Bağırsak Düğümlenmesi - Liv Hospital

Bağırsak Düğümlenmesi - Liv Hospital

Bağırsak Düğümlenmesi

İnsan vücudunda bağırsaklar temel olarak iki bölümden oluşur. Bunlar ince ve kalın bağırsaktır. Ağızdan alınan gıdalarda bulunan besin ögelerinin emilerek vücuda kazandırıldığı bölümlerden birisi olan bağırsaklarda bazı durumlarda tıkanıklık oluşur. Bunun sonucunda bağırsaklar olması gerektiği gibi hareket edemez ve hava, sıvı ya da yiyecekler bağırsaklarda ilerleyemez. Bağırsaklarda kısmi ya da tamamen tıkanıklık olması bağırsak düğümlenmesi olarak adlandırılır.

İçindekiler Bağırsak Düğümlenmesi Nedir? Bağırsak Düğümlenmesi Neden Olur? Bağırsak Düğümlenmesi Belirtileri Nelerdir? Bağırsak Düğümlenmesi Nasıl Geçer? Bağırsak Düğümlenmesi Nedir?

Tıpta volvulus olarak adlandırılan bağırsak düğümlenmesi bağırsağın bir bölümünün kendi etrafında veya mezenter dokusunun etrafına dolanması olarak tanımlanır. Mezenter bağırsakların dış kısmında bulunan ve beslenmesine yardımcı olan zardır. Bağırsağın bu hareketi sonucu genellikle bağırsaklarda tıkanıklık oluşur. Mezenterin daha fazla bükülmesi ya da tıkanıklığa bağlı olarak bağırsakların aşırı genişlemesi bağırsağın kan akışında bozulmaya neden olur. Kan akışının yetersiz kalması sonucu nekroz (dokuların ölmesi) meydana gelir ve bu durum genellikle ölüm riskini artırır.

Bağırsak Düğümlenmesi Neden Olur?

İnce bağırsak ya da kalın bağırsak (kolon), bağırsak düğümlenmesine neden olabilir. Bunun birkaç farklı sebebi olabilir. Anatomik sebepler, kullanılan ilaçlar, yaşam tarzı, psikolojideki değişiklikler bu soruna neden olabileceği gibi bazen altta yatan bir sebep olmadan da gelişebilir. Anatomik sebeplerin arasında tümörler, gebelik, ince bağırsak divertikülleri (bağırsak içinde bulunan dışarı doğru oluşan baloncuk şeklinde yapılar) ve laparoskopik cerrahi sonrası oluşan komplikasyonlar bulunur.

Bebeklerde Bağırsak Düğümlenmesi Neden Olur?

Yaklaşık olarak 500 canlı doğumdan birisinde bağırsaklar normal yerleşimde değildir ve bu durum malrotasyon olarak adlandırılır. Bu bebeklerin yaklaşık %80’inde yaşamın ilk ayında ince bağırsak düğümlenmesi gerçekleşir. Bazen sindirim sistemindeki tıkanıklık midenin bükülmesi (volvulus) sonucu da gerçekleşebilir. Her iki durumda da acil cerrahi müdahale gerekebileceği için erken tanı konulması önemlidir. Çocuklarda görülen mide volvulusuna bağlı bağırsak tıkanıklığı, diyafram kasındaki değişikliklerin sonucunda da görülebilir.

Bağırsak Düğümlenmesi Belirtileri Nelerdir?

Bağırsak düğümlenmesi olması durumunda çeşitli belirtiler ortaya çıkar. Genellikle akut bağırsak tıkanıklığına bağlı olarak görülen bu belirtiler arasında karın ağrısı, bulantı ve kusma vardır. Ancak bazı kişilerde belirtiler daha gizli ilerleyebilir veya aralıklı olarak oluşabilir. Bu kişilerde kabızlık, laksatif kullanımı ve daha önce fark edilen kalın bağırsak genişlemesinin oluşması ile tanı konulabilir. Abdominal distansiyon yani karın çevresinde hacimsel artış ve şişkinlik ile karın bölgesinde sertleşme de belirtiler arasındadır. Dışkı içinde kan görülmesi de belirtilerden birisi olabilir.

Bebeklerde Bağırsak Düğümlenmesi Belirtileri Nelerdir?

İlk günden itibaren başlayan sarı-yeşil renkte safralı kusma genellikle bebeklerde bağırsak düğümlenmesi belirtilerindendir. Bebeklerde volvulus belirtisi olarak huzursuzluk, karında şişkinlik, iştahta azalma görülebilir. Bazen bilinç düzeyinde değişiklik de görülebilir. Bu belirtilerin görülmesi durumunda bebeklerin sağlık kuruluşlarına getirilmesi ve bu sayede hızlı bir şekilde müdahalenin yapılması oldukça önemlidir.

Bağırsak Düğümlenmesi Ölümcül müdür?

Bazı durumlarda bağırsak düğümlenmesi ilk başta belirti vermeyebilir ya da kişiye çok fazla rahatsızlık hissettirmeyebilir. Şiddetli belirtiler görülmese bile zamanla bağırsak düğümlenmesi ciddi ve yaşamı tehdit edecek komplikasyonlara yol açabilir. Oluşan komplikasyonlar ölümcül olabileceği için herhangi bir belirti fark edildiğinde erken tanı ve tedavi için sağlık kuruluşlarına başvurulması gereklidir.

Bağırsak Düğümlenmesi Nasıl Geçer?

Bağırsak düğümlenmesinin tedavisinde iki amaç üzerine odaklanılır. Bunlardan birincisi bükülen bağırsağın düzeltilmesi iken ikincisi bu durumun tekrarlanmasının önlenmesidir. Kalın bağırsağın son kısımlarında olan düğümlenmelerde fleksible (bükülebilir) sigmoidoskopi işlemi gerçekleştirilir. Ancak ikinci sefer ortaya çıkan bağırsak düğümlenmesi durumunda volvulus tekrarlama riski de daha yüksektir. Bunun önüne geçmek için genellikle bağırsağın düğümlenen bölümü ameliyatla çıkarılır ve kolostomi açılır ya da bağırsaklar birbirine bağlanır. İnce bağırsağın kalın bağırsağa bağlandığı bölüm olan çekumda bağırsak düğümlenmesi meydana gelirse genellikle ameliyat gereklidir. Doku hasarının fazla olduğu durumlarda kolostomi uygulanabilir.

Bağırsak Düğümlenmesi Kendiliğinden Geçer mi?

Çekum bölgesinde oluşan bağırsak düğümlenmesinin sonucunda bağırsakta tam tıkanıklık oluşmamışsa gaz çıkışı sonrası hastalar daha rahat hissedebilir. Bu durum bağırsağın kendilinden geçtiği anlamına gelebilse de bazen tıkanıklık kendiliğinden geçmez ve daha kötü komplikasyonlar ortaya çıkar. Komplikasyonların ilerlemesi ile ağrı ve diğer semptomlarda kötüleşme gözlenir. Akut bir bağırsak tıkanıklığı olmasa dahi çekum volvulusuna bağlı olarak tekrarlayan ataklar görülebilir. Bağırsaklar düğümlendiğinde bölgeye olan kan akışı da kesilir. Zamanla aynı bölgeye olan normal kan akımının tekrar tekrar kesilmesi bağırsakların çalışmasının durmasına neden olabilir.

Bağırsak Düğümlenmesi Tedavisi

İnce bağırsak düğümlenmesi tedavisinde uygun miktarda sıvı alımının sağlanması ve çıkışın kontrolü için nazogastrik sonda ve foley sonda takılır. Nazogastrik sonda genellikle burundan, nadiren ağızdan sindirim kanalına yerleştirilen bir tüptür. Foley sonda ise idrar çıkışının kontrolü için mesane içerisine yerleştirilen sondadır. Bu sondalar vasıtasıyla hastanın aldığı ve çıkardığı sıvı miktarı hesaplanabilir. Bağırsak düğümlenmesinde kan dolaşımı bozulabileceği için dolaşımın kontrolü için damar yolu açılır. Hastaların önemli bir bölümü cerrahi yoğun bakım ünitelerinde takip edilir ve genellikle cerrahi müdahale gerekir. Peritonit (karın zarının iltihaplanması) ya da akut vasküler yetersizlik gibi ciddi komplikasyonların geliştiği hastalarda ise acil cerrahi müdahale yapılır.

Bağırsak Düğümlenmesi Ameliyatı

Ameliyat öncesinde hastalarda antibiyotik tedavisine başlanır. İdrar çıkışı ve yaşamsal bulgular kontrol edilir. Kalın bağırsağın son bölümü olan sigmoid bağırsakta oluşan düğümlenmelerde sigmoidoskopi yapılarak düğümlenme %50-100 başarı oranıyla azaltılabilir. Ancak düğümlenmenin tekrarlama riskine karşı genellikle iki gün içinde ameliyat ile bağırsakların kesilmesi gerekebilir. Bazı durumlarda konservatif cerrahi yöntemi tercih edilebilir. Karın zarında iltihap (peritonit) olmaması durumunda ufak bir kesi ile inceleme yapılır. Bağırsakta delinme olması durumunda bağırsağın hasarlı bölümü ameliyat ile çıkarılır. Çekum düğümlenmesinde endoskopi ile dekompresyon yaklaşık %20 başarı oranına sahiptir ve tedavi sonrası bağırsak düğümlenmesi tekrarlama riski yüksektir.

Bağırsak Düğümlenmesi Ameliyatı Sonrası Beslenme Nasıl Olmalı?

Bağırsak düğümlenmesi ameliyatı sonrası beslenme, sindirim sisteminin hassas olduğu bir dönemdir. Bu süreçte, doktorunuzun tavsiyelerine göre hareket etmek önemlidir. Genellikle ameliyat sonrası dönemde hafif, kolay sindirilebilir ve sıvı gıdalar tercih edilir. Sıvı alımı önemlidir ve su, bitki çayları veya meyve suları gibi sıvılar tüketilmelidir. Yumuşak gıdalar arasında püre haline getirilmiş sebzeler, pişmiş tahıllar ve az yağlı proteinler yer alabilir. Daha sonra yavaş yavaş katı gıdalara geçiş yapılabilir, ancak baharatlı, yağlı ve ağır gıdalardan kaçınılmalıdır. Doktorunuzun belirlediği diyet programına ve önerilere uymak, sağlıklı bir iyileşme süreci için önemlidir.

"
Bağırsak Düğümlenmesi Neden Olur? Belirtileri Nelerdir?

Bağırsak Düğümlenmesi Neden Olur? Belirtileri Nelerdir?

Bağırsak Düğümlenmesi Neden Olur? Belirtileri Nelerdir?

Bağırsak düğümlenmesi, sindirim sistemi sağlığını olumsuz etkileyen bir durumdur. Bağırsakların kendi üzerine dönmesi veya başka bir bağırsağa dolanması sonucunda oluşur. Bu durum, bağırsaklardaki kan akışını engelleyebilir ve ciddi komplikasyonlara yol açabilir.

Bağırsak düğümlenmesi nedir?

Bağırsak düğümlenmesi, bağırsakların birbirine veya kendi üzerine dönmesi sonucu oluşan bir durumdur. Bu durum, bağırsaklardaki kan akışını engelleyebilir, bağırsak duvarlarında hasara ve doku ölümüne neden olabilir. Bağırsak düğümlenmesi acil tıbbi müdahale gerektiren ciddi bir durumdur.

Bağırsak düğümlenmesi genellikle ince bağırsaklarda meydana gelir ancak kalın bağırsaklarda da nadir durumlarda görülebilir. Düğümlenme, bağırsakların hareketlerini bozabilir, besinlerin geçişini engelleyebilir ve kan akışını keserek bağırsak dokularının hasar görmesine yol açabilir.

Bağırsak düğümlenmesi belirtileri

Bağırsak düğümlenmesi, çeşitli belirtilerle kendini gösterebilir.

Şiddetli karın ağrısı: Bağırsak düğümlenmesi, şiddetli ve sürekli karın ağrısına neden olabilir. Bu ağrı, genellikle karın bölgesinin belirli bir bölümünde yoğunlaşır ve zamanla şiddetlenir. Bulantı ve kusma: Bağırsak düğümlenmesi olan kişilerde bulantı ve kusma da sık görülen belirtilerdir. Gaz ve şişkinlik: Bağırsak düğümlenmesi olan kişilerde gaz birikimi ve şişkinlik hissi de sıkça görülür. Karında gerginlik ve dolgunluk hissi oluşabilir. İshal veya kabızlık: Bağırsak düğümlenmesi bazen bağırsak hareketlerini etkileyerek ishal veya kabızlığa neden olabilir. Bu, kişinin normal dışkılama alışkanlıklarında değişikliklere yol açabilir. Kanlı dışkı: İlerlemiş durumlarda bağırsak mukozasında hasarlanmaya bağlı kanamalar görülebilir. Ateş: İlerlemiş vakalarda görülür.
Bağırsak düğümlenmesi nasıl anlaşılır?

Yukarıda belirtilen şikayetlerin birinin veya birkaçının var olması durumunda bağırsak düğümlenmesi olasılığı düşünülmelidir. Bu durumda, doktora başvurmak ve detaylı bir değerlendirme yapılması önemlidir. Tanı genellikle fiziksel muayene, görüntüleme testleri ve bazen de endoskopi veya kolonoskopi gibi prosedürlerle konulur.

Bebeklerde bağırsak düğümlenmesi

Bebeklerde bağırsak düğümlenmesi nadir görülen bir durumdur ancak ciddi sonuçlara yol açabilir. Bu durum genellikle doğuştan gelen bir anormallik veya bağırsaklardaki yapısal bir sorun nedeniyle oluşur. Karın şişliği, kusma, beslenme güçlüğü, kanlı dışkı, huzursuzluk gibi belirtiler fark edildiğinde derhal bir uzmana başvurulmalıdır.

Yetişkinlerde bağırsak düğümlenmesi

Geçirilmiş karın içi ameliyatlar sonrası gelişen yapışlıklıklar, karın içi enfeksiyonlar, kalın veya ince bağırsak tümörleri, bağırsağın yapısal anormallikleri, bağırsak sıkışması gelişen karın duvarı fıtıkları gibi nedenler yetişkinlerde en sık görülen bağırsak düğümlenmesi nedenleridir.

Bağırsak düğümlenmesi kendiliğinden geçer mi?

Bağırsak düğümlenmesi kendiliğinden geçmez. Bu durum acil tıbbi müdahale gerektirir. Düğümlenen bağırsak, zamanla daha fazla hasar görebilir ve doku ölümü meydana gelebilir. Bu nedenle, bağırsak düğümlenmesi belirtileri fark edildiğinde vakit kaybetmeden doktora başvurulması önemlidir.

Bağırsak düğümlenmesi tedavisi

Bağırsak düğümlenmesi tedavisi genellikle acil bir cerrahi müdahale gerektirir. Genel prensip, düğümlenen bağırsak segmentinin düzeltilmesi, kanlanmasının sağlanmasıdır. Ayrıca altta yatan ve düğümlenmeye neden olan patolojinin de tedavi edilmesi gerekir. Bazen geri dönüşümsüz olarak dolaşımı bozulan bağırsak segmentinin alınması da gerekebilir.

Bağırsak düğümlenmesi ameliyatı açık veya laparoskopik olarak gerçekleştirilebilir. Laparoskopik yöntemde, karın bölgesine küçük kesiler yapılır ve özel cerrahi aletlerle düğümlenen bağırsak bölgesine erişilir. Düğüm çözülerek bağırsaklar normal pozisyonuna getirilir ve gerekirse hasar görmüş doku temizlenir.

Bağırsak düğümlenmesi ölümcül müdür?

Bağırsak düğümlenmesi ciddi bir durum olup, tedavi edilmezse ölümcül olabilir. Düğümlenen bağırsak, kan akışının kesilmesi sonucu doku ölümüne, bağırsağın delinmesine ve karın içinde enfeksiyonlara, peritonit tablosuna neden olabilir. Bu da hayati organların fonksiyonlarını bozabilir ve hayati risklere yol açabilir. Erken teşhis ve hızlı müdahale ölüm riskini azaltır ve komplikasyonları önler.

Bağırsak düğümlenmesi ameliyatı sonrası beslenme

Bağırsak düğümlenmesi ameliyatından sonra dikkatli bir izlem ve uygun beslenme önemlidir. İyileşme sürecinde, hastalar genellikle bir süre boyunca sıvı ve yumuşak gıdalarla beslenir ve daha sonra yavaşça normal diyetlerine geçer. Bu, bağırsakların iyileşmesine yardımcı olur ve sindirim sisteminin yavaşça normale dönmesini sağlar. Tedavi süreci hastanın durumuna ve ameliyatın karmaşıklığına bağlı olarak değişebilir. Bu nedenle hastaların ameliyat sonrası diyet planı hakkında detaylı bilgi alması ve doktorunun önerilerine uyması önem taşır.

Ocuklarda Apandisit ve Tedavi Süreci – Yakın Doğu Üniversitesi

Ocuklarda Apandisit ve Tedavi Süreci – Yakın Doğu Üniversitesi

Peritonit: Tanı, Belirti ve Tedavisi

Akademik Takvim Online Servisler Aday Öğrenciler Çocuklarda Apandisit ve Tedavi Süreci Eklenme Tarihi: 19 Şubat 2016, 16:15 Son Güncelleme Tarihi: 01 Aralık 2020, 10:15

Çocuklarda Apandisit
Yakın Doğu Üniversitesi Hastanesi Çocuk Cerrahı Yrd. Doç. Dr. Emil Mammadov, Çocuklarda Apandisit, Belirtileri, Teşhisi, Tedavisi ve Ameliyat Sonrası Sürecini Anlattı.

Yakın Doğu Üniversitesi Basın ve Halkla ilişkiler Müdürlüğü'ne açıklamalarda bulunan Yrd. Doç. Dr. Emil Mammadov , Apandisit Nedir?, Çocuklarda Apandisit Olur Mu?, Apandisitin Belirtileri Nelerdir?, Apandisit Nasıl Teşhis Edilir?,Nasıl Tedavi Edilir?,Ameliyat Sonrası Süreç Nasıl İlerler?,Ameliyat Sonrası , Komplikasyonlar Nelerdir? başlıkları hakkında önemli bilgiler verdi.

Apandisit Nedir?
Appendiks adı verilen organ, halk arasında “kör bağırsak” olarak bilinmektedir ve ince bağırsak ile kalın bağırsak arasında yerleşik olan yapıdır. İçindeki açıklık sert gıda, yemek parçası veya içindeki lenf adacıklarının şişmesine bağlı tıkanabilir ve bu durum akut apandisit adı verilen tabloya yol açar. Bu tıkanıklık sonucunda appendiks içindeki salgılar dışarı atılamaz ve enflamasyon denilen iltihabi süreç başlar. Bu aşamada çocuğun sadece göbek çevresinde olan karın ağrısı ve iştahsızlık gibi belirtileri vardır. İltihabi süreç ilerledikçe appendiks dokusu şişmeye başlar ve gelişen enfeksiyon tüm duvarına yayılır. Aynı zamanda appendikste beslenme bozukluğu gelişir. Bu süreçte çocuğun karın ağrısı şiddetlenir ve karnın sağ alt bölümüne yerleşir. Bu dönemde hastanın ateşi yükselebilir ve kusma başlayabilir. Süreç devam ettikçe kanlanması bozulan appendiksin duvarında oluşan delikten bağırsak içeriği karın içine dökülür ve “peritonit” olarak adlandırılan bir süreç başlar. Oldukça tehlikeli olan bu süreçte cerrahi müdahale yapılmaz ise enfeksiyon tüm vücuda hızla yayılır ve hastanın ölümüne yol açar.

Çocuklarda Apandisit Olur Mu?
En sık 6-10 yaş arası olmakla birlikte apandisit çocukluğun herhangi bir döneminde görülebilir.

Apandisitin Belirtileri Nelerdir?
En sık belirti, göbek çevresinde başlayan ve süreç ilerledikçe sağ alt karın bölgesine yerleşen karın ağrısıdır. Bununla birlikte iştahsızlık, ateş ve kusma apandisit durumunda sıklıkla görülen bulgulardır. Bu belirtilerin hepsi çeşitli karın içi hastalıklarda görülebildiği için, hastanın kısa bir süre içinde bir Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları veya Çocuk Cerrahisi uzmanı tarafından değerlendirilmesi gerekmektedir.

Apandisit Nasıl Teşhis Edilir?
Apandisitin en kesin tanısı fizik muayene ile konur. Yardımcı tetkikler olarak tam kan sayımında beyaz küre sayısının artışı tanıyı destekler. Yapılacak olan idrar tetkiki ile idrar yolları enfeksiyonu veya taş hastalıkları ekarte edilir. Ultrasonografi ile appendiks değerlendirilir, karın içinde diğer organlarda ek patolojilerin olup olmadığı görülür. Ultrason ile appendiksin görülmemesi, hastanın apandisit olmadığına işaret etmez. Çocuklarda da erişkinler gibi, kesin tanı cerrahın fizik muayenesi ile konur. Ameliyat kararı da bu muayeneye dayanarak verilir.

Nasıl Tedavi Edilir?
Tedavisi iltihaplanmış appendiksin cerrahi olarak çıkarılmasıdır. Bu ameliyat açık veya laparoskopik (kapalı) yöntemle yapılabilir. Son dönemlerde çocuklarda açık apandisit ameliyatlarının yerini çoğunlukla laparoskopi almıştır.

Ameliyat Sonrası Süreç Nasıl İlerler?
Ameliyat sonrasında hastalığın ağırlığına bağlı olarak, hastanın bir süre antibiyotik tedavisi alması gerekir. Bu tedavi genelde hastanede, damardan verilen antibiyotiklerle gerçekleşir. Bağırsak hareketleri normale dönen, ateşi düşen ve ağızdan rahatlıkla beslenmesi sağlanan hastalar eve taburcu edilir.

Ameliyat Sonrası Komplikasyonlar Nelerdir?
Appendiksin ve karın içinin iltihap durumuna bağlı olarak, ameliyattan sonra çeşitli komplikasyonlar gelişebilir. Yara yeri enfeksiyonları, karın içi abseler ve bağırsak yapışıklıkları bunların arasında sayılabilir. Apandisit erken teşhis edilip tedavi edildiğinde, bu komplikasyonların oranları oldukça düşüktür.

"
Hidrosefali Nedenleri, Belirtileri ve Tedavi Yöntemleri | Özel Başarı Hastanesi

Hidrosefali Nedenleri, Belirtileri ve Tedavi Yöntemleri | Özel Başarı Hastanesi

HİDROSEFALİ NEDENLERİ, BELİRTİLERİ VE TEDAVİ YÖNTEMLERİ

Hidrosefali, beyin omurilik sıvısının normalin üzerinde birikmesi sonucu oluşan kronik ve nörolojik bir hastalıktır. Anne karnı da dahil her yaşta görülebilir. Beyin üzerinde oluşan baskı pek çok soruna neden olur. Sıvı birikiminin bir sonucu olarak ortaya çıkabilen beyin hasarı, gelişimsel, fiziksel ve zihinsel bozulmalara neden olabilir. Ciddi komplikasyonları önlemek için tedavi gerekir. Hidrosefali kendiliğinden iyileşmez ve ilaçla tedavi edilemez, tek çözüm ameliyattır. Şant takılarak gerçekleştirilen ameliyatın hastalık teşhis edildikten sonra en kısa zamanda yapılması gerekir. Tedavi edilmiş çoğu hidrosefali hastası uzun ve problemsiz bir yaşam sürebilir. Hastalık tedavi edilmezse ölümcül olabilir.

Hidrosefali Belirtileri

Hidrosefali belirti ve semptomları hastalığın başlangıç yaşına göre değişim gösterir.

Hidrosefali Nedir? Hidrosefali Belirtileri Hidrosefali Neden Olur? Hidrosefali Tedavi Yöntemleri Şant Ameliyatı Sonrası Sık Sorulan Sorular Bebeklerde Hidrosefali Belirtileri

Bebeklerde hidrosefalinin yaygın belirtileri ve semptomları aşağıdaki gibidir:

Kafa bölgesindeki belirtiler Alışılmadık derecede büyük bir kafa Kafa boyutunda hızlı bir artış Başın tepesinde şişkin veya gergin bir yumuşak nokta (fontanel) Fiziksel belirti ve semptomlar Kusma Uykululuk Sinirlilik Kötü beslenme Nöbetler Gözler aşağıya doğru sabitlenmiş (gözlerin gün batımı) Kas tonusu ve kuvvetinde eksiklikler Dokunmaya karşı zayıf tepki Zayıf büyüme Yeni Yürümeye Başlayan Çocuklar ve Daha Büyük Çocuklarda Hidrosefali Belirtileri

Yeni yürümeye başlayan çocuklar ve daha büyük çocuklarda hidrosefali belirtileri aşağıda listelenmiştir.

Fiziksel belirti ve semptomlar Baş ağrısı Bulanık veya çift görme Gözlerin aşağıya doğru sabitlenmiş olması Kafanın büyümesi Uykulu veya uyuşuk hissetme hali Mide bulantısı ya da kusma Denge problemleri Zayıf Koordinasyon İştahsızlık Nöbetler İdrarını tutamamak Davranışsal ve bilişsel belirtiler Sinirlilik Kişilik değişikliği Okul performansında düşüş Yürüme veya konuşma gibi önceden edinilmiş becerilerle ilgili gecikmeler veya problemler Genç ve Orta Yaşlı Bireylerde Hidrosefali Belirtileri

Bu yaş grubundaki yaygın belirti ve semptomlar şunlardır:

Baş ağrısı Letarji Koordinasyon veya denge kaybı Mesane kontrolünün kaybı veya sık idrara çıkma dürtüsü Görme bozukluğu İş performansını etkileyebilecek hafıza, konsantrasyon ve diğer düşünme becerilerinde azalma Daha Yaşlı Bireylerde Hidrosefali Belirtileri

60 yaş ve üstü bireylerde görülen yaygın hidrosefali belirti ve semptomları şunlardır:

Mesane kontrolünün kaybı veya sık idrara çıkma dürtüsü Hafıza kaybı Diğer düşünme veya muhakeme becerilerinin aşamalı olarak kaybedilmesi Yürüme güçlüğü Koordinasyon veya denge kaybı Hidrosefali Neden Olur?

Omuriliğin normal gelişimini devam ettirememesi ve daha da önemlisi açık kalması durumu. Üçüncü karıncık ile birlikte dördüncü karıncık arasında yer alan su kanalının normale oranla daha dar ve daha sağlıksız olması durumu. Beyin sapı tümörü de bu hastalığın en önemli nedenlerinden bir tanesidir. Menenjit gibi hastalıklardan sonra ortaya çıkan sorunlarda hidrosefali hastalığını beraberinde getirebiliyor. Beyin zarı ve altında meydana gelen kanamalar da bu hastalığın nedenleri arasında yer alıyor.

Çocuklarda Hidrosefali

Erkek bebeklik dönemi ve çocuklarda bu hastalığın tespit edilmesi çok daha kolay bir hal alıyor. Çocuk doktoru, yapacağı testlerin yanı sıra kafa yapısındaki anormal büyüme ile birlikte teşhis koyabilir. Akabinde gerçekleştirilecek olan tetkikler ile birlikte kesin tanıya varmak da mümkün olacaktır. Kafa büyümesinin tek nedeni hidrosefali değildir, farklı nedenler de söz konusu olabilir bu yüzden yalnızca fiziksel muayene ile bir sonuç elde etmek de kesinlikle hatalı olacaktır. Beyin ultrasonu da bu hastalığın ortaya çıkartılmasında önemli uygulamalardan bir tanesidir ve ultrason sonrası da eğer ihtiyaç duyulursa farklı tetkiklere başvurulabilir. Küçük yaştaki çocuklarda doktor kontrolü bu yüzden çok daha fazla öneme sahiptir ve düzenli kontroller neticesinde var olan sağlık problemleri de gün yüzüne çıkartılacaktır.

Yetişkinlerde Hidrosefali

Beyinde aşırı su birikimi olarak bilinen bu hastalığın belli bir risk grubu yoktur. Erken yaştaki çocuklarda ya da ergenlik dönemindeki kişilerde ortaya çıkabileceği gibi yetişkinlerde de meydana gelebilir. Oldukça riski ve tehlikeli bir hastalık olduğunu belirtmek gerekiyor. Dışarıdan bakıldığında kafa yapısındaki anormal büyüme net bir şekilde sezilir ancak ultrason her zaman kesin sonuç için daha sık tercih ediliyor. Şant için gerekli teşhis kesin olarak konulduktan sonra, hastaların bir an önce tedavilerini olması gerektiği belirtilir. Oldukça tehlikeli bir hastalık ve bu hastalığın nedenleri de öncelikli olarak araştırılmalıdır. Birçok nedeni olabilir ve bu neden üzerine yoğunlaşmak da tedavi süreci adına çok daha sağlıklı ve doğru bir seçim olacaktır.

Hidrosefali Tedavi Yöntemleri

Anormal büyümenin önüne geçmek ve sıvı dengesini sağlamak için şant ameliyatına başvurmak en doğru tercih olacaktır. Hastalığın farklı bir tedavisi bulunmuyor ve ne yazık ki erken teşhis edilmediği takdirde tedavi süreci de çok daha sıkıntılı ve uzun bir hal alıyor. Kafatası yapısındaki büyümeyi durdurmak, sıvı birikiminin önüne geçmek ile mümkündür ve hasta kişi bir bebek dahi olsa bu ameliyatın yapılmasında fayda var. Doktorunuz süreç ile ilgili bilgilendirmeyi en iyi şekilde yapacak ve var olan riskleri de yine sizinle paylaşacaktır.

Hidrosefali Şant Ameliyatı Hakkında

Şant, hidrosefali hastalarında kullanılır ve bu borunun yerleştirilme işlemi de şant ameliyatı ile birlikte mümkün hale gelmektedir. En zor cerrahi operasyonlardan bir tanesidir e uzman cerrahlardan yardım almanızı tavsiye ediyoruz. Şant, cilt altına yerleştirildiği için gözle görülmesi de mümkün değildir, bu yüzden görsel olarak kişiye herhangi bir rahatsızlık vermez. Beyin omurilik sıvısının anormal bir şekilde artması neticesinde beyin karıncıklarında da büyüme meydana geliyor ve bu durum kimi zaman kafatasının büyümesine de neden olabiliyor. Bu hastalığın önüne geçmek ve kişinin normale dönmesini sağlamak adına şant ameliyatı yapılmaktadır.

Şant Ameliyatı Nedir?

Hidrosefali hastalarının tedavisinde kullanılan ve hayati önem taşıyan bir yapı olarak karşımıza çıkan şant, şant ameliyatı ile birlikte deri altında sorunsuz bir şekilde yerleştiriliyor. Bu yapı bir boruyu andırıyor ve kafa derisi altında pompaya da sahip olduğunu ifade etmek gerekiyor. İşlevsel bir yapı olduğunu söyleyebiliriz ve daha da önemlisi tek yönlü bir çalışma sunmaktadır. Hidrosefali hastalarının tedavisi için kullanılan bu özel yapının yerleşimi ise uzman cerrahlar tarafından yapılıyor. Operasyon ne kadar zor olsada günümüzde başarı ile gerçekleştirilmektedir.

Şant Neden Takılır?

Şant ameliyatının yapılış nedeni beyin omurilik sıvısında yer alan akışın normal seviyelere getirilmesini sağlamaktır. Belli başlı nedenlerden dolayı sıvı akışında hızlanma ve artış meydana gelebiliyor ve bu da kafatası yapısını olumsuz anlamda etkiliyor. Bu etkiyi ortadan kaldırmak adına şant adı verilen elastik ve silikon yapıdaki bir borudan yardım alınır. Şant ameliyatı ile birlikte bu sıvı akışının dengelenmesi mümkündür ancak riskli bir operasyon olduğunu da belirtmekte fayda var. Bu operasyon ile birlikte beyin içerisindeki basıncın anormal bir şekilde artışı da engellenmiş oluyor. Yapılan müdahale sonrası doktor kontrolleri büyük bir önem taşıyor ve sistemin düzenli çalışıp çalışmadığı da sık sık kontrol edilmelidir.

Şant Ameliyatı Nasıl Yapılır?

Kafatasında küçük bir delik açılarak ilk müdahale gerçekleştiriliyor ve elbette bu müdahalede hem hasta hem de hekim konforunun arttırılabilmesi için genel anestezi de uygulanacaktır. Şantın bir ucu beyin omurilik sıvısının yer aldığı beyindeki ilgili odacığa yerleştirilecektir. Bir diğer ucu ise sıvı emiliminin daha kolay bir şekilde sağlanabilmesi için karın ya da kalp boşluğunun bulunduğu noktaya entegre edilir. Operasyon süre olarak da oldukça uzun süren ameliyatlar arasında yerini almaktadır. Ameliyat sonrasında birtakım riskler ile de karşı karşıya gelebilirsiniz. Bu riskler de ameliyat öncesinde hastaya detaylı bir şekilde aktarılıyor ve hasta onay verdiği takdirde operasyon için harekete geçilecektir.

Hidrosefali Ameliyatını Kimler Olabilir?

Beyinde aşırı su birikmesi durumuna hidrosefali adı verilmektedir ve bu hastalığa sahip kimselerde kafatasının normalden çok daha büyük bir görüntüye sahip olduğunu da söyleyebiliriz. Bu hastalığın risk altına aldığı belli bir yaş grubu yoktur. Yetişkinlerde meydana gelebileceği gibi 0-2 yaş grubunda da meydana gelebilir. Her insan risk grubundadır ve hastalığın sizleri ne zaman ziyaret edeceğini kestirmek de mümkün değildir. Ameliyatı, beyinde aşırı su birikme rahatsızlığına sahip olan herkes olabilir ancak bunun öncesinde birtakım tetkiklere ihtiyaç duyuluyor ve bu tetkikler neticesinde ameliyat için sorun teşkil eden bir durum ortaya çıkmazsa ilgili tarih belirlenerek ameliyat için harekete geçiliyor. Az önce de ifade edildiği gibi hastalık yalnızca yetişkinlerde değil, bebeklerde de görülebilir ve hiç vakit kaybetmeden ameliyatın gerçekleştirilmesinde fayda vardır. Aksi takdirde genel sağlık durumunda da birtakım sıkıntılar yaşanacaktır.

Lumboperitoneal Şant Nedir?

Karın duvarı ve bağırsaklar arasında mevcut olan yapıları saran özel bir kılıf söz konusudur. Bu, insan vücudunun ne kadar mükemmel bir yaratılışa sahip olduğunun en güzel örneklerinden bir tanesidir. Bu yapılanmanın en büyük özelliği ise sıvı emilimini daha kusursuz ve daha kolay hale getiriyor olmasıdır. Bu kılıfın adı tıp dilinde periton olarak adlandırılıyor. Lumboperitoneal şant uygulamasında lomber bölgede yer alan beyin omurilik sıvısı ile birlikte petiton arasındaki bölgeye 2 mm’lik bir hortum yerleştirilir ve yine bu hortumun cilt altına yerleştirileceğini de ifade etmek gerekiyor. Zor bir operasyon olmasına rağmen ülkemizde bu ameliyatı kusursuz bir şekilde gerçekleştiren çok sayıda cerrah olduğunu da söylemek mümkündür.

Ventriküloperitonel Şant Nedir?

Hidrosefali, uzun süredir varlığını devam ettiren hastalıklardan bir tanesi ve ne yazık ki tedavi konusunda alternatifler üretilmesine rağmen birçok uygulamada başarı elde edilemediğini de görebiliyoruz. Ventriküloperitonel şant uygulaması da popüler müdahale yöntemlerinden bir tanesi ancak çok fazla açık barındırdığını söylemek mümkündür. Bunlardan bir tanesi de aşırı drenaj ile birlikte tıkanma sorunlarını beraberinde getiriyor olmasıdır. Çok sık kullanılan ya da tercih edilen bir alternatif olmadığını belirtmekte fayda var ancak hali hazırda bazı cerrahların özellikle bu yöntemi tercih ettiğini de görebiliyoruz.

Ameliyatın Yapılacağı Hastane Şartları

Ameliyatın yapılacağı hastane şartlarından öte cerrahınızın tecrübesi de büyük önem taşıyor. Yeterli ve deneyimli personel sayısının fazla olması, steril bir ortamın yaratılması ve daha da önemlisi ameliyat için gerekli olan cihazların eksiksiz bir şekilde hastanede yer almasına da dikkat etmeniz gerekiyor. Ne yazık ki merdiven altı olarak tabir edilen kliniklerin sayısı bir hayli artmış durumda ve sırf uygun fiyatlı diye bu adresleri tercih eden hastalar da mevcut. Sağlığınız değerlidir bunu unutmamanız gerekiyor, bu yüzden gerçekten sizlere ve sağlığınıza değer veren uzmanlar ile iletişimde olmanız gerekiyor. Hastane şartlarının sağlanmasında ise az önce de ifade ettiğimiz gibi gerekli ekipman ve donanımlı personel büyük önem taşıyor.

Yoğun Bakım Gerekir mi?

Ameliyattan sonra bir süre hastanede gözetim altında tutulacaksınız ve eğer beklenen iyileşme sağlanamazsa yoğun bakım süresi de uzayacaktır. Bu süre bebeklerde çok daha uzun olabiliyor ancak az önce de söylediğimiz gibi bu süreyi etkileyen en önemli detay da iyileşme belirtisidir. Yoğun bakım gerektiren bir operasyon olduğunu söyleyebiliriz bu yüzden refakatçiye de ihtiyaç olacaktır. Ameliyat öncesinde doktorunuz hasta yakınları ile de birtakım görüşmeler yapacak ve onlara da nasıl hareket etmeleri gerektiğini bildirecektir. Hasta ve doktor iletişiminin yanı sıra doktor hasta yakını iletişimi de bu operasyon öncesinde büyük bir önem taşıyor. Hasta yoğun bakımda iken birtakım prosedür ve formaliteleri de hasta yakınları yerine getirecektir.

Hangi Tür Anestezi Uygulanır?

Cerrahi müdahalelerde hata ve hekim konforunun önemi de büyüktür ve şant ameliyatında da anestezi uygulanmaktadır. Genel anestezi ile birlikte hastanın herhangi bir şey hissetmemesi mümkündür ve bu sayede operasyon da her iki taraf için çok daha rahat geçecektir. Bu yüzden ameliyat öncesi yapılacak olan tetkikler arasında anestezi testleri de yer almaktadır. Bu testler sayesinde hastanın anesteziye vereceği reaksiyon da daha net bir şekilde ortaya çıkartılıyor ve buna göre önlemler alınabiliyor. Bazı hastalar, yapılan anesteziye alerjik reaksiyonlar ile tepki verebiliyor ya da daha büyük tepkiler veren hastalar da söz konusudur. Bu yüzden öncelikli olarak bu durum için bir önlem alınmalı ve sonrasında ameliyat planlaması yapılmalıdır.

Tetkikler

Her cerrahi müdahale öncesinde tetkiklere ihtiyaç duyulur ve bu tetkikler de ameliyatın süreci ile birlikte sonuçlarını belirlemede yardımcı olur… Yapılacak tetkikler doktorunuz tarafından incelenecek ve genel sağlık durumu da yine bu tetkiklere bağlı olarak ele alınacaktır. Hastanın farklı bir sağlık sorunu varsa ve bu durum ameliyatı olumsuz etkileyecekse erteleme ya da iptal etme durumu da söz konusu olabilir. Tetkiklerin eksiksiz ve hatasız bir şekilde yapılması bu yüzden büyük bir öneme sahip ve tamamlandıktan sonra da süreç ile ilgili karar çok daha profesyonel bir şekilde verilecektir. Bu tetkikler arasında anestezi kontrolü ve hastanın genel sağlık durumunu daha kısa sürede ortaya çıkartacak uygulamalar da yer alıyor.

Ameliyat Öncesi İlaç Kullanımı

İlaç kullanımı, gündelik hayatlarınızda da tavsiye edilen bir şey değildir ancak hastalıkların kısa sürede ortadan kaldırılması ve bedenin daha zinde bir tavra sahip olması için ilaç desteği alınabiliyor. Şant ameliyatı öncesinde ise ilaç kullanımını terk etmeniz gerekiyor. Bununla birlikte düzenli olarak kullandığınız ilaçlar var ise eğer bunu da doktorunuz ile paylaşmanız gerekiyor. Kan sulandırıcı ilaçlar ameliyat öncesinde her zaman için tehlikeli olmuştur ve operasyon esnasında meydana gelecek olan kanamaları da tetikleyici unsur olarak karşımıza çıkıyor. En az 10 gün öncesinden ilaç kullanımı terk edilmeli ve doktorunuza da bu konuda gerekli bilgi verilmelidir. Basit bir ağrı kesici dahi kullansanız bu ilacın ameliyata olumsuz anlamda yansıyacağını da ifade etmekte fayda var.

Şant Ameliyatı Sonrası

Ameliyat öncesi dönem gibi ameliyat sonrası dönem de büyük bir önem taşıyor. Doktorunuzun uyarılarını göz önünde bulundurduğunuz takdirde ameliyat sonrası karşınıza çıkacak olan riskleri de en aza indirgemiş olacaksınız ve bununla birlikte iyileşme süreci ile ilgili sorunlarda geride kalacaktır. Şant ameliyatı sonrasında yaşanabilecek sorunlar sizleri endişeye sevk etmesin çünkü tedavi edilebilecek sorunlardır ve doktorunuz ile iletişimde olduğunuz takdirde bu sorunları da ortadan kaldırmak mümkün hale geliyor. Gayet zor ve hassas bir ameliyat olduğu için kısa süreli görme kayıplarına neden olabiliyor ancak bu durumun her hasta için geçerli olduğunu ya da bu durumun kesin olarak gerçekleşeceğini belirtmek de doğru olmayacaktır.

Ayağa Kalkma

Şant ameliyatı sonrası ayağa kalkma süresi değişiklik gösterebiliyor. Öncelikli olarak ameliyattan hemen sonra gündelik hayatlarınıza devam etmenizin mümkün olmadığını bilmenizde fayda var. Taburcu edildikten sonra da adapte olmanız çok kolay olmayacak ve doktor kontrolleri devam edecektir. Yoğun bakım gerektiren bir operasyon olduğunu daha önce de ifade etmiştik ve yoğun bakım süresi de bazı hastalarda uzayabiliyor. Gözetim altındayken iyileşme belirtileri görüldüğü takdirde bu süre daha kısa bir hal alacaktır ancak birtakım riskler ve sorunlar tespit edildiği takdirde süre haliyle uzuyor ve ayağa kalkma eylemi için biraz daha beklemeniz gerekiyor. Bu konuda doktorunuz da merak ettiğiniz sorulara daha detaylı bir şekilde yanıt verecek ve sizleri bilgilendirecektir.

Yara

Cerrahi operasyon sonrası oluşması muhtemel yaralar için de tedavi yöntemleri mevcut ve risk grubuna bakıldığında belki de en hafif risklerden bir tanesidir. Burada sıkıntı olan taraf ise yara izinin kalıcı olmasıdır ve deriye bakıldığında bu durum net bir şekilde görülebilir. Küçük yaralar kapatılabilirken büyük yaralar ne yazık ki deri üzerindeki yerini uzunca bir süre koruyor ve bu da görsel anlamda sorunlara neden olabiliyor. Cerrahi bir operasyon geçireceksiniz ve bu tür şeyleri de göze almanız gerekiyor. Bir üst başlıkta yer alan risk grubu durumlar ile kıyaslandığında yara gibi sorunlar büyütülecek sorunlar değildir.

Şant Ne Zaman Çıkarılır, Ne Kadar Süre Takmak Gerekiyor?

Şant ameliyatı hakkında bilmeniz gereken en önemli detaylardan bir tanesi de şantın kullanım süresidir. Bir ömür devam edecek ve sorunsuz bir şekilde çalışması gereken bir sistem olduğunu belirtmekte fayda var. Uzmanlar, şantın çıkartılmasını tavsiye etmiyor ve bu konuda hastalara da gerekli uyarıları yapıyorlar. Eğer bir sorun yaşanırsa ve mekanik sorunlar baş gösterirse şant çıkartılır ancak yerine daha güçlü bir dinamoya sahip olan yeni şant takılır. Bir ömür boyu kullanılması durumu tavsiye edilen durumdur ve hastaların da bu konuda ekstra hassasiyet göstermeleri gerektiğini düşünüyoruz.

Hasta, Ameliyat Sonrası MR Ya Da Tomografi Çektirebilir mi?

Şant ameliyatından sonra hastaların en çok merak ettiği konulardan bir tanesi de MR ve tomografi durumudur. Farkı bir hastalık için kontrole gidildiğinde MR çekilmeniz veya tomografi çekilmeniz şant sistemine herhangi bir şekilde zarar vermeyecektir. Mekanizma hassas bir işleyişe sahip ancak bu tür uygulamalar neticesinde zarar görmediğini de belirtmek gerekiyor. Ameliyat sonrası dönemde hassas olmanız gereken bazı detaylar var ancak bu konuda içiniz rahat olsun ve zaten doktorunuz da gerekli bilgilendirmeyi yapacaktır. Şant sisteminin işleyişini bozacak bazı hususlar mevcut ve bu sistemde herhangi bir aksama olduğu takdirde sıkıntılı bir süreç de sizleri bekliyor. Bu yüzden daha dikkatli ve hassas davranmakta her zaman için fayda var.

Cerrahi Sonrası Hangi Durumlarda Doktora Bilgi Verilmelidir?

Düzenli doktor kontrolleri uzunca bir süre devam edecek ancak kontroller tamamlandıktan sonra da risk e yan etkiler ile karşı karşıya gelmeniz mümkündür. Özellikle yüksek ateş ve şiddetli baş ağrısı ile birlikte kusma durumu mevcut ise doktorunuza bilgi vermeniz gerekiyor. Bunun nedeni ise şant sisteminde meydana gelebilecek bozukluklardır. Eğer şantın değiştirilmesi gerekiyor birtakım tetkikler neticesinde bu durum daha net bir şekilde ortaya çıkacak ve doktorunuz da gerekli müdahaleyi en kısa sürede yapacaktır. Ameliyat sonrası dönemde doktorunuz ile iletişimde olmanızda fayda var ve bu sayede farklı sorunlar için de erken teşhis mümkün hale geliyor.

Doktor Kontrolleri

Şant ameliyatı sonrası iyileşme sürecinin profesyonel bir şekilde takip edilmesi gerekiyor. Doktorunuz sizinle ilgili tarihleri paylaşacak ve bu tarihlerde yanında yer almanız gerektiğini söyleyecektir. Kontrol günlerini aksatmamanızda fayda var ve bu sayede var olan bir sağlık sorununu tespit etmek de daha kolay olacaktır.

İyileşme Süreci

İyileşme süreci hastadan hastaya değişiklik gösteriyor. Bununla birlikte ameliyattan sonraki dönemde göstereceğiniz hassasiyet de bu süreci daha hızlı hale getirecektir.

Şant Ameliyatı Sonrası Dikkat Edilecekler Nelerdir?

Operasyondan sonraki iki ay oldukça önemlidir. Bu süre boyunca bazı hususlara azami özen gösterilmesi sayesinde şant ameliyatının etkileri daha da olumlu olmaktadır.

1. Vücuda yerleştirilen yabancı bir cisme karşı vücut reddetme belirtileri vermektedir. Böyle bir durum gerçekleşirse mutlaka doktora başvurulmalıdır.

2. Umumi ortamlardan ve mikrop kaynaklarından, tozlu ve solunumu bozan ortamlardan uzak durulmalıdır.

3. Operasyondan sonra üst solunum yolu enfeksiyonu başlarsa mutlaka doktora başvurulmalıdır.

4. Operasyondan sonra ağır işlerde çalışılmamalı, ağır kaldırılmamalı ve hafif spor egzersizleri dışında spor yapılmamalıdır.

Sık Sorulan Sorular Dışarıdan Bakıldığında Şant Takıldığı Belli Olur mu?

Şant ameliyatı sonrası hastaların en çok merak ettiği sorulardan bir tanesi de şant takılıp takılmadığının dışarıdan belli olup olmayacağıdır. Doktor fiziksel temas ile bir kontrol yaptığı zaman bunu anlayabilir ve dışarıdan bir göz şant takıldığını fark etmez. Görsel olarak sizleri rahatsız edecek herhangi bir görüntü söz konusu değildir ancak yara izi dikkatli bakıldığı takdirde belli olabilir. Bunun dışında şantın sizlere herhangi bir zararı olmayacaktır. Estetik açıdan rahatsızlık vermeyen bir ameliyat olduğunu da bir kez daha hatırlatmış olalım. Yine aklınıza takılan soru işaretleri olursa hiç çekinmeden operasyon gerçekleştirecek doktor ile bu soru işaretlerini de paylaşabilirsiniz.

Ameliyat Kaç Saat Sürer?

Şant ameliyatının süresi ile ilgili de net bir bilgi yer almıyor ve bu bilgiye ulaşmak adına doktorunuz ile iletişime geçmeniz de çok daha sağlıklı olacaktır. Online dünyada verilen süre bilgileri de yanıltıcı olabilir çünkü hastanın operasyon esnasında vereceği reaksiyonu tahmin etmek ne yazık ki çok güç ve hatta imkânsız. Bununla birlikte operasyon esnasında meydana gelecek olumsuz sonuçlar da sürenin uzamasına sebebiyet verecektir. Zor bir operasyon olduğunu söyleyebiliriz ve anestezi destekli uygulanmaktadır. Hasta ve hekim konforu yüksek olmasına rağmen başarılı bir cerraha her daim ihtiyaç duyuluyor.

Günlük Hayata Ne Zaman Dönebilirim? İhtiyaçlarımı Karşılayabilir miyim?

İlk altı haftalık süreç, bir nevi gözetim süreci olarak ele alınıyor ve bu süreç tamamlandıktan sonra hareket kabiliyetinizi yavaş yavaş yeniden kazanabiliyorsunuz. Gündelik hayata dönmenin yanı sıra kişisel ihtiyaçlarınızı da yavaş yavaş karşılayabileceksiniz ancak daha rahat hareket etmek adına yine bir yakınınızın size yardımcı olması ve eşlik etmesi tavsiye ediliyor. Zor bir ameliyat ve ameliyattan sonraki dönem de gerçekten sıkıntılı ancak sabırlı davrandığınız takdirde süreç daha hızlı ilerleyecek ve gündelik ihtiyaçlarınızı karşılamanız da çok daha kolay bir hal alacaktır. Doktorunuz, kontroller sonucunda neler yapabileceğinizi sizinle paylaşacak ve sık sık bilgilendirmede bulunacaktır. Bu süre zarfında da düzenli kontroller yine devam edecektir.

Doktor Kontrolleri Ne Zaman Yapılır?

Şant ameliyatından sonra hastanın gözlem süresi bir hayli uzundur ve bu süre zarfında doktor kontrolleri de devam edecektir. Doktor kontrollerinin ne zaman yapılacağı operasyonu gerçekleştiren doktor tarafından belirlenir. Burada sizlere ve yakınlarınıza düşen en önemli görev, verilen tarihleri aksatmamak olacaktır. Doktor kontrolleri her cerrahi operasyon sonrası olduğu gibi şant ameliyatı sonrasında da büyük önem taşıyor ve hastanın iyileşme sürecinin takibi de yine bu kontroller ile birlikte yapılıyor. Pansuman dışında da kontroller devam edecek ve genel sağlık sorunlarının incelenmesi de mümkün hale gelecektir. Var olan bir risk durumu söz konusu ise eğer müdahale etme şansı da daha yüksek olacak.

İstirahat Raporu Verilir mi?

Şant ameliyatı basit bir ameliyat değildir ve bu durum doktor için olduğu gibi hasta için de geçerlidir. İstirahat raporu elbette verilir ve uzun süreli bir dinlenmeye de ihtiyacınız var… Doktorunuz bu konuda anlayışlı davranacaktır ve eğer ağır bir işte çalışıyorsanız rapor sürenizin uzatılması da mümkündür. Ameliyattan sonra istirahat büyük bir önem taşıyor ve özellikle bu tür zor müdahalelerden sonra bedenleriniz çok daha hassas bir hale geliyor. İş hayatına dönmek için acele etmenize gerek yok çünkü yapacağınız en küçük hata bedenlerinize zarar verebilir ve iyileşme sürecini de sekteye uğratabilir.

Başkent Üniversitesi Konya Uygulama ve Araştırma Merkezi - Tanı ve Tedavi Birimlerimiz

Başkent Üniversitesi Konya Uygulama ve Araştırma Merkezi - Tanı ve Tedavi Birimlerimiz

Organ Nakli Merkezi

Böbreklerin ana görevleri vücudun su, elektrolit ve mineral içeriğini düzenlemek, metabolizma sonucu ortaya çıkan atık maddelerle yabancı maddeleri vücuttan uzaklaştırmak ve bir takım enzimleri ve hormonları üretmek ve salgılamaktır. İnsan vücudunda, normalde iki böbrek bulunur, ancak sağlıklı olan ve yeterli çalışan tek bir böbrek de vücudun tüm gereksinimlerini rahatlıkla karşılayabilir. Böbreklerin çok çeşitli hastalıklara bağlı olarak bu görevlerini kısmen veya tamamen yapamaz hale gelmesi böbrek yetersizliği olarak tanımlanır.

Son dönem böbrek yetersizliği nedir?

Kronik böbrek yetersizliği uzun süreli, ilerleyici ve kalıcı böbrek hasarına neden olur. En çok şeker hastalığına, tansiyon yüksekliğine ve nefrit denilen böbreklerin çoğunlukla nedeni belli olmayan bağışıklık sistemiyle ilişkili iltihabi hastalıklarına bağlı olarak gelişir.Böbrek yetersizliği çok ilerlediği zaman ise son dönem böbrek yetersizliği olarak isimlendirilir. Bu dönemde hastalarda aşırı yorgunluk ve iştahsızlık hali, ellerde, yüzde ve ayaklarda şişlik, ciddi tansiyon yüksekliği, bulantı ve kusma, nefes darlığı, uyuma güçlüğü meydana gelir. Bu belirtiler ortaya çıktığı zaman hızla böbreğin görevlerini yerine getirecek tedavi yöntemleri uygulanmalıdır.

Bu dönemdeki hastalar için, başlıca 3 tedavi seçeneği vardır:

1. Sürekli, düzenli hemodiyaliz
2. Sürekli periton diyalizi
3. Canlı ve kadavra donörlerden (vericilerden) yapılan böbrek transplantasyonu


Hemodiyaliz Tedavisi

Hemodiyaliz tedavisi bir hemodiyaliz merkezinde haftada 3 kere 3 ila 5 saat uygulanmaktadır. Bu süre içinde hastanın kanı bir filtreden geçirilerek zararlı atıklar ve fazla su vücuttan uzaklaştırılmakta veya gerekli mineraller vücuda verilmektedir.

Tedavi süresinin rölatif olarak kısa olması, atıkların etkin bir şekilde vücuttan uzaklaştırması ve merkezin hastalar için bir sosyal ortam oluşturması başlıca avantajlarıdır.

Damar erişim yoluna ihtiyaç olması, tedavi sırasında kanın pıhtılaşmasını engelleyen ilaçların kullanılması, kan basıncında oynamalar olması, diyet ve tedaviye sıkı uyum gerektirmesi başlıca dezavantajlarıdır. Hemodiyaliz sırasında görülebilen sorunlar ise tansiyon düşmesi, kramp, bulantı, kusma, baş ağrısı, göğüs ağrısı, sırt ağrısı, kaşıntı, ateş ve titremedir.

Periton Diyalizi Tedavisi

Öncelikle karına kateter adı verilen silikon bir tüp yerleştirilir. Kateterin bir kısmı karın dışında, orta kısmı karın cildi altında ve üzerinde çok sayıda küçük deliklerin olduğu kıvrık son kısmı ise karın içinde bulunur. Hasta, işlemi kendi başına ve emniyetli bir şekilde yapacak duruma geldiğinde tedavi başlatılır. Karın boşluğu periton adı verilen bir zar ile kaplıdır. Bu zar vücutta biriken atık maddelerin, çeşitli toksinlerin ve fazla sıvının diyaliz sıvısına geçişine olanak tanıyan özelliktedir. Bunu sağlamak için günde birkaç kere karın boşluğu diyaliz sıvısı ile doldurulur, bu sıvı belirli bir süre karında bekletilir ve bu süre sonunda karın boşaltılır. Doldurma ve boşaltma işlemi değişim olarak isimlendirilir ve yaklaşık olarak 30-40 dakika alır. Karında bekletilme süresi de değişmekle birlikte örneğin tipik bir günde 4 değişimlik diyalizde gündüz 3 kere 4-6 saat gece ise bir kere 8-10 saattir. Periton diyalizi hemodiyalizden farklı olarak her gün uygulanır.

En önemli avantajı kansız bir yöntem olduğu için damar giriş yoluna ihtiyaç olmamasıdır. Periton diyalizi aynen kişinin kendi böbrekleri gibi aralıksız bir şekilde atık madde ve sıvı uzaklaştırılması sağlamaktadır. Bu durum daha serbest gıda ve su alımına olanak sağlamaktadır.Periton diyalizi kişinin günlük aktivitesini daha az kısıtlar. Hastalar daha özgürdür. Merkeze gitmek zorunda kalmazlar.

En önemli dezavantajı enfeksiyonlardır. Başta karın zarı infeksiyonları (peritonitler) olmak üzere çıkış yeri ve tünel infeksiyonları oluşabilecek önemli sorunlardır. Beslenmeyle ilgili komplikasyonlar diğer dezavantajlardır. Bir yandan periton sıvısına atıkların yanı sıra vücut proteinlerinin de atılması ve karın içi basıncının artmasına sonucu gıda alım kapasitesinin azalmasına bağlı protein ve enerji beslenme bozukluğu olur.

Böbrek Vericileri (Donörleri) İçin Bilgiler

Son dönem böbrek yetmezliğinin en iyi tedavisi böbrek naklidir. Diyalize başlama aşamasına gelen hastaların diyaliz tedavisinde 6 ay – 1 yıl gibi bir süre geçirdikten sonra nakil olması böbrek nakli tedavisine ulaşmak için vakit kaybetmek olur. Nakil şansı olan bir kişiyi diyalizde bekletmek doğru bir yaklaşım değildir. Diyaliz tedavisine başlayacak bir hastanın böbrek bağışlayabilecek yakınları başlangıçta ilgili ve istekli olurlar. Ancak diyaliz tedavisi başladığında hastalarının yaşamını sürdürebildiğini görerek böbrek bağışlamak fikrinden uzaklaşabilirler. Oysaki sevdikleri diyalizde geçen her senede iki – üç sene yıpranmaktadır. Bu sebeple sevdiklerinin diyalizde geçireceği on yıl onları 20 -30 yıl yıpratacaktır. Bu sürecin kaybından sonra nakil olmak kaybedilen zamanı geri kazandıramaz. Bu sebeple nakil şansı olan hastaların uzun yıllar kaybetmeden mümkünse diyalize başlamadan önce nakil olması en uygun tedavi seçeneğidir.Vericinin, hastanın ve ailenin yaşamını rahata kavuşturma şansı vardır.

Canlıdan böbrek nakli güvenli ve başarılı bir tedavi yöntemidir. Canlıdan Böbrek nakli sonrası birinci yıla gelindiğinde %95, sağlıklı ve diyalizden uzak bir yaşam sağlanmaktadır.

Düşünülenin aksine böbrek bağışlayan kişilerde böbrek yetmezliği gelişmesi riski artmaz. Canlı organ naklinde en önemli ana prensip, hiçbir sağlık problemi olmayan ve gönüllü olarak bir yakınına hayat kazandırmak için önemli bir fedakarlık yapan böbrek vericisinin zarar görmemesi üzerine kurulmuştur. Organ nakli merkezinde uygun olarak değerlendirilen kişiler böbrek bağışladıktan sonra hayatlarında bir değişiklik olmadan yaşamlarını sürdürebilirler.

Böbrek bağışına karar verdiğinizde öncelikle sizin sağlığınızın zarar görmemesi için çok ayrıntılı incelemeler yapılacak, ancak daha sonra organ bağışını kabul edilecektir. Bunun incelemeler sırasında en küçük bir tereddüt oluşursa, durum size ve hastanıza bildirilerek başka bir donör aranması yoluna gidilecektir.Ameliyat ile ilgili kararınızı her hangi bir zamanda değiştirebileceğiniz unutmayınız.

Canlı vericiden böbrek nakli için alıcı ve verici hazırlık aşaması merkezimizde bir hafta içerisinde tamamlanmaktadır.

Canlı vericiden böbrek nakli için yasal olarak gerekli akrabalık derecesi 4 kuşak içermektedir.

1. Derece akraba: Anne,baba,çocuk
2. Derece akraba: Kardeş,dede,nine,torun
3. Derece akraba: Amca,dayı,hala,teyze,
4. Derece akraba: üçüncü derecedekilerin çocuklarıYeğen-Kuzen (kardeş çocuğu)

Eş akrabaları da aynı şekilde derecelendirilir.

• Dördüncü derece dışındaki başvurular İl Sağlık Müdürlüğünde kurulan Etik Kurulun da değerlendirilir.Etik kurulda iki haftada bir kez toplanarak hastaları değerlendirir..kurulda onaylanan hastaların operasyonları planlanarak hastaya bildirilir.

Hekiminiz organ bağışlamanızda sakınca görmüyorsa bir böbreğinizi gönül rahatlığıyla hastanıza verebilirsiniz. Bu durum sizin normal yaşam sürenizde hiç bir değişiklik yapmayacaktır.

Böbreğinizi bağışlamanız için herhangi bir üst yaşıt sınırı yoktur. 65 yaş üzerinde genelde tüm organlar ile beraber böbrekler de yaşlanır ve kısmi fonksiyon bozuklukları daha sık görülür. Yine de çoğu kez bu yaşın üzerindeki kimselerin böbrekleri de tamamen sağlıklı bulunarak organ bağışlamalarına izin verilir.

Hepatit B veya C hastaları ileri karaciğer hastalıkları yok ise böbrek nakli olabilirler.

Yapılacak incelemeler sonucunda, o an için böbrek fonksiyonlarınız yeterli bulunsa bile, daha önceden ciddi bir böbrek hastalığı geçirmiş olmanız, şeker hastalığı saptaması durumunda uygun bir donör olmadığınız size bildirilecektir.

Böbrek nakli yapılabilmesi için alıcı verici arasında, ABO kan grubu sisteminde uyum olmalıdır, uyum kuralları kan naklindeki gibidir. Rh kan grubu tipi organ nakli sırasında önem taşımaz, yani Rh negatif bir kişi Rh pozitif bir kişiden böbrek alabilir.

Alıcı ile verici arasında uyum aranan ikinci sistem, doku grubu olarak bilinen HLA sistemidir. İki bireyin dokuları birbirine ne kadar benziyorsa nakledilen organın hastanın vücudu tarafından reddedilmesi olasılığı da o kadar azdır. Tek yumurta (birbirinin tıpatıp aynı olan) ikizlerin arasında yapılan organ nakillerinde red söz konusu değildir. Genellikle anne ve babaların dokuları, çocukları ile kısmi bir uyum gösterir. Kardeşler arasında ise, tam uyum, veya orta derecede uyum gözlenebilir, bazen de tam bir uyumsuzluk ile karşılaşılabilir. Günümüzde canlı vericisi olan bir hasta doku uyumu olmasa da başarılı sonuçlarla nakil olabilir. Canlı veya kadavra nakillerindeki önemli testlerden biri de Cros testidir.

Bu testte alıcı ve vericinin kanları karıştırılır bu şekilde organı red riski değerlendirilir.

Organ nakli planlanan hastalara çok gerekli olmadıkça “kan ve kan ürünü transfüzyonu” yapılmaması çok önemlidir. Çünkü kan ve kan ürünü transfüzyonu sırasında bağışıklık sisteminiz başka insanların dokuları ile karşı karşıya gelir ve bu sebeple gelişebilecek aşırı duyarlılık sebebiyle nakledilecek böbreğin hemen red olması problemi gelişebilir. Bu durumdaki hastaların böbrek nakli olması çok problemli olabilir.

Bütün bu tetkik ve incelemelerin, sonuçlarının uygun olması durumunda nakil gerçekleştirilecektir.

Organ naklinde en önemli amaç hasta bireyi sağlıklı birey haline getirmektir ve tüm bu çabalar alıcı ve vericinin risksiz operasyonunu sağlamak içindir.

Organ bağışından önce vericilerde (donörlerde) yapılan incelemeler, çeşitli kan ve idrar tahlilleri, sağlığınızı genel anlamda gözden geçirmek ve ameliyat esnasında herhangi bir sorunla karşılaşmamanızı sağlamak için Kardiyoloji, Göğüs hastalıkları, Psikiyatri ve bayan vericiler için Kadın Doğum hastalıkları bölümlerinde detaylı muayeneleri ve böbrek sintigrafisi ve anjiografiyi içerir.

Kedilerde FIP Hastalığı Nedir: Belirtileri ve Tedavi Yöntemleri | Petlebi

Kedilerde FIP Hastalığı Nedir: Belirtileri ve Tedavi Yöntemleri | Petlebi

Kedilerde FIP Hastalığı Nedir: Belirtileri ve Tedavi Yöntemleri

Kedi sahiplerinin en çok korktuğu ve endişelendiği hastalıklar arasında yer alan FIP hastalığı, koronavirüs ile enfekte olan kedilerde virüsün mutasyona uğraması sonucu ortaya çıkan viral bir hastalıktır. Islak ve kuru formlara sahip olan fip, ilerleyicidir ve ne yazık ki hayati tehlike yaratabilir. Bu yazımızda kedilerde fip hastalığı hakkında önemli bilgiler bulabilirsiniz.

Kedilerde FIP Hastalığı Nedir?

Kedi Enfeksiyoz Peritoniti (FIP) kedilerde sıklıkla görülebilen viral bir hastalıktır. Temel nedeni koronavirüs olmakla birlikte bu tip koronavirüs, insanlarda COVID-19 hastalığına neden olan korona virüsten farklıdır. Kedi korona virüsü çok yaygın olsa da genellikle ishal dışında belirgin sorunlara neden olmaz. Ancak spesifik bir tür söz konusu olduğunda vücudun bağışıklık sistemi ile koranavirüs türü farklı bir etkileşime girebilir. Kedi Enterik Koranavirüs ile enfekte olan kedilerin yaklaşık %10'unda virüs çoğalır ve mutasyona uğrayıp kedi vücuduna yayılan kedigil enfeksiyoz peritonit virüsü yani FIPV olarak da bilinen bir enfeksiyona yol açabilir. Bu gibi bir durumda böbrek, beyin ve karın bölgesinde ciddi bir enfeksiyon oluşumu söz konusu olur. FIP'in bulaşıcı olduğu düşünülmese de ciddi bir hastalık olduğu ve enfekte olan kedinin hayatını tehdit ettiği unutulmamalıdır. FIP'e neden olan temel unsur bağışık sistemi ile virüs arasındaki etkileşimin kendisidir. Bir kedide FIP görüldüğünde genellikle ilerleyici bir etkiye neden olduğundan hastalığın tanınması önem taşır.

Kedilerde FIP Hastalığı Belirtisi

Koronavirüs bulaşan kediler genellikle belirgin bir semptom göstermeler. Bazı kediler hapşırma, gözlerde sulanma ve burun akıntısı gibi belirtiler yaşarken bazıları ishal gibi sindirim sistemi şikayetleri ile karşılaşabilirler. Çoğu durumda, az önce de ifade ettiğimiz gibi belirtiler kendiliğinden geçer. Korona virüse maruz kalan kedilerin küçük bir kısmında FIP adı verilen hastalık gelişir. FIP belirtilerinin ve etkilerinin gözlemlenmesi virüse maruz kaldıktan haftalar, aylar ve hatta yıllar sonra ortaya çıkabilir.

Kedilerde FIP hastalığı temel olarak ıslak ve kuru olmak üzere iki ayrı formda görülür. Hastalığın formundan bağımsız olarak FIP geliştiren kedilerde genellikle ilk etapta iştahsızlık, kilo kaybı, depresyon ve ateş gibi genel semptomlar ortaya çıkar. Hastalığın ıslak ve kuru formları birbirine dönüşebilir.

Kuru formdaki FIP kan damarlarının çevresinde enfeksiyon ve iltihaplı lezyonlara neden olabilir. Bu bölgelerde oluşan enfeksiyonlar beyne, karaciğere, böbreklere, akciğerlere ve cilde ulaşarak zarar verebilir. Kuru form kedilerin nöbet geçirmesine, hareketlerinde anormalliğe neden olabilir. Tüm bunlara ek olarak aşırı susama, idrar sıklığında artış, kusma, sarılık ve kilo kaybı gibi şikayetler de oluşabilir.

Kedilerde fip hastalığı ıslak formda olduğunda karın içi bölgede sıvı birikir ve kedinin göbeğinde şişkinlik meydana gelir. Göğüste sıvı birikimi meydana gelmesi halinde kedi nefes alırken zorluk yaşar. Islak form kan damarlarında hasara yol açarak karın ve göğüs bölgesinde enflamasyon ve sızıntıya neden olur.

Kedilerde FIP Ne Kadar Yaygın?

Tek kedili evlerde kedinin herhangi bir koronavirüs suşu ile enfekte olma riski %50'dir. Birden fazla kedinin olduğu evlerde ise bu oran %80-90 civarına çıkabilmektedir. Kedi enterik koronavirüsü olan kedilerin yaklaşık %90'dan fazlası sağlıklı kalır. Bu da FIP'yi kediler arasında nadir görülen bir hastalık yapar. Veteriner hekim tarafından gözetime alınan kedilerin yaklaşık %1'in de FIP görülmektedir.

Bazı kedi ırkları FIP'ye daha yatkındır. Abyssinian, Bengal, Birman, Himalayan, Ragdoll ve Devon Rex türlerinde kedi enfeksiyöz peritonitine daha sık rastlanmaktadır. Hastalık birden fazla kedinin bulunduğu evlerde ya da barınaklarda da daha sık görülmektedir. Çeşitli nedenlere bağlı olarak stresli olan, yakın zamanda ameliyat olmuş ya da aynı anda birden fazla enfeksiyonu olan kedilerde FIP görülme riski çok daha yüksektir. Bunun dışında çeşitli genetik faktörlerin de FIP gelişimine katkıda bulunduğu düşünülmektedir.

Kedilerde Fip Hastalığı Nasıl Teşhis Edilir?

Kedilerde fip hastalığı teşhisi zordur. Kedilerde fip hastalığı belirtisi diğer birçok sağlık sorunu ile karıştırılabilir. Tek bir kan testiyle fip teşhis edilemediği için tanı konurken birden çok unsura odaklanılması gerekir. Beyaz kan hücrelerinin alışılmadık derecede az ya da çok sayıda beyaz kan hücresinin bulunması, kanda yüksek protein konsantrasyonlarının varlığı, gözlerde veya diş etlerinde sararma, yavruluk döneminde olunması veya çok kedili yaşam ortamlarında bulunulması gibi unsurlar tanı esnasında yol gösterici nitelik taşır.

Kedilerin karın ya da göğüs bölgesinde sıvı birikmesi söz konusu olduğunda veteriner hekimler ileri tetkik için sıvı örneği alabilirler. Sıvıda yüksek protein oranının bulunması kedilerde fip belirtisi olarak düşünülür. FIP şüphesi oluştuğunda röntgen veya ultrason çekilmesi gerekebilir. FIP teşhisini güçlendirmek için immünoperoksidaz testi yapılarak beyaz kan hücreleri hakkında bilgi alınabilir.

Kedilerde FIP Tedavisi Nasıl Yapılır?

Kedilerde fip hastalığı tedavisi, uzun zamandır yapılamaz kabul ediliyordu. FIP tedavisine yardımcı olmak için çeşitli antiviral ilaçlar şu an piyasada bulunmaktadır. Ancak şu an için uzun dönem etkileri hakkında soru işaretleri devam ediyor ve etkinliği kesin olarak kanıtlanan bir ilaç olmadığı biliniyor. Kedilerde fip hastalığı tedavisi kapsamında destekleyici bakım için biriken sıvının drenajı ve kan transfüzyonu gibi çeşitli süreçlere başvurulabilir. Veteriner hekimler kedinin semptomlarını ve genel sağlık durumunu değerlendirerek en uygun tedavi seçeneklerini belirleyeceklerdir.

Kedilerde Fip Hastalığı Nasıl Önlenir?

Kedilerde fip hastalığını önlemenin tek yolu koranavirüs enfeksiyonunu önlemektir. Bu virüs genellikle çok kedi barındıran yerlerde veya evlerde yaşayan kediler için risk olarak değerlendirilir. Feline koronavirüs enfekte olmuş kedilerin dışkısından ya da tükürüğünden geçer. Unutulmaması gereken koranavirüs ile enfekte olan her kedinin fip hastalığına yakalanmayacağıdır. Fip hastalığının oluşabilmesi için koronavirüsün mutasyona uğraması gerekir. Bu nedenle fip hastalığının önlenmesi kapsamında çeşitli tedbirlerin alınmasında fayda olacaktır. Kedilerin düzenli olarak veteriner hekim kontrollerine götürülmesi ve mümkün olduğunca sağlıklı tutulması, kedi tuvaletlerinin temiz tutulması, kedi tuvaletleri ile mama ve su kaplarının ayrı tutulması, evde çok kedi yaşıyorsa aşılamaların düzenli olarak yapılması gibi tedbirlerle kedilerin genel sağlığı iyileştirilebilir.

Evcil hayvan sağlığı ve ürünleri dâhil olmak üzere sağlık, tekstil, gıda, dekorasyon ve kozmetik gibi sektörlerde, Türkiye ve dünya genelinde marka bilinirliği yüksek firmalar için içerik üretimi gerçekleştiren Deniz Öz, sosyal medya içerik stratejisi alanında da uzmanlaşmıştır. 2020 yılından bu yana Petlebi.com blog sayfası için düzenli olarak içerik üretmektedir.

"
Göbek Fıtığı Belirtileri Nelerdir? | Op. Dr. Berkhan Savaşçın - Genel Cerrahi Uzmanı

Göbek Fıtığı Belirtileri Nelerdir? | Op. Dr. Berkhan Savaşçın - Genel Cerrahi Uzmanı

Göbek Fıtığı Belirtileri Nelerdir? | Op. Dr. Berkhan Savaşçın

Meme kanseri ameliyatında memenin tamamının yada bir kısmının alınması koşulları nelerdir?

Göbek fıtığı aslında fıtıkları genel bir tabirle tanımla anlatmak çok daha doğru olacaktır karın duvarında karnımızın duvar yapısı içerisinde cilt ve cilt aldığında sonra fasca dediğimiz sağlam bir tabaka vardır ve bu tabakanın altında karnın belirli bölümlerine kas girer bazı alanlarında ise kas yoktur ve karın zarı dediğimiz iç daha iç tabaka yani bağırsakların etrafında saran tabaka direk bu fasya dediğimiz tabakaya yapışıktır işte göbeğin de içinde bulunduğu karnın tam orta çizgisi üzerinde yukarıdan aşağıya doğru bir hat çizecek olursak bu hatta fasya dediğimiz tabakanın altında bulunmaz göbek deliğinin olduğu alanda da bulunmadığı için o bölgede aşırı basınca bağlı olan herhangi bir hassa dediğimiz o bölümün açılmasında için onda yumuşak bir delikte bu karın zarı dediğimiz zarf arkasına bir takım periton ve yağları alarak kimi zamanda bağırsağı da alarak o delikten geçip cildin altına gelir Biz buna cerrahide her ne ya da halkın anladığım biçimde fıtık deriz bunun göbekte olan şekline de göbek fıtığı denir Biz bunu bilical haline olarak nitelendiririz belirtisi çok net bir şekilde özellikle ağır bir yüke zorlandığımızda ağır kaldırdığımızda karnımızı aşırı kastığınızda o bölgede oluşan dışa doğru gözüken şişliktir bu hamilelikte safra kesesi taşlarında daha sık görülmektedir özellikle kadınlarda erkeklere nazaran daha sık gözüküyor kimi zamanında hayatı boyunca insanlar orada bir fıtık olduğu halde bunun farkına varmadan yaşayabilirler ama bir kişinin kendisinde göbek fıtığı olup olmadığını anlamasının en ideal yolu göbek deliğinde dışa doğru bir çıkıntının olup olmadığıdır öyle bir çıkıntı varsa kendisi İnsanlar genellikle o bölgeyi ellerini koymaktan ya da parmaklarını sokmaktan çekindikleri için bir doktor kanalıyla var olup olmadığını anlarlar ama her göbek fıtığı ameliyatlık değildir Dolayısıyla bu konuda Son kararı eşinin ehli bir Genel Cerrahı vermesi doğru tercih olacaktır.

Pankreas Kanseri Nedir? Belirtileri, Tedavisi - Prof. Dr. Gökhan Moray

Pankreas Kanseri Nedir? Belirtileri, Tedavisi - Prof. Dr. Gökhan Moray

Pankreas Kanseri

Pankreas kanserlerinin büyük çoğunluğu pankreas kanalını döşeyen hücrelerden köken alır. Pankreas adenokarsinomu veya pankreas ekzokrin kanseri de denir. Pankreasın hormon üreten hücreleri veya nöroendokrin hücrelerinden köken alan kanserleri daha azdır.

Pankreas nedir?

Doğrudan pankreas kanserine geçmeden pankreas hakkında çeşitli bilgileri paylaşmakta fayda vardır. Pankreas karın içinde retroperiton denen, karnın en arka kısmında yer alır. 75-100gr ağırlığında, 15-20 cm uzunluğunda sağda böbrek önünden başlayıp solda böbrek önüne doğru uzanan bir organdır. Hafifçe aşağıdan yukarı doğru bir eğimi vardır. Duodenum, sağ yanda pankreas başını C gibi üstten, sağ yandan ve alttan kuşatmıştır.

Pankreas yapısal özellikleri nelerdir?

Pankreasın başı ve duodenumun bu kısmı ortak kan damarlarına sahiptir. Bu nedenle ikisinden birini çıkartmak gerektiğinde ikisi birlikte çıkartılmalıdır (pankreatiko duodenektomi). Pankreasın önünde mide ve kalın bağırsağın transvers kolon kısmı bulunur. Pankreasın kuyruğu önünde de dalak yerleşmiştir.

Pankreasın başı sağ böbrek ve böbrek üstü bezi ile, kuyruğu da sol böbrek ve böbrek üstü bezi ile temas halindedir. İnce ve kalın bağırsaklardan gelen sindirim ürünlerini taşıyan ana toplar damarlar pankreasın altından geçerek karaciğere ulaşır. Aynı şekilde bağırsaklara giden tüm atar damar kanı da pankreasın altından geçerek bağırsaklara ulaşır.

Pankreas dokusu krem- sarı renktedir, çevresindeki yağ dokusu içinde sınırları görsel olarak zor seçilir. Hem hormon hem de sindirim sıvısı salgısı yapar. Hormonları damar yolu ile kana, sindirim sıvıları da pankreas kanalı yolu ile duodenuma (on iki parmak bağırsağı) salgılanır.

Pankreas,

Baş (caput), Unsinat proses (processus uncinatus), Boyun (collum), Gövde (corpus) ve Kuyruk (cauda) anatomik bölümlerine ayrılır.

Pankreas dokusu içinde pankreatik kanal diye adlandırılan pankreasın sindirim sıvılarını duodenuma taşıyan bir kanal vardır. Embriyolojik gelişimdeki ufak farklılaşmalara bağlı olarak bazen bu kanala ikinci bir kanal daha eklenebilir. Ana pankreatik kanalın adı Wirsung, aksesuar olanın adı Santorini’dir.

Wirsung duodenuma açılırken koledok (safra yolu) ile birliktelik gösterir. Koledokun son birkaç santimi pankreas dokusu içinde seyreder ve duodenuma açılırken Wirsung kanalı ile birleşip (Y şeklinde),tam açılma noktasında tek ağız olarak (V şeklinde) ya da iki farklı ağız şeklinde (U şeklinde / çifte namlusu gibi) bir seyir gösterir. Bu seyirlerin ne sıklıkta görüldüğü çeşitli çalışmalarda farklı farklı verilmiştir, çoğu kaynak Y gibi bir birleşme olduğunu iddia etmektedir. Bu birleşme şekli safra yolunu tıkayabilecek taşların pankreatik kanalı da tıkayabilmesi açısından önem taşır.

Safra yolu ile pankreatik kanal birleşmesi Y şeklinde ise koledok alt uç taşı pankreatik kanalı kesin tıkar, V şeklinde tıkama olasılığı yüksektir, U şeklinde ise düşüktür. Pankreas kanalının tıkanması safra taşına bağlı pankreatit (pankreas iltihabı) gelişmesinde önemli bir basamaktır.

Ana pankreas kanalı (Wirsung) ve Koledok alt ucu Y şeklinde birleştiyse kanalda bir genişleme görülür, buraya ampulla vater denir. Bu genişlemiş alanın çevresinde duodenum duvarı içinde düz kastan oluşmuş (istemsiz çalışan) bir açma kapama mekanizması (sfinkter) bulunur. Bu yapıya “Oddi sfinkteri”dir. Bu yapı mide ve duodenum içindeki gıdanın asiditesine ve hacmine göre açılıp kapanarak hem safra hem de pankreas salgısının akışını kontrol eder. Ampulla Vaterin duodenuma açıldığı noktada bir kabarıklık vardır buraya da ”papilla vