Tip 2 Diyabet Nedir, Belirtileri ve Tedavisi

Tip 2 Diyabet Nedir, Belirtileri ve Tedavisi

Tip 2 Diyabet

Tip 2 diyabet, kandaki glikoz seviyesinin yüksekliği ile seyreden bir hastalıktır. Özellikle son yıllarda sağlıklı beslenmemek ve hareketsiz yaşam stiline bağlı olarak yaygınlığı artmaktadır. Diyabet hastalıkları arasında en yüksek oranda görülen diyabet tipi, tip 2 diyabettir. Tip 1 diyabetten farklı olarak vücut insülin üretir ancak üretilen insüline karşı direnç oluşur. Böylece insülin kullanılamaz ve kan şekeri yükselmeye devam eder. Tip 2 diyabet ile obezite arasında doğrudan ilişki bulunmaktadır.

Tip 2 diyabete, genetik yatkınlığın yanında genel olarak yaşam tarzının neden olduğu bilinmektedir. Hareketsiz yaşam tarzı, ideal kilonun üzerinde olmak, yönetilemeyen stres tip 2 diyabetin sebepleri arasında değerlendirilir.

Nedenleri Tip 2 Diyabet Nedenleri Nelerdir?

Tip 2 diyabet bazen, yapısal olarak bir organ ya da fonksiyon bozukluğundan kaynaklanabilir. Ancak genel olarak görülme nedeni yaşam tarzıdır. Kötü beslenme düzeni, yüksek kilo ve hareketsizlik vücudun insülin direnci üretmesine neden olabilir. Tip 2 diyabete sebep olan sağlıksız yaşam alışkanlıkları, kalp ve damar hastalıklarına da sebep olur. Tip 2 diyabet kişinin hayatını olumsuz yönde etkileyen ciddi bir hastalıktır.

Tip 2 Diyabet Risk Faktörleri

Özellikle kilo fazlası olan 40 yaş üstü hastalarda, açlık kan şekeri ölçümü ile diyabet aranmalı, normal (açlık glikoz düzeyi 100 mg/dl’nin altında) ise 3 yılda bir tekrar edilmelidir.

Kilo fazlası olan kişiler, aşağıdaki risk gruplarından en az birine mensup ise diyabetin araştırılmasına daha genç yaşlarda (30’lu yaşlarda) başlanmalı ve diyabet aranması, açlık kan glukoz düzeyleri normal bulunsa bile hekim öngördüğünde şeker yükleme testi (OGTT) yapılması gerekir.

Diyabetlilerin 1. ve 2. derece yakınları (özellikle anne, baba, kardeş veya çocukları) Normalden iri (4 kg’nin üzerinde) bebek doğurmuş veya daha önce gebelik diyabeti geçirmiş olan kadınlar Yüksek tansiyonlu kişiler Kan yağları (kolesterol ve trigliserid düzeyleri) yüksek olan kişiler Daha önce gizli diyabet saptanmış kişiler Yumurtalık kistleri (polikistik over hastalığı) bulunan kadınlar İnsülin direnci ile ilgili başka klinik hastalığı olan kişiler Kalp damar hastalıkları olan kişiler Belirtiler Tip 2 Diyabet Belirtileri Nelerdir? Sık idrara çıkma ihtiyacı Ağız kuruluğu Sık susama ve çok su içme Yorgunluk Vücuttaki yaraların geç iyileşmesi Tekrarlayan enfeksiyonlar El ve ayaklarda karıncalanma, uyuşma hissi Tedavi Yöntemleri Tip 2 Diyabet Nasıl Tedavi Edilir?

Tip 2 diyabetin esas tedavisi sağlıklı yaşam alışkanlıkları edinmektir. Buna ek olarak, tip 2 diyabet tedavisinde, ilaç ve cerrahi yöntemler kullanılabilir. Diyabetin öncelikli tedavi yöntemi yaşam alışkanlıklarının sağlıklı olanlarla değiştirilmesidir.

Sağlıklı ve dengeli beslenmek, tip 2 diyabet tedavisinde etkin bir tedavi yöntemidir. Tüketilen besinlerin ne olduğu, ne sıklıkta ve ne miktarda yeneceği sağlıklı beslenmenin bileşenleridir.

Yalnızca diyabet tedavisi için değil, her türlü hastalığın tedavisi ve sağlığın korunması için sağlıklı ve dengeli beslenilmelidir. Beslenme alışkanlıkları kişilerin psikolojik ve mental sağlığı ile ilişkilidir. Vücudun enerji ihtiyacı için kalorilere, besin maddeleri için yemek yemeye ihtiyacımız vardır. Ancak yemek yeme şeklimiz, hızımız ve yediğimiz şeyler, kültürel ve psikolojik tercihlerdir. Tip 2 diyabette ve diğer hastalıklarda, sağlıklı yaşam alışkanlıkları geliştirmek ve dengeli beslenmek önemlidir. Tip 2 diyabette beslenme, sağlığını korumak isteyen herkesin uygulayabileceği bir diyet programından ibarettir.

Yaşa ve kondisyona uygun düzenli egzersiz programı oluşturmak, tüm vücut sağlığı için gereklidir. Kilo kontrolü için, sağlıklı kalp ve damarlar için, güçlü bir omurga ve ruhsal denge için düzenli olarak spor yapılmalıdır. Spor yapmanın bilinen bir yaş sınırı yoktur. Her yaş ve bedene uygun düzenli bir egzersiz programı oluşturulabilir. İlaç tedavileri, sağlıklı yaşam alışkanlıklarına ek olarak uygun görüldüğünde hekim tarafından uygulanabilir. Tip 2 diyabetin başlıca tedavisi, sağlıklı beslenmek ve hareketli bir yaşam benimsemektir. Buna karşılık, yaşam tarzında olumlu iyileştirmelere gitmeyen hastalar için insülin kullanımı gerekir. Sağlık, ruhsal ve bedensel olarak bütünlüğü gerektirir. Vücudun ihtiyaçlarını görmezden gelerek yalnızca ilaç kullanmak, diyabeti iyileştirmez. Tip 2 Diyabetten Korunma Yolları

Egzersiz ve beslenme, Tip 2 diyabetin tedavisinde tedavinin temel öğeleridir.

İnsülin direncini düşürür. İnsülin ihtiyacını azaltır. Kan basıncının ayarlanmasına yardımcı olur. Kilo verilmesini sağlar. Kemik erimesini önler. Kişinin kendisini iyi hissetmesine katkıda bulunur.

Diyabetliler egzersize başlamadan önce,

Düzenli olarak göz muayenesi, ayak muayenesi, böbrek fonsiyonlarının kontrolü ve kalp-damar sağlığını içeren kontrollerini yaptırarak diyabetin kontrol altında olup olmadığı ve yapılacak egzersizin tipininin uygun olup olmadığıyla ilgili olarak hekimine danışmalıdır. Eğer diyabet komplikasyonları veya başka sağlık problemleri varsa bazı egzersiz tipleri sakıncalı olabilir. Egzersiz programı planlanırken tipi, yoğunluğu, süresi ve sıklığına dikkat edilmelidir. Yemekten hemen sonra veya hemen öncesinde egzersiz yapılmamalıdır. Önerilen yemekten 1, 5- 2 saat sonra egzersiz yapılmasıdır. Yapılacak egzersizin tipi ve şiddeti, kişinin yaşı, diyabetin metabolik kontrolü, kas-iskelet ve kalp-akciğer sistemlerinin uygunluğuna göre belirlenmelidir. Koşu, yürüyüş, yüzme ve bisiklet tercih edilebilir. Erişkin diyabetlilerin, en az haftada 3 gün veya gün aşırı olmak üzere, haftada toplam 150 dakika olacak şekilde, orta yoğunlukta (maksimum kalp hızının %60-75’i, yaşlılarda %50-70’i kadar) egzersiz yapmaları önerilir. Maksimum kalp hızını hesaplamak için 220’den yaş çıkarılır, örneğin 50 yaşındaki biri için maksimum kalp atım hızı, 220-50=170’dir. Egzersizin başında 5-10 dakika süreli ısınma hareketleri, sonunda ise yine 5-10 dakika süreli soğuma hareketleri yapılması önerilmektedir. Tip 2 Diyabet ve Beslenme

Diyabet tedavisinin amacı, yaşamınızı kolaylaştırmak, kendinizi bedensel ve ruhsal açıdan iyi hissetmek, diyabet ekibinden tedavi yollarını öğrenerek diyabetle yaşarken karşılaşacağınız sorunların üstesinden gelmenizi sağlamaktır. Beslenme planı diyabet tedavisinin en önemli basamağıdır. İyi planlanmamış veya hasta tarafından uygulanamayan bir diyetle, ilaçların etkili olması mümkün değildir. Öğreneceğiniz bilgiler, diyabetinizi kontrol etmenin temelini oluşturacaktır. Tedavinin en güç yönü, bu bilgilerinizi gündelik yaşamla bütünleştirmektir. Beslenme planına ne kadar uyduğunuzu, ancak eğitimle ve kan şekerinizi izlemekle anlayabilirsiniz.

Diyabeti öğrenmek, yemek yeme alışkanlıklarınızı değiştirmek, günlük yiyecek değişimlerini öğrenmek ve belirtileri tespit ederek uygun önlemlerin alınması önemlidir. Beslenme alışkanlıklarınızda yapacağınız değişiklikler, sizinle birlikte ailenizi ve çevrenizdekileri de sağlıklı beslenme konusunda harekete geçirecektir. Beslenme programınız ile yaşam kalitenizi yükseltmeniz amaçlanmaktadır. Böylece kanda şeker ve lipid (yağ) seviyelerini dengelemek, ideal ve sağlıklı kiloya ulaşmak ve bu kiloyu korumak, gebe, emzikli veya ergenlik çağında iseniz artan metabolik gereksinimlerinizi karşılayacak düzeyde yeterli kalori ve besin öğelerini almak, uzun vadede gelişebilecek komplikasyonlardan korunmak, hayatınız boyunca uygulayabileceğiniz size özel ve ideal beslenme düzenini sağlamak mümkün olur. Beslenme programınız, boyunuza, kilonuza, kullandığınız ilaç veya insülin dozuna, fiziksel aktivite düzeyinize, beslenme alışkanlıklarınıza, günlük iş veya ev ortamınıza ve sosyoekonomik durumunuza göre beslenme ve diyet uzmanı tarafından hazırlanmalıdır. Unutmayınız ki her diyabetli bireyin diyeti kendisine özeldir. Beslenme programınızı bir diğer diyabetlinin programı ile asla karşılaştırmayınız. Günlük enerjinizin %50-55 kadarını karbonhidratlardan, %25-30’unu yağlardan ve geri kalanını da proteinlerden karşılamalısınız. Diyabetle birlikte vücudunuzun ürettiği insülin miktarı azalabileceği ya da insülin kullanımında yetersizlik oluşabileceğinden beslenme şekliniz ve yemek saatleriniz ayrı bir önem kazanır. Sizin için en uygun olan besini, gerekli miktarlarda ve doğru zamanda yemeniz ve beslenmenizi ilaç veya insülin tedavinizle bütünleştirmeniz gerekir. Vücudumuz için gerekli besin öğelerini temin etmek için her besin grubundan belirli oranlarda almak ve yiyeceklerimizi bir arada yemek önemlidir. Vitamin ve minerallerin yeterince alınması, ancak karışık beslenme ile mümkündür. Ev halkı ile aynı tencereden yemek yemek, kendiniz için farklı yemek pişirmemek, size kendinizi iyi hissettirecek ve beslenme programına uyumunuzu kolaylaştıracaktır. Beslenme programınızı düzenli egzersizlerle desteklemeniz, kan şekeri ve yağlarınızı kontrol etmeniz için tek anahtardır. Bu desteği diyabet ekibinizden sağlamalısınız. Benzer İlgi Alanları Baş Dönmesi Baş dönmesi, kişinin etrafındaki şeyleri hareket ediyor gibi hissetmesi, göz kararması, uyuşukluk, sersemlik ve denge kaybı üretebilen tıbbi bir durumdur. Detaylı Bilgi Çocuklarda Diyabet (Şeker Hastalığı) Çocuklarda gelişen şeker hastalığı iyileştirilebilen bir hastalık değildir. Tip 1 diyabete sahip olan çocuklar için insülin tedavisi ya da ilaç tedavisi verilir Detaylı Bilgi Diyabet Tedavisi Acıbadem Sağlık Grubu Diyabet Klinikleri, hastane ve tıp merkezlerimizde diyabet hastalığının tanı ve tedavisi için multidisipliner yaklaşımla hizmeti veriyor. Detaylı Bilgi Sıkça Sorulan Sorular Tip 2 Diyabet Tamamen Tedavi Edilebilir Mi? Tip 2 Diyabet Metabolik Cerrahi ile Tedavi Edilir Mi? Tip 2 Diyabet Kaç Yaşında Başlar?

Acıbadem Web ve Yayın Kurulu tarafından hazırlanmıştır. Güncellenme Tarihi: 17 Temmuz 2023 Pazartesi Yayımlanma Tarihi: 17 Temmuz 2023 Pazartesi

KİŞİSEL VERİLERİN ELDE EDİLMESİ VE İŞLENMESİ İLE İLGİLİ BİLGİLENDİRME FORMU

Acıbadem Sağlık Hizmetleri ve Ticaret A.Ş. (“Acıbadem”) ve Acıbadem’in hakim ve bağlı şirketleri (hepsi birlikte “Acıbadem Grubu” olarak anılacaktır.) tarafından, 6698 sayılı Kişisel Verilerin Korunması Kanunu (“Kanun”) ve ilgili mevzuat kapsamında Veri Sorumlusu sıfatıyla, kişisel verileriniz, aşağıda açıklanan çerçevede ve 3359 sayılı Sağlık Hizmetleri Temel Kanunu, 663 sayılı Sağlık Bakanlığı ve Bağlı Kuruluşlarının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararname, Özel Hastaneler Yönetmeliği ve Sağlık Bakanlığı düzenlemeleri ve sair mevzuata uygun olarak işlenebilecektir.

1. Kişisel Verilerin elde Edilmesi, İşlenmesi ve İşleme Amaçları

Kişisel verileriniz Acıbadem Grubu tarafından sağlanmakta olan kamu sağlığının korunması, koruyucu hekimlik, tıbbî teşhis, tedavi ve bakım hizmetlerinin yürütülmesi, sağlık hizmetleri ile finansmanının planlanması ve yönetimi amaçlarıyla ve Acıbadem Grubu şirketlerinin faaliyet konularına uygun düşecek şekilde, sözlü, yazılı, görsel ya da elektronik ortamda, çağrı merkezi, internet sitesi, sözlü, yazılı ve benzeri kanallar aracılığıyla elde edilmektedir. Sağlık verileriniz başta olmak üzere özel nitelikli kişisel verileriniz ve genel nitelikli kişisel verileriniz, Grup tarafından aşağıda yer alanlar dâhil ve bunlarla sınırlı olmaksızın bu maddede belirtilen amaçlar ile bağlantılı, sınırlı ve ölçülü şekilde işlenebilmektedir:

Kimlik bilgileriniz: Adınız, soyadınız, T.C. Kimlik numaranız, pasaport numaranız veya geçici TC Kimlik numaranız, doğum yeri ve tarihiniz, medeni haliniz, cinsiyetiniz, sigorta veya hasta protokol numaranız ve sizi tanımlayabileceğimiz diğer kimlik verileriniz. İletişim Bilgileriniz: Adresiniz, telefon numaranız, elektronik posta adresiniz ve sair iletişim verileriniz, müşteri temsilcileri ya da hasta hizmetleri tarafından çağrı merkezi standartları gereği tutulan sesli görüşme kayıtlarınız ile elektronik posta, mektup veya sair vasıtalar aracılığı ile tarafımızla iletişime geçtiğinizde elde edilen kişisel verileriniz. Muhasebesel Bilgileriniz: Banka hesap numaranız, IBAN numaranız, kredi kartı bilginiz, faturalama bilgileriniz gibi finansal verileriniz. Sağlık hizmetlerinin finansmanı ve planlaması amacıyla özel sağlık sigortasına ilişkin verileriniz ve Sosyal Güvenlik Kurumu verileriniz. Hastane veya tıp merkezlerimizi ziyaret etmeniz halinde güvenlik ve denetim amaçlı tutulmakta olan kamera kayıtları görüntüleriniz. Otoparkı kullanmanız halinde araç plaka veriniz. Sağlık Bilgileriniz: Laboratuvar sonuçlarınız, test sonuçlarınız, muayene verileriniz, randevu bilgileriniz, check-up bilgileriniz, reçete bilgileriniz dahil ancak bunlarla sınırlı olmaksızın tıbbî teşhis, tedavi ve bakım hizmetlerinin yürütülmesi sırasında veya bunların bir sonucu olarak elde edilen her türlü sağlık ve cinsel hayata ilişkin kişisel verileriniz. www.acibadem.com.tr sitesine veya www.acibadem.com.tr/AcibademOnline/TR/MainPage adresine gönderdiğiniz veya girdiğiniz sağlık verileriniz ve sair kişisel verileriniz. Acıbadem’e veya Acıbadem Grup şirketlerinden herhangi birine iş başvurusunda bulunmanız halinde bu hususta temin edilen özgeçmiş dâhil sair kişisel verileriniz ile Acıbadem Grubu çalışanı ya da ilişkili çalışan olmanız halinde hizmet akdiniz ve işe yatkınlığınız ile ilgili her türlü kişisel verileriniz.

Acıbadem Grubu tarafından elde edilen her türlü kişisel veriniz (Özel nitelikli kişisel veriler de dahil fakat bunlarla sınırlı olmamak kaydıyla) aşağıdaki amaçlar ile işlenebilecektir:

Kimliğinizi teyit etme, Kamu sağlığının korunması, koruyucu hekimlik, tıbbî teşhis, tedavi ve bakım hizmetlerinin yürütülmesi, sağlık hizmetleri ile finansmanının planlanması ve yönetimi. İlgili mevzuat uyarınca Sağlık Bakanlığı ve diğer kamu kurum ve kuruluşları ile talep edilen bilgilerin paylaşılması. Hastane ve Tıp Merkezlerimizin iç işleyişi ile günlük operasyonların planlanması ve yönetilmesi. Hastane Yönetimi, Hasta Hakları, Hasta Deneyimi bölümleri tarafından hasta memnuniyetinin ölçülmesi, arttırılması ve araştırılması. İlaç temini. Randevu almanız halinde randevu hakkında sizi haberdar edebilme. Risk yönetimi ve kalite geliştirme aktivitelerinin yerine getirilmesi. Sağlık hizmetlerini geliştirme amacıyla analiz yapma. Hasta Hizmetleri, Mali İşler, Pazarlama bölümleri tarafından sağlık hizmetlerinizin finansmanı, tetkik, teşhis ve tedavi giderlerinizin karşılanması, müstehaklık sorgusu kapsamında özel sigorta şirketler ile talep edilen bilgilerin paylaşılması. Araştırma yapılması. Yasal ve düzenleyici gereksinimlerin yerine getirilmesi. Sağlık hizmetlerinin finansmanı kapsamında özel sigorta şirketler ile talep edilen bilgileri paylaşma. Kalite, Hasta Deneyimi, Bilgi Sistemleri bölümleri tarafından risk yönetimi ve kalite geliştirme aktivitelerinin yerine getirilmesi. Hasta Hizmetleri, Mali İşler, Pazarlama bölümleri tarafından hizmetlerimiz karşılığında faturalandırma yapılması ve anlaşmalı olan kurumlarla ilişkinizin teyit edilmesi. Pazarlama, Medya ve İletişim, Çağrı Merkezi bölümleri tarafından kampanyalara katılım ve kampanya bilgisi verilmesi, Web ve mobil kanallarda özel içeriklerin, somut ve soyut faydaların tasarlanması ve iletilebilmesi.

İlgili mevzuat uyarınca elde edilen ve işlenen Kişisel Verileriniz, Acıbadem veya Acıbadem Grubu’na ait fiziki arşivler ve/veya bilişim sistemlerine nakledilerek, hem dijital ortamda hem de fiziki ortamda muhafaza altında tutulabilecektir.

2. Kişisel Verilerin Aktarılması

Kişisel verileriniz, Kanun ve sair mevzuat kapsamında ve yukarıda yer verilen amaçlarla Acıbadem ve Acıbadem Grubu tarafından Acıbadem Grubu’na dahil olan şirketler ile, Özel sigorta şirketleri, Sağlık bakanlığı ve bağlı alt birimleri, Sosyal Güvenlik Kurumu, Emniyet Genel Müdürlüğü ve sair kolluk kuvvetleri, Nüfus Genel Müdürlüğü, Türkiye Eczacılar Birliği, Mahkemeler ve her türlü yargı makamı, merkezi ve sair üçüncü kişiler, yetki vermiş olduğunuz temsilcileriniz, avukatlar, vergi ve finans danışmanları ve denetçiler de dâhil olmak üzere danışmanlık aldığımız üçüncü kişiler, düzenleyici ve denetleyici kurumlar, resmi merciler dâhil sağlık hizmetlerini yukarıda belirtilen amaçlarla geliştirmek veya yürütmek üzere işbirliği yaptığımız iş ortaklarımız ve diğer üçüncü kişiler ile paylaşılabilecektir.

3. Kişisel Veri Elde Etmenin Yöntemi ve Hukuki Sebebi

Kişisel verileriniz, her türlü sözlü, yazılı, görsel ya da elektronik ortamda, yukarıda yer verilen amaçlar ve Acıbadem’in faaliyet konusuna dahil her türlü işin yasal çerçevede yürütülebilmesi ve bu kapsamda Acıbadem’in akdi ve kanuni yükümlülüklerini tam ve gereği gibi ifa edebilmesi için toplanmakta ve işlenmektedir. İşbu kişiler verilerinizin toplanmasının hukuki sebebi,

6698 sayılı Kişisel Verilerin Korunması Kanunu, 3359 sayılı Sağlık Hizmetleri Temel Kanunu, 663 sayılı Sağlık Bakanlığı ve Bağlı Kuruluşlarının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararname, Özel Hastaneler Yönetmeliği, Kişisel Sağlık Verilerinin İşlenmesi ve Mahremiyetinin Korunması Yönetmeliği, Sağlık Bakanlığı düzenlemeleri ve sair mevzuat hükümleridir.

Ayrıca, Kanun’un 6. maddesi 3. fıkrasında da belirtildiği üzere sağlık ve cinsel hayata ilişkin kişisel veriler ise ancak kamu sağlığının korunması, koruyucu hekimlik, tıbbı teşhis, tedavi ve bakım hizmetlerinin yürütülmesi, sağlık hizmetleri ile finansmanının planlanması ve yönetimi amacıyla, sır saklama yükümlülüğü altında bulunan kişiler veya yetkili kurum ve kuruluşlar tarafından ilgilinin açık rızası aranmaksızın işlenebilir.

4. Kişisel Verilerin Korunmasına Yönelik Haklarınız

Kanun ve ilgili mevzuatlar uyarınca,

Kişisel veri işlenip işlenmediğini öğrenme, Kişisel veriler işlenmişse buna ilişkin bilgi talep etme, Kişisel sağlık verilerine erişim ve bu verileri isteme, Kişisel verilerin işlenme amacını ve bunların amacına uygun kullanılıp kullanılmadığını öğrenme, Yurt içinde veya yurt dışında kişisel verilerin aktarıldığı üçüncü kişileri bilme, Kişisel verilerin eksik veya yanlış işlenmiş olması hâlinde bunların düzeltilmesini isteme, Kişisel verilerin silinmesini veya yok edilmesini isteme, Kişisel verilerin eksik veya yanlış işlenmiş olması hâlinde bunların düzeltilmesine ve/veya kişisel verilerin silinmesini veya yok edilmesine ilişkin işlemlerin kişisel verilerin aktarıldığı üçüncü kişilere bildirilmesini isteme, İşlenen verilerin münhasıran otomatik sistemler vasıtasıyla analiz edilmesi suretiyle kişinin kendisi aleyhine bir sonucun ortaya çıkmasına itiraz etme hakkını haizsiniz.

Mezkûr haklarınızdan birini ya da birkaçını kullanmanız halinde ilgili bilgi tarafınıza, açık ve anlaşılabilir bir şekilde yazılı olarak ya da elektronik ortamda, tarafınızca sağlanan iletişim bilgileri yoluyla, bildirilir.

5. Veri Güvenliği

Acıbadem, kişisel verilerinizi bilgi güvenliği standartları ve prosedürleri gereğince alınması gereken tüm teknik ve idari güvenlik kontrollerine tam uygunlukla korumaktadır. Söz konusu güvenlik tedbirleri, teknolojik imkânlar da göz önünde bulundurularak muhtemel riske uygun bir düzeyde sağlanmaktadır.

6. Şikayet ve İletişim

Kişisel verileriniz teknik ve idari imkânlar dâhilinde titizlikle korunmakta ve gerekli güvenlik tedbirleri, teknolojik imkânlar da göz önünde bulundurularak olası risklere uygun bir düzeyde sağlanmaktadır. Kanun kapsamındaki taleplerinizi, “https://www.acibadem.com.tr/acibademonline/hastaverilerinkorunmasi.html” web adresindeki “Kişisel Verilerin Korunması Kanunu Uyarınca Başvuru Formu” nu doldurarak,

(i) ATATÜRK MAH.FEZA SK.NO:3/8 ATAŞEHİR, Istanbul, Türkiye adresine kargo ile ıslak imzanızı taşıyan bir dilekçe ile “Kurumsal Sekretarya” departmanı dikkatine Zarfına “Kişisel Verilerin Korunması Kanunu Kapsamında Bilgi Talebi” yazılarak gönderebilirsiniz, (ii) Noter kanalıyla gönderebilir, (iii) acibademsaglik@hs02.kep.tr adresine güvenli elektronik ya da mobil imzalı olarak, kayıtlı elektronik posta adresi veya sistemimizde kayıtlı elektronik e-posta adresiniz aracılığıyla ve/veya (iv) Acıbadem’e hitaben yazdığınız “word veya pdf.” formatındaki bir dosyayı güvenli eimza ile imzalayarak kisiselveri@acibadem.com ‘a e-posta’nın konu kısmına “Kişisel Verilerin Korunması Kanunu Bilgi Talebi” yazarak iletebilirsiniz.

Kanun kapsamındaki taleplerinizi, https://www.acibadem.com.tr/acibademonline/hastaverilerinkorunmasi.html web adresindeki “Kişisel Verilerin Korunması Kanunu Uyarınca Başvuru Formu” nu doldurarak ve formda belirtilen usullerle tarafımıza iletmenizi rica ederiz.

SIK ZİYARET EDİLENLER Akciğer kanseri Bağırsak kanseri Böbrek nakli Cilt kanseri Gırtlak kanseri Hemoroid Kalp krizi belirtileri Kan kanseri (Lösemi) Karaciğer nakli Kemik iliği nakli Kolon kanseri Koronavirüs Belirtileri Lenf kanseri Lenfödem Meme kanseri Mide kanseri Pankreas kanseri Prostat kanseri Rahim kanseri Vücut kitle endeksi hesaplama


Ana Sayfa Hastaneler Doktorlar Medikal Teknolojiler Kurumsal Bilgiler Sponsorluklar Bilgilendirilmiş Onamlar Kişisel Verilerin Korunması İletişim

Web sitemizde bulunan tüm görsellerin, işitsel veya içerik bilgilerinin izinsiz kullanılması yasaktır. Durumun tespit edilmesi halinde hukuki yollara başvurulacaktır.

