tutulmalı ve yavaş yavaş arttırılmalıdır. Bu şekilde egzersiz süresi zaman içinde 1 saate kadar arttırılabilir. Egzersiz günlerinin birbirini takip eden üst üste günlerden ziyade haftanın belirli günlerine dağıtılmasının şekerin düzenlenmesi ve kalp sağlığı açısından daha olumlu olduğu gösterilmiştir.

Şeker hastalığının ilaç tedavisini ağızdan uygulanan şeker hapları ve insülin uygulamaları oluşturur.

Şeker Hapları

Ağız yoluyla alınan şeker hapları çeşitli mekanizmalarla etkilerini gösterir. Bazı şeker ilaçları pankreastan insülin salınımı arttırırken, bazı ilaçlar ise pankreastan salgılanan insülinin etkisini güçlendirir. Hangi şeker hapının hangi hastaya uygun olduğu şekerin düzenlenmesi için büyük önem arz eder. Şeker ilaçlarının seçiminde önemli faktörler:

a-Etkinlik: Şeker ilaçlarının etkinliği kullanılan ilaç grubuna göre değişiklik gösterir. Bazı ilaçlar şeker düşürmede daha etkin olup 3 aylık şeker ortalamasını (HbA1c) düşürme üzerine %1-1,5 etki gösterebilirken, diğer bazı grup ilaçlar daha sınırlı etkinliğe sahip olup %0,5 etki gösterir. Şeker düşürme etkisi daha iyi olan ilaç, her hasta için daha iyi ilaç demek değildir. Çünkü hasanın belirli özelliklerine göre hedef Hba1c değişkenlik gösterir ve her hasta için hedef HbA1c aynı değildir. Ayrıca ilaca bağlı olarak şekerin olması gerekenden fazla düşmesi, yüksek seyretmesinden bile daha riskli olabilir. Bu yüzden hastanın hedeflenen şeker ölçüm takipleri ve Hba1c değerlerine göre uygun ilaç seçimi büyük önem arz eder.

b-Yan Etkileri: Hastaya şeker ilacı verilirken olası yan etkileri hassasiyetle değerlendirilmelidir. Örneğin daha önce mide şikayetleri olan bir hastaya metformin gibi bir şeker ilacı başlanması bu şikayetleri daha da arttırabilir.

c- Eşlik eden diğer hastalıklar: Hastanın böbrek yetmezliği, siroz, kalp yetmezliği vb hastalıkları şeker ilaçlarının seçiminde çok önemlidir. Örneğin böbrek yetmezliği olan hastalarda atılımı böbrekten olan ilaçların kesilmesi veya doz azaltılması gerekir. Kalp hastalarında ise primer kalp koruması olan ve hipoglisemi riski en düşük ilaçlar tercih edilmelidir.

d- Hastanın kilosu: Obez diyabetik hastalara kilo açısından nötr veya zayıflatan şeker hapları tercih edilmelidir.

e- Diğer Faktörler: Hastanın beslenme durumu, stresli yaşam, vardiyalı çalışma vb durumlar da ilaç seçiminde dikkat edilmesi gereken faktörlerdendir.

Şeker İğneleri (İnsülin haricinde)

Bu iğneler tıpta GLP-1 agonisti denen grubu oluşturur. İçerikleri insülin değildir. Ağızdan hap şeklinde alındıklarında yeterli faydalanma olmadığı için cilt altına iğne yoluyla uygulanırlar. Hastalar bu iğneyi dışarıdan başka birinin yardımı olmadan kendisi yapabilir. Şeker haplarına göre en önemli farkları iştah kapatabilme ve kilo verme üzerine olumlu etkileridir. Bulantı, şişkinlilk, ishal benzeri sindirim sistemi üzerinde yan etkileri görülebilir. Hastadan hastaya göre gerek iştah kapatma ve kilo kaybı gibi olumlu etkileri gerek yan etkileri farklılıklar gösterir, yani her hastada kilo verdirecek veya bulantı oluşturacak diye bir kaide yoktur. Pankreatit geçirmiş hastalarda kullanılmamalıdır. Bu iğnelere başlamadan önce hastanın kilosu, eşlik eden hastalıkları, hasta tarafından uygulanabilirliği gözden geçirilmelidir. Uygulanmaya başlamadan önce iğnenin nasıl yapılacağı konusunda hasta mutlaka bir diyabet eğitim hemşiresinden detaylı bilgi almalıdır.

İnsülin Tedavisi

Bu tedaviyle pankreastan üretilemeyen insülin hormonunun yerine konması amaçlanır. Tip 1 Diyabette hastalığın başından beri insülin eksikliği olduğu için hastaya tanı konur konmaz insülin tedavisi başlanır. Tip 2 Diyabette ise çoğu hastada esas problem mevcut olan insülinin yetersiz etkinliği anlamına gelen insülin direncinden kaynaklandığı için tedavinin ana basamaklarını insülinin etkinliğini arttırmak ve insülin direncini kırmak oluşturur. Bu yüzden Tip 2 diyabetli hastalara öncelikle ağız yoluyla uygulanan hap tedavileri başlanır. Fakat Tip 2 Diyabetli hastalarda da zaman içerisinde pankreastan insülin salgılanması bozulabilir ve insülin tedavisine geçmek gerekebilir. Bu kararı verirken hastanın şekerinin hap tedavileriyle ne kadar kontrol altına alınabildiği ve pankreasın rezerv kapasitesinin değerlendirilmesi önem taşır.

İnsülin tedavilerinin çeşitli tipleri mevcuttur. Bunlar arasında en büyük 2 grubu bazal insülin ve hızlı etkili insülin denen gruplar oluşturur. İnsülin tedavileriyle aslında vücutta normalde pankreastan salınan insülin hormon düzeyleri taklit edilmeye çalışılır.

Bazal insülinler genel olarak 24 saat etkilidir, etkisi ortalama 2 saat başlar, yemeklerle ilişkisizdir ve esas olarak açlık kan şekeri seviyesi ile etkinlikleri takip edilir. Bu insülinleri hasta yemekten bağımsız olarak her gün aynı saatte uygular.

Hızlı etkili insülinler ise yemekten önce uygulanır, etkisi yaklaşık 4 saat sürer ve esas olarak yemek sonrası tokluk kan şekerleri ile etkinlikleri takip edilir. Bu insülinler bir nevi öğünle yükselen kan şekerini düşürmek için kullanılır.

İnsülin tedavisinin avantajı şeker düşürme açısından etkinliğinin çok yüksek olmasıdır. Bu etkinlik doza bağlı olarak doktor tarafından istenilen şekilde ayarlanabilir. Bunun yanında terazinin öteki tarafında şekerin aşırı düşebilme ihtimali vardır ve bu yönden tedbirli olunmalıdır. Şeker düşme riski açısından insülin kullanan hastalara dozlarına ve insülin uygulama saatlerine özen göstermeli, öğün öncesi insülin yaparken insülin ve öğün arasındaki ilişkiyi iyi kurmalı, şeker düşme riski açısından yanlarında kesme şeker veya meyve suyu bulundurmalıdır.

Tip 2 Diyabet Nasıl Anlaşılır? ⋆ Prof. Dr. Alper Çelik

Tip 2 Diyabet Nasıl Anlaşılır? ⋆ Prof. Dr. Alper Çelik

Tip 2 Diyabet Nasıl Anlaşılır?

Tip 2 diyabet, diyabet en yaygın biçimi, vücut hücrelerinin insülin hormonu giderek duyarsız hale gelmektedir. Bunun, kan dolaşımından üzüm şekerinin (glikoz) şekerin enerji üretmek için kullanıldığı hücrelere emilimini arttırması gerekiyor. Hücrelerin artan duyarsızlığı sonucu kan şekeri seviyesi yükselir. Bu diyabet formu için ana risk faktörleri genetik yatkınlık, obezite ve egzersiz eksikliğidir. Çoğunlukla yaşlı insanlar etkilenir, ancak giderek gençler de etkilenir. Tip 1 diyabetin aksine, tip 2 diyabet genellikle daha az tipik Semptomlar gösterir ve bu nedenle genellikle ancak geç keşfedilir.

Genellikle yorgunluk, halsizlik ve düşük performans gibi Spesifik olmayan Semptomlar ortaya çıkar. Sık idrara çıkma isteği ve artan su içme hissi de diyabet belirtileri olabilir: Belirli bir kan şekeri Konsantrasyonunun üzerinde, fazla glikoz idrarla atılır (böbrek eşiği olarak adlandırılır). Şekerli idrar normalden daha fazla su çeker, bu nedenle etkilenenler artık eskisinden çok daha sık idrara çıkmak zorunda kalırlar. Vücut, güçlü bir susuzluk hissi yaratarak sıvı kaybını telafi eder.

Tip 2 Diyabetin Belirtileri Kaşıntı Sürekli açlık hissi Kilo değişiklikleri Depresif ruh hali Tekrarlayan idrar yolu Enfeksiyonları Geç iyileşen yaralar

Tip 2 diyabeti mümkün olduğunca erken tespit etmek için düzenli olarak önleyici tıbbi kontrollere katılmanız ve kan şekeri seviyenizi kontrol etmeniz önemlidir. Bu, özellikle diyabet riskiniz yüksekse geçerlidir. Doktor kanı inceler, kan basıncını ölçer ve boy ve vücut ağırlığını kontrol eder. Şeker hastalığı yıllarca fark edilmezse kalp-damar hastalıkları, böbrek ve gözlerde hasar, ayak ve bacaklarda tehlikeli dolaşım bozuklukları gelişebilir. Ancak şeker hastalığının tanısı veya başlangıç ​​evreleri zamanında tespit edilip buna göre tedavi edilirse hastalık ve ikincil hastalıklarının önüne geçilebilir.

Tip 2 Diyabet Teşhisi Açlık kan şekeri Herhangi bir zamanda ölçülen kan şekeri Oral glikoz tolerans testi Uzun süreli kan şekeri Açlık kan şekeri

Değer, sabah kahvaltıdan önce, yani aç karnına belirlenir. Kan alımından en az dört saat önce hiçbir şey yememeli ve ayrıca kalori içeren içecekler, kahve, siyah çay ve sigaradan uzak durmalısınız. Açlık kan şekeri veya açlık şekeri, kan plazmasındaki değerin en az 126 mg/dl veya 7,0 olması diyabetin varlığını kanıtlar. 110 ile 125 mg/dl arasındaki değerler sınırda kabul edilir. Daha sonra diyabet öncesi bir aşama olabilir (bozulmuş glikoz toleransı). Daha ileri testler için genellikle bir oral glukoz tolerans testi (şeker yükleme testi) yapılır.

Oral glikoz tolerans testi

Bu muayene, özellikle yemek yedikten sonra kan şekerinin sadece geçici olarak yükseldiği diyabetin erken evrelerini tespit etmek için kullanılır. Muayeneden üç gün önce yeterli karbonhidrat içeren normal bir diyet yapmalı ve sigaradan uzak durmalısınız. Test sabah aç karnına yapılır, yani 10 saat öncesinden hiçbir şey yememelisiniz. Test için 75 g şekerli bir sıvı içebilirsiniz. İki saat sonra en az 200 mg/dl veya 11,1 ise diyabet vardır.

Herhangi bir zamanında kan şeker

Diyabet varlığında ara sıra kan şekeri en az 200 mg/dl veya 11,1 mmol/l’dir.

Uzun süreli kan şekeri

Şeker kalıntılarına bağlı kırmızı kan hücrelerinin (hemoglobin) pigmentidir. Bu değer, son altı ila sekiz hafta içinde kan şekeri Konsantrasyonunun ne kadar yüksek olduğunu gösterir ve bu nedenle uzun süreli kan şekeri veya kan şekeri belleği olarak da bilinir.

Tip 2 Diyabetin Belirtileri

Diyabete yatkınlık kalıtsal olmakla birlikte bazı faktörler hastalık riskini önemli ölçüde artırmaktadır. Bunları, yetersiz beslenme, egzersiz eksikliği, obezite, sigara ve çeşitli stres şeklinde sıralayabiliriz. Tip 2 diyabetin ve ilişkili metabolik süreçlerin derinlemesine anlaşılması, bu nedenle, daha sonraki seyri aktif olarak etkileyebilmek için yararlıdır.

Tip 2 diyabetin seyri sindirim süreci, karbonhidratlar vardır bozuldu onların glikoz içine bileşenleri ve bağırsak mukoza yoluyla kana salınan. Artan kan şekeri seviyelerine yanıt olarak, pankreas insülin hormonunu üretir. Bu, glikozun bir enerji tedarikçisi olarak ihtiyaç duyulduğu vücudun hücrelerine girmesini sağlar.

İnsülin direnci durumunda, hücre yüzeyindeki insülin bağlanma bölgelerinin sayısı azalır: mevcut insülin miktarı artık glikozun hücrelere girmesine izin vermek için yeterli değildir. Kandaki şeker seviyesi yükselir ve göreceli bir insülin eksikliği vardır.

Sonuç olarak, pankreas giderek daha fazla miktarda insülin üretir. Ta ki insülin üreten hücrelerin işlevi nihayet azalana ve insülin üretimi hastalığın seyri sırasında daha sonra başarısız olana kadar sürer. Bu mutlak insülin eksikliği olarak adlandırılır. Bu durumda hormonun düzenli olarak dışarıdan sağlanması ve insülin tedavisi gerekir.

Hissedilen aseton kokusunun dışında, bu semptomlar prensipte hem tip 1 diyabet hem de tip 2 diyabette ortaya çıkabilir. Bununla birlikte, daha uzun bir sürede geliştiğinden ve metabolizma yavaş yavaş rotadan çıktığı için, tip 2 diyabette genellikle daha belirsiz bir durum haline gelir.

Tip 2 diyabet tedavisi için temel tedavi ile ilaç tedavisi arasında bir ayrım yapılır. Temel terapi, hastaların kendi başlarına yapabilecekleri her şeyle ilgilidir:

Sağlıklı beslenme Daha fazla egzersiz programları Fazla kiloluyken kilo kaybı Sigara içmeyi bırakmak Stresle daha iyi başa çıkmak İyileştirilmiş yaşam tarzı

Tip 2 diyabetin erken evrelerinde şeker seviyelerini düşürmek ancak tutarlı temel tedavi ile mümkündür. Ancak bu yeterince başarılı olmadığında diyabet ilaç veya insülin ile tedavi edilir.

Sadece aşağıda belirtilenler gibi akut semptomlar tip 2 diyabeti olduğunun birkaç belirtisidir.

Güçlü Bir Susuzluk Hissi ve Sık İdrara Çıkma

Her ikisi de birbirine çok bağlıdır. Güçlü bir ağız kuruluğu susuzluk hissine neden olur. Ve bu da sık idrara çıkmaya neden olur. Kan şekeri seviyesi yüksekse, gıda yoluyla alınan şeker artık hücrelere taşınmamakta, böbrekler ve idrar yoluyla atılmaktadır. Bu nedenle şeker hastaları sıklıkla tuvalete gitmek zorunda kalırlar, özellikle geceleri can sıkıcı boyutlara ulaşır. Hastalar daha sık su içerek su kaybını telafi etmeye çalışırlar. Sık idrara çıkma, tip 2 diyabetin ana Semptomlarından biridir.

Yorgunluk, Performans Düşüklüğü ve Konsantrasyon Bozuklukları

Enerji sağlayıcı glikoz kanda bulunmasına rağmen hücrelere taşınmaz, idrarla atılır. Glikozun büyük bir kısmı beyne yönelik olduğundan ve normal beyin işlevini desteklediğinden, bir eksiklik kalıcı yorgunluğa, yorgunluğa ve Konsantrasyon güçlüğüne neden olabilir.

Zayıflamış Bağışıklık Sistemi ve Sık Enfeksiyonlara Yatkınlık

Vücut artık glikozu yeterince sağlayamadığından, aslında hücrelere yönelik bu enerji kaynağı işlenmeden kalır. Ve daha sonra idrarla atılır. Bağışıklık sistemi de bundan muzdariptir.

Kuru Cilt ve Kaşıntı

Artan idrar atılımı ve vücuttaki su dengesinin bozulması nedeniyle tip 2 diyabet de kuru cilde yol açabilir.

Diğer tip 2 diyabet Semptomları arasında kilo kaybı, görme bozukluğu ve zayıf yara iyileşmesi bulunur.

Günün şekline bağlı olarak, yukarıda belirtilen Semptomlar ortaya çıkabilir. Ve mutlaka bir tip 2 diyabet hastalığını göstermez. Bu kısıtlamaları daha uzun bir süre boyunca gözlemlerseniz, bir doktorla görüşmeniz çok tavsiye edilir. Metabolik bozukluğunuz olup olmadığını öğrenmek için çeşitli testler kullanabilirler.

Tip 2 diyabet hastalığı tanınmazsa, uzun süreli ve onarılamaz hasarlar ortaya çıkabilir. Örneğin, kalıcı olarak yükselen kan şekeri seviyesi sinir hasarına yol açabilir. Bu da motor düzeyde sorunlara neden olabilir veya ağrı hissini azaltabilir. Ayrıca kalp, cilt, böbrekler, gözler ve beyin de uzun süreli hasardan etkilenebilir.

Benzer Yazılar

Reaktif Hipoglisemi Nedir? Tedavi Yöntemi ve Belirtileri Nasıldır?

2021-08-31

Kan Şekeri Düşüklüğü (Hipoglisemi) Nedir?

2020-12-20

"