"
Biruni Üniversite Hastanesi

Biruni Üniversite Hastanesi

Diyabet (Şeker) hastalığı nedir?

Vücudumuzda şekerin hücre içine besin olarak taşımasında sorun oluştuğunda şeker hastalığı ortaya çıkar. Hücrelerimizin sağlıklı olarak çalışması için, şeker hücre içine sağlıklı bir şekilde alınıp yakıt olarak kullanılmalıdır. Şekerin hücre içine taşınmasında insülin anahtar hormondur. İnsülin hormonu eksikliği ve/veya hücrelerin insülin hormonuna yanıtsızlığı, şekerin kanda yükselmesine neden olur.

Diyabetin en sık görülen belirtileri nelerdir?

Agız kuruluğu, çok su içme, çok idrara çıkma, kilo kaybı, iyileşmeyen yaralar, halsizlik, yorgunluk, bulanık görme, kaşıntı gibi şikayetlere neden olur. Hastalığın erken dönemlerinde herhangi bir şikayet olmayabilir.

Sessiz ilerleyebilen şeker hastalığı fark edilmediğinde, kalp hastalığı, damar hastalığı, felç, böbrek hastalığı, göz arkasında kanama, uzuvlarda his kaybına gibi pek çok sorunlara neden olabilir. Bu nedenle düzenli hekim kontrolü önem taşıyor.

Diyabet tanısı nasıl konur?

Doktorunuzun istediği basit kan testleri ile şeker hastalığı tanısı netleşir. Bu testlerden biri Hemoglobin A1C’dir.

Hemoglobin A1C değerli ne olmalı?

​Diyabet tanı amaçlı ölçüldü ise, duyarlı yöntem ile ölçülmüş olmak şartıyla % 5.7-6.4 aralığı diyabet açısından riskli grupta olduğunuzu gösterir.

Bu durumda diyabet riskinizi azaltmak için daha fazla hareket etmeniz gerektiğini, fazla kilolarınız varsa vermeniz gerektiğini gösterir. Sonuç %6.5 ve üstü değer çıktıysa diyabetlisiniz demektir. Bu durumda tedavisine başlamanız önerilir. Diyabetli hastalarda kontrol amaçlı ölçülmüş ise, ise ileri yaş, ciddi kalp ve nörolojik hastalık yoksa % 6.5 altında olması hedeflenmektedir. Bu hastalıkları olan bireylerde %7-7.5 değerleri hedef değer olarak baz alınmalıdır.

Kan şekeri düşüp sonra yükselen bir grup bireyde A1c düzeyi iyi gelebilir ki, bu duruma şeker dalgalanması diyoruz. Kan şekeri düşük ve yüksek giden hastalarda değer iyi olabilir fakat hasta ve hekim glisemik dalgalanmaları kırmak için tedaviyi gözden geçirilmelidir. Hastanın ev ölçümleri bu nedenden dolayı çok önemlidir.

Şeker hastalığım güncel tıp uygulamalarında nasıl tedavi edilir?

Öncelikli olarak hastanın diyet ve egzersizi doğru bir şekilde düzenlenir. Hastanın kan şekerini düşürmek üzere tedavi amacı ile kullanılan 6-7 farklı grup ilaç mevcuttur. Her grup ilaç değişik mekanizmalarla kan şekerini düşürür. Tek bir ilaçla kan şekeri kontrolü sağlanabileceği gibi 2-3 farklı ilaçla beraber kontrol de sağlanabilir. Gerektiğinde uygun hastalara insülin hormonu tedavisi eklenir. Örneğin ilaçlar, insülin hormonunun hücrelere etkinliğini artırarak etki gösterirken, pankreasdan salınan insülin hormonu sekresyonunu artırarak da etki gösterebilir. Bazı ilaçlar karaciğerde olması gerekenden fazla üretilen şekerin, üretimini baskılamaktadır. Bir grup ilaçsa, bağırsaklardan salınan şeker metabolizmasında etkili bir takım hormonların miktarını değiştirerek şekerin düşmesi yönünde etki etmektedir. İdardan şeker atılımını artırarak kan şekerini düşüren ilaçlar da mevcuttur.

İnsülin tedavisinde “uygun zaman, uygun doz ve uygun hasta” kuralı

Tabi ki gerektiğinde “uygun zaman, uygun doz ve uygun hastada” insülin tedavileri uygulanmalıdır. Çok farklı çeşit insülin hormonu olduğu gibi farklı günlük dozlarda hastaya özgün insülin tedavi yöntemleri bulunmaktadır. Günde tek doz, çift doz, üçlü doz, dörtlü doz insülin tedavi uygulamaları mevcuttur.

Uygun hastalara ve gebelere, gerektiğinde insülin pompa tedavisi uygulanmaktadır. İnsülin pompa tedavisi ile hastaya cilt altından sürekli insülin hormonu verilirken bir taraftan da öğün öncesi tokluk kan şekerini düşürmek üzere ek doz insülin uygulamaları cihaz aracılığı ile yapılır. İnsülin pompa tedavisi, hastayı enjeksiyonlardan kurtarır ve daha sıkı kan şekeri kontrolü sağlar.

Bir başka grup tedavide kullanılan şeker ilacı, insülin olmayan fakat enjeksiyon halinde yapılan, günde tek sefer, günde iki kez, haftada bir yapılabilen şeker ilaçları mevcuttur. Bu ilaçların önemli bir avantajı çoğu hastada kilo kaybı yapmasıdır. Özellikle obezitesi olan şeker hastalarında bu tedaviler öncelikli olarak düşünülmelidir.

Şeker hastalığının tedavisindeki ana hedef, kan şekerinin olabilen en kısa sürede normal insanlardaki düzeylere düşürülmesidir.

Kan şekerimi, parmaktan şeker ölçümü yapılan cihazların dışında başka bir yöntemle de izleyebilir miyim ?

Evet, günümüzde cilt üzerine takılan, bir takım küçük cilt altı aparatlarla profesyonel şeker grafiği çıkaran, doktora ve hastaya bilgi aktaran cihazlar bulunmaktadır. Bu cihazlar şeker takip sensörü olarak isimlendirilmektedir. Takıldıktan sonra cilt üzerinde 7 gün ile 14 gun arasında kalmaktadır. Bu tür cihazlar hastaya ve doktora aşırı şeker düşüklüğü veya yüksekliğinde görsel ve işitsel uyarı yollayabilmektedir. Bireyin şeker düzeyleri günlük grafik halinde raporlanmaktadır. Kan şekeri dalgalanması olan bireylerin tespit ve tedavi planlamasına ciddi katkı sağlamaktadır.

Şeker hastalığı tedavisinde cerrahinin yeri neresidir?

Hastalık birden çok bozulan hücre-organ sistemlerinin (örneğin hastalığın gelişmesinde pankreas, karaciğer, kas, yağ dokusu, bağırsaklardan üretilen hormonlar, genetik mutasyonlar gibi) etkilenmesiyle geliştiği için, kilo kaybı sağlayan cerrahi yöntemler her hastada aynı oranda kan şekeri düzelmesi sağlamaz. Ameliyatlar uygun hastalara, doğru seçilen cerrahi yöntem ile uygulanırsa hastaya en olumlu katkıyı sağlar. Hastaların bir kısmının diyabet tedavisi ciddi manada rahatlar, ilaç tedavisi ihtiyacı azalır.

Şekerim uzun yıllardır yüksek seyrediyorsa hangi organlarımın kontrolü daha önemlidir?

Şeker düzeyleriniz kötü seyrediyorsa kalp damar hastalığı gelişip gelişmediği, göz arkasında retinada kanama, böbrek fonksiyon bozukluğu ve protein kaçağı olup olmadığı, sinir sistemi hastalığı gelişip gelişmediği kontrolü önem arzetmektedir. Özellikle kalp damar hastalığı kontrolü için şikayet beklemek geri dönüşsüz sonuçlara yol açabileceği için muhakkak şikayet beklemeden tetkik edilmelidir.

Şeker hastalığı gelişme riskimi azaltmak için ne yapabilirim?

Özellikle kilo kontrolü, sağlıklı beslenme ve düzenli egzersiz, sigara ve alkolden kaçınmak değiştirebileceğiniz en önemli risk faktörleridir.

Şeker hastalığında dikkat etmem gereken en önemli 3 parametrem nedir?

Diyabetli ve diyabet riski olan hastalarda sağlıklı bir yaşam sürmeleri açısından 3 parametreye dikkat etmek gerekiyor. Şeker değeri, tansiyon değeri ve LDL

Şekeriniz kabul edilir düzeylerde olmalı, kan basıncınız 13/8 mmhg düzeylerini geçmemelidir. Kötü kolesterol LDL düzeyleriniz kalp damar sağlığı açısından riski azaltmak üzere 100mg/dl altında olmalıdır.

Eker Hastalığı (Diyabet) Nedir? Belirtileri ve Tedavisi | Özel Başarı Hastanesi

Eker Hastalığı (Diyabet) Nedir? Belirtileri ve Tedavisi | Özel Başarı Hastanesi

ŞEKER HASTALIĞI (DİYABET) NEDİR? BELİRTİLERİ VE TEDAVİSİ

Diyabet, vücudunuzun kan şekerini (glikoz) nasıl kullandığını etkileyen bir grup hastalığı ifade eder. Glikoz sağlığınız için hayati önem taşır çünkü kaslarınızı ve dokularınızı oluşturan hücreler için önemli bir enerji kaynağıdır. Aynı zamanda beyninizin de ana enerji kaynağıdır.

Diyabet Nedir? Neden Olur? Risk Faktörleri Diyabet Belirtileri Ne Zaman Doktora Görünmeli Olası Komplikasyonlar Tanı Tedavi Tehlike Belirteçleri Dikkat Edilmesi Gerekenler

Diyabetin altında yatan neden diyabetin türüne göre değişir. Ancak, şeker hastalığınızın türü ne olursa olsun, hastalık kanınızda şeker miktarının aşırı yükselmesine neden olabilir. Kanınızda çok fazla miktarda şeker bulunması ciddi sağlık sorunlarına yol açabilir.

Kronik diyabet koşulları, tip 1 diyabet ve tip 2 diyabeti içerir. Potansiyel olarak geri döndürülebilir diyabet durumları arasında prediyabet ve gestasyonel diyabet bulunur. Prediyabet, kan şekeri seviyeleriniz normalden yüksek olduğunda, ancak diyabet olarak sınıflandırılacak kadar yüksek olmadığında ortaya çıkar. Ve ilerlemeyi önlemek için uygun önlemler alınmadıkça, prediyabet genellikle diyabet hastalığına dönüşür. Gestasyonel diyabet ise hamilelik sırasında ortaya çıkar, ancak bebek doğduktan sonra düzelebilir.

Diyabet Neden Olur?

Diyabeti anlamak için öncelikle glikozun vücutta normal olarak nasıl işlendiğini anlamalısınız.

İnsülin nasıl çalışır?

İnsülin, midenin (pankreas) arkasında ve altında bulunan bir bezden üretilen hormondur.

Pankreas kan dolaşımına insülin salgılar. İnsülin kanınızda dolaşır ve şekerin hücrelerinize girmesini sağlar. İnsülin kan dolaşımınızdaki şeker miktarını düşürür. Kan şekeri seviyeniz düştükçe pankreasınızdan insülin salgılanması da düşer. Glikozun rolü

Glikoz kasları ve diğer dokuları oluşturan hücreler için bir enerji kaynağıdır.

Glikoz tükettiğiniz yiyecekler ve karaciğeriniz olmak üzere başlıca bu iki kaynaktan gelir. Şeker, insülin yardımıyla hücrelere gireceği kan dolaşımına emilir. Karaciğeriniz glikoz depolar ve üretir. Glikoz seviyeleriniz düşük olduğunda, örneğin bir süredir yemek yemediğinizde, karaciğer glikoz seviyenizi normal bir aralıkta tutmak için depolanmış glikojeni glikoza dönüştürür. Tip 1 diyabetin nedenleri

Tip 1 diyabetin kesin nedeni bilinmemektedir. Bilinen şu ki, normalde zararlı bakteri veya virüslerle savaşan bağışıklık sisteminiz hastalık varlığında pankreastaki insülin üreten hücrelere saldırır ve onları yok eder. Bunun sonucunda vücutta çok az veya hiç insülin bırakmaz. Kanınızdaki şekerler insülin bulamadığı için hücrelere giremez ve kanda birikmeye devam eder.

Tip 1 diyabetin genetik yatkınlık ve çevresel faktörlerin bir kombinasyonundan kaynaklandığı düşünülmektedir, ancak bu faktörlerin tam olarak ne olduğu hala belirsizdir. Kilonun tip 1 diyabette bir risk faktörü olduğuna inanılmamaktadır.

Prediyabet ve tip 2 diyabetin nedenleri

Tip 2 diyabete yol açabilen prediyabette ve tip 2 diyabette hücreleriniz insülinin etkisine karşı dirençli hale gelir ve pankreasınız bu direncin üstesinden gelmek için yeterli insülin üretemez. Enerji için gerekli olan şeker hücrelerinize girmek yerine, kan dolaşımınızda birikir.

Tip 2 diyabetin gelişiminde genetik ve çevresel faktörlerin de rol oynadığına inanılsa da, bu hastalığın tam olarak neden oluştuğu belirsizdir. Fazla kilolu olmak, tip 2 diyabet gelişimi ile güçlü bir şekilde bağlantılıdır, ancak tip 2 olan herkes aşırı kilolu değildir.

Gestasyonel diyabetin nedenleri

Hamilelik sırasında, plasenta hamileliğinizi sürdürmek için hormonlar üretir. Bu hormonlar hücrelerinizi insüline karşı daha dirençli hale getirir.

Normalde pankreasınız bu direncin üstesinden gelmek için ekstra insülin üreterek yanıt verir. Ama bazen pankreasınız bunu gerçekleştirmez. Bu olduğunda, hücrelerinize çok az glikoz girer ve kanınızda çok fazla şeker kalır. Bunun sonucunda gestasyonel diyabet oluşur.

Diyabet İçin Risk Faktörleri

Diyabet için risk faktörleri diyabetin tipine bağlıdır.

Tip 1 diyabet için risk faktörleri

Tip 1 diyabetin kesin nedeni bilinmemekle birlikte, tip 1 diyabet oluşumuna işaret edebilecek faktörler şunlardır:

Ailede diyabet öyküsü. Bir ebeveyn veya kardeşte tip 1 diyabet varsa tip 1 diyabet hastalığı için riskiniz artar. Çevresel faktörler. Viral bir hastalığa maruz kalma gibi durumların tip 1 diyabette gelişiminde rol oynadığı düşünülmektedir. Zararlı bağışıklık sistemi hücrelerinin (otoantikorlar) varlığı. Bazen tip 1 diyabetli kişilerin aile üyeleri, diyabet otoantikorlarının varlığı için test edilir. Bu otoantikorlara sahipseniz, tip 1 diyabet geliştirme riskiniz artar. Ancak bu otoantikorlara sahip olan herkes diyabet geliştirmez. Prediyabet ve tip 2 diyabet için risk faktörleri

Araştırmacılar, bazı insanların neden prediyabet ve tip 2 diyabet geliştirdiğini ve diğerlerinin neden geliştirmediğini tam olarak çözememiştir. Bununla birlikte, aşağıdakiler de dahil olmak üzere belirli faktörlerin riski artırdığı açıktır:

Kilo. Vücudunuzdaki yağ dokusu miktarı arttıkça hücreleriniz insüline daha dirençli hale gelir. Hareketsizlik. Ne kadar az aktif olursanız, riskiniz o kadar yüksek olur. Fiziksel aktivite kilonuzu kontrol etmenize yardımcı olur, glikozu enerji olarak kullanır ve hücrelerinizi insüline daha duyarlı hale getirir. Aile öyküsü. Bir ebeveyn veya kardeşte tip 2 diyabet varsa hastalığı geliştirme riskiniz artar. Irk veya etnik köken. Nedeni belli olmasa da, Siyah, Hispanik, Amerikan Kızılderili ve Asyalı Amerikalılar da dahil olmak üzere bazı insanlar tip 2 diyabet için daha yüksek risk altındadır. Yaş. Yaşlandıkça tip 2 diyabet riskiniz artar. Bunun nedeni, yaşlandıkça daha az egzersiz yapma, kas kütlesi kaybetme ve kilo alma eğilimi olabilir. Ancak tip 2 diyabetin görülme sıklığı çocuklar, ergenler ve genç yetişkinler arasında da artmaktadır. Gestasyonel diyabet. Hamileyken gestasyonel diyabet geliştirdiyseniz, prediyabet ve tip 2 diyabet geliştirme riskiniz artar. 9 kilodan (4 kilogram) daha ağır bir bebek doğurmak da tip 2 diyabet riskini arttırmaktadır. Polikistik over sendromu. Kadınlar için, düzensiz adet dönemleri, aşırı tüylenme ve obezite ile karakterize yaygın bir durum olan polikistik over sendromuna sahip olmak tip 2 diyabet riskini artırır. Yüksek tansiyon. 140/90 milimetre civa (mm Hg) üzerinde tansiyona sahip olmak, artan tip 2 diyabet riski ile ilişkilendirilmiştir. Anormal kolesterol ve trigliserit seviyeleri. Düşük seviyelerde yüksek yoğunluklu lipoprotein (HDL) veya iyi" kolesterolünüz varsa, tip 2 diyabet riskiniz daha yüksektir. Trigliseritler, kanda taşınan başka bir yağ türüdür. Yüksek düzeyde trigliserit olan kişilerde tip 2 diyabet riski daha yüksektir. Gestasyonel diyabet için risk faktörleri

Hamile kadınlarda gestasyonel diyabet gelişebilir. Bazı kadınlar diğerlerinden daha fazla risk altındadır. Gestasyonel diyabet için risk faktörleri şunları içerir:

Yaş. 25 yaşından büyük kadınlar diğerlerine göre daha yüksek risk altındadır. Aile veya kişisel geçmiş. Tip 2 diyabetin öncüsü olan prediyabetiniz varsa veya ebeveyn, kardeş gibi yakın bir aile üyenizde tip 2 diyabet varsa gestasyonel diyabet geliştirme riskiniz artar. Ayrıca, önceki bir hamilelik sırasında gestasyonel diyabetiniz varsa, çok kilolu bir bebek doğurduysanız veya açıklanamayan bir ölü doğumunuz varsa da daha gestasyonel diyabet açısından büyük risk altındasınız. Ağırlık. Hamilelikten önce fazla kilolu olmak riskinizi artırır. Irk veya etnik köken. Bilinmeyen nedenlerden dolayı, Siyah, Hispanik, Amerikan Kızılderili veya Asyalı Amerikalı kadınların gestasyonel diyabet geliştirme olasılığı daha yüksektir. Diyabet Belirtileri

Diyabet hastalığının belirtileri, kan şekerinizin ne kadar yükseldiğine bağlı olarak değişir. Bazı kişilerde, özellikle prediyabetli veya tip 2 diyabetlilerde bazen hiç bir belirti görülmeyebilir. Tip 1 diyabette belirtiler hızla ortaya çıkma ve daha şiddetli olma eğilimindedir.

Tip 1 diyabet ve tip 2 diyabetin bazı belirtileri şunlardır:

Artan susuzluk hissi Sık idrara çıkma Aşırı açlık hissi Açıklanamayan kilo kaybı İdrarda ketonların varlığı (ketonlar, yeterli insülin olmadığında meydana gelen kas ve yağın parçalanmasının bir yan ürünüdür) Yorgunluk Sinirlilik Bulanık görme Yavaş iyileşen yaralar Diş etleri, cilt enfeksiyonları ve vajinal enfeksiyonlar gibi sık görülen enfeksiyonların varlığı

Tip 1 diyabet her yaşta gelişebilir, ancak sıklıkla çocukluk veya ergenlik döneminde ortaya çıkar. Daha yaygın olan tip 2 diyabet de her yaşta gelişebilir, ancak 40 yaşından büyük kişilerde daha sık görülür.

Ne zaman doktora görünmeli Sizde veya çocuğunuzda diyabet olabileceğinden şüpheleniyorsanız. Herhangi bir olası diyabet belirtisi fark ederseniz, doktorunuzla iletişime geçin. Durum ne kadar erken teşhis edilirse, tedavi o kadar erken başlayabilir. Zaten diyabet teşhisi konduysanız. Teşhisinizi aldıktan sonra, kan şekeri seviyeleriniz stabilize olana kadar yakın tıbbi takibe ihtiyacınız olacaktır. Diyabetin Olası Komplikasyonları

Diyabetin uzun vadeli komplikasyonları yavaş yavaş gelişir. Diyabetiniz ne kadar uzun sürerse ve kan şekerinizi ne kadar az kontrol altında tutarsanız, komplikasyon riski o kadar yüksek olur. Sonunda, diyabet komplikasyonları sizi sakat bırakabilir veya hatta yaşamı tehdit edebilir. Olası komplikasyonlar şunları içerir:

Kalp-damar hastalığı. Diyabet, göğüs ağrısı (anjina) ile seyreden koroner arter hastalığı, kalp krizi, felç ve arterlerin daralması (ateroskleroz) dahil olmak üzere çeşitli kardiyovasküler problemlerin riskini önemli ölçüde artırır. Şeker hastalığınız varsa, kalp hastalığı veya felç geçirme olasılığınız daha yüksektir. Sinir hasarı (nöropati). Aşırı şeker, özellikle bacaklarınızdaki sinirlerinizi besleyen küçük kan damarlarının (kılcal damarlar) duvarlarına zarar verebilir. Bu, genellikle ayak parmaklarının veya parmakların uçlarında başlayan ve yavaş yavaş yukarı doğru yayılan karıncalanma, uyuşma, yanma veya ağrıya neden olabilir. Tedavi edilmezse, etkilenen uzuvlardaki tüm hisleri kaybedebilirsiniz. Sindirimle ilgili sinirlerin zarar görmesi mide bulantısı, kusma, ishal veya kabızlık sorunlarına neden olabilir. Erkeklerde diyabet erektil disfonksiyona (sertleşme bozukluğu) neden olabilir. Böbrek hasarı (nefropati). Böbrekler, kanınızdaki atıkları filtreleyen milyonlarca küçük kan damarı kümesi (glomerül) içerir. Şeker hastalığı bu hassas filtreleme sistemine zarar verebilir. Şiddetli hasar, böbrek yetmezliğine veya diyaliz, böbrek nakli gerektirebilecek geri dönüşü olmayan böbrek hastalığına yol açabilir. Göz hasarı (retinopati). Diyabet, retinanın kan damarlarına zarar vererek (diyabetik retinopati), potansiyel olarak körlüğe yol açabilir. Diyabet, katarakt ve glokom gibi diğer ciddi görme koşullarının riskini de artırır. Ayak bölgesi problemleri. Ayaklardaki sinir hasarı veya ayaklara zayıf kan akışı, çeşitli ayak bölgesi komplikasyonları riskini artırır. Tedavi edilmeyen kesikler ve yaralar, genellikle kötü iyileşen ciddi enfeksiyonlar geliştirebilir. Bu enfeksiyonlar nihayetinde ayak parmağı, ayak veya bacak amputasyonu ile sonuçlanabilir. Cilt problemleri. Diyabet, sizi bakteri ve mantar enfeksiyonları da dahil olmak üzere cilt hastalıklarına daha duyarlı hale getirebilir. İşitme bozukluğu. İşitme sorunları diyabetli kişilerde daha sık görülür. Alzheimer hastalığı. Tip 2 diyabet, Alzheimer hastalığı ve bunama riskini artırabilir. Kan şekeri kontrolünüz ne kadar zayıfsa, risk o kadar yüksektir. Depresyon. Tip 1 ve tip 2 diyabetli kişilerde depresyon belirtileri yaygındır. Depresyon diyabet hastalığının yönetimini etkileyebilir. Gestasyonel diyabet komplikasyonları

Gestasyonel diyabetli kadınların çoğu sağlıklı bebekler doğurur. Ancak tedavi edilmeyen veya kontrol altında tutulmayan kan şekeri seviyeleri sizin ve bebeğiniz için sorunlara neden olabilir.

Bebeğinizde aşağıdaki komplikasyonlar, gestasyonel diyabetin bir sonucu olarak ortaya çıkabilir:

Aşırı büyüme. Ekstra glikoz, plasentayı geçebilir ve bu da bebeğinizin pankreasını ekstra insülin üretmesi için tetikler. Bu, bebeğinizin çok büyümesine (makrozomi) neden olabilir. Çok büyük bebeklerin doğumunun sezaryan ile olması olasıdır. Düşük kan şekeri. Bazen gestasyonel diyabetli annelerin bebeklerinde, kendi insülin üretimleri yüksek olduğu için doğumdan kısa bir süre sonra düşük kan şekeri (hipoglisemi) gelişir. Hızlı besleme ve bazen intravenöz glikoz solüsyonu bebeğin kan şekeri seviyesini normale döndürebilir. Hayatın ilerleyen dönemlerinde tip 2 diyabet. Gestasyonel diyabetli annelerin bebeklerinin ileriki yaşlarda obezite ve tip 2 diyabet geliştirme riski daha yüksektir. Ölüm. Tedavi edilmeyen gestasyonel diyabet, doğumdan önce veya kısa bir süre sonra bebeğin ölümüne neden olabilir.

Annedeki komplikasyonlar, aşağıdakiler de dahil olmak üzere, gestasyonel diyabetin bir sonucu olarak ortaya çıkabilir:

Preeklampsi. Bu durum yüksek tansiyon, idrarda aşırı protein ve bacaklarda, ayaklarda şişme ile karakterizedir. Preeklampsi hem anne hem de bebek için ciddi ve hatta yaşamı tehdit eden komplikasyonlara yol açabilir. Sonraki gebeliklerde artan gestasyonel diyabet riski. Bir hamilelikte gestasyonel diyabetiniz olduğunda, bir sonraki hamilelikte bunu tekrar yaşama olasılığınız daha yüksektir. Ayrıca yaşlandıkça diyabet - tipik olarak tip 2 diyabet - geliştirme olasılığınız daha yüksektir. Diyabet Tanısı Nasıl Konulur?

Tip 1 diyabet belirtileri genellikle aniden ortaya çıkar ve genellikle kan şekeri seviyelerinin kontrol edilmesinin nedenidir. Diğer diyabet ve prediyabet türlerinin semptomları daha yavaş ortaya çıkmakta ve bazen belirgin olmamaktadır. Genellikle aşağıdaki koşulları karşılayan kişilerin diyabet için taranması önerilmektedir.

Yaşına bakılmaksızın vücut kitle indeksi 25'in üzerinde olan , yüksek tansiyon, anormal kolesterol seviyeleri, hareketsiz yaşam tarzı, polikistik over sendromu veya kalp hastalığı öyküsü gibi ek risk faktörlerine sahip olan kişiler, ve diyabetli yakın bir akrabası olan kişiler. 45 yaşından büyük herkesin ilk kan şekeri taramasından geçmesi ve ardından sonuçlar normalse daha sonra her üç yılda bir taranması tavsiye edilir. Gestasyonel diyabeti olan kadınların her üç yılda bir diyabet taraması yaptırması önerilir. Prediyabet teşhisi konan herkesin her yıl test yaptırması tavsiye edilir. Tip 1 ve tip 2 diyabet ve prediyabet testleri Glike hemoglobin (A1C) testi. Açlık gerektirmeyen bu kan testi, son iki ila üç aydaki ortalama kan şekeri seviyenizi gösterir. Kırmızı kan hücrelerinde oksijen taşıyan protein olan hemoglobine bağlı kan şekeri yüzdesini ölçer. İki ayrı testte A1C seviyesinin %6,5 veya daha yüksek olması diyabetiniz olduğunu gösterir. % 5,7 ile 6,4 arasında bir A1C, prediyabeti gösterir. 5.7'nin altı ise normal kabul edilir.

A1C test sonuçları tutarlı değilse, test yapılamıyorsa veya A1C testini hatalı hale getirebilecek belirli koşullarınız varsa - örneğin hamileyseniz veya yaygın olmayan bir hemoglobin formunuz varsa (hemoglobin varyantı olarak bilinir) — doktorunuz şeker hastalığını teşhis etmek için aşağıdaki testleri kullanabilir:

Rastgele kan şekeri testi. Rastgele bir zamanda bir kan örneği alınacaktır. En son ne zaman yemek yediğinize bakılmaksızın, desilitre başına 200 miligram (mg/dL) - litre başına 11,1 milimol (mmol/L) veya daha yüksek bir kan şekeri seviyesi diyabeti gösterir. Açlık kan şekeri testi. Bir gecelik açlıktan sonra sizden bir kan örneği alınacaktır. 100 mg/dL'den (5,6 mmol/L) düşük bir açlık kan şekeri seviyesi normaldir. 100 ila 125 mg/dL (5,6 ila 6,9 mmol/L) arasında açlık kan şekeri seviyesi prediyabet olarak kabul edilir. İki ayrı testte sonuç 126 mg/dL (7 mmol/L) veya daha yüksekse diyabetiniz var demektir. Oral glikoz tolerans testi. Bu test için gece boyunca aç kalırsınız ve açlık kan şekeri seviyesi ölçülür. Ardından şekerli bir sıvı içersiniz ve sonraki iki saat boyunca kan şekeri seviyeleri periyodik olarak test edilir. 140 mg/dL'den (7.8 mmol/L) düşük bir kan şekeri seviyesi normaldir. İki saat sonra 200 mg/dL'den (11.1 mmol/L) fazla çıkan sonuç ise diyabeti gösterir. 140 ve 199 mg/dL (7,8 mmol/L ve 11,0 mmol/L) arasındaki bir sonuç prediyabete işaret eder.

Tip 1 diyabetten şüpheleniliyorsa, vücutta mevcut glikozu (ketonlar) kullanmak için yeterli insülin olmadığı için kas ve yağ dokusu enerji için kullanıldığında üretilen bir yan ürünün varlığını araştırmak amacıyla idrarınız test edilecektir. Doktorunuz ayrıca otoantikor adı verilen tip 1 diyabetle ilişkili yıkıcı bağışıklık sistemi hücrelerine sahip olup olmadığınızı görmek için bir test yapacaktır.

Gestasyonel diyabet için testler

Doktorunuz muhtemelen hamileliğinizin erken dönemlerinde gestasyonel diyabet açısından risk faktörlerinizi değerlendirecektir:

Gestasyonel diyabet riskiniz yüksekse – örneğin, hamileliğinizin başlangıcında obezseniz, önceki bir hamilelik sırasında gestasyonel diyabetiniz varsa, veya diyabetli bir anneniz, babanız, kardeşiniz veya çocuğunuz varsa doktorunuz ilk doğum öncesi ziyaretinizde diyabet testi yapabilir. Ortalama gestasyonel diyabet riski altındaysanız, muhtemelen ikinci üç aylık döneminizde - tipik olarak 24 ila 28. gebelik haftaları arasında - gestasyonel diyabet için bir tarama testi gerçekleştirilir. Diyabet Tedavisi

Hangi tip diyabetiniz olduğuna bağlı olarak, kan şekeri takibi, insülin ve ağızdan alınan ilaçlar veya bu ilaçların kombinasyonu tedavinizde kullanılabilir. Sağlıklı bir diyet, sağlıklı kilonuzu korumak ve düzenli egzersiz yapmak da diyabetin yönetiminde önemli faktörlerdir.

Tüm diyabet türleri için kullanılan tedaviler

Diyabeti hastalığı ile başa çıkmanın en önemli yolu, sağlıklı bir diyet ve egzersiz planıyla sağlıklı kiloyu korumaktır:

Sağlıklı beslenme. Popüler algının aksine, spesifik bir diyabet diyeti yoktur. Diyetinizi daha fazla meyve, sebze, yağsız protein ve kepekli tahıllar (beslenme ve lif bakımından yüksek, yağ ve kalorisi düşük gıdalar) üzerine odaklamanız ve doymuş yağları, rafine karbonhidratları ve tatlıları azaltmanız gerekecek. Yine de neyi ve ne kadar tüketeceğinizi planlamak zor olabilir. Bir diyetisyen, sağlık hedeflerinize, yiyecek tercihlerinize ve yaşam tarzınıza uygun bir yemek planı oluşturmanıza yardımcı olabilir. Fiziksel aktivite. Herkesin düzenli egzersiz yapmaya ihtiyacı vardır. Egzersiz, şekeri enerji üretimi için kullanılacağı hücrelerinize taşıyarak kan şekeri seviyenizi düşürür. Egzersiz ayrıca insüline duyarlılığınızı artırır, bu da vücudunuzun şekeri hücrelerinize taşımak için daha az insüline ihtiyaç duyacağı anlamına gelir. Doktorunuzun ile egzersiz yapıp yapamayacağınız hakkında konuşun. Ardından yürüyüş, yüzme veya bisiklete binme gibi hoşunuza giden aktiviteleri seçin. En önemli şey, fiziksel aktiviteyi günlük rutininizin bir parçası haline getirmektir. Haftanın çoğu günü en az 30 dakika aerobik egzersizi veya haftada en az 150 dakika orta düzeyde fiziksel aktiviteyi hedefleyin. Aktivite nöbetleri günde üç kez 10 dakika kadar da sürebilir. Bir süredir aktif değilseniz, yavaş zorlukda başlayın ve seviyeyi kademeli olarak artırın. Ayrıca çok uzun süre oturmaktan kaçının. Tip 1 ve tip 2 diyabetin tedavisi

Tip 1 diyabet tedavisi, insülin enjeksiyonlarını veya bir insülin pompasının kullanımını, sık kan şekeri kontrollerini ve karbonhidrat sayımını içerir. Tip 2 diyabet tedavisi ise öncelikle yaşam tarzı değişiklikleri, kan şekerinizin izlenmesi ve diyabet ilaçları, insülin veya her ikisinin birlikte kullanımını içerir.

Kan şekerinizin izlenmesi. Tedavi planınıza bağlı olarak, kan şekerinizi günde dört defaya kadar veya insülin alıyorsanız daha sık olarak kontrol edebilir ve kaydedebilirsiniz. Kan şekeri seviyenizin hedef aralığınız içinde kaldığından emin olmanın tek yolu dikkatli izlemedir. Kan şekeri seviyenizi dikkatli bir şekilde takip etseniz bile, kan şekeri seviyeleri bazen öngörülemeyen bir şekilde değişebilir. Diyabet tedavi ekibinizin yardımıyla, kan şekeri seviyenizin gıda, fiziksel aktivite, ilaç, hastalık, alkol, stres ve kadınlarda hormon seviyelerindeki dalgalanmalara tepki olarak nasıl değiştiğini öğreneceksiniz. Günlük kan şekeri takibine ek olarak, doktorunuz muhtemelen son iki ila üç aydaki ortalama kan şekeri seviyenizi ölçmek için düzenli A1C testi önerecektir. Tekrarlanan günlük kan şekeri testleri ile karşılaştırıldığında, A1C testi diyabet tedavi planınızın genel olarak ne kadar iyi çalıştığını daha iyi gösterir. Yüksek bir A1C seviyesi, oral ilaç, insülin rejimi veya yemek planınızda bir değişiklik ihtiyacını işaret edebilir. Hedef A1C seviyesi hedefiniz yaşınıza ve sahip olabileceğiniz diğer tıbbi durumlar gibi çeşitli diğer faktörlere bağlı olarak değişebilir. Bununla birlikte, diyabetli çoğu insan için %7'nin altında bir A1C seviyesi önermektedir. İnsülin. Tip 1 diyabetli kişiler hayatta kalmak için insülin tedavisine ihtiyaç duyarlar. Tip 2 diyabetli veya gestasyonel diyabetli birçok kişinin de insülin tedavisine ihtiyacı vardır. Kısa etkili (düzenli insülin), hızlı etkili insülin, uzun etkili insülin ve ara seçenekler dahil olmak üzere birçok insülin türü mevcuttur. İhtiyaçlarınıza bağlı olarak, doktorunuz gündüz ve gece boyunca kullanmak üzere insülin türlerinin bir karışımını reçete edebilir. Mide enzimleri insülinin etkisine müdahale ettiğinden insülin kan şekerini düşürmek için ağızdan alınamaz. Genellikle insülin, ince bir iğne, şırınga ya da büyük bir tükenmez kaleme benzeyen bir insülin kalemi kullanılarak enjekte edilir. Bir insülin pompasının kullanımı da bir seçenek olabilir. Pompa, vücudunuzun dışına takılan küçük bir cep telefonu boyutunda bir cihazdır. Bir tüp, insülin rezervuarını karnınızın derisinin altına yerleştirilen bir katetere bağlar. Ağızdan alınabilen ilaçlar ve diğer ilaçlar. Bazen başka oral veya enjekte edilen ilaçlar da reçete edilir. Bazı diyabet ilaçları pankreasınızı daha fazla insülin üretmesi için uyarır. Diğerleri ise karaciğerinizden glikoz üretimini ve salınımını engeller, bu da şekeri hücrelerinize taşımak için daha az insüline ihtiyacınız olacağı anlamına gelir. SGLT2 inhibitörleri olarak adlandırılan başka bir ilaç sınıfı kullanılabilir. Böbreklerin şekeri kana geri emmesini önleyerek çalışırlar. Bunun yerine, şeker idrarla atılır. Transplantasyon. Tip 1 diyabetli bazı kişilerde pankreas nakli bir tedavi seçeneği olabilir. Başarılı bir pankreas nakli sonrasında artık insülin tedavisine ihtiyacınız olmayacaktır. Ancak nakiller her zaman başarılı olmaz ve bu prosedürler ciddi riskler taşır. Organ reddini önlemek için ömür boyu bağışıklık baskılayıcı ilaç kullanmaya ihtiyacınız olacaktır. Bu ilaçların ciddi yan etkileri olabilir, bu nedenle nakiller genellikle diyabeti kontrol edilemeyen veya böbrek nakline ihtiyaç duyan kişiler için yapılır. Bariatrik cerrahi. Özellikle tip 2 diyabet tedavisi olarak düşünülmese de, obez olan ve vücut kitle indeksi 35'in üzerinde olan tip 2 diyabetli kişiler bu tip ameliyatlardan yararlanabilir. Gastrik bypass geçiren insanlarda kan şekeri seviyelerinde önemli gelişmeler görülmektedir. Bununla birlikte, bu prosedürün tip 2 diyabet için uzun vadeli riskleri ve faydaları henüz bilinmemektedir. Gestasyonel diyabet tedavisi

Kan şekeri seviyenizi kontrol etmek, bebeğinizi sağlıklı tutmak ve doğum sırasında oluşabilecek komplikasyonları önlemek için çok önemlidir. Sağlıklı bir diyet ve egzersiz yapmanın yanı sıra, tedavi planınız kan şekerinizi izlemeyi ve bazı durumlarda insülin veya oral ilaçlar kullanmayı içerebilir.

Doktorunuz ayrıca doğum sırasında da kan şekeri seviyenizi izleyecektir. Kan şekeriniz yükselirse, bebeğiniz doğumdan hemen sonra kan şekerinin düşmesine neden olabilecek yüksek düzeyde insülin salgılayabilir.

Prediyabet tedavisi

Prediyabetiniz varsa, sağlıklı yaşam tarzı seçimleri kan şekeri seviyenizi normale döndürmenize veya en azından tip 2 diyabette görülen seviyelere yükselmesini engellemenize yardımcı olabilir. Egzersiz ve sağlıklı beslenme yoluyla sağlıklı bir kiloyu korumanız size yardımcı olabilir. Haftada en az 150 dakika egzersiz yapmak tip 2 diyabeti önleyebilir veya geciktirebilir.

Diğer durumlarda, kolesterolü kontrol eden ilaçlar - özellikle statinler - ve yüksek tansiyon ilaçları gereklidir. Yüksek risk altındaysanız, doktorunuz kardiyovasküler hastalığı önlemeye yardımcı olmak için düşük doz aspirin tedavisi reçete edebilir. Bununla birlikte, sağlıklı yaşam tarzı seçimleri tedavide anahtar rolü oynamaya devam ediyor.

Diyabet Hastalarında Tehlike Belirteçleri

Kan şekerinizi pek çok faktör etkileyebileceğinden, bazen acil bakım gerektiren sorunlar ortaya çıkabilir, örneğin:

Yüksek kan şekeri (hiperglisemi). Kan şekeri seviyeniz, çok fazla yemek yemek, hasta olmak veya yeterince glikoz düşürücü ilaç almamak gibi birçok nedenden dolayı yükselebilir. Kan şekeri seviyenizi doktorunuzun belirttiği şekilde kontrol edin ve yüksek kan şekerinin sık idrara çıkma, artan susuzluk, ağız kuruluğu, bulanık görme, yorgunluk ve mide bulantısı gibi belirti ve semptomlarını izleyin. Hipergliseminiz varsa yemek planınızı, ilaçlarınızı veya her ikisini birlikte düzenlemeniz gerekir. İdrarınızda artan ketonlar (diyabetik ketoasidoz). Hücreleriniz enerjiye açsa, vücudunuz yağları parçalamaya başlayabilir. Bu, ketonlar olarak bilinen toksik asitler üretir. İştahsızlık, halsizlik, kusma, ateş, mide ağrısı ve tatlı, meyve gibi kokan nefes gibi belirtilere dikkat edin. Reçetesiz satılan bir keton test kiti ile idrarınızda fazla keton olup olmadığını kontrol edebilirsiniz. İdrarınızda fazla keton varsa, hemen doktorunuza danışın veya acil yardım isteyin. Bu durum tip 1 diyabetli kişilerde daha sık görülür. Hiperglisemik hiperosmolar nonketotik sendrom. Bu yaşamı tehdit eden durumun belirti ve semptomları arasında 600 mg/dL (33,3 mmol/L) üzerinde kan şekeri, ağız kuruluğu, aşırı susama, ateş, uyuşukluk, kafa karışıklığı, görme kaybı ve halüsinasyonlar yer alır. Hiperosmolar sendroma, kanı kalın hale getiren gök yüksek kan şekeri neden olur. Tip 2 diyabetli kişilerde görülür. Bu durumun belirtileri varsa doktorunuzu arayın veya derhal tıbbi yardım isteyin. Düşük kan şekeri (hipoglisemi). Kan şekeri seviyenizin hedef aralığınızın altına düşmesi, düşük kan şekeri (hipoglisemi) olarak bilinir. İnsülin de dahil olmak üzere kan şekerinizi düşüren ilaçlar alıyorsanız, kan şekeri seviyeniz öğün atlamak ve normalden daha fazla fiziksel aktivite yapmak gibi birçok nedenden dolayı düşebilir. Düşük kan şekeri, pankreasınız tarafından insülin salgılanmasını destekleyen çok fazla insülin veya fazla miktarda glikoz düşürücü ilaç alırsanız da oluşabilir. Kan şekeri seviyenizi düzenli olarak kontrol edin ve terleme, titreme, halsizlik, açlık, baş dönmesi, baş ağrısı, bulanık görme, kalp çarpıntısı, sinirlilik, konuşma bozukluğu, uyuşukluk, kafa karışıklığı, bayılma ve nöbetler gibi düşük kan şekeri belirtileri açısından kendinizi izleyin. Düşük kan şekeri, meyve suyu veya glikoz tabletleri gibi hızla emilen karbonhidratlarla tedavi edilir. Diyabet Tedavisinde Yaşam Tarzı Değişiklikleri ve Dikkat Edilmesi Gerekenler

Diyabet ciddi bir hastalıktır. Diyabetin dikkatli yönetimi, ciddi - hatta yaşamı tehdit eden - komplikasyonların oluşma riskini azaltabilir.

Sağlıklı yiyecekler seçin ve sağlıklı bir kiloyu koruyun. Fazla kiloluysanız, prediyabet veya tip 2 diyabetiniz varsa, vücut ağırlığınızın sadece %5'ini kaybetmek kan şekeri kontrolünüzde fark yaratabilir. Sağlıklı bir diyet, bol miktarda meyve, sebze, yağsız protein, kepekli tahıllar ve baklagiller ile sınırlı miktarda doymuş yağ içeren bir diyettir. Fiziksel aktiviteyi günlük rutininizin bir parçası haline getirin. Düzenli egzersiz, prediyabet ve tip 2 diyabetin önlenmesine yardımcı olabilir ve halihazırda diyabeti olanların daha iyi kan şekeri kontrolü sağlamasına yardımcı olabilir. Haftanın çoğu günü, tempolu yürüyüş gibi en az 30 dakikalık orta dereceli egzersiz önerilir. Haftada en az 150 dakika orta düzeyde aerobik aktivite yapmayı hedefleyin. Uyanıkken en az 30 dakikada bir ayağa kalkıp birkaç dakika hareket etmeye çalışın. Diyabet hastası olduğunuzu belli edecek eşyalar taşıyın. Şeker hastalığınız olduğunu söyleyen bir etiket veya bilezik takın. Acil bir durumda kan şekeri düşüklüğü olması durumunda yakınınızda bir glukagon kiti bulundurun ve arkadaşlarınızın ve sevdiklerinizin bunu nasıl kullanacaklarını bildiklerinden emin olun. Yıllık fiziksel ve düzenli göz muayeneleri planlayın. Düzenli diyabet muayeneleriniz, yıllık fizik muayene veya rutin göz muayenelerinin yerini almaz. Fizik muayene sırasında doktorunuz diyabetle ilgili herhangi bir komplikasyon arayacak ve diğer tıbbi sorunları tarayacaktır. Göz doktorunuz retina hasarı, katarakt ve glokom belirtilerini kontrol edecektir. Gereken aşılarınızı yaptırın. Yüksek kan şekeri bağışıklık sisteminizi zayıflatabilir. Her yıl grip aşısı olun. Hastalık Kontrol ve Önleme Merkezleri (CDC), daha önce hepatit B'ye karşı aşılanmadıysanız ve 19 ila 59 yaşları arasında tip 1 veya tip 2 diyabetli bir yetişkinseniz, şu anda hepatit B aşısı yaptırmanızı önermektedir. En son CDC kılavuzları, tip 1 veya tip 2 diyabet teşhisi konulduktan sonra mümkün olan en kısa sürede aşılama yapılmasını önerir. 60 yaşında veya daha büyükseniz, şeker hastalığınız varsa ve daha önce aşı yaptırmadıysanız sizin için uygun olup olmadığı konusunda doktorunuzla konuşun. Ayaklarınıza dikkat edin. Ayaklarınızı her gün ılık suyla yıkayın. Özellikle parmak aralarını nazikçe kurulayın. Ayaklarınızı her gün kabarcık, kesik, yara, kızarıklık veya şişlik açısından kontrol edin. Ağrınız varsa doktorunuza danışın. Tansiyonunuzu ve kolesterolünüzü kontrol altında tutun. Sağlıklı yiyecekler yemek ve düzenli egzersiz yapmak, yüksek tansiyon ve kolesterolü kontrol etmede size yardımcı olabilir. Bazı durumlarda ise ilaç kullanmanız gerekecektir. Dişlerinize iyi bakın. Diyabet sizi daha ciddi diş eti enfeksiyonlarına yatkın hale getirebilir. Günde en az iki kez dişlerinizi fırçalayın. Tip 1 veya tip 2 diyabetiniz varsa, düzenli diş muayeneleri planlayın. Diş etleriniz kanarsa veya kırmızı, şişmiş görünüyorsa hemen diş hekiminize danışın. Sigara içmeyin. Sigara içmek çeşitli diyabet komplikasyonları açısından riskinizi artırır. Diyabetli sigara içenlerin kardiyovasküler hastalıktan ölme olasılığı, diyabetli sigara içmeyenlere göre daha fazladır. Sigarayı bırakmanın veya diğer tütün türlerini kullanmayı bırakmanın yolları hakkında doktorunuzla konuşun. Alkol kullanımını azaltın. Alkol, ne kadar içtiğinize ve aynı anda yemek yemenize bağlı olarak yüksek veya düşük kan şekerine neden olabilir. İçmeyi seçerseniz, kadınlar için günde bir, erkekler için günde iki içkiyi yemekle birlikte tüketin. İçtiğiniz herhangi bir alkolün içerdiği karbonhidrat miktarını günlük karbonhidrat sayımınıza dahil etmeyi unutmayın. Ve yatmadan önce kan şekerinizi kontrol edin. Stresi ciddiye alın. Vücudunuzun uzun süreli strese tepki olarak üretebileceği hormonlar, insülinin düzgün çalışmasını engelleyebilir. Bunun sonucunda kan şekerinizi yükselebilir ve stres seviyeniz artabilir. Gevşeme tekniklerini öğrenin. Ve bol bol, düzenli uyuyun. Diyabet Önlenebilir Mi?

Tip 1 diyabet önlenemez. Bununla birlikte, prediyabet, tip 2 diyabet ve gestasyonel diyabet için sağlıklı yaşam tarzı seçimleri, bu hastalıkları önlemeye yardımcı olabilir:

Sağlıklı yiyecekler tüketin. Yağ ve kalorisi düşük, lif oranı yüksek yiyecekleri seçin. Meyve, sebze ve kepekli tahılları tüketin. . Daha fazla fiziksel aktivite yapın. Haftanın çoğu gününde yaklaşık 30 dakika orta düzeyde aerobik aktiviteyi veya haftada en az 150 dakika orta düzeyde aerobik aktiviteyi hedefleyin. Fazla kilolardan kurtulun. Fazla kiloluysanız, bu kilolarınızı vermeniz diyabet geliştirme riskinizi azaltabilir. Ancak hamilelik sırasında kilo vermeye çalışmayın. Hamilelik sırasında ne kadar kilo almanızın sağlıklı olduğu konusunda doktorunuzla konuşun. Kilonuzu sağlıklı bir aralıkta tutmak için yeme ve egzersiz alışkanlıklarınızda kalıcı değişikliklere odaklanın. Daha sağlıklı bir kalp, daha fazla enerji gibi kilo vermenin faydalarını hatırlayarak kendinizi motive edin. "
Diyabet Nedir, Çeşitleri, Belirtileri ve Tedavi Yöntemleri Nelerdir? Hisar Hospital Intercontinental

Diyabet Nedir, Çeşitleri, Belirtileri ve Tedavi Yöntemleri Nelerdir? Hisar Hospital Intercontinental

Diyabet Nedir, Çeşitleri, Belirtileri ve Tedavi Yöntemleri Nelerdir?

Diyabet, son yıllarda genç yaşlı demeden hemen hemen her yaş grubunda sıklıkla görmeye başladığımız hastalıkların başında geliyor. İşin kötü tarafı, düzenli kontrol altında tutulmaz ve tedavi edilmezse ayak kesilmelerine kadar gidebiliyor. Beraberinde kalp ve damar hastalıkları, obezite gibi birçok sağlık sorununu da tetikliyor.

Diyabet Nedir?

İnsülin hormonu eksikliği ya da göreceli eksikliği sonucunda kan şekerinin vücutta kullanılamaması hali, diyabet olarak isimlendirilir. İnsülin eksikliğinde hücre içerisinde kullanılması gereken kan şekeri olan glikoz kullanılamaz.

Diyabet Latincede ‘sifon’ anlamına gelir. Çünkü diyabetli hastalar, kandaki şeker seviyeleri 250-300 gibi çok yüksek rakamlara ulaştığında idrara çok sık çıkar. Şeker ozmotik bir maddedir, su tutar. Şeker atıldıkça, birlikte su götürdüğü için hasta sürekli su içmek zorunda kalır ve ağız kuruluğu oluşur.

Diyabetin Tipleri Nelerdir?

Birçok diyabet tipi vardır, fakat büyük bölümünü Tip 1 ve Tip 2 diyabet vakaları oluşturur.

Tip 1 Diyabet

Daha çok çocuk ve genç erişkinlerde görülür. İnsülin eksikliği sonucunda özellikle 30 yaşından itibaren hayatın devamı için insülinin dışarıdan (enjeksiyon yoluyla) alınmasının elzem olduğu hastalıktır. Ömür boyu kullanımı gereken insülinin ihmali durumunda, şeker koması ve sonrasında ciddi hayati riskler ortaya çıkabilir.

Tip 2 Diyabet

Toplumda daha sık görülen diyabet tipidir. Son yıllarda bu hastalığın görülme oranı büyük artış göstermiştir. Hareketsizlik, fast food tarzı hazır gıda tüketimi ve düzensiz beslenme, tip 2 diyabette birincil sebeplerdir.

Tip 2 diyabet, tip 1’in aksine, insülin eksikliği değil insülin fazlalığına bağlı olarak ortaya çıkar. Ancak insüline karşı bir direnç görülür, yani vücutta insülin üretimi vardır ancak etki edemez. Doku düzeyinde insülin direnci geliştiği için hap tedavisiyle, ayrıca zaman içinde gerekirse enjeksiyon yoluyla insülin verilerek hastaların kan şekerinin kontrol altına alınması gerekir.

Öte yandan tip 2 diyabet, obezite ile yakın ilişki içindedir ve birçok ciddi rahatsızlığı beraberinde getirir.

Bu hastalıklardan başlıcaları şu şekildedir:

Hipertansiyon Kalp damar hastalıkları Yüksek kolesterol İnme Felç Kanser

Tip 2 diyabet hastalarının çoğu obezdir, ancak bu her tip 2 diyabet hastasının obez olduğu anlamına gelmez. Obez olmayan Tip 2 diyabet hastaları da vardır. Bu hastalık sadece obezlerde değil, genetik kökene de sahip olduğu için normal kilolu kişilerde de görülebilir. Yani beslenme alışkanlıkları, yaşam biçimi, çevresel ve genetik faktörler diyabeti ortaya çıkarabilir.

Diyabetin Belirtileri Nelerdir?

Diyabet hastalığının erken dönem akut bulguları:

Kan şekeri yüksekliği Sıvı kaybı Ağız kuruluğu Sürekli su içme isteği İdrara sık çıkma Normal yemek tüketimine rağmen kilo kaybı Sık geçirilen idrar yolu enfeksiyonları Genital enfeksiyonlar Geçmeyen yaralar Diyabet Hangi Organlarda Hasara Neden Olur?

Diyabet kontrol altına alınmaz ve kronikleşirse birçok organda hasara neden olabilir. Diyabetin hedef aldığı belirli organlar vardır ve en çok hasarı da bunlarda yapar.

Uzun süre kan şekeri yüksek giden hastalarda gözün arka kısmında hasar oluşur ve bu hasar ileride görme kaybına neden olabilir.

Diyaliz hastalarının birçoğunda diyabet ya da hipertansiyon vardır. Bu nedenle kan şekeri kontrolü olmayanlarda böbrek yetmezliğine kadar giden böbrek hasarı olur. Bu hasar çok yavaş ve sinsi ilerlediğinden birçok hasta böbrek hasarının başladığını fark edemez. Diyaliz hastalarının bu konuda tedbirli olmaları ve kontrollerini aksatmamaları gerekir.

Damar hastalıklarına yol açar. Çünkü diyabet kalp damar hastalıkları, kolesterol ve hipertansiyonla bir arada gider. Özellikle kontrolsüz ve uzun süre diyabetiklerde ayak damar hastalıkları ve buna bağlı uzuv kayıpları çok sık görülür. Nontravmatik yani düşme, trafik kazası gibi nedenlere bağlı olmayan ayak ampütasyonlarının (kesilmelerinin) en sık sebebinin diyabet olduğunu söylemek mümkündür.

İlk Etkilediği Organ Hangisidir?

Gözlerde ve ayaklarda görülen hasarlar hastalığın başlangıcında değil, daha çok hastalığın kronikleştiği dönemlerde görülür. Yıllar içinde hastalığın seyri uzadıkça yukarıdaki bulguların ortaya çıkma riski fazlalaşır.

Tip 1 diyabet hastasına 10 yaşında tanı koyulduysa bunun ortaya çıkma süresi 10-15 yıl civarındadır. Tip 2 diyabet hastalarında 60 yaşında tanı koyulduysa ve bu uzun zamandır devam ediyorsa 5-10 yıl sonrasında ortaya çıkar. Erken dönemde bu bulgular ortaya çıkmaz.

Diyabette İnsülin Tedavisi

Sürekli yeni gelişmeler olmakla birlikte kısa etkili, uzun etkili ve hızlı etkili insülin uygulamaları mevcuttur. Kısa ve hızlı etkili insülin uygulamalarında, yemeklerden önce vücuttaki insülin salgısı taklit edilerek kan şekeri yükseltilir.

Uzun etkili insülin uygulamasında vücutta var olan doğal insülin salgısını fizyolojik olarak taklit edebilen bir yapı oluşturulur. Ancak acil durumlarda insülin damardan serum şeklinde verilerek hızlı etki eder hale getirilir.

Bunun dışında, burundan sprey uygulamasıyla insülin takviyesi sağlanabilir. Ancak bu uygulamanın üzerinde hala çalışılmaktadır.

Bir başka tedavi şekli de insülin pompası. Kendi kan şekerini yakından takip edebilecek hastalarda cilt altına yerleştirilen bir insülin pompası yardımıyla, iğne kullanmadan, vücudun ihtiyacı olduğunda insülin ihtiyacını gidermesi sağlanabiliyor. İnfüzyon pompası dediğimiz bir alet yardımıyla pankreasın görevini taklit ederek kan şekeri regüle edilebiliyor ve kişi günlük hayatına rahatlıkla devam edebiliyor.

Diyabette Hiperbarik Oksijen Tedavisi

Hiperbarik Oksijen Tedavisi, %100 oksijen verilen bir medikal uygulama olup, deniz seviyesinde, atmosferik basıncın 2-3 katı (genelde 2.5-2.6 katı) oksijen ile yapılan bir tedavidir. Bir başka deyişle kandaki hemoglobinin dokulara hayatı sürdürecek olan oksijen moleküllerini daha fazla götürebilmesi amacıyla kapalı bir ortamda 2.5 ATA basınç altında oksijen tedavisi uygulanmasına hiperbarik oksijen tedavisi denir.

Hiperbarik oksijen tedavisiyle, özellikle diyabet hastalarının yaralarının daha hızlı iyileşmesini sağlayan oksijen, dokulara daha hızlı ulaşır. Oksijensizlik nedeniyle görevini yapamayan hücreler desteklenmiş olur. Bu yöntem, oksijensiz ortamda üreyen bakterilerin üremesini engeller ve bunların ortama saldığı bazı toksinlerin etkinliğini azaltır. Vücudun savunmasında görevli hücreleri destekler.

Diyabette Günlük Kan Şekeri Ölçümü Nasıl Olmalı?

Kan şekeri değerinin ölçümü için hastanın hap mı insülin mi kullandığı çok önemlidir. Hangi tür insülin kullanılıyorsa buna göre kan şekeri ölçümü sıklığı değişir. Hap kullanan hastalarda daha az insülin kan şekeri takibi yeterli iken, insülin kullanılan hastalarda daha sık kontrol edilmesi gerekir.

Ayakta olan bir kişi söz konusu ise, hap kullanan bir hastanın günde bir aç bir tok ölçüm yapması yeterlidir. Ama günde 2 veya 4 defa insülin kullanılıyorsa, günde bir aç üç tokluk ya da sabah öğle akşam yemeklerden önce açlık kan şekeri ölçülmelidir.

Ölçümlerin zamanı tamamen hastanın doktor ile diyaloğuna göre doktor kontrolünde yapılmalıdır.

Diyabette Ayak Bakımının Önemi

Diyabetik hastaların ayak bakımı muayenelerimizin olmazsa olmazıdır. Her gelen hastanın öncelikle ayaklarını kontrol ederiz. Hiçbir yara yoksa bile en ufak çatlaklar, tırnakların köşeli kesilmesi sonucu gelişen yaralar, kangrene neden olabileceği için sürekli kontrol altında tutulmalıdır.

Dolayısıyla uzun süredir diyabet hastası olanların mutlaka ayak muayenesi yaptırması, ya kendilerinin ya da kendilerinde görme kayıpları varsa yakınlarının aynayla ayaklarını kontrol etmeleri gerekir.

Ayakta görülen çatlaklar vazelin ya da zeytinyağıyla mutlaka yumuşatılmalıdır. Ayrıca diyabetik hastalar ayaklarını kesinlikle sıcak veya soğuk suyla yıkamamalı, daima ılık suyla temas etmelidirler. Bunun temel nedeni sıcak ya da soğuk ayağı yakarsa hastanın fark etmeme ihtimalinin yüksek olmasıdır.

Yaşanan sinir hasarından dolayı hissizlik söz konusudur. Diyabetik hastalar üşüdüklerinde ayaklarını sobaya dayarlar ve yanabilirler. Ama hasta bunu fark etmez ve yanan ayak sonra ülsere dönüşür. Ayak ülserleri kemiğe kadar ulaşarak ciddi enfeksiyonlara ve uzuv kayıplarına yol açabilir. Onun için ayak bakımı ve kontrolü diyabetiklerde çok önemlidir.

Diyabetten Korunmak İçin Beslenme Nasıl Olmalı?

Tek bir gıda ya da gıda türü tek başına diyabetten korumaz. Ancak sağlıklı beslenme alışkanlığı edinilirse diyabetten korunmak mümkündür.

Doymamış yağlardan zengin gıdalar, kontrollü kırmızı et tüketimi, beyaz et ağırlıklı beslenme, bol sebze ve meyve tüketimi, düzenli egzersiz yapmak ve sigaradan uzak durmak kişiyi pek çok hastalıktan olduğu gibi diyabetten de uzak tutabilir.

Öte yandan uzak durulması gereken besinler ise şu şekildedir:

Tereyağı Margarin Kırmızı et Yağlı yemek Kızartma gibi doymuş yağlardan zengin besinler Diyabete Karşı Bedensel Aktivite

Temel prensibin aktif yaşam olduğu diyabette her türlü egzersiz yapılabilir. Ancak egzersizin birden bire değil, düzenli yapılması çok önemli. Asansör yerine merdiven kullanmak, arabayı gideceğiniz yerden daha uzağa park ederek yürümek, aracı az kullanmak, günlük 30-40 dakika, olmuyorsa haftada en az 150 dakika egzersiz yapmak gerekli.

Diyabetten Korunmak İçin Öneriler Düzenli egzersizler yapın, bedensel aktivitelerinizi günü birlik uygulayın. Günde ortalama 30-40 dakikanızı bedensel aktiviteye ayırın. Sağlıklı beslenme şeklini yaşam tarzı edininin, bol sebze meyve tüketin. Kırmızı et tüketimini kontrollü, beyaz et tüketimini düzenli hale getirin. Fast food, kızartma ve yağlı yiyeceklerden uzak durun. Kan şekeri ölçümlerinizi ve doktor kontrollerinizi ihmal etmeyin. Yaşam tarzınızı durağan değil aktif hale getirin, hareketsiz kalmayın. "
Tanı & Tedavi | Türk Diyabet Cemiyeti

Tanı & Tedavi | Türk Diyabet Cemiyeti

Diyabet: Tanı, Belirti ve Tedavisi

Kilometre Taşlarımız Faaliyet Raporları Dernek Tüzüğü Diyabet Yaz Kampı Dünya Diyabet Günü Diyabet Hasta Okulu Tıbbi Cihaz Satış Merkezi Diyabet Dergisi Atölye ve Satış Platformu Diyabet Nedir? Tip 1 Diyabet Tip 2 Diyabet Gestasyonel Diyabet Çocuk, ergen ve gençler Spor Cinsel Sağlık Cilt Sağlığı Ayak Sağlığı Brittle (Oynak) Diyabet Belirtiler Tanı & Tedavi Komplikasyonlar Korunma Diyabet Sözlüğü Gebelik Göz Sağlığı Diyabet ve Psikolojik Sağlık Kan Şekeri Beslenme Karbonhidrat Sayımı Diyabet ve Ramazan Diyabet ve Seyahat Tıbbi Atık Nedir? Sizden Gelen Sorular İnsülin İnsülin Pompası Hızlı Erişim Tanı & Tedavi

Diyabetlilerin yaklaşık yarısı diyabet hastası olduklarının farkında değildir. Yapılan taramalar bize bu sonucu göstermiştir. Öyleyse diyabet her zaman ciddi belirtiler vermeyebilir ve biz onunla uzun yıllar kan şekeri yüksekken yaşıyor olabiliriz. Dolayısıyla eğer diyabet açısından risk faktörlerine sahipsek mutlaka kan şekerimizi düzenli olarak ölçtürmeliyiz.

Twitter'da Paylaş Facebook'da Paylaş Linkedin'de Paylaş Sizin İçin Seçtiklerimiz

Diyabet ve Obezite Farkındalık Merkezi (DOFEM)

Diyabet ve Spor

Çocuk, Ergen ve Gençlerde Diyabet

"
Mesane Kanseri: Nedenleri, Belirtileri, Tanı ve Tedavisi - Özel Esencan Hastanesi

Mesane Kanseri: Nedenleri, Belirtileri, Tanı ve Tedavisi - Özel Esencan Hastanesi

Mesane Kanseri: Nedenleri, Belirtileri, Tanı ve Tedavisi

İdrarı toplayan mesanenin, bir diğer adıyla idrar kesesinin, iç kısmını oluşturan mukozadaki ürotelyal hücrelerin, çevresel ve genetik faktörler sebebiyle anormal şekilde büyümesiyle veya kontrol dışı bir biçimde çoğalmasıyla ortaya çıkan sağlık sorunu mesane kanseri olarak adlandırılır. Bu kanser türü, mesane tümörü ile beraber ortaya çıkar. Bununla birlikte, idrar kesesinde kanser olmayan iyi huylu tümörlerin oluşması da olasıdır.

Birden çok türü olan mesane kanseri, idrar kesesi duvarına yakınlığına, hücrenin büyüme şekline ve aldığı biçime göre çeşitlendirilir.

Mesane Kanserinin Nedenleri

Pek çok kanser türü gibi mesane kanserinin de kesin nedeni bilinmemektedir. Bunun yanı sıra, kanserin oluşumunu tetikleyen bazı risk faktörleri bulunur. Bu faktörlerin en güçlüsü elbette ki sigara/tütün ürünleri kullanımıdır. Pasif içliliğin de riski artırdığı bilinmekle beraber, sigara/tütün ürünleri kullanan kimselerin mesane kanserine yakalanma olasılığı, kullanmayan kişilere göre 4 -7 kat fazladır.

Tütün mamulleri haricinde, besin tercihinin sağlıklı bir şekilde yapılmaması da bir başka risk faktörüdür. Yağ ve şeker bakımından zengin olan, içerisinde bol miktarda katkı maddesi barındıran besinlerin sıklıkla tüketimi ile vücuda yeterli oranda sıvı alınmaması bu hastalığa yol açabilir.

Yaş ve cinsiyet de mesane kanseri için belirleyicidir. İlerleyen yaşlarda, özellikle 50 yaş ve üzerinde sık görülen bu kanser türünün, erkeklerde gelişme olasılığı kadınlara göre 3 – 4 kat fazladır.

Bunların haricinde, yaşam boyu maruz kalınan kimyasal maddeler (özellikle sanayi tipi) riski artırmaktadır. Son olarak, ailede mesane kanseri öyküsü bulunması, bir başka ciddi riski faktörü olarak kabul edilir.

Mesane Kanseri Belirtileri

Mesane kanserinin en önemli belirtisi, tıp dilinde hematüri olarak adlandırılan, idrarda kan görülmesi durumudur. Kanama genellikle hastanın fark edemediği ölçüde sancısız bir şekilde gerçekleşir ve daha çok kan pıhtıları şeklinde ortaya çıkar. Bununla birlikte, kanamanın yalnızca mikroskop yardımıyla fark edilebileceği durumlar da vardır.

Diğer belirtilerin birçoğu ise böbrek taşı ve idrar yolu iltihabı belirtilerine benzerdir: Ağrılı ve sık idrara çıkma, idrar kesesinin boşaltımı sırasında acı hissi, kan pıhtısı sebebiyle idrar yapamama, karında ve sırtta ağrı, iştahsızlık ve kilo kaybı.

Mesane kanseri ile böbreklere ilişkin şikâyetlerin benzer olması sebebiyle sorunun asıl kaynağını bulmak için bir uzmana başvurmak şarttır.

Mesane Kanseri Nasıl Teşhis Edilir?

Mesane kanseri çeşitli tıbbi görüntüleme cihazlarının yardımıyla teşhis edilir.

İdrarda kan bulunması veya benzer bir şikâyetle bir üroloji uzmana başvurulduğunda, öncelikle kanamanın nedeni belirlenmeye çalışılır. Bu noktada en geçerli ve başarılı yöntem, sistoskopidir. Sistoskopi, idrar kesesinin içine optik cihazlar ile bakılması prensibine dayanır ve şüpheli dokudan örnek alınmasına (biyopsi) imkân verir.

Tanı ve teşhis aşamasında kullanılan diğer görüntüleme teknikleri ise şunlardır: Ultrasonografi (USG), Bilgisayarlı Tomografi (BT ürogram), Göğüs röntgeni, İntravenöz Pyelogram (IVP), Retrograd Pyelogram, MR (Manyetik Rezonans) ve PET CT Taraması.

Bunlarla beraber, idrarı kontrol etmek için idrar tahlili yapılabilir, gerekir ise idrar sitolojisi (idrarın mikroskop altında incelenmesi) gerçekleştirilir. Tümörün varlığından şüphelenildiği durumda, idrar tümör marker testleri ile kanda bulunan maddeler incelenerek kansere ilişkin bir bulgu olup olmadığına bakılır.

Kanser tanısı konulduğunda ise hastanın hangi evrede olduğunun incelemesi yapılır. Bu noktada, kanserli tümörün lenf bezlerine yayılıp yayılmadığı, akciğer ve karaciğer başta olmak üzere vücuttaki diğer organlara metastaz yapıp yapmadığı ve idrar kesesi duvarındaki derinliği ve derecesi belirleyicidir.

Mesane Kanserinin Tedavisi

Mesane kanserinin tedavisi cerrahidir. Fakat hangi cerrahi yöntemin kullanılacağına, üroloji uzmanı tarafından, kanserin türü ve derecesinin değerlendirilmesi neticesinde karar verilir. Bu aşamada, hastanın yaşı ve genel sağlık durumu da oldukça belirleyicidir.

Tedavide yaygın olarak kullanılan cerrahi operasyon türleri aşağıdaki gibidir:

Radikal Sistektomi: Kanserli tümör ile beraber mesanenin büyük bir kısmının çıkarıldığı işlemdir. Radikal sistektomi laparoskopik veya robotik olarak gerçekleştirilebilir. Transüretral Rezeksiyon: İdrar yolunun uç kısmında bulunan doğal delikten endoskop ile girilerek ve elektrik akımı kullanılarak kanserli dokunun vücuttan çıkarılmasıdır. TUR ameliyatı olarak da bilinen bu işlemin ardından, 1 – 2 hafta içinde günlük hayata dönmek mümkündür. Parsiyel & Segmental Sistektomi: Mesanenin, zarar görmüş kısmının çıkarılması işlemidir. Bu yöntem, diğer işlemlerle karşılaştırıldığında sık kullanılmamaktadır. Neobladder Rekonstrüksiyonu: Radikal sistektomi ertesinde, bağırsağın bir kısmından yeni bir mesane oluşturulması uygulamasıdır. Cerrahi Operasyon Sonrası

Mesane kanserinin tedavisinde hangi cerrahi yöntem kullanılmış olursa olsun, operasyon sonrası süreçte takip elzemdir. Tüm kanser tedavilerinde olduğu gibi, takip iyileşme sürecinin bir önemli bir parçasıdır. Özellikle operasyonu takip eden ilk 3 ay kontroller aksatılmamalı, bu sürecin ardından 2 yıl boyunca hekimin tavsiye ettiği aralıklarla sağlık merkezlerine başvuru yapılmalıdır. Ayrıca, takip sürecinde gerekli görülür ise, BT, MR, ultrason, PET CT gibi görüntüleme tekniklerinden faydalanılabilir.

Hangi cerrahi yöntemin kullanıldığına bağlı olarak hastanede kalma süresi değişiklik gösterebilir. Hastaneden çıkış sağlandıktan sonra, 1 haftanın ardından, hekim aksini önermedikçe duş almak mümkündür.

Bazı durumlarda mesane kanseri ameliyatının ardından 2 – 3 gün boyunca ağızdan yiyecek alınmaması gerekebilir. Bu sürecin bitiminde, yumuşak gıdalar ile beslenme sağlanabilir. Tam iyileşme gerçekleşene kadar çok yağlı, tuzlu ve şekerli gıdaların tüketiminden kaçınmak önemlidir.

Ameliyatın ardından birtakım hareketlerin de sınırlandırılması gerekebilir. Çömelme ve bağdaş kurma gibi fiziksel açıdan zorlayıcı hareketlerden uzak durmak ve alaturka tuvalet kullanmak önerilmez.

Yaklaşık 1 aylık bir süre içinde normal hayata dönmek mümkündür.

"
Lenf Kanseri (Lenfoma) Nedir? Belirtileri ve Tedavisi Nasıldır? Özel Esencan Hastanesi

Lenf Kanseri (Lenfoma) Nedir? Belirtileri ve Tedavisi Nasıldır? Özel Esencan Hastanesi

Lenf Kanseri (Lenfoma) Nedir? Belirtileri ve Tedavisi Nasıldır?

Lenf kanseri ülkemizde ve dünyada sık görülen kanser türlerinden biridir. İlerleyen yaşa bağlı olarak hem kadınlarda hem de erkeklerde daha sık görülen bu kanser, “lenfoma” olarak adlandırılır. Belirtileri ise kişiye göre oldukça değişkenlik gösterebilir. Bazı kişilerde grip olma ve gribin uzun süre geçmemesi şeklinde kendini belli edebilen bu hastalık, bazı kişilerde kuru öksürük ve tıkanma şeklinde belirti gösterebilir. Özellikle bademciklerden sadece birinin şişmesi, tipik bir lenfoma belirtisi olabilir. Lanfoma belirtilerine az sonra daha detaylı değineceğiz.

Lenfoma geçtiğimiz son 10 yıla nazaran, günümüzde çok daha sık görülüyor. Ancak buna karşın tedavisinde de çok daha başarılı sonuçlar elde edilebiliyor. Pek çok farklı türü olan lenfoma tedavisinde başarı oranı günümüzde % 90 gibi oldukça yüksek bir rakamı yakaladı. Şayet uygulanan tedavi ile kanserden kurtulma mümkün olmadıysa, alternatif yöntemleri denenebiliyor. Bunlardan biri de “akıllı ilaç” adını taşıyan ve sadece vücuttaki kanser hücrelerini hedef aldığından kullanımında ciddi bir sıkıntı olmayan tedavi şeklidir. Ayrıca hastaya kök hücre nakli yapılması da alternatif tedavi seçenekleri arasında yer alıyor.

Lenf Kanseri Lenfoma Nedir?

Bilindiği gibi kan, kemiklerin içerisinde bulunan ilikler tarafından üretilir. Kemik iliğinden kaynaklanan tüm kan kanserlerinde lanfoma ifadesi kullanılır. Lenfoma hastalığı kendi içerisinde iki gruba ayrılır.

Hodgkin lenfoma Non hodgkin lenfoma

Bu iki lenfoma çeşidinin alt türleri bulunur. Hodgkin lenfoma yaklaşık 8, non hodgkin lenfoma ise 50’ye yakın alt türe sahiptir. Non hodgkin lenfomanın alt türleri ile birlikte görülme sıklığı, hodgkin lenfomadan tam 8 kat daha fazla görülür. Tüm bu alt türlerin tedavi şekilleri birbirinden farklıdır. Aynı zamanda hastalarda görülen belirtiler ya da hastaların uygulanan tedaviye nasıl yanıt verdiği de değişkenlik gösterir. Hastaya lenfome tanısının konması ile birlikte, lenfomanın hangi türünün olduğu belirlenir. Bu belirlenmeden tedaviye başlanamaz.

Lenf Kanseri Lenfoma Belirtileri

Genellikle hastalar vücutlarının herhangi bir yerinde bir kitle fark eder ve kliniğe başvurur. Tanı genellikle bu şekilde konuyor olsa da farklı şikayetler ile kliniğe başvuran hasta sayısı da bir hayli fazladır. Daha önce de değindiğimiz gibi lenfomanın pek çok farklı belirtisi olabiliyor. Ancak en çok lenf bezlerinin içerisinde oluşan tümör nedeniyle büyümesi şeklinde kendini belli eder. Söz konusu tümör genellikle boyun bölgesi, koltuk altları, kasık bölgelerinde kendini gösterir. Lenfoma tüm kanser çeşitleri gibi bağışıklık sistemini doğrudan etkiler. Buna bağlı olarak grip benzeri şikayetler ile de kendini belli eder. Hasta gribe yakalandığını düşünür ancak uzun süre geçmesine karşın grip iyileşmeyince kliniğe gider. Bu şekilde tanı da sıklıkla konmaktadır. Aynı zamanda sinüzit, akciğer enfeksiyonu gibi hastalıkların üzün süre geçmemesi de yine lenfoma şüphesini doğurur. Vücutta meydana gelen bir enfeksiyonun 4 hafta geçmesine karşın iyileşmiyor, daha da ağırlaşarak devam ediyor olması halinde de lenfoma şüphesinden söz edilebilir. En sık görülen lenfoma belirtilerini şu şekilde sıralayabiliriz:

Bilekler ve bacaklarda şişme Karında ağrı ve şişlik Geceleri terleme ve buna eşlik eden ateşlenme İştahın azalması ve kilo kaybı Vücudun çeşitli yerlerinde anormal bir kaşıntı hissi Yorgun ve bitkin hissetme Titreme Normalde olmayan acıya benzer fiziksel bir his Nefes darlığı, nefes almada zorluk çekme Bademcik şişmesi, özellikle tek bademciğin şişmesi Baş ağrısı Kronikleşmiş öksürük

Lenfoma belirtilerinde alerjik bir öksürük durumu da ortaya çıkabiliyor. Hatta kişi öksürük ile birlikte astım atakları da yaşayabiliyor. Bu kanser türünün belirtileri, farklı hastalıklarda da ortaya çıkabilen belirti gruplarında yer alır. Örneğin romatizmal hastalıklarda olduğu gibi acı hissi gibi farklı fiziksel hisler görülebilir. Çünkü bu kanser, farklı hastalıkların belirtilerini taklit etme özelliğine sahiptir.

Lenfoma Belirtilerini Ayırt Etme

Kanser çeşitlerinde kişinin vücudunda meydana gelen değişimleri fark edebilmesi ve hastaneye başvurması, erken tanı anlamında büyük önem taşır. Evet, lenfoma belirtileri farklı hastalıkları taklit ediyor olabilir. Ancak yine de hastalar vücutlarındaki bazı değişimleri önemseyerek de erken tanı konmasını sağlayabilir. Lenf bezlerinde şişme olması bazı hastalarda göğüs kafesinde meydana gelebiliyor. Bu da kuru öksürüğe, astım ataklarına sebebiyet verebiliyor.

Aslında lenfoma hastalığında hastaların şikayetleri genellikle vücutta büyüyen bir tümör nedeniyle bazı vücut bölümlerine basınç uygulanması ile ortaya çıkıyor. Karın boşluğunda bir tümör oluştuğunda ve büyümeye başladığında karın ağrısı, mide ya da sindirim sistemi ile ilgili bazı sıkıntılar yaşamak şeklinde bir bulguya sebebiyet verebilir. Doğru beslenme düzenine karşın hastanın sürekli ishal ya da kabız olması, dikkate alınması ve önemsenmesi gereken bir durumdur. Çünkü sebebi lenfoma olabilir.

Ateşlenme, kilo kaybetme, geceleri terleme bu kanserin etkileri arasında yer alır. Kilo kaybına neden olabilecek herhangi bir yaşam değişimi olmamasına karşın kişinin zayıflamaya başlaması, kliniğe başvurması gereken bir durumdur. Bu tür şikayetler ile hastaneye gidildiğinde zaten mevcut bir lezyon olup olmadığına bakılır. İstisnasız herkesin bilmesi gereken husus şudur: lenfoma vücuttaki her dokuyu tutabilen bir hastalıktır. Bu nedenle herhangi bir şikayet meydana geldiğinde herkesin bu belirtiyi önemsemesi ve hastaneye başvurması gerekir. Kişilerin mevcut şikayete ağrının eşlik etmemesini dikkate almamaları gerekir. Çünkü ağrılı belirtiler lenfomanın ilerleyen safhalarında görülür.

Bademcik Şişmesine Dikkat!

Lenfomada bademcik şişmesi çok dikkate alınan bir bulgudur. Bademcik enfeksiyonlarında bademciklerden ikisinin de şişmesi değil, sadece tek bir bademciğin şişmesi, kuvvetli bir lenfoma belirtisidir. Aynı zamanda bademciklerin her ikisinin de şişmesinde, bademciklerde asimetrik bir büyüme olması da yine lenfoma şüphesini doğurur. Bademcikler lenfoid dokular arasında yer alır. Lenfoma bu dokuyu tutabilir ve bademcikte büyümeye neden olabilir. Bu nedenle bademcik büyümesi şikayeti ile kliniğe başvurulduğunda önce hastalara antibiyotik tedavisi uygulanır. Tedavinin ardından 10 gün geçtikten sonra iyileşme beklenir. Şayet iyileşme gerçekleşmez ise bu durumda nedeni araştırılır. Lenf kanseri şüphesi de bu nedenler arasında en güçlü olanıdır.

Lenf Kanseri Neden Olur?

Henüz bu soruya bilimsel ve net bir yanıt verilemiyor. Elbette diğer kanser türlerinde olduğu gibi bazı risk faktörlerinden söz edilebilir. Şimdiye dek yapılan araştırmalarda sigara ve diğer tütün ürünlerinin kullanılması en güçlü risk faktörü olarak belirlendi. Bununla beraber tarım ilaçlarına sıklıkla maruz kalan kişilerde de lenf kanserinin görülme riskinin yüksek olduğu saptandı. Bazı kimyasal maddeler de bu etkiyi gösterebiliyor. Romatizmaya bağlı hastalıkları uzun süre yaşayanlar ve immün yetmezlik gibi durumlarda da lenf kanseri riskinin yükseldiği bilinmektedir. Hepatit C, AIDS, HTLV 1 ve HIV hastalıklarının da beraberinde lenf kanserini getirebildiği bilinmektedir.

Lanfoma Riskini Yükselten Etmenler

Bazı kanser çeşitlerinde yaşam şekli risk faktörü olabiliyor. Ancak lenfoma için bu durum pek belirleyici değil. Çevresel faktörlere bağlı olarak ortaya çıkan bir kanser çeşidi olmadığı biliniyor. Sadece tarım alanınca çalışanlar ve seracılık yapanlar, bazı tarım ilaçlarına daha fazla maruz kaldığından lenf kanseri görülme oranları yükselebiliyor. Zira tarım ve seracılık ile uğraşanların maske ve koruyucu kıyafet olmadan çalışmamaları gerektiğinin sıklıkla altının çizilmesinin nedeni budur. Akıllara gelen soru, tarım ilaçlarının kullandığı sebze ve meyveleri tüketmenin de aynı sonucu doğurup doğurmayacağıdır. Tarım ilacı kullanılması, söz konusu gıdaların tüketilmesi halinde kişide lenf kanseri riskini yükseltmez. Ayrıca boya üretim sektöründe çalışanların da aynı riski taşıdığını da belirtmeliyiz. Pek çok kimyasalın kullanıldığı boya üretim sektöründe mutlaka koruyucu kıyafetler giyilmelidir. Fazla kilo ve obezite de risk faktörünün yükselmesini beraberinde getirir. Fazla kilo ve hareketsiz yaşam sadece lenf kanseri değil, diğer kanser türleri için de bir davetiye niteliği taşır.

Lenf Kanseri Lenfoma Çeşitleri

Kana bağlı olarak ortaya çıkan onlarca farklı kanser türü bulunuyor. Son yıllarda tıp alanında yaşanan gelişmeler, bu kanser türlerinin tedavisinde daha başarılı sonuçlar alınmasını da sağladı. Söz konusu gelişmeler sadece tedavide değil, kan kanseri türlerinin biyolojik özelliklerinin anlaşılmasını da kolaylaştırdığından kanser çeşitleri karakteristik özellikleri ile artık daha net ortaya konabiliyor. Bir yandan kullanılan ilaçlar da geliştirilmeye başlandı. Artık sadece kanser hücrelerini hedef alabilen ilaçlar da üretiliyor. Ancak elbette her kanser çeşidi için bu ilaçların mevcut olduğundan henüz söz edilemiyor. Hematoloji alanında en sık görülen kanser çeşidi lenf kanseridir. Özellikle non hogkin lenfoma tıptaki gelişmeler ile birlikte biyolojisi daha net anlaşılmış bir lenfoma çeşididir. Haliyle günümüzde uygulanan tedavi şekilleri de değişkenlik gösterdi.

Hodgkin Lenfoma

En genel şekliyle açıklayacak olursak, lenf düğümlerinde büyüme olması şeklinde görülen lenf kanseri türüdür. Çoğunlukla geceleri terleme, sıklıkla yüksek ateş olması, kilo kaybetme gibi belirtiler ile kendini gösteriyor olsa da kişiden kişiye yaşanan şikayetler değişebiliyor. Teşhis konduktan sonra hastalığın evresinin tespit edilmesi gerekir. Bunun için de kemik iliği biyopsisi ve bilgisayarlı tomografi tetkiklerinin yapılması istenir.

Tedavisinde başarı oranının gayet yüksek olduğu bu lenfoma türünde hedef kanseri tamamen yok etmektir. Tüm tedavi protokolü bu yönde belirlenir. Alman Hodgkin Lenfoma Çalışma Grubu (GHSG) dünya genelinde kanseri bu türü hakkında en kapsamlı çalışmalara imza atar. Tedavideki başarı oranının yükselmesinde, grubun çalışmalarının önemi büyüktür. Günümüzde kaydedilen son gelişmelere göre, hastaya özel olarak belirlenen risk faktörleri, tedavinin genelinde önemli olabiliyor.

Erken dönemde teşhis konan ve kötü risk faktörü bulunmayan hastalara ışın tedavisi ve ABVD adlı bir kemoterapi yöntemi uygulanır. Hastalığın ilk evreyi geride bırakması halinde ise hem kanseri yok etmek hem de tekrarlamasını önlemek amacıyla farklı bir tedavi uygulanır. Diğerinden daha etkili olan bu tedavi Esccalated BEACOPP protokolü adını taşır. Eğer hastalık kişide tekrarlamış durumda ise bu defa yüksek dozda kemoterapi uygulanır ve otolog kök hücre nakli gerçekleştirilir. Her 3 durumda da uygulanan tedavi % 90 oranında başarıyla sonuçlanır.

Non Hodgkin Lenfoma

Bu lenf kanseri türü kendi içerisinde 3 farklı gruba ayrılır.

İndolen ( yavaş ilerleyen)

En sık görülen alt türleri, folliküler lenfoma, kronik lenfosittik lösemi ve immunositoma olur.

Agresif ( hızlı ilerleyen)

En sık görülen alt türleri, diffuz büyük B hücreli lenfoma, T lenfomaların çoğu ve mantle hücreli lenfoma olur.

Çok agresif ( çok hızlı ilerleyen)

En sık görülen alt türleri,burkitt lenfoma, lenfoblastik B lenfoma ve lenfoblastik T lenfoma olur.

Her 3 grupta da hastalığın seyri ve uygulanan tedavi şekli farklıdır. Hodgkin dışı olarak tabir edilen bu lenf kanseri türü, immünolojik hücre tipi bakımından da 2 farklı grupta değerlendirilir.

B – hücreli T – hücreli

Bu iki grup arasında T – hücreli olan lenf kanseri çeşidi, diğerinden daha hızlı seyir izler. Buna bağlı olarak bu grupta değerlendirilen kanserde çok daha etkili olabilecek bir tedavi şekli tercih edilir. Eski dönemlerde non hodgkin lenfomaların alt türlerinin büyük bölümünde CHOP kemoterapi şekli uygulanırdı. Günümüzde bu tedavi şekli yerine daha etkili olan ve hastaya özel tedavi protokolleri uygulanıyor. Bazı lenf kanseri çeşitlerinde kemoterapiye gerek duyulmadan, kanser hücrelerini hedef alan ilaç kullanımı dahi tercih edilebiliyor. Özellikle mide ya da göz bölgesinde meydana gelen tümör bazlı lenf kanseri çeşitlerinde, erken evre durumunda antibiyotik tedavisi de tercih edilebiliyor.

İndolen Lenfoma (Yavaş İlerleyen)

Bu lenfoma türünde, genellikle hastalığın 3 ya da 4. evresinde tanı konur. Ender durumlarda hastalık ilk evresinde ya da ikinci evresinde teşhis edilebilir. BU durumda ışın tedavisi ile hastalığın yok edilmesi mümkün hale gelebilir. Ancak 3 ya da 4. safhada mutlaka kemoterapi uygulanması gerekir. Bazı hastalarda kemoterapiye gerek duyulmayabilir ve hastalığın seyrinin izlenmesi gerekebilir. Çünkü daha önce yapılan araştırmalar neticesinde tedaviye erken başlamak da doğru olmamaktadır. Tedavide önce ilaç kullanımı ve hemen sonrasında eşlik eden kemoterapi yöntemi de tercih edilebilir. Bu yöntemde amaç tedavinin etkisini arttırmak olur.

Agresif Lenfoma (Hızlı İlerleyen)

Agresif yapıda olan lenfomaların büyük bölümü aslında Diffuz büyük B hücreli lenf kanseri türleridir. Genellikle rituximab ve CHOP kemoterapi şekli uygulanır. T – hücreli olan agresif lenf kanseri çeşitlerinde ise CHOEP protokolü adı verilen kemoterapi metodundan faydalanılır. Elbette prognozun kötü olması da dikkate alınır ve tedavide 6 kür kemoterapi uygulanır. Beklenmeden yüksek doz kemoterapi ve otolog kök hücre nakli tedavilerine geçilir. Ancak hastalığın iyileşme sonrasında da, nüksetme riskine karşın erken tanı amacıyla rutin kontrollerin yapılması gerekir. Eski dönemlerde tedavi başarı oranı düşük olan mantle hücreli lenfoma günümüzde çok daha etkin bir şekilde tedavi edilebiliyor. Hastanın yaşı genç ise ilaç tedavisi uygulanır, ardından kök hücreler toplanır ve yüksek dozda kemoterapi verilerek kök hücre nakli gerçekleştirilir. Yaşı ilerlemiş olan hastalarda ise yaşam süresini uzatmak hedefli olarak kemoterapi ve ardından ilave tedaviler uygulanır.

Çok Agresif Lenfoma (Çok Hızlı İlerleyen)

Bu grupta yer alan lenf kanseri çeşitlerinden en sık görüleni ve aynı zamanda en çok önem verileni, burkitt lenfoma ile lenfoblastik lenfoma çeşitleridir. Çünkü burkitt lenfoma en hızlı ilerleyen kanser çeşidi olma özelliğine sahiptir. Diğerleri ise genç hastalarda sıklıkla görülür. Her ikisinde de tedavi zorlu ve uzun bir süreci gerektirir. Çok sayıda ilaç alımı, lösemi tedavisinde kullanılan güçlü kemoterapiler tedavide gereklidir.

Lenfoma Tedavisi

Tedavi için öncelikle hastalığa kati bir teşhis konulmuş olması gerekir. Kati tanı için hastadan mutlaka biyopsi alınması gerekir. Biyopsi laboratuvar ortamında incelenir ve tanı konabilir. Ancak bu sadece lenf kanseri teşhisinde yeterli olur. Çok sayıda alt türü olan bu kanser tipinde, hastada hangi türün olduğunun belirlenmesi gerekir. Zira tedavi de bu alt türe göre yapılır. Lenf kanserinin alt türlerinin belirlenebilmesi için bir dizi tetkik yapılması gerekir. Ayrıca yeni geliştirilen özel boyama teknikleri gibi metotlar uygulanarak hastalığın alt türü de belirlenir.

Lenf Kanseri Tedavisi İçin Yapılan Genetik Testler

Lenf kanseri türlerinin belirlenebilmesi için bazı genetik testlerin de yapılması gerekebilir. Bu testlerin gerçekleştirilmesi, en uygun tedavinin belirlenmesinde ve uygulanmasında da önemlidir. Aynı zamanda kanserin vücuda yayılma durumu da çeşitli testler ile anlaşılabiliyor. Bu testler arasında en çok tercih edileni PET-CT oluyor. Uygulanan bu tetkik ile kanserin vücuda ayılıp yayılmadığı, hangi bölgelerine yayıldığı ya da hangi bölgelerine yayılma eğilimi içerisinde olduğu tespit edilebiliyor.

Lenf kanseri 4 evrede değerlendirilen bir kanser türüdür. İlk ve ikinci evre “erken dönem” olarak, üç ve dördüncü evre de “ileri” olarak gruplandırılır. Lenf kanseri tanısı konması ve alt türünün belirlenmesinin ardından hastalığın hangi evrede olduğu da tespit edilir. Skorlama tekniği adı verilen bir teknik ile uygulanacak tedaviye hastanın vücudunun vereceği tepki tahmin edilebilir. Skorlama bir puanlama tekniğidir. Şu faktörler bir arada değerlendirilerek bir puanlama yapılır:

Hastanın yaşı Kandaki LDH seviyesi Hastalığın hangi evrede olduğu Hastalığın vücudun başka yerinde tutulumda olup olmadığı

Bunların birlikte değerlendirilmesi ile verilen puan, aynı zamanda hastanın düşük risk grubu ya da yüksek risk grubunda olduğunun anlaşılmasını sağlar. Yüksek risk grubunda olan hastaların hafif tedaviye yanıt verme olasılığı düşük olduğundan daha ağır bir tedavi şekli uygulanır. Dolayısıyla bu puanlama da aslında tedavi şeklinin belirlenmesinde önemli bir araçtır.

Lenfoma Tedavisinde Kemoterapi

Elbette lenf kanserinin tedavilerinde kemoterapi son derece önemli bir yere sahiptir. Lenfomanın türü ve hastanın durumuna bağlı olarak hangi kemoterapi yönteminin uygulanacağına karar verilir. Hastanın yatış yapmasına gerek kalmadan, ayakta tedavi yöntemi ile de ilaç verilmesi mümkün olabilir. Fakat yüksek dozda kemoterapi tedavisi yapılmasında, hastanın durumunun kontrol altında tutulabilmesi için klinikte yatılması gerekir.

Kemoterapi tedavisi genellikle 3 ila 4 hafta aralıklarla yapılır. 6 kür hastalığın yok edilmesi için uygulanması gereken kemoterapi kür sayısıdır. Ancak başarıya ulaşılamaması halinde kür sayısı arttırılabilir. Zira üçüncü kürden sonra hastalığın seyri de takip altına alınır. Mevcut rahatsızlık türlerine göre ilaç tedavileri de uygulanabilir. Hatta ilaç kombinasyonu da tercih edilebilir.

Kemoterapi tedavisinde kullanılan ilaçlar sağlıklı hücrelere de zarar verir. Bu nedenle hastalarda ağırda yara çıkması, saçların dökülmesi, mide ve bağırsak sistemlerinde bozukluklar olması, kilo kaybı ve iştahta belirgin bir azalma gibi komplikasyonlar olabilir. Tüm bunlar kemoterapi tedavisi gören hastalarda beklenen semptomlardır. Bu nedenle tedavi esnasında önlemler de alınarak hastanın en az sıkıntı ile tedavi sürecini tamamlaması hedeflenir. Lenf kanseri tedavisinde kemoterapi ile birlikte ışın tedavisi de uygulanabilir. Genellikle tümörün basıncı nedeniyle sorun yaşayan kişilerde hastayı rahatlatmak amacıyla da radyoterapi uygulanabilir.

İmmünoterapi Tedavide Başarıyı Yükseltiyor!

Lenf kanseri çeşitlerini tedavi etmek amacıyla uygulanan yöntemler arasında immünoterapi de bulunuyor. Monoklonal antikor adı verilen ilaçlar kanser hücresini hedef alacak şekilde geliştirilmiştir. Bu ilaçlar kullanılarak uygulanan immünoterapi tedavisinde, ilaçlar kanser hücresine yapışıyor. Ardından vücudun immün sisteminin harekete geçmesini sağlıyor ve bu sayede kanser hücreleri yok ediliyor. Kemoterapi ile birlikte de uygulanabilen bu tedavi farklı alt türlere göre, farklı ilaçlar kullanılarak uygulanıyor. Tedavide başarı oranını ciddi oranda yükseltiyor.

Lenf Kanseri İlaçları

Lenf kanserinin tedavisinde yaklaşık 20 yılı aşkın bir süredir bazı ilaçlar kullanılır. Tedavide kullanılan ilaçlar, yukarıda değindiğimiz monoklonal antikor özellikte olanlar ile sınırlı değil. Hatta monoklonal antikor olmayan ilaçların da tedavide kullanıldığı bilinir. Ayrıca bazı moleküler de tedavide yer verilen ilaçlar arasında yer alır. Akıllı ilaç olarak değerlendirilen moleküller hedef odaklı olarak vücutta harekete geçiyor. Akıllı ilaçların sağlıklı hücreleri hiç etkilemediğini söyleyemeyiz. Fakat minimum düzeyde sağlıklı hücrelere zarar veren bu moleküller özellikle kanser hücrelerini hedefliyor. Söz konusu ilaçların yan etkileri de mevcut. Ancak kemoterapi tedavisinde kullanılan ilaçlar kadar güçlü yan etkileri yok. Örneğin kemoterapi gören hastalarda ortaya çıkan iştah kaybı, saç dökülmesi, mide bulantısı ya da kusma gibi yan etkiler bu ilaçlarda görülmüyor. Akıllı ilaçların yan etkileri oldukça hafif ve hastalara büyük zorluklar yaşatmıyor.

Lenf Kanserinde En Etkin Tedavi İlik Nakli!

Tedavide kemik iliği nakli ya da kök hücre nakli çok sık kullanılır. Kemik iliği nakli, lenf kanseri tedavisinde en etkin yöntemlerden biridir. Kemik iliği nakli iki çeşittir. Otolog hastanın kendi kök hücrelerinden yapılan ilik naklidir. Allojenik ise bir başkasının kök hücresi kullanılarak gerçekleştirilen nakildir. Her iki nakil farklı amaçlar ile gerçekleştirilir. Genellikle hastalığın tekrarlama riskinin yüksek olması durumunda nakil yapılmasına karar verilir. Ancak öncesinde tedavi uygulanır ve sonrasında nakil gerçekleştirilir. Hastalığın tekrarlanmasını önlemek amacıyla kök hücre nakli de yapılabilir.

Lenfoma Tedavisinde Otolog Kök Hücre Nakli

Lenf kanseri tedavisinde her ne kadar yüksek oranda başarı elde edilmiş ve hastalık yok edilmiş olsa da mikroskobik oranda da olsa kanser hücreleri vücutta kalabiliyor. Tamamen temizlenebilmesi için oldukça yüksek dozlarda kemoterapi tedavisinin uygulanması gerekir. Ancak çok yüksek dozda kemoterapi tedavisi kan hücrelerini yapma görevini üstlenmiş olan kemik iliğini de olumsuz yönde etkiler. Bu nedenle tedaviye başlanmadan önce hastadan kök hücreler toplanır. Özel bir işlem sonrasında bu kök hücreler dondurularak saklanır. Ardından hastaya yüksek dozda kemoterapi uygulanır ve hemen sonrasında da kemik iliği hücreleri hastaya verilir. Yani kemik iliği nakli gerçekleştirilir. Kök hücreler kemik iliğine yerleşerek çoğalır ve kan üretir. Ancak her hastaya otolog nakil yapılamadığı bilinmelidir. Kemik iliğinde de tutulma meydana gelmiş olan hastalarda önce kardeş, ardından anne ve babadan kan örneği alınarak uyum sınaması yapılır. Uyumlu olan örnek bulunamaz ise kemik iliği bankasına başvurulur.

Başkasının Kök Hücresini Vücut Reddedebilir mi?

Tedavide allojenik nakil gerçekleştirildiğinde, bir başkasının kök hücrelerinin nakledilmesi kendi içerisinde olumlu ve olumsuz unsurlar barındırır. Nakil öncesinde yapılan testlerde doku uyumları tam olsa dahi, başkasından yapılan nakilde doku uyuşmazlığı ortaya çıkabilir. Bu durum hastanın hem dokularına hem de organlarına zarar verebilir. Çünkü başkasından alınan kök hücrelerde bulunan savunma hücreleri dokuyu yabancı olarak algılayarak saldırıya geçebiliyor. Bu durum hayati tehlike de doğurabiliyor. Ancak önlem amacıyla hastanın bir süre boyunca, bağışıklık sistemini baskı altına alan ilaçlar kullanması gibi bir yöntem tercih edilebilir. Fakat bu durumda da söz konusu ilaçların yan etkileri hastalara sıkıntılı zamanlar yaşatabilir. Çok titiz bir şekilde dengelenmesi gereken bir nakil şekli olan allojenik nakilde şayet başarı elde edilirse, hastalığın yeniden tekrarlaması riski de bir hali düşüyor.

Lenf Kanserinde Moralin Önemi

Tüm kanser çeşitlerinde hastanın morali, tedavinin başarısında da belirleyici olabilir. Hastaların iyileşeceğine inanması gerekir. Özellikle lenf kanserinde hastanın moralinin yüksek olması ve iyileşeceğine inanması çok daha fazla önemli olabiliyor. Çünkü tedavi aşamasında vücudun kullanılan ilaçlara da olumlu yanıt vermesini sağlayabiliyor. Tedaviye uyum noktasında moralin ve iyileşme inancının son derece önemli olduğu, hasta kadar hasta yakınları tarafından da bilinmelidir.

Lenfoma Yaşam Süresi Ne Kadar?

Lenf kanseri genel olarak “hızlı” ilerleyen ve “yavaş” ilerleyen olmak üzere ikiye ayrılır. Hızlı seyreden lenfoma tahmin edilebileceği gibi oldukça hızlı ortaya çıkarak ilerler. Çünkü lenfomaya neden olan tümör çok hızlı büyür. Kitle oluştuktan sadece birkaç hafta sonrasında dahi kanser hücrelerine neden olabilir. Ancak yavaş seyreden lenfomada durum biraz daha farklıdır. Tümör gayet yavaş büyür. Bu da bazen aylarca bazen de yıllarca sürer. Dolayısıyla lenfoma yaşam süresi de bu doğrultuda değişkenlik gösterir. Hızlı seyreden lenfomada hastalar haftalar içerisinde maalesef kaybedilebilir. Yavaş seyreden lenfoma durumunda hastaların herhangi bir tedaviye alınmaması halinde dahi 20 yıla kadar yaşayabildikleri bilinir. Bu nedenle hızlı ve yavaş seyreden lenf kanseri çeşitlerinde tedavi oldukça farklılaşır. Hızlı seyreden lenf kanseri çeşidi mevcutsa, hastanın kaybedilmemesi için en ağır tedavilere en kısa sürede başlanır. Ancak yavaş seyreden lenf kanserinde hastaya çok yüklenmeden, daha hafif bir tedavi yöntemi uygulanabilir.

"
Kanser Nedir? A life Sağlık Grubu

Kanser Nedir? A life Sağlık Grubu

Kanser

Kanser, vücut hücrelerinin kontrolsüz bir şekilde büyümeye başlaması ve yayılmasıyla karakterize bir grup hastalığı ifade eder. Normal koşullarda hücreler vücut ihtiyaçlarına uygun olarak bölünüp yenilenirler. Ancak kanser, DNA’daki bazı değişiklikler nedeniyle bu hücrelerin normal düzenlenmesini kaybetmelerine ve hızla çoğalmalarına neden olur.

Kanser, çevresel etmenler, genetik faktörler ve yaşam tarzı alışkanlıkları gibi çeşitli nedenlerle ortaya çıkabilir. Kanser türleri farklı organlardan başlayarak vücudun diğer bölgelerine yayılabilir ve metastaz adı verilen bir süreçle diğer organlara yayılabilir.

Kanser türleri farklılık gösterebilir ve tedavi seçenekleri değişebilir. Erken teşhis ve tedavi, kanserlerin başarılı bir şekilde tedavi edilme şansını artırabilir. Kanser tedavisi, cerrahi müdahale, radyasyon tedavisi, kemoterapi, immünoterapi ve hedefe yönelik tedaviler gibi çeşitli yöntemleri içerebilir. Günümüzde kanserle mücadelede büyük ilerlemeler kaydedilmiştir, ancak hala bazı kanser türleri için tamamen etkili tedaviler bulunmamaktadır. Bu nedenle, kanserle mücadelede erken teşhisin ve önleyici sağlık önlemlerinin önemi vurgulanmaktadır.

Kanser Belirtileri Nelerdir ?

Kanser belirtileri, kanserin tipine ve vücutta hangi organın etkilendiğine bağlı olarak değişiklik gösterebilir. Ayrıca, kanserin hangi evrede olduğu da belirtilerin şiddetini etkileyebilir. Bazı yaygın kanser belirtileri şunlardır:

Ani kilo kaybı: İştahınızda bir değişiklik olmamasına rağmen hızla kilo kaybı yaşamak, kanserin belirtilerinden biri olabilir. Yorgunluk ve bitkinlik: Sürekli yorgun hissetmek, halsizlik ve enerji eksikliği kanser belirtisi olabilir. Ağrı: Bazı kanserler, ağrıya neden olabilir. Özellikle kanserin ilerlemesiyle birlikte ağrı şiddetlenebilir. Yutma güçlüğü veya sindirim sorunları: Özellikle yemek borusu veya mide kanserlerinde yutma güçlüğü, ekşime ve sindirim problemleri yaşanabilir. Cilt değişiklikleri: Ciltte yeni veya değişen benler, kabarıklıklar, lekeler veya ciltte döküntüler kanser belirtisi olabilir. Ağız ve dilde lezyonlar: Ağız, dil ve diş etlerinde uzun süre iyileşmeyen yaralar, kanser belirtisi olabilir. Nefes darlığı: Akciğer kanseri gibi bazı kanserler, nefes darlığına neden olabilir. Kanama ve morluklar: Anormal kanama, dışkıda veya idrarda kan, morarmalar ve diğer kanama belirtileri kanserle ilişkili olabilir. Kabızlık veya ishal: Bağırsak kanseri gibi bazı kanserler, bağırsak hareketlerinde değişikliklere neden olabilir. Memede değişiklikler: Memede şişlik, kızarıklık, çekinti veya başka farklılık kanser belirtisi olabilir.

Bu belirtiler kanserle ilgili olabileceğinden, eğer uzun süredir devam eden veya açıklanamayan belirtiler yaşıyorsanız, bir doktora başvurmanız ve muayene olmanız önemlidir. Erken teşhis, kanserle mücadelede büyük önem taşır ve tedavi şansını artırır. Ancak belirti ve semptomların kanserle ilişkili olması, kanseri teşhis edeceği anlamına gelmez, bu nedenle, doktorunuzun tavsiyesine göre gerekli testlerin yapılması gerekmektedir.

Kanser Tedavileri Nelerdir ?

Kanser tedavileri, kanserin tipine, evresine, hastanın genel sağlık durumuna ve diğer faktörlere bağlı olarak çeşitli yöntemler içerebilir. Kanser tedavileri genellikle tek başına veya kombinasyon halinde kullanılır. En yaygın kanser tedavileri şunlardır:

Cerrahi tedavi: Kanserli tümörün çıkarılması için yapılan cerrahi müdahale. Eğer kanserli bölge sınırlıysa ve çevre dokulara yayılmamışsa, cerrahi kanseri tedavi etmek için etkili bir yöntem olabilir. Radyasyon tedavisi: Yüksek enerjili ışınlar kullanılarak kanser hücrelerinin yok edilmesini veya büyümelerinin durdurulmasını sağlar. Radyasyon tedavisi, kanser hücrelerini öldürürken normal hücrelere zarar vermemeye çalışır. Kemoterapi: İlaçlar kullanılarak kanser hücrelerinin yok edilmesini veya büyümelerinin durdurulmasını sağlar. Kemoterapi, vücuttaki kanser hücreleri ile birlikte hızlı bölünen normal hücrelere de etki edebilir. Hormon tedavisi: Bazı kanser türleri, hormonlarla beslenir ve büyür. Hormon tedavisi, bu hormonların etkisini azaltarak kanserin büyümesini kontrol etmeyi amaçlar. Hedefe yönelik tedaviler: Kanser hücrelerinin üzerinde bulunan belirli molekülleri hedef alarak kanser hücrelerinin büyümesini engelleyen veya öldüren ilaçlar kullanır. İmmünoterapi: Bağışıklık sisteminin kanser hücrelerini tanıyıp saldırmasını teşvik eden ilaçlar kullanır. Kök hücre nakli: Yoğun kemoterapi veya radyasyon tedavisi sonrasında hasar gören kemik iliği veya kan hücrelerini yenilemek amacıyla kullanılır.

Tedavi planı, kanserin türüne, evresine, hastanın genel sağlık durumuna ve diğer faktörlere göre belirlenir. Bazı kanser vakalarında birden fazla tedavi yöntemi kullanılabilir. Tedavi sürecinde hastaların yan etkileri ve komplikasyonları da dikkate alınır ve tedavi planı buna göre düzenlenir. Her kanser vakası benzersizdir, bu nedenle tedavi planı her hasta için kişiselleştirilir. Tedaviye ek olarak, kanserle mücadelede erken teşhis ve önleyici sağlık önlemleri de büyük önem taşır. Bu nedenle düzenli tarama ve sağlıklı yaşam tarzı alışkanlıkları da kanserin önlenmesinde ve tedavisinde önemli rol oynar.

Kanser Hangi Bölüm İlgilenir ?

Kanser tanısı veya tedavisi için başvurulacak birkaç farklı tıbbi uzmanlık dalı bulunmaktadır. Hangi bölüme başvurmanız gerektiği, kanserin türüne ve etkilendiği organa göre değişebilir. İşte kanserle ilgili bölümlerden bazıları:

Onkoloji: Onkoloji, kanser hastalığının tanısı, tedavisi ve takibiyle ilgilenen ana bilim dalıdır. Hem tıbbi onkologlar (tıbbi tedavi uzmanları) hem de radyasyon onkologları (radyasyon tedavisi uzmanları) kanser hastalarının tedavisiyle ilgilenir. Radyasyon Onkolojisi: Radyasyon onkologları, kanser tedavisinde radyasyon terapisini planlayan ve uygulayan uzmanlardır. Tıbbi Onkoloji: Tıbbi onkologlar, kemoterapi, hormon tedavisi, hedefe yönelik tedaviler, immünoterapi ve diğer sistemik ilaç tedavilerini yöneten uzmanlardır. Cerrahi Onkoloji: Cerrahi onkologlar, kanserli tümörleri çıkaran cerrahi müdahaleleri gerçekleştiren uzmanlardır. Gastroenteroloji: Sindirim sistemi kanserleri (örneğin mide, bağırsak) gibi sindirim sistemi ile ilgili kanserlerde bu uzmanlık dalına başvurulabilir. Üroloji: Prostat, böbrek, mesane ve testis kanseri gibi ürolojik kanserlerde bu bölüme danışılabilir. Jinekoloji: Rahim, yumurtalık, serviks ve vajen kanseri gibi kadın üreme sistemi kanserlerinde jinekoloji uzmanlarına başvurulabilir. Hematoloji: Kanserle ilişkili bazı kan kanserleri ve lenfoma gibi hastalıkların tedavisinde hematoloji uzmanlarına danışılabilir. Dermatoloji: Cilt kanseri (melanom, bazal hücreli karsinom, skuamöz hücreli karsinom) gibi ciltle ilgili kanserlerde dermatoloji uzmanlarına başvurulabilir. Göğüs Cerrahisi: Akciğer kanseri ve göğüsle ilgili kanserlerde göğüs cerrahisi uzmanlarına danışılabilir.

Kanser tanısı ve tedavisi multidisipliner bir yaklaşım gerektirebilir. Dolayısıyla, birçok kanser merkezi ve hastanesinde bu uzmanlık dalları birlikte çalışarak kanser hastalarına en iyi tedaviyi sunmaya çalışır. Bu nedenle, kanser şüphesi taşıyan ya da kanser teşhisi almış bir kişi, genellikle bir onkoloji merkezine veya uzman hekime yönlendirilir. Kanserle ilgili durumlarda erken teşhis ve uygun tedavi planlaması önemlidir, bu nedenle belirtiler veya risk faktörleri olduğunda uzman bir sağlık profesyoneline başvurmak önemlidir.

Kanser, Kanser araştırmaları, Kanser belirtileri, Kanser Cerrahisi, Kanser evreleri, Kanser hastaları, Kanser immünoterapisi, Kanser kemoterapisi, Kanser metastazı, Kanser nedenleri, Kanser nedir, Kanser önleme, Kanser radyasyon tedavisi, Kanser risk faktörleri, Kanser taraması, Kanser tedavi merkezleri, Kanser tedavisi, Kanser teşhisi, Kanser türleri, Kanser uzmanları
Adenokarsinom Neden Olur? Özel Ortadoğu Hastaneleri

Adenokarsinom Neden Olur? Özel Ortadoğu Hastaneleri

Kanser: Tanı, Belirti ve Tedavisi

Adenokarsinom Neden Olur?

Kanser ile Adenokarsinom Farkı
Hangi Vücut Bölümlerinde Adenokarsinom Görülür?
Görüldüğü Organlara Göre Adenokarsinom Bulguları
Adenokarsinom Neden Olur?
Adenokarsinom Tanısı Nasıl Konulur?
Adenokarsinom İçin Özgün Tedaviler Nelerdir?
Adenokarsinom Tedavisi Sonrası

İnsan vücudu, normal şartlar altında hücrelerin bölünmesi, yaşaması ve ölmesi gibi süreçlere tabidir. Ancak bazı bilinen veya bilinmeyen nedenlerle hücrelerde yapısal bozukluklar meydana gelebilir. Bu bozukluklar, hücrelerin bölünme, büyüme ve ölme döngüsünü bozabilir. Adenokarsinomlar da bu tür bozukluklardan kaynaklanan önemli sağlık problemlerinden biridir. Bu hastalıklar, genetik olarak aktarılabilir ya da kişinin yaşam tarzı sonucunda gelişebilir. Adenokarsinomlar, mukus salgılayan hücrelerin bulunduğu bezsel organlarda (glandular organlar) ortaya çıkar. Vücuttaki homeostazı sağlayan mukus salgısının önemi göz önüne alındığında, adenokarsinomların vücudun çeşitli bölgelerinde etkili olabileceği anlaşılır.

Kanser ile Adenokarsinom Farkı

Adenokarsinomlar, mukus salgılayan hücrelerin aşırı ve hızlı çoğalması sonucu, tümörün organın dışına yayılmasıyla oluşur. Bu tümörler, bazen çevre dokulara ve organlara, hatta başlangıç noktasından çok daha uzak organlara kadar yayılabilir. Hücrelerin kontrolsüz ve hızlı yayılımı metastaz olarak adlandırılır. Adenokarsinomlar, salgı yapan organlarda bulundukları için kanser türlerinden biridir. Yani her kanser adenokarsinom olmasa da, adenokarsinomlar kanser çeşididir.

Hangi Vücut Bölümlerinde Adenokarsinom Görülür?

İnsan vücudunun büyük bir bölümünün sıvı ve dokulardan oluştuğu düşünüldüğünde, salgı üreten hücrelerin sayısının ve öneminin fark edilmesi önemlidir. Adenokarsinom türleri, bu hücrelerin varlığı ve işlevi nedeniyle vücudun farklı organlarında ortaya çıkabilir. Adenokarsinomların en yaygın görüldüğü yerler, yoğun mukus üreten organlar olan meme, pankreas, prostat, akciğer, kolon, ince bağırsak, mide, özofagus (yemek borusu), böbrek ve serviks gibi alanlardır. Bu tür kanserlerin gelişiminde, hücrelerin çoğalma hızı, adenokarsinomun görüldüğü organ, kişinin yaşam tarzı, geçmişteki hastalıkları, genetik özellikler, hastalığın evresi ve risk boyutu gibi faktörler belirleyici rol oynar. Bu çeşitlilik, adenokarsinomun tedavi ve tanı süreçlerinin de karmaşık olabileceğini gösterir.

Kanser, her hastada farklı şekillerde seyredebilir ve herkes için aynı tedavi yöntemi uygun olmayabilir. Farklı organlarda ortaya çıkan adenokarsinomlar, çeşitli belirtilerle kendini gösterebilir. Bu belirtiler, kanserin bulunduğu organa göre farklılık gösterir:

Meme Adenokarsinomu: Memede hissedilen kitle, ciltte kızarıklık ve yangı, memeden süt benzeri sıvı akışı gibi belirtilerle kendini gösterir. Bu tür, meme kanseri vakalarının en yaygın formudur.
Pankreas Adenokarsinomu: Karın ve sırt ağrısı, ateş, mide bulantısı, kusma, kilo kaybı gibi semptomlar görülür. Bu semptomlar genellikle erken evrede fark edilmez.
Prostat Adenokarsinomu: Ereksiyon problemleri, kanlı idrar, sık idrara çıkma ve idrar yapmada güçlük, alt karın ağrısı, boşalma sırasında ağrı gibi belirtilerle ortaya çıkar.
Akciğer Adenokarsinomu: Zor nefes alma, horlama, kanlı balgam, göğüs ağrısı, tat kaybı, ses kısılması, kilo kaybı, kronik öksürük gibi semptomlar görülür.
Kolon ve İnce Bağırsak Adenokarsinomu: Alt karın ağrısı ve gaz, dışkıda kan, tuvalete çıkma düzensizlikleri, uzun süreli ishal veya kabızlık, yorgunluk ve kilo kaybı, kusma, kansızlık, dışkının renginde değişiklik gibi belirtilerle kendini gösterir.
Mide Adenokarsinomu: Göğüs altında şiddetli ağrı, kusma, mide yanması, şişkinlik, yutma zorluğu, hızlı doyma hissi gibi semptomlar görülür.
Özofagus (Yemek Borusu) Adenokarsinomu: Öksürme, horlama, yutma güçlüğü, boğaz ağrısı, öksürük gibi belirtilerle ortaya çıkar.
Böbrek Adenokarsinomu: Yan ve arka karın bölgesinde şişlik, kanlı idrar, sürekli ağrı, kilo kaybı, kansızlık, yüksek ateş gibi semptomlar görülür.
Serviks Adenokarsinomu: Kokulu vajinal akıntı, cinsel ilişki sırasında ve sonrasında anormal kanama, adet düzensizlikleri, menopoz döneminde kanama, sırt ve bacak ağrısı, yorgunluk gibi belirtilerle başlar.

Adenokarsinom Neden Olur?

Adenokarsinom, çeşitli organlarda meydana gelebilecek bir kanser türüdür ve bu türün tetikleyici unsurları birden fazladır. Genel bir yanılgı olarak, her kanser türünün kalıtsal olduğu düşünülse de, bu her zaman doğru değildir. Kalıtsal özellikler kanserin gelişiminde etkili olabilir, ancak bu durum her zaman aileden geçiş anlamına gelmez. Bununla birlikte, adenokarsinom dahil olmak üzere kanserlerin ortaya çıkışında yaşam tarzı önemli bir etkendir. Müsinöz adenokarsinomun en yaygın nedenleri şunlardır:

Sedanter Yaşam Tarzı: Fiziksel aktivitenin az olması, kanser riskini artırabilir.
Obezite: Vücut ağırlığının aşırı olması, kanser riskini yükseltebilir.
Tütün Ürünleri Kullanımı: Sigara ve diğer tütün ürünleri, kansere yol açabilecek maddeler içerir.
Düzensiz ve Kötü İçerikli Beslenme: Sağlıksız beslenme alışkanlıkları, kanser riskini artırabilir.
Aşırı Radyasyona Maruz Kalma: Radyasyon, DNA hasarına yol açarak kanser riskini artırabilir.
Virüs ve Bakteri Enfeksiyonları: Bazı virüs ve bakteriler, kanser riskini artırabilir.
Zararlı Kimyasallara Maruz Kalma: İş veya çevresel koşullar nedeniyle zararlı kimyasallara maruz kalmak, kanser riskini artırabilir.

Adenokarsinom Tanısı Nasıl Konulur?

Organ veya dokuda anormal büyüme, metastazın ilk belirtisi olabilir. Hasta, büyümüş dokuyu hissettiğinde ve belirtileri fark ettiğinde kliniğe başvurur. Bu aşamada, doğru tanı ve tedavi için çeşitli test ve işlemler yapılır. İlk olarak, kan testleri (hemogram), dışkı ve idrar testleri ile hastanın genel sağlık durumu ve laboratuvar değerleri incelenir. Ardından, radyografi, ultrason, manyetik rezonans (MR), bilgisayarlı tomografi (BT), pozitron emisyon tomografisi (PET), mamografi gibi görüntüleme yöntemleri kullanılarak tümörün yeri ve büyüklüğü belirlenir.

Tümörden alınan doku örnekleri, patoloji uzmanları tarafından incelenir. Biyopsi, tümörün histolojik yapısını inceleyerek kesin teşhisi sağlar ve bu adım, teşhis sürecinde çok önemlidir. Biyopsi için kullanılacak yöntemler, örnek alınacak bölgeye göre değişiklik gösterebilir. Özellikle adenokarsinom gibi vücut içi organlarda oluşan kanser türlerinde, küçük kapalı cerrahi işlemler veya endoskopik yöntemler tercih edilir. Örneğin, kolon adenokarsinomu durumunda, alt karından yapılan küçük kesiler veya rektumdan alınan doku örnekleri ile metastazın yayılımı ve türü incelenir.

Bu tetkikler ve incelemeler sonucunda doktorlar, hastalığın tanısını koyar ve uygun tedavi yöntemlerini belirler.

Adenokarsinom İçin Özgün Tedaviler Nelerdir?

Kanser tedavisinde, hastaya özel tedavi yaklaşımları daha etkin sonuçlar sunar. Gelişen teknolojilerle birlikte, her geçen gün tedavi alternatifleri artmaktadır. En yaygın kullanılan tedavi yöntemleri şu şekildedir:

Cerrahi işlem: Tümör kitlesinin operasyonla çıkarılması.
Radyoterapi: Tümörlü dokuyu radyasyon ile tedavi ederek büyümesini durdurma.
Kemoterapi: Metastazı durdurmak için kullanılan ilaç tedavisi.
İmmünoterapi: Hastanın bağışıklık sistemini uyararak tümörün yok edilmesini sağlama.
Her tedavi yöntemi, hastanın durumuna özel olarak ve uygun dozlarda planlanır. Tedavide, sadece tümörlü dokunun hedef alınarak, sağlıklı dokuların zarar görmemesine özen gösterilir.

Adenokarsinom Tedavisi Sonrası

Tedavide, metastaz yapan dokunun yavaşlatılması veya durdurulması esastır. Bazı hastalar, tedavi sonrasında metastaz yapan dokularla yaşamaya devam ederken, bazıları tedaviden tamamen iyileşme gösterebilir. Tüm tedavi sürecinde ve sonrasında hasta yakınlarının ve hekimin desteği büyük önem taşır. Tedavi sırasında kilo ve iştah kaybı, mide bulantısı, kusma, ateş, ağız yaraları, saç dökülmesi gibi yan etkiler meydana gelebilir. Tedavide, metastaz yapan dokunun dışında herhangi bir dokunun zarar görmemesi amaçlanır, ancak bazı yan etkiler kontrol altına alınarak yönetilir.

Adenokarsinom tanısı alan veya şüphesi olan hastalar, uzman hekimlerin yönlendirmesi ve hastane bünyesindeki teknolojik olanaklarla tedavi sürecini başlatabilirler.

"
Beyin kanserine yakalanan onkoloğun kendisini tedavi etmek için çığır açıcı mücadelesi - BBC News Türkçe

Beyin kanserine yakalanan onkoloğun kendisini tedavi etmek için çığır açıcı mücadelesi - BBC News Türkçe

Beyin kanserine yakalanan onkoloğun kendisini tedavi etmek için 'çığır açıcı' mücadelesi

Ekranda eğitimsiz gözler için sıradan olan bir beyin görüntüsü vardı.

Ancak ikisi de önde gelen cilt kanseri doktoru olan iki eski arkadaş, baktıkları görüntüdeki bir noktanın saatli bomba anlamına gelmesinden korkuyordu.

Scolyer'in kafatasının sağ üst köşesine yerleşmiş durumda, daha açık renkli ve bulutsu bir nokta bulunuyordu.

Scolyer BBC'ye o anı, Radyoloji konusunda uzman değilim ama içten içe bunun bir tümör olduğunu biliyordum." diye anlatıyor.

Önerilen haberler

Görüntüyü inceleyen beyin cerrahları bunun, herhangi bir beyin tümörü de olmadığını, "kötünün de kötüsü" olduğunu doğruladı.

Glioblastomanın bir alt tipi olan bu tür, o kadar agresif ki çoğu hasta bir yıldan az hayatta kalıyor.

Scolyer ve kanser uzmanı arkadaşı haber karşısında yıkılmıştı ama ikili sonra imkansızı başarmak ve onun hayatını kurtarmak için mücadeleye başladı.

Profesör Scolyer “Hiçbir şey yapmadan ölümü kabul etmek bana doğru gelmemişti” diyor:

“Tedavi edilemez bir kanser mi? Hadi oradan”

Ulusal hazine

Otuz yıl önce, Profesör Scolyer ve Profesör Long, genç ve zeki doktorlar olarak ilk kez tanıştıklarında, ilerlemiş deri kanseri ölüm cezası olarak görülüyordu

Ama onları bu hastalığa tedavi bulmak için motive eden de tam olarak buydu.

Avustralya uzun süredir dünya, en fazla cilt kanseri vakasının görüldüğü yer. Ancak bu iki genç doktor bu oranın yüksekliğinde bir fırsat gördü.

Profesör Long, "Kanserli hastaların bulunduğu katta, görülmesi en zor hastalar ileri deri kanseri hastalarıydı. Bu manzara yürek parçalayıcıydı ve ben bir fark yaratmak istedim" diye anlatıyor.

Bugün iki doktorun bu alanda yarattıkları farkın büyüklüğünü azaltmak mümkün değil.

Dünya çapında melanom (deri kanseri) tanısı alan herkes, ikisinin liderlik ettiği Melanom Enstitüsü'nün çalışmaları sayesinde tedavi görüyor.

Son on yılda, kanser hücrelerine saldırmak için vücudun bağışıklık sistemini kullanmak üzere geliştirilen immünoterapi, ileri melanom hastalarının tedavi süreçlerini önemli ölçüde iyileştirdi. Yüzde 10 olan bu aşamadaki kurtulma oranı yüzde 50’ye kadar çıktı.

Bu çığır açıcı gelişme, ya da Profesör Long'un deyimiyle "penisilin anı”, birçok başka kansere de uygulanıyor ve hayatları kurtarmaya devam diyor.

Bu tedavi ikiliyi ulusal hazine konumuna taşıdı. Avustralya’da herkes onların başardıklarından faydalanan en az bir kişiyi tanıyor. Ve doktor ikili bu yıl beraberce Yılın Avustralyalıları seçildiler.

Yalnızca %5, beş yıldan fazla yaşıyor

Profesör Long, geçen Haziran ayında Scolyer’dan gelen telefonu aldığında bütün geceyi ağlayarak geçirdiğini anlatıyor. Polonya’da tatilde olan arkadaşına geçirdiği nöbet sonrası tanı koyulmuştu.

Long, “Yastaydım, arkadaşım 12 ay sonra olmayacak diye düşünüyordum” diye o geceyi anlatıyor.

Ancak sabah olduğunda Long plan yapmaya, ders kitaplarını incelemeye, klinik deneyleri araştırmaya ve dünya çapındaki meslektaşlarına e-postalar göndermeye başladı.

Beynin bağ dokusunda bulunan glioblastomalar oldukça agresiftir. Tedavilerine yönelik genel protokol da (ameliyat, radyoterapi ve kemoterapi) son yirmi yılda çok az değişti.

Hastaların hayatta kalma oranları da bu karanlık tabloya karşılık gelecek şekildeydi. Tüm hastaların yalnızca %5'i, beş yıldan fazla yaşıyor.

Long, Profesör Scolyer'i tedavi etmek için deri kanseri için sonuç veren ancak beyin kanserinde daha önce hiç test edilmemiş radikal bir plan formüle etti.

Long ve ekibi, ameliyat öncesi ilaç kombinasyonları ile uygulanarak yapılan deri kanserine yönelik immünoterapinin, bu şekilde daha iyi sonuç verdiğini keşfetti.

Long bu kanser tedavisini, arama köpeği eğitimi benzerlik kurarak anlatıyor. Kaçak malın kokusunun, peşine düşüleceği ana kadar köpeğe verildiğini, kendi durumlarında bu kaçak malın kanser olduğunu açıklıyor.

Ancak bunu beyin kanseri olan Scolyer’a uygulamak büyük riskleri de beraberinde getiriyordu.

Bazı onkologlar ilacın beynine ulaşacağından şüphe duyuyordu. Ve hatta ulaşsa bile bağışıklık sisteminin tepki vermesinin de şüpheli olduğunu savunuyordu.

Bu deneyin sonu hızlandırabileceğinden de endişeleniyorlardı.

Pek çok beyin kanseri türünde, iki haftalık gecikmenin bile ameliyat seçeneğinin masadan kalkması anlamına gelebileceği uyarısını yapmışlardı.

Oldukça ağır olan immünoterapi ilaçları onu zehirleyebilirdi. Bu ilaçlar beynin şişmesine neden olabilir ve onu anında öldürebilirdi.

Profesör Long'un Avustralya’daki meslektaşları, hasta ile olan duygusal bağının muhakemesini gölgelediğine dair korkularını sessizce paylaştılar:

“Bırak nöro-onkoloji uzmanları işlerini yapsınlar. Sen sadece arkadaşı olarak yanında ol demeye getiriyorlardı.

"Ama onun bize ihtiyacı vardı. Bu kadar derin bir bilgiye sahibiz, bu bizim görevimiz."

Böylece Profesör Scolyer, ameliyat öncesi immünoterapisi uygulanan ilk beyin kanseri hastası oldu.

Aynı zamanda, ilaçların kanseri tespit etme gücünü artıran, onun tümörünün izlerine göre kişiselleştirilmiş bir aşı uygulanan ilk kişi oldu.

Bir umut kıvılcımı

İlk taramanın hayatlarını alt üst etmesinden haftalar sonra Profesör Scolyer ve Profesör Long başka bir test sonucuna bakıyordu.

Bu, Profesör Scolyer'in tümörünün son görüntüsüydü.

Doktor, “Çok şaşırmıştım, bir şeyler olduğu çok açıktı” diye o ilk anı anlatıyor.

Kanıtlar yalnızca ilacın beynine ulaştığını değil, aynı zamanda bağışıklık hücrelerindeki patlamayı da gösteriyordu.

Ve bu hücrelerin etkin olduğu da görülüyordu ki bu da, görüntü kaydedildiği anda kanserli hücrelere saldırdıkları umudunu doğurdu.

Glioblastoma kanserleri ortalama olarak ameliyattan altı ay sonra geri döner. Ancak sekiz ay sonra, devam eden immünoterapiyle birlikte Profesör Scolyer, aktif kanserin belirtilerini göstermiyordu.

Daha geçen hafta, başka bir tarama da temiz çıktı. Long, beyninin "normale dönmeye başladığını” söylüyor.

Şu ana kadar elde edilen sonuçlar büyük heyecan yaratmış durumda.

Tedavinin Scolyer'in ömrünü uzatabileceğine dair umutlar giderek artıyor.

İkilinin, dünya çapında her yıl beyin kanseri teşhisi konulan 300 bin kişiye umut olabilecek bir keşfin eşiğinde olabileceğine dair de iyimserlik var.

“Çoktan ölmem gerekiyordu”

Ancak glioblastoma konusunda en önde gelen doktorlardan olan Roger Stupp temkinli konuşuyor.

Bugün mevcut tedavi protokollerini geliştiren Stupp, Scolyer’a koyulan teşhisin “karanlık” olduğunu ve tedavinin işe yarayıp yaramadığını söylemek için erken olduğunu söylüyor.

Chicago’dan BBC’ye konulan Stupp, “Bu bir devrim olmasa da ileriye doğru atılmış bir adım” diyor.

Scolyer’ın 18 ay sonra hastalık belirtisi göstermemesi durumda daha fazla ikna olacağını söylüyor.

Ancak Stupp, Scolyer konusunda temkinli konuşsa da, immünoterapinin beyin kanserinin tedavisini değiştireceğine inandığını da ekledi. Doktor, bilimin henüz bunun yolunu bulamadığını da söyledi.

Scolyer ve Long da oluşan iyimserlik rüzgarı nedeniyle hedeften sapmamaya çalışıyor.

En iyi senaryo Scolyer’ın tamamen iyileşmesi demek ama bunun çok çok az bir ihtimal olduğunu biliyorlar.

BBC’ye konuşan Scolyer, en kötü senaryoyu ise çoktan geride bıraktığını söylüyor ve “Çoktan ölmem gerekiyordu” diyor.

Doktor Aralık ayında 57. yaşını ve sonrasında da Noel’i kutladı.

Ancak her yeni temiz tarama sonucu, aynı zamanda bu son tarama olabilir korkusu ile birlikte geliyor.

Tüm iyimserliğine karşın Scolyer korktuğunu itiraf ediyor:

“Ailemi seviyorum. Eşimi seviyorum. İşimi seviyorum. Kızgınım ve çok üzgünüm. Ölmek istemiyorum.”

Scolyer kendisine huzur veren şeyin ise teşhis sonrası yaptıkları çalışma ile başarılabilecekler olduğunu söylüyor:

“Elde ettiğimiz veriler ortada. Eğer yarın bu şekilde ölsem de bunun bu alanı değiştireceğini biliyorum ve bundan dolayı gururluyum”

"
Pankreas kanseri belirti vermeden ilerleyebiliyor

Pankreas kanseri belirti vermeden ilerleyebiliyor

Pankreas kanseri belirti vermeden ilerleyebiliyor

Medicana Sağlık Grubu Genel Cerrahi Uzmanı Prof. Dr. Taner Oruğ, Her hastada tümörün durumuna ve hangi evrede olduğuna göre tedavi yöntemleri farklılık göstermektedir" dedi.

ŞİRKET HABERLERİ Haberleri

Hepsiburada, deprem bölgesine desteğini büyüterek sürdürüyor

Opel, şubat ayına yeni kampanyalarla başlıyor

Ramazan yardımlarında hediye kartına talep 2 yılda yüzde 500 arttı

Dijital Öğretmenler projesinin yeni dönem başvuruları devam ediyor

Vodafone Vakfı deprem bölgesine desteğini sürdürüyor

İSTANBUL (AA) - Medicana Sağlık Grubu Genel Cerrahi Uzmanı Prof. Dr. Taner Oruğ, genellikle hızlı yayılım gösteren pankreas kanserine karşı erken teşhisin en önemli faktör olarak kabul edildiğini vurguladı.

Hastaneden yapılan açıklamaya göre, teşhisi ve tedavisi zor bir kanser türü olan pankreas kanseri, pankreasta bulunan hücrelerin kontrolsüz şekilde çoğalmasıyla oluşuyor ve hızlı yayılan kanserler arasında sayılıyor.

Pankreas kanseri, ilk evrelerde belirti vermeden ilerleyebiliyor. Belirti vermeye başladığında ise tümör pankreas dışına taşınmış olduğundan başarılı bir tedavi için geç kalınmış olabiliyor. Bu nedenle erken teşhis ve düzenli doktor kontrolü, pankreas kanserinde büyük önem taşıyor.

Pankreas kanserinin belirtileri arasında bulantı, iştahsızlık, kilo kaybı, yavaş gelişen sarılık, mide çıkışında tıkanıklık ve ağrı görülebiliyor. ​​​​​​​

- 'Pankreas kanseri ameliyatı bir cerrahın yapabileceği en zor ameliyat'

Açıklamada görüşlerine yer verilen Prof. Dr. Taner Oruğ, pankreas kanseri tedavisinde uygulanan ameliyata ve tedavi yöntemlerini anlatarak, pankreas başı tümörleri için Whipple Ameliyatı yapıldığını belirtti.

Oruğ, bu ameliyatın zor ve uzun bir ameliyat olduğuna dikkati çekerek, şunları kaydetti:

'Her hastada tümörün durumuna ve hangi evrede olduğuna göre tedavi yöntemleri farklılık göstermektedir. Bu tedavi yöntemleri cerrahi ameliyat, radyoterapi uygulaması ve kemoterapi uygulamalarından oluşmaktadır. Whipple ameliyatı genel cerrahlar için zor ve tecrübe gerektiren bir ameliyattır. Klasik Whipple'da midenin bir kısmı, 12 parmak bağırsağı ve ince bağırsağın bir kısmı, pankreasın başı bazen gövdesi de, safra yolunun bir kısmı, safra kesesi ve pankreasın etrafındaki lenf bezleri çıkartılır. Ancak yaygın pankreas kanseri veya kanserleşme riski yüksek olan kistlerin bulunması, kronik pankreas iltihabı veya birinci ameliyat sonrası tamamlama gerektiren durumlarda 'total pankreatektomi' ismini verdiğimiz ve pankreasın tamamının alındığı operasyon gerekli olabilmektedir.'

Pankreas kanseri ameliyatını bir cerrahın yapabileceği en zor ameliyatlardan biri olarak tanımlayan Oruğ, ameliyat sonrası, rehabilitasyon süresinin uzun olması ve oluşabilecek muhtemel komplikasyonların ciddiyetinin ameliyatı hastalar için de oldukça zor hale getirdiğini aktardı.

Oruğ, 'Pankreas kanseri en hızlı yayılan kanserler arasında sayılıyor. Normal vakalarda teşhis konduktan sonra 5 yıl hayatta kalma oranı yüzde 5 olarak biliniyor. Hastalık fark edilip tanısı konulduğunda genelde çok geç kalınmış olabiliyor.' değerlendirmelerinde bulundu.

"
Pankreas Kanseri Nedir? Belirtileri ve Tedavi Yöntemleri

Pankreas Kanseri Nedir? Belirtileri ve Tedavi Yöntemleri

Pankreas Kanseri Nedir? Belirtileri ve Tedavi Yöntemleri

Pankreas kanseri, teşhis edilmesi güç ve tedavi edilmesi zor bir kanser bir kanser türüdür. İstatistiki verilere göre pankreas kanseri dünyadaki en ölümcül dördüncü kanserdir. Pankreasta yer alan hücrelerin mutasyon geçirerek vücudun kontrolü dışında bozulmaya ve çoğalmaya başlamasıyla pankreas kanseri oluşur. Bu mutasyonların sonucu olarak pankreasta kitle oluşumu görülür, normal sağlıklı hücreler ise ölmeye ve fonksiyonlarını yitirmeye başlar.

Erken teşhis edilip tedavi edilmediği takdirde bu mutasyonlu kanser hücreleri pankreasın yanında bulunan diğer organlara sıçrayabilirler. Pankreas kanseri genellikle ekzokrin hücrelerinin bulunduğu kısımda meydana gelir. Bu durum tıp dünyasında adenokarsinom (ekzokrin kanseri) olarak bilinir.

Kimi hastalarda ise pankreas kanseri nadir olarak adacık hücrelerinde oluşmaya başlar. Bu türe ise “endokrin kanseri” adı verilmektedir. Bu durumda kanser, pankreasın hormon üretme işlevine sahip olan kısmında veya nöroendokrin hücrelerinde ortaya çıkmaktadır. Pankreas kanseri tedavisine yönelik gelişen teknolojiye rağmen henüz işe yarar bir ilaç tedavisi yoktur. Bundan dolayı, pankreas kanserinin tedavisi için genellikle cerrahi operasyona başvurulmaktadır. Hastanın yaşı ve hastalığın erken teşhis edilmesi tedavi için çok önemli bir faktördür.

Pankreas Kanseri Neden Olur?

Pankreas kanserinin nedenleri tam olarak bilinmemektedir. Henüz bu konuya dair net bir bilgi mevcut değildir. Ancak pankreas kanserine yakalanma riskini artıran çeşitli faktörler vardır. En önemli faktör olarak yaşlılık öne çıkmaktadır. Pankreas kanseri 50'li yaşlardan başlayarak genellikle 60 yaş üstü insanlarda ortaya çıkar.

Sigara kullanmak, şeker hastalığı (diyabet), kişinin pankreas kanserine genetik yatkınlığı (BRCA2 mutasyonu), Lynch veya Peutz Jeghers Sendromu, ailede pankreas kanseri olması ve obezite (aşırı kilo) gibi durumlar pankreas kanserinin sebepleri arasında sayılabilir. Zira bu tip durumlar, hastalığa yakalanma riskini bariz bir şekilde artırmaktadır. Ayrıca bilhassa bu kansere genetik yatkınlığı olduğu tespit edilen kişilerin sık sık kontrol yaptırması gerekmektedir. Zira her kanserde olduğu gibi pankreas kanserinde de erken teşhis hayati önem taşımaktadır.

Pankreas Kanseri Evreleri Nelerdir?

Pankreas kanseri 4 evre olarak bilinse de aslında 5 evreden oluşmaktadır. Tedavi şekli hastanın hangi evrede olduğuna göre değişiklik gösterecektir.

Evre 0: Bu evrede henüz kanser yayılmamıştır ve pankreas kanalının üst katmanında konumlanmıştır. Bu evrede kanseri herhangi bir görüntüleme metoduyla saptamak mümkün değildir. Evre 1: Pankreas kanserinin 1. evresinde lokal (bölgesel) büyüme görülür. Kanser hala pankreasın içindedir, diğer organlara yayılma görülmez. Evre 1A ve Evre 1B olarak ikiye ayrılır. Tümörün boyutu eğer 2 cm'den düşükse Evre 1A, tümörün boyutu 2-4 cm arasında ise Evre 1B olmaktadır. Evre 2: İkinci evrede bölgesel bir yayılma söz konusudur. Pankreas kanseri 2. evrede artık pankreas dışına doğru büyür ve lenf bezlerine doğru yayılabilir. Henüz diğer organlara bir yayılım yoktur ama artık risk artmaya başlar. Tümör boyutu 4 cm'yi geçer. Evre 3: Evre 3'te pankreasta mevcut olan tümör daha geniş bir bölgeye yayılır. Yakındaki damarlara ve sinirlere doğru ilerleyebilir. Bu evrede metastaz görülmez yani başka organlara sıçrama yoktur. Evre 4: Pankreas kanserinin son evresi olarak bilinir. Bu evrede karaciğer, bağırsak, mide, akciğer ve hatta beyin gibi uzaktaki organlara yayılım gösterebilir. Pankreas Kanseri 4. Evre Yaşam Süresi

4. evre, kanserin vücuda yayılımının en fazla arttığı ve hastalığın en ciddileştiği dönemdir. Eğer kişiye 4. Evre pankreas kanseri tanısı konmuş ise, bu hastalığın vücudun diğer organlarında da yayılım gösterdiği anlamına gelir. Bu aşamada tedavi için artık çok geçtir. Pankreas kanseri evre 4’de yaşam süresi 3 ile 6 ay arasında farklılık göstermektedir. Bu süre aralığı kişiden kişiye farklılık göstermektedir ve kesin bir zaman aralığı vermek güçtür.

Pankreas Kanseri Son Evre İyileşir mi?

Pankreas kanserine yakalanan ya da yakalanma ihtimali bulunan kişilerin en çok merak ettiği konulardan birisi son evrede kurtulma şansı olup olmadığıdır. Pankreas kanseri, bilindiği üzere kanser türleri arasında en hızlı yayılım gösteren kanserdir. Pankreas kanseri tanısı konulduktan sonra kişinin hayatta kalma oranı %5’lik kesimde 5 yıl olarak tahmin edilmektedir. Eğer tanı son evre olan 4. Evrede konmuşsa kişinin hayatta kalabilme oranı çok düşüktür. Bu kişiler genellikle çeşitli komplikasyonlara bağlı olarak 3 ile 6 ay arası bir sürede hayatlarını kaybetmektedir.

Pankreas Kanseri Belirtileri Nelerdir?

Pankreas kanseri genellikle ilk evrelerde pek belirti göstermeyen, sinsi bir kanser türüdür. Pankreas kanserinin belirtilerine baktığımızda nadir görülen diyabet (şeker hastalığı), ishal ve depresyon belirtileri göze çarpmaktadır. En çok görülen belirtiler ise mide bulantısı, iştah kaybı, ani kilo kayıpları, sarılık, midede ağrı hissidir. Pankreasın baş kısmında olan kanser ilk aşamalarda kendisini sarılık ve dışkıda açık renk olarak gösterir. Gövde ve uç kısımlarına yayıldığında ise genellikle sırta vuran bir ağrı ortaya çıkar. Pankreas kanserinin en yaygın görülen belirtileri ise şu şekilde sıralanabilir:

İştah kaybı ve bununla birlikte doğan kilo kaybı Karın ağrısı Mide bulantısı ve kusma Aşırı halsizlik ve yorgunluk hissi Yemek yedikten sonra ya da uzanınca başlayan karın ağrısı Şişkinlik Üst karın bölgesinden başlayıp sırta vuran ağrı Derinin ve göz altlarının sarılaşması İdrar renginin koyulaşması Cam macunu renginde görülen açık renkli büyük abdest

Kronolojik olarak sıralandığında genellikle ilk olarak karnın üst bölgesinde bir rahatsızlık hissi ve genel olarak bir iştahsızlık görülür. Ayrıca bu belirtileri şişkinlik ve hazımsızlık takip eder. Bu aşamada genelde kanser çoğu hasta tarafından fark edilmez, zira sıradan bir mide hastalığına benzemektedir. Kimi durumlarda hastalarda aniden diyabet ortaya çıkabilir, bu da kişide pankreas kanseri olma ihtimalini artıran ve kesinlikle doktora danışılması gereken bir durumdur. Hastalığın ilerleyen dönemlerinde karın ağrısı şiddetlenir ve sırta vurmaya başlar, sarılık ve kilo kaybında da artış görülür.

Pankreas Kanseri Son Evre Belirtileri Nelerdir?

Pankreas kanserinin en zor ve yıkıcı belirtileri kendini son evrede göstermektedir. Bu da hastalığı sinsi ilerleyen bir duruma sokar. Son evrede mide bulantısı, iştahta azalma ve sarılık gibi belirtiler önde gelir. Kanser, pankreasın baş bölgesinde ise dışkı sırasında beyaz sıvılar görülebilir. Ayrıca son evre sırt bölgesinde ciddi ağrılara yol açar. Pankreas kanserinin son evresinin belirtileri aşağıda verildiği gibidir:

Yemekten sonra uzandığınızda karın bölgesinde rahatsız edici bir ağrı meydana gelir. Gaz sancıları normalden daha fazla artar ve şişliğe neden olur. İştah kaybı meydana gelir ve kişi yemek yemek istemez. Sık sık kusma görülebilir. İdrar renginde koyulaşma oluşur. Bazı hastalarda ise kanlı idrar şikayeti olabilir. Kişi kendini sürekli halsiz hisseder. Pankreas kanserinin son evresinde safra kesesi ve karaciğer büyümeye başlar. Varis meydana gelir. Kaşıntı şikayeti kendini gösterir. Çoğu kişide iletişim güçlüğü meydana gelir ve hastalar kendilerini ifade etmede güçlük çekerler. Kişiler hareket etmek istemezler ve gün boyu yatmak isterler. Bu pankreas kanserinin halsizliğe neden olmasından ötürü gelişen bir sorundur. Kalp atışlarında düzensizlikler yaşanmaya başlar. Vücudun çeşitli kısımlarında kasılmalar görülebilir. Çoğu kişide solunum güçlüğü görülür. Bu da kişinin nefes alıp vermede zorluk yaşamasına neden olur. Pankreas Kanseri Tanısı Nasıl Konur?

Pankreas kanseri, ilk başlarda sıradan bir mide ağrısı veya karın ağrısı olarak kendini gösterebileceği için ilk aşamalarda tespit edilmesi zor olan bir kanser türüdür. Bu nedenle, pankreas kanseri şüphesi olan hastalarda doktor tarafından çeşitli tetkikler istenebilir. Pankreas kanserin teşhisi için başvurulan yöntemler ise şu şekilde sıralanabilir:

Kan Testi: Bilirubin gibi pankreasla ilişkili çeşitli maddelerin ölçümü yapılır. CEA, CA19-9 ve CA-125 değerleri incelenir. Pozitron Emisyon Tomografisi (PET Taraması): PET taraması yöntemiyle hastaya radyonüklid madde ve işaretli glikoz verilir. Enjekte edilen glikoz kanserli hücrelerde toplanır. Böylelikle kanserli hücrelerin tespit edilmesi kolaylaşır. Laparoskopi: Laparoskopi cerrahi bir operasyondur. Karındaki iç organlar incelenerek hastalık ve kanser belirtileri kontrol edilir. Laparoskop olarak adlandırılan ince bir tüp karın duvarından içeriye doğru yerleştirilir. Gerekirse doku örneği almak için bölgede kesiler açılabilir. Ultrasonografi: Pankreas kanserinden şüphelenilen durumlarda ilk olarak ultrasonografi yöntemine başvurulur. Ultrasonun sonucuna göre pankreasta kitlenin olup olmadığı, kitle varsa boyutu ve hangi bölgede olduğu hakkında bilgi sahibi olunmaktadır. MR (Manyetik Rezonans): Pankreas kanserine en kesin tanı koyma yolu, hastaya ağızdan ve damar yolu ile ilaç verilen manyetik rezonans görüntüleme tekniğidir. MR yöntemi kullanılarak tümörün hangi evrede olduğu saptanır ve hastadaki tümörün doğası net olarak anlaşılır. Pankreas Kanseri Tedavisi Nasıl Yapılır?

Pankreas kanserinin tedavi yöntemi, kanserin özelliğine ve hangi evrede olduğuna göre belirlenir. Erken teşhis pankreas kanseri tedavisinde büyük önem arz etmektedir. Yaş, sağlık durumu, diğer organların sağlığı da dikkate alınır. Pankreas kanserinde cerrahi tedavi, sistemik tedavi (kemoterapi ve bağışıklık sistemini güçlendiren tedaviler) ve radyoterapi seçenekleri mevcuttur.

Sözü edilen tedavi yöntemleri hastalığın ilerlemesine ve türüne bağlı olarak birbirleriyle kombine bir şekilde kullanılabilirler. Pankreas kanseri başka bölgelere yayılmadan teşhis edilebilirse ve hastanın durumu cerrahi müdahaleye uygunsa kontrol altına alınabilir.

Ancak kanser geç tespit edilmişse ve yayılım göstermişse, kanserin getirdiği zararları ve olumsuz semptomları azaltmaya yönelik hafifletici tedaviler uygulanır. Bunun yanında Pankreas kanserinde tümörlü yapının pankreasa komşu olan ana kan damarlarına sıçradığı durumlarda ameliyat yöntemine başvurulmaz.

Pankreas Kanseri Ameliyatı

Tümörün pankreasa yayıldığı durumlarda cerrahi müdahaleler yaparak tümörün çıkarılması mümkündür. Kimi hastalarda pankreasın tamamen alınması gerekir. Pankreasın tamamen çıkarıldığı hastalar yaşamları boyunca insülin ve benzeri pankreas tarafından salgılanan enzimleri dışarıdan almak durumunda kalırlar.

Pankreas Kanserinde Whipple Yöntemi

Eğer pankreas kanseri sebebiyle meydana gelen mutasyonlu hücreler pankreasın baş kısmındaysa, Whipple yöntemi olarak adlandırılan prosedür uygulanarak, pankreastaki doku ve tümörlü bölge hastadan çıkarılabilir. Whipple ameliyatında safra kesesi ve safra kanalının bir bölümü, pankreas yakınlarındaki lenf yolları, pankreasın baş veya gövde kısmı, ince bağırsağın (duodenum bölümü) ve midenin birer bölümü alınabilir.

Sonuç olarak Whipple ameliyatı ile gerekirse onikiparmak bağırsağının tamamı, safra yollarının pankreasa komşu bölümü, midenin bir kısmı ve pankreasın baş kısmı alınmaktadır. Pankreasın geri kalan kısmı ise mide ile bağlanır. Bunun yanında safra kanalı ile ince bağırsak arasında direkt bir bağlantı kurulur. Bu operasyonun en önemli ve uğraş isteyen yanı hastadan alınan organ ve dokuların birbirleriyle olan koordinasyonlarının komplikasyonlara mahal vermeyecek şekilde sağlanmasıdır.

Pankreatikoduodenektomi olarak da bilinen Whipple yöntemi pankreas kanserinin tedavisinde en sık kullanılan yöntemdir. Teknik olarak zor bir iş olan Whipple yöntemi için bu alanda uzmanlaşmış olan doktorlara danışmak faydalı olacaktır. Uygun teçhizatı olmayan küçük kliniklerde veya konuyla ilgili tecrübesi olmayan doktorlar tarafından yapıldığında %15-20 civarında başarısızlık oranına sahiptir. Whipple yöntemi konusunda tecrübeli olan kurumlarda ise bu ameliyatlardaki risk oranı yaklaşık üç kat azalır. Pankreas kanserinin ileri evrelerinde tümörler yakındaki kan damarlarına da sıçramış olacağı için Whipple prosedürü bu hastalar için uygun olmayacaktır.

Uzak Pankreatektomi Yöntemi

Dalak, pankreas kuyruğu ve pankreas gövdesinin bir kısmının hastanın vücudundan alınma işlemidir. Asıl olarak nöroendokrin tümörlerin tedavisinde uygulanan bir metottur. Bu operasyonla dalak vücuttan alınacağı için kişinin bağışıklık sistemi zayıflayacaktır ve ileride oluşabilecek hastalık risklerini azaltmak için çeşitli aşılar ve ilaçlar doktorunuz tarafından önerilecektir.

Total Pankreatektomi Yöntemi

Bu operasyon ile pankreasın ve dalağın tamamı alınır. Ancak pankreasın tamamen alınması hasta için genellikle başka büyük zorluklar oluşturacağından dolayı (dışarıdan sürekli insülin takviyesi gibi) bu yöntem pek tercih edilmemektedir.

Pankreas Kanseri Sonrası Süreç

Hastalık genelde geç aşamalarda fark edildiği için cerrahi yöntemlerle bu hastalığı atlatma şansı diğer hastalıklara kıyasla pek yüksek değildir. İlk 3 yıllık süreç çok dikkatle takip edilmelidir, hastalığın tekrarlama ihtimaline karşı düzenli olarak doktorla iletişime geçilmelidir. Ameliyat sonrası kişilerin günlük hayatlarında iyileşme görülebilir, ancak tedaviye vücudun vereceği cevap birçok farklı değişkene bağlıdır.

Erken dönemde teşhis edilen pankreas kanserinde ameliyat sonrası daha olumlu sonuçlar alındığı saptanmıştır. Kesinlikle vücutta kötü hücrelerin oluşumuna sebep verecek olan sigaradan uzak durulmalı ve alkol tüketilmemelidir. Söz konusu bireyler, ameliyattan sonra kanserin tekrarlama riskini en aza indirmek ve bağışıklık sistemlerini güçlendirmek için düzenli ve sağlıklı beslenmeli, fazla kilo almaktan kaçınmalı ve hayatlarındaki stres faktörünü mümkün olduğunca azaltmalıdır.

Pankreas Kanseri Hastaları Nasıl Beslenmelidir?

Kanser hastalığını yenmek için uygulanabilecek kesin bir beslenme tablosu bulunmamaktadır. Kanser hastalarının bazı gıdaları tüketmesi vücudu güçlendirerek tedaviye destek olmaktadır. Bunun için öncelikle et ve katı yağ tüketiminden kaçınılmalıdır. Kullanılacak olan yağlar mutlaka zeytinyağı olmalıdır. Harici yağlar tüketilmemelidir.

Ev yapımı yoğurt ve kefir tüketmek bağışıklığı güçlendirecektir. Katkı maddesi içeren hiçbir ürün ise tüketilmemelidir. Pirinç, patates, mısır ve makarna gibi unlu mamullerin tüketiminden ise uzak durulmalıdır. Bu bakımından beyaz ekmek tüketimi de tavsiye edilmemelidir. Şekerli gıdalar da uzak durulması gereken gıdalar arasındadır.

Pankreas Kanserine Karşı Nasıl Önlem Alınabilir?

Bazı kanser türlerinin yapıları gereğince anlamlandırılmaları zordur. Her ne kadar tahmin etmeseniz bile beklenmedik bir zamanda ortaya çıkabilir. Yine de her türlü kansere karşı birtakım önlemler almak mümkündür. Ancak bu önlemlerin kanser başlamadan değil, özellikle kanser başlamadan önceki süreçte alınmaları hayati önem taşır. İlgili önlemlerin hayat tarzı haline getirilmesi ise alınacak olan önlemin etkisini arttırmaktadır. Ancak yine de unutulmamalıdır ki kansere karşı tek başına etkili olabilecek hiçbir önlem yoktur.

1.) Sigara Kullanımı: Sigara, vücuda en çok zarar veren zararlı alışkanlıklardan birisidir. Kullanımı birçok organ yetersizliğine neden olabileceği gibi kansere de neden olabilir. Sigarayı bırakmak hem kendi hem sağlığınız hem de aile ve toplum sağlığı için çok önemlidir.

2.) Fazla Kiloları Vermek: Fazla kilolar birçok sağlık sorununa yol açan unsurlardan birisidir. Bu nedenle hayat boyu fazla kilo alımından kaçınmak gerekir. Ancak herkesin ideal kilo aralığı farklıdır. Fazla kilo almak gibi fazla kilo vermek de vücut için iyi değildir. Bu nedenle vücut ağırlığı dengede tutulmalıdır. Bunun için işlenmiş, fazla yağlı ve tuzlu gıdaların tüketiminden kaçınmak gereklidir. Bütün bunları desteklemek için spor yapmayı atlamamak da önemlidir. Fazla kiloları spor ile vermek vücudun dinç kalmasına yardımcı olacaktır.

3.) Şeker ve Tatlıdan Uzak Durmak: 2006 yılında, American Journal of Clinical Nutrition dergisinde yayınlanan bir araştırmada diyet alışkanlıkları bakımından takip edilen 80 bin kişinin 131’inde pankreas kanseri geliştiği görülmüştür. Özellikle çaya ve kahveye normalden fazla miktarda şeker koyan kişilerde bu risk daha yüksektir. Bu da sağlıklı beslenmenin önemini yeniden vurgulayan bir etkendir.

Cancer Epidemyology dergisinde 2010 yılında yayımlanan bir makalede ise Singapur’da yaşayan 60 bin kişi tam 14 yıl boyunca takip edilmiştir. Araştırmanın sonucunda, günde iki bardak kola ve benzeri gazlı ve şekerli içecekleri tüketen kişilerin %87 oranında daha fazla pankreas kanserine yakalandığı görülmüştür. Bu nedenle gazlı ve şekerli içecekler ve gıdalar mümkün olduğu kadar az tüketilmelidir. Bu içeceklerin vücuda hiçbir katkısı olmadığı gibi sağlıklı besinlerin vücuda sağlayacağı faydanın önünü kesmektedirler.

4.) Fazla Alkol Tüketiminden Kaçınmak: Alkol fazla tüketildiğinde aynı sigara gibi vücuda ciddi hasar veren bir etken haline gelir. Özellikle haftada bir iki günden fazla içiyorsanız aldığınız alkol miktarına dikkat etmelisiniz. Fazla alkol tüketimi birçok hastalığa neden olduğu gibi pankreas kanserine de neden olabilmektedir.

5.) Kimyasallardan Uzak Durmak: Bazı kişiler işleri gereği kimyasallara diğer insanlardan daha fazla maruz kalmaktadır. Özellikle tozlu dumanlı, kimyasalların ve toksik maddelerin bol bulunduğu fabrika gibi ortamlarda çalışan kişiler gün boyu pankreas kanserine neden olabilecek etkenle karşı karşıya kalırlar. Bu bir işlerde çalışan kişiler mümkünse iş değiştirmelidir. Kimyasallar kansere neden olan etkenlerin başında gelmektedir. Evi bu tür alanlara yakın olan kişiler de aynı şekilde risk altındadır. Bu kişiler mümkünse ev değiştirmeli, bu sağlanamıyorsa ise camlar gün boyu açık tutulmamalıdır.

6.) Her Gün Düzenli Olarak Spor Yapmak: Spor, vücut sağlığını koruyan en önemli unsurların başında gelmektedir. Öyle ki düzenli bir spor programına sahip olan ve bunu uygulayan kişiler diğer insanlara göre çok daha az hastalanmaktadır. Hareketsiz yaşam ve beraberinde gelen fazla kilo alımı pankreas kanseri bakımından risk teşkil eder. Ancak yapılacak olan spor kişinin fiziksel durumuna göre seçilmelidir. Kişi, ağır spor yapacak durumda değilse yoga ve pilates gibi sporlara yönelebilir.

7.) Safra Kesesini Aldırmamak: Safra kesesinde bazen küçük taş ya da polip oluşumu görülebilmektedir. Fazla şikayet olmadığı takdirde bunların alınması pek tercih edilen bir çözüm yolu değildir. Safra kesesini aldıran kişilerde pankreas kanserine yakalanma oranı artmaktadır.

8.) Et ve Katı Yağ Tüketimini İyice Azaltmak: Fazla et ve katı yağ tüketimi pankreas kanseri için risk teşkil eden bir durumdur. Bu nedenle ailesinde pankreas kanseri olan kişiler bunların tüketimini olabildiğince azaltmalıdır. Eğer yemeğe yağ gerekiyorsa bunun için katı yağ değil, bitkisel yağlar tercih edilmelidir. Et tüketimi ise her gün olmamak şartıyla az miktarda aylık olarak tüketilebilir. Yine de bunun için öncelikle bir doktora danışılması en iyi yoldur.

9.) Hepatit B Aşısı Olmak: Hepatit B, kişiyi hasta ettiği takdirde vücutta birçok yıkıma neden olan bir sorundur. Ancak Hepatit B aşısı ile bu sorun ortadan tamamen kaldırılabilir. Bu nedenle pankreas kanserine önlem olarak aşı programları ihmal edilmemelidir.

10.) Genetik Test: Özellikle ailesinde ikiden fazla pankreas kanseri öyküsü olan kişiler mutlaka kendileri için genetik test yaptırmalıdır. Bu da kişide mutasyon olup olmadığını tespit eder. Pankreas kanseri, sinsi ilerleyen bir hastalık olduğundan vücutta oluşması durumuna erken teşhis hayat kurtarmaktadır.

Pankreas Kanseri Hakkında Sıkça Sorulan Sorular Pankreas Nedir ve Ne İşe Yarar?

Pankreas, karnın arka kısmında bulunan ve yaklaşık 14-15 cm uzunluğu olan bir organdır. Onikiparmak bağırsağı, karaciğer ve kalın bağırsağın hemen yanında olan ve vücut içerisinde çok mühim görevleri olan bez formunda bir organdır. Pankreas organı salgıladığı enzimlerle sindirim sisteminin doğru çalışmasına etki etmekte ve yiyeceklerden elde edilen glukozun kandaki seviyesini kontrol etmektedir.

Pankreas aynı zamanda insülin ve glikojen üretir. Bu hormonların kana karışmasını sağlar ve böylelikle kan şekerini düzenler. Bununla birlikte, hayati ölçüde önemli sindirim enzimlerini salgılayan organdır. Pankreas besinlerdeki karbonhidrat, yağ ve proteinleri ayrıştırır ve bunların vücutta enerjiye dönüşerek depolanmasını sağlar.

Pankreas Kanseri Hangi Yaş Gruplarında Görülür?

Pankreas kanseri genellikle yaşı ilerleyen kişilerde görülür. Ayrıca spesifik bir yaş aralığı vermek gerekirse, daha çok 60 yaş üstü kişilerde görülmektedir.

Pankreas Kanserinde Kaşıntı Nerede Olur?

Kaşıntı, pankreas kanserinde en erken ve en sık görülen belirtilerden birisidir. Bu durum birçok hastada şikayete neden olarak rahatsızlık verici boyutlara ulaşabilir. Direkt bilirubininin ciltte toplanması ile kaşıntı şikayeti meydana gelir. Bu da birçok kişinin bir hekime danışmasına neden olur.

Pankreas Kanserinde İyileşme Belirtileri Nelerdir?

Pankreas kanseri iyileşme evresi herkese farklı bir şekilde etki eder. Bu konuda net bir şey söylemek olası değildir. İyileşme süresi ise ameliyat yapıldıysa bunun zorluğuna göre de değişebilmektedir. Ancak hastaya Whipple ameliyatı yapıldıysa, kişinin ameliyattan sonraki 6 ay içerisinde kendisini toplaması ve bazı şikayetlerinin azalması beklenir.

Fitoterapi Nedir?

Fitoterapi bilimi, kemoterapi, radyoterapi ve immünoterapi gibi modern tedavi yöntemlerinin etkisi artıran bir tedavi yöntemidir. Bu tedavi, yan etkileri minimalize ederek kanser tedavisine yardımcı olmaktadır. Fitoterapi ve modern tıbbın birlikte uygulanması ile her yıl binlerce kanser hastası tedavi edilebilmektedir.

Fitoterapi sayesinde Pankreas Kanseri başta olmak üzere, Akciğer Kanseri, Mide Kanseri, Prostat Kanseri, Bağırsak (Kolon) Kanseri, Karaciğer Kanseri, Meme kanseri vb. gibi kanser türlerinin tedavisi desteklenebilmektedir. Fitoterapi tıbbi bilimler ile kanser gibi hastalıkların etkisini azaltmayı amaçlar. Fitoterapinin kanser tedavisinde kullanılmasının 5 amacı bulunmaktadır. Bunlar sırasıyla aşağıda verildiği gibidir:

Kanser hücreleri ile savaşmak. Kanser hücrelerinin diğer organlara yayılmasının önüne geçebilmek. Bağışıklık sistemini sağlamlaştırarak vücudun diğer hastalıklara karşı savunmasını desteklemek. Kemoterapi ve radyoterapinin etkisini artırmak. Hastalığın, kemoterapinin veya radyoterapinin neden olduğu baş dönmesi, baş ağrısı, mide bulantısı, kusma ve halsizlik gibi yan etkileri hafifletmek. Bitkisel Kanser Tedavisinin Süresi Ne Kadardır?

Bitkisel pankreas kanseri tedavisi anında sonuç vermeyen bir süreçtir. Hiçbir bitkisel tedavi kanseri direkt olarak tedavi edemez. Kanser tedavi süresi 6-12 ay arasında hastanın sağlık açısından ne durumda olduğuna ve kanserin türüne göre değişmektedir. Bazı hastalarda kanserli hücreler ilke 4 ay kadar bir sürede ortadan kalkabilir. Ancak her hastada durum bu şekilde değildir. Bazı hastalarda iyileşme süresi 12 ayı bulabilmektedir.

Kanserli hücreler yok olduktan sonra düşük dozlarda bitkisel destek alınabilir. Bu önerilen bir durumdur. Desteğe devam edilmesinin önerilmesinin nedeni metastazların önüne geçmektir. Kemoterapi ve radyoterapi pankreas kanserinde en çok başvurulan tedavi yöntemlerindendir. Ancak bunlar sıklıkla kanser kök hücresini yok etmek için yeterli gelmeyebilir. Yok edilemeyen kanser hücresi ise farklı organlara geçerek orada yıllarca bekleyebilir.

Bu süre ardından güçlenen kanser hücresi, kanser hücreleri üretmeye başlar. Kanser hücreleri nüks etmeleri durumunda ilk hallerine göre çok daha saldırgan ve güçlü bir yapıya ulaşırlar. Bu kanser hücreleri bu nedenden ötürü radyoterapi ve kemoterapinin etkilerine karşı daha dayanıklı bir yapıya sahiptir. Bu tür kanser hücreleri ile tedavide bitkisel tedaviden destek almak önerilen bir yöntemdir.

Bizimle İletişime Geçin Bölüm Hekimlerimiz

Op. Dr. Mehmet PEKDEMİR Genel Cerrahi
Obezite ve Metabolik Cerrahi

Op. Dr. Umut FAYDACI Genel Cerrahi

Op. Dr. Özgür KAYA Genel Cerrahi
Obezite ve Metabolik Cerrahi

Op. Dr. Nazmi Yaşar SAYIM Genel Cerrahi
Obezite ve Metabolik Cerrahi
İlgili İçerikler

Hamilelikte Bel Boyun Ağrısı

Penisilin Alerjisi Nedir? Neden Olur?

Kalça Protezi Nedir?

Minimal İnvaziv (Küçük Kesi) İle Kalp Ameliyatı

Hidrosefali Nedir? Tedavi Edilebilir Mi?

Mikrosefali Nedir?

Geçmeyen Öksürük Nedir? Nedenleri Nelerdir?

Bel ve Boyun Fıtığı için Ozon Tedavisi

Çocuklarda Öksürüğe Ne İyi Gelir?

Aort Anevrizması Nedir?

Çocuklarda İshal ve Tedavisi

Kelebek Hastalığı (Lupus) Nedir?

Beyin Anevrizması Nedir? Beyin Anevrizması Tedavi Yöntemleri Nelerdir?

Pirola Varyantı Nedir?

Beyin Anjiyosu (BeyinAnjiyografi) Nedir? Beyin Anjiyosu Nasıl Yapılır?

Sıcak Havalar Astımı Nasıl Etkiler?

Hipertermi (Sıcak Çarpması) Nedir?

Erken Doğum (Prematüre) Nedir?

El Titremesi Nedir?

El Bileğinden Anjiyo (Radial Anjiyo) Nedir?

Kalp Romatizması (Kardiyak Romatizma) Nedir?

Menopoz Döneminde Kalp Krizi Riski

Nasır Nedir? Nasır Tedavisi Nasıl Olur?

Histerektomi nedir? Neden yapılır ?

Nadir Hastalık Nedir ?

Uyuz Hastalığı Nedir? Uyuz Belirtileri ve Tedavisi

Mide Yanması Neden Olur, Nasıl Geçer?

Mide Bulantısı Neden Olur, Nasıl Geçer?

Maymun Çiçeği Virüsü Nedir?

Gastrointestinal Enfeksiyon ( Gastroenterit ) Nedir ?

Yağsız Vücut Kitlesi (FFMI) Hesaplama

İdeal Kilo Hesaplama

Vücut Yağ Oranı Hesaplama

Bazal Metabolizma Hızı Hesaplama

Vücut Kitle İndeksi Hesaplama - Boy Kilo Endeksi

Peter Pan Sendromu Nedir? Belirtileri Nelerdir?

Hipokondriyazis (Hastalık Hastalığı) Nedir?

Diyabet (Şeker Hastalığı) Nedir?

Kemik İliği Kanseri Nedir? Belirti ve Tedavi Yöntemleri Nelerdir?

Kalça Ağrısı Neden Olur? Kalça Ağrısı Nasıl Geçer?

Bebeklerde Burun Tıkanıklığına Ne İyi Gelir?

Bamya Tohumu Faydaları Nelerdir? Hangi Hastalıklara İyi Gelir?

Mutluluk Çubuğu (Penis Protezi) Nedir?

Palyatif Bakım Nedir, Nasıl Alınır, Şartları Nelerdir?

Annelik Estetiği (Mommy Makeover) Nedir?

Kolera Nedir? Nasıl Bulaşır?

Tip 1 ve Tip 2 Diyabet Hakkında Her Şey

Serotonin (Mutluluk Hormonu) Nedir? Ne İşe Yarar?

Kalp Sağlığı ve Beslenme

Kahvenin Faydaları ve Zararları Nelerdir?

Göz Yorgunluğu Nedir? Belirtileri ve Tedavisi

Kabak Çekirdeğinin Faydaları Nelerdir?

İdrar Kaçırma (Üriner İnkontinans) Nedir?

Huzursuz (İrritabl) Bağırsak Sendromu Nedir?

Potasyum Nedir? Potasyum Yüksekliği ve Düşüklüğü

Bağışıklık Güçlendirici Besinler ve Takviyeler

Gebelik ve Doğum Öncesi Bakım

Doğum Öncesi ve Sonrası Beslenme

Çölyak Hastalığı Nedir? Belirtileri ve Tedavi Yöntemleri Nelerdir?

Uçuk Nedir? Neden Çıkar ve Nasıl Geçer?

Böbrek Yetmezliği Nedir, Belirtileri Nelerdir?

Menopoz Nedir? Menopoz Belirtileri Nelerdir?

Burun Estetiği (Rinoplasti) Nedir?

Sinüzit Nedir? Sinüzit Belirtileri Nelerdir?

Hamilelik (Gebelik) Belirtileri Nelerdir?

Kalp Yetmezliği Nedir? Belirtileri ve Tedavisi

Akılcı İlaç Nedir ?

B12 Vitamini Nedir? B12 Vitamini Eksikliği Belirtileri Nelerdir?

Keten Tohumunun Faydaları Nelerdir?

Ailevi Akdeniz Ateşi Hastalığı (FMF) Nedir?

Papatya Çayının Faydaları Nelerdir?

Kantaron Yağı Faydaları Nelerdir? Nasıl Kullanılır?

Kekik Çayı Nasıl Yapılır, Faydaları Nelerdir?

Histeroskopi Ameliyatı

Bypass Nedir? Bypass Ameliyatı

Varis Nedir?

Laparoskopi Nedir? Laparoskopi Neden Yapılır?

Andropoz Nedir? Andropoz Belirtileri Nelerdir?

Balgam Nedir? Balgam Nasıl Atılır?

Aft Nedir ve Nasıl Geçer?

AIDS (HIV) Nedir? HIV Belirtileri ve Tedavisi

Vajinal Akıntı Neden Olur? Vajinal Akıntı Nasıl Geçer?

Mide Kanseri Nedir? Belirtileri ve Tedavi Yöntemleri

Güneş Yanığına Ne İyi Gelir? Güneş Yanıkları Nasıl Geçer?

Down Sendromu Belirtileri, Tanı ve Tedavi Yöntemleri

Astigmat Nedir? Belirtileri ve Tedavi Yöntemleri

Diş Ağrısına Ne İyi Gelir? Diş Ağrısı Nasıl Geçer?

Zatürre (Pnömoni) Nedir? Zatürre Belirtileri Nelerdir?

Vajinismus Nedir? Belirtileri ve Tedavisi

Tüberküloz (Verem Hastalığı) Nedir?

Skolyoz (Omurga Eğriliği) Nedir? Belirtileri Nelerdir?

Konjoktivit Nedir? Nedenleri, Belirtileri ve Tedavisi

Obsesif Kompülsif Bozukluk (OKB) Nedir?

MS Hastalığı (Multipl Skleroz) Nedir?

Cilt (Deri) Kanseri Nedir? Belirtileri ve Tedavi Yöntemleri

Öksürüğe Ne İyi Gelir? Öksürük Nasıl Geçer?

Boğaz Ağrısı Neden Olur? Boğaz Ağrısı Nasıl Geçer?

Mide Ağrısına Ne İyi Gelir? Mide Ağrısı Nasıl Geçer?

Guatr Nedir? Belirtileri ve Tedavi Yöntemleri Nelerdir?

Lösemi Nedir? Lösemi Belirtileri ve Tedavisi

Spina Bifida Nedir? Bebeklerde Spina Bifida

Lenf Kanseri (Lenfoma) Nedir?

Gut Hastalığı Nedir? Gut Hastalığına Ne İyi Gelir?

Demir Eksikliği Belirtileri Nelerdir? Demir Eksikliğine Ne İyi Gelir?

Sınav Kaygısı Nedir? Sınav Kaygısı ile Başa Çıkmanın Yolları

Yeşil Çayın Faydaları Nelerdir? Yeşil Çay Ödem Atar Mı?

Afazi Nedir? Afazi Tipleri ve Tedavisi

Bebeğin Gazı Nasıl Çıkarılır?

Çocuklarda İdrar Kaçırma ve İşeme Problemleri

Bebeklerde Kusma Neden Olur? Bebek Kusmasına Ne İyi Gelir?

Çocuklarda Alerjik Hastalıklar

Kalp Hastaları Oruç Tutabilir Mi?

Ramazan Ayında Beslenme

HPV Nedir? Belirtileri Nelerdir? HPV Aşısı Nedir?

Diz Kireçlenmesi ve Dizde Kireçlenme Belirtileri

Akciğer Kanseri Nedir? Akciğer Kanseri Belirtileri

Ağrılı Cinsel İlişki (Disparoni) Nedir? Nedenleri ve Tedavisi

Hepatit B Nedir? Belirtileri Nelerdir? Hepatit B Nasıl Bulaşır?

Cinsel Yolla Bulaşan Hastalıklar Nelerdir? Belirtileri ve Tedavileri

Gebelik Hesaplama

Karaciğer Kanseri Nedir? Belirtileri ve Tedavi Yöntemleri

Hepatit C Nedir? Nasıl Bulaşır? Belirtileri Nelerdir?

Endoskopik Boyun Fıtığı Ameliyatı Nedir?

Cevizin Faydaları Nelerdir? Hindistan Cevizi Yağı Faydaları

Kefir Nedir? Kefirin Faydaları Nelerdir?

Bağırsak İltihabı (Kolit) Nedir? Belirtileri Nelerdir?

Baker Kist (Diz Arkası Ağrısı) Nedir? Belirtileri Nelerdir?

Ağız Kuruluğu (Kserostomi) Nedir? Ağız Kuruluğu Neden Olur?

Omega 3 Nedir? Omega 3’ün Faydaları Nelerdir?

Yüz Estetiğinde Altın Oran Nedir? Nasıl Hesaplanır?

Beyin Damar Tıkanıklığı Nedir? Belirtileri ve Tedavisi

Muzun Faydaları Nelerdir? Muz Kabuğu Faydaları Nelerdir?

Klostrofobi (Kapalı Alan Korkusu) Nedir? Klostrofobi Belirtileri

Romatoid Artrit (İltihaplı Romatizma) Nedir? Belirtileri ve Tedavisi

Yumurtalık (Over) Kanseri Nedir? Belirtileri ve Tedavi Yöntemleri

Menenjit Nedir? Belirtileri Nelerdir? Menenjit Aşısı

Siroz Nedir, Siroz Belirtileri ve Tedavi Yöntemleri Nelerdir?

Çocuklarda Dijital Bağımlılık Nasıl Oluşur ?

Sepsis (Kan Zehirlenmesi) Nedir? Sepsis Belirtileri ve Tedavisi

Sağlık Raporu Nedir ? Sağlık Raporu Neden Alınır ?

SMA Hastalığı Nedir? Neden Olur? Belirtileri ve Tedavisi

Meyve Suyu Çocuklar İçin Zararlı Mıdır?

Hamilelik Reflüsü Nedir? Hamilelik Reflüsü Belirtileri Nelerdir?

Çocuklarda Ateş Neden Olur? Evde Ateş Nasıl Düşürülür?

Kronik Yorgunluk Sendromu Nedir? Belirtileri Nelerdir?

Hipertansiyon Nedir? Yüksek Tansiyon Belirtileri Nelerdir?

Anemi (Kansızlık) Nedir? Kansızlık Belirtileri Nelerdir?

Kulak Çınlaması (Tinnitus) Neden Olur? Nasıl Geçer?

Gebelikte Şeker Yüklemesi Nedir? Ne Zaman ve Nasıl Yapılır?

Gebelikte Ayrıntılı Ultrason Şart Mı? Kaçıncı Haftada Yapılır?

Burun Akıntısı Nasıl Geçer? Burun Akıntısı Covid Belirtisi Mi?

Omicron Varyantı Nedir? Omicron Belirtileri Nelerdir?

İnfluenza (Grip) Nedir? İnfluenza Nedenleri, Belirtileri ve Tedavisi

Gastrit Nedir? Gastrit Belirtileri Nelerdir?

Kolon ve Rektum Kanseri Belirtileri ve Tedavi Yöntemleri

Panik Atak Nedir? Panik Atak Belirtileri Nelerdir?

Larenjit (Gırtlak İltihabı) Nedir? Larenjit Belirtileri ve Tedavisi

Gül Hastalığı (Rozasea) Nedir? Nedenleri, Belirtileri ve Tedavisi

Kurdeşen (Ürtiker) Nedir? Neden Olur? Kurdeşene Ne İyi Gelir?

Perinatoloji ve Yüksek Riskli Gebelikler

Soğuk Algınlığı Belirtileri Nelerdir? Soğuk Algınlığına Ne İyi Gelir?

Behçet Hastalığı Nedir? Behçet Hastalığı Belirtileri Nelerdir?

Gebelikte Tarama Testleri Nelerdir? Ne Zaman Yapılır?

Geniz Akıntısı Nedir? Neden Olur? Nasıl Geçer?

Lazer Epilasyon Nedir? Nasıl Yapılır? Hangi Bölgelere Yapılır?

Hıçkırık Neden Olur? Hıçkırık Nasıl Geçer?

Çocuklarda İşitme Kaybı Nedenleri, Belirtileri ve Tedavisi

Halluks Valgus Nedir? Halluks Valgus Ameliyatı

Halluks Rigidus (Sert Ayak Başparmağı) Nedir?

Entübe Nedir? Entübasyon Nasıl Yapılır?

Propolis Nedir? Nasıl Kullanılır? Propolis Faydaları Nelerdir?

Myastenia Gravis Nedir? Myastenia Gravis Belirtileri ve Tedavisi

Nöropatik Ağrı Nedir? Belirtileri Nelerdir? Nöropatik Ağrı Tedavisi

Chia Tohumu Nedir? Chia Tohumu Faydaları Nelerdir?

Saç Dökülmesi Neden Olur? Saç Dökülmesi Nasıl Önlenir?

Ataksi Nedir? Ataksi Belirtileri, Nedenleri ve Tedavi Yöntemleri

Nefes Darlığı Neden Olur? Nefes Darlığına Ne İyi Gelir?

Kalp Pili Nedir? Kalp Pili Nasıl Takılır?

Endometriozis (Çikolata Kisti) Nedir? Belirtileri ve Tedavisi

Gıdı Estetiği Nedir? Nasıl Yapılır? Ameliyatsız Gıdı Estetiği

Rahim Ağzı (Serviks) Kanseri Nedir? Belirtileri, Tedavi Yöntemleri

PCR Testi Nedir? Nasıl Yapılır? PCR Sonucu Ne Zaman Çıkar?

Bruksizm (Diş Sıkma) Nedir? Bruksizm Belirtileri ve Tedavisi

Beyin Ölümü Nedir? Beyin Ölümü Hangi Durumlarda Görülür?

Organ Bağışı Nedir? Organ Bağışı Nasıl Yapılır?

Bel Soğukluğu (Gonore) Nedir? Belirtileri ve Tedavi Yöntemleri

Ödem Nedir? Neden Olur? Ödem Nasıl Atılır?

Velashape Nedir? Velashape ile Bölgesel Zayıflama

Narsistik Kişilik Bozukluğu Nedir? Nedenleri, Belirtileri ve Tedavisi

Parkinson Nedir? Neden Olur? Parkinson Belirtileri ve Tedavisi

Delta Virüsü Belirtileri Nelerdir? Delta Plus Varyantı Nedir?

Yeme Bozukluğu Nedir? Nedenleri, Belirtileri ve Tedavisi

Folik Asit Nedir? Folik Asit Ne İşe Yarar? Folik Asit Eksikliği

Egzama Nedir? Egzama Neden Olur? Egzama Tedavisi

Doğum Lekesi Nedir? Neden Olur? Doğum Lekesi Nasıl Geçer?

İshal Neden Olur? İshale Ne İyi Gelir? İshal Nasıl Geçer?

Kıl Dönmesi Nedir? Belirtileri Nelerdir? Kıl Dönmesi Ameliyatı

İnme (Felç) Nedir? İnme Belirtileri ve Tedavi Yöntemleri

Genital Siğil Nedir? Belirtileri Nelerdir? Genital Siğil Tedavisi

Perianal Fistül ve Anal Apse Nedir? Belirtileri, Tedavi Yöntemleri

İşitme Kaybı Nedir? İşitme Kaybı Dereceleri ve Tedavisi

Kabakulak Nedir? Kabakulak Belirtileri ve Tedavi Yöntemleri

Ferritin Nedir? Ferritin Düşüklüğü ve Ferritin Yüksekliği

Ayak Mantarı Nedir? Nasıl Geçer? Ayak Mantarına Ne İyi Gelir?

Polikistik Over Nedir? Polikistik Over Belirtileri ve Tedavisi

Mide Kanaması Nedir? Mide Kanaması Belirtileri Nelerdir?

İdrar Yolu Enfeksiyonu Nedir? İdrar Yolu Enfeksiyonu Belirtileri

Lipödem Nedir? Belirtileri Nelerdir? Lipödem Tedavisi

Kol Germe Estetiği (Brakioplasti) Nedir? Kol Germe Ameliyatı

Meme Estetiği (Meme Büyütme, Meme Küçültme ve Dikleştirme)

Doğum Kontrol Hapı Nedir? Ne İşe Yarar? Nasıl Kullanılır?

Adet Gecikmesi Nedir? Adet Gecikmesi Neden Olur?

Sünnet Nedir? Sünnet Neden ve Nasıl Yapılır?

Sezaryen Doğum Nedir? Normal Doğum ve Sezeryan Doğum

Böbrek Nedir? İşlevi Nedir? Böbrek Sağlığını Korumanın Yolları

Spiral Nedir? Spiral Ne Zaman ve Nasıl Takılır?

Covid-19 Kalp Hastalarını Nasıl Etkiler?

Anne Sütü ve Emzirmenin Faydaları

Mide Balonu Nedir? Mide Balonu ile Ne Kadar Zayıflanır?

Sinir Sıkışması Nedir? Sinir Sıkışması Belirtileri Nelerdir?

Sedef Hastalığı Nedir? Sedef Hastalığı Belirtileri ve Tedavisi

Pap Smear Testi Nedir? Nasıl Yapılır?

Miyom Nedir? Miyom Belirtileri Nelerdir? Miyom Ameliyatı

Aşırı Terleme (Hiperhidroz) Nedir? Aşırı Terleme Neden Olur?

Tükenmişlik Sendromu Nedir? Evreleri, Belirtileri ve Tedavisi

Haşimato Hastalığı Nedir? Haşimato Hastalığı Belirtileri Nelerdir?

Göz Kapağı Estetiği Nedir? Göz Kapağı Estetiği Ameliyatı

Kepçe Kulak Nedir? Kepçe Kulak Ameliyatı

Zona Nedir? Zona Belirtileri Nelerdir? Zona Neden Olur?

Kabızlık Nedir? Kabızlığa Ne İyi Gelir? Kabızlık Nasıl Geçer?

Huzursuz Bacak Sendromu Nedir? Belirtileri ve Tedavisi

Gıda Zehirlenmesi Nedir? Gıda Zehirlenmesi Belirtileri Nelerdir?

Endoskopi Nedir? Endoskopi Nasıl Yapılır? Endoskopi Sonrası

Akdeniz Anemisi Nedir? Akdeniz Anemisi Belirtileri ve Tedavisi

Kolonoskopi Nedir? Kolonoskopi Nasıl Yapılır?

Baş Ağrısı Neden Olur? Baş Ağrısı Nasıl Geçer?

Bipolar Bozukluk Nedir? Nedenleri, Belirtileri ve Tedavisi

Hemoroid (Basur) Nedir? Lazerle Hemoroid Tedavisi

Migren Nedir? Migren Belirtileri Nelerdir? Migrene Ne İyi Gelir?

Kesi Yeri Fıtığı Nedir? Nedenleri, Belirtileri ve Tedavisi

Göbek Fıtığı Nedir? Belirtileri Nelerdir? Göbek Fıtığı Ameliyatı

Mide Fıtığı Nedir? Mide Fıtığı Belirtileri ve Tedavisi

Alerji Testleri Nelerdir? Alerji Testleri Ne İşe Yarar?

D Vitamini Eksikliği: Nedenleri, Belirtileri ve Tedavisi

Ses Teli Bozuklukları Nelerdir? Nodül ve Polipler

Kulak Hastalıkları Nelerdir? Nedenleri ve Belirtileri

Sırt Ağrısı Neden Olur? Sırt Ağrısı Nasıl Geçer?

Bel Kayması Nedir? Bel Kayması Belirtileri ve Tedavisi

Burun Tıkanıklığı Neden Olur? Burun Tıkanıklığına Ne İyi Gelir?

Omurilik Tümörü Belirtileri Nelerdir? Omurilik Tümörü Ameliyatı

Kemik Kanseri (Tümörü) Nedir? Kemik Kanseri Belirtileri

Faranjit Nedir? Faranjit Belirtileri ve Tedavisi

Koronavirüs (COVID-19) Belirtileri Nelerdir? Çocuklarda COVID-19

Kas ve İskelet Sistemi Hastalıkları

İnsülin Direnci Nedir? İnsülin Direnci Belirtileri ve Tedavisi

Alzheimer Nedir? Alzheimer Belirtileri ve Tedavisi

Kalp Hastaları Nasıl Beslenmelidir? Kalp Ameliyatı Sonrası Beslenme

Ablasyon Nedir? Ablasyon Tedavisi ve Sonrası

Meme Kanseri Nasıl Anlaşılır? Meme Kanseri Belirtileri ve Tedavisi

Karpal Tünel Sendromu Nedir? Belirtileri ve Tedavisi

Endoskopik Hipofiz Cerrahisi Nedir? Endoskopik Hipofiz Ameliyatı

Omuz Artroskopisi Nedir? Omuz Artroskopisi Sonrası İyileşme

Morbid Obezite Nedir? Kimlere Morbid Obez Denir?

COVID-19 Dönemi ve Sonrasında Beslenmenin Önemi

Artroskopi Nedir? Diz Artroskopisi Nasıl Yapılır?

Mesane Kanseri (Tümörü) Nedir? Mesane Kanseri Belirtileri

Tırnak Batması (Batık Tırnak) Nedir? Nedenleri ve Tedavisi

Mide Botoksu Nedir? Nasıl Yapılır ve Kimlere Uygulanır?

Ayak ve Ayak Bileği Cerrahisi Nedir?

Donuk Omuz Nedir? Donuk Omuz Belirtileri ve Tedavisi

Hilterapi Nedir? Yüksek Yoğunluklu Lazer Tedavisi

ESWL Nedir? ESWL Taş Kırma Tedavisi

Aralıklı Oruç Nedir? Aralıklı Oruç Diyeti (IF Diyeti) Nasıl Yapılır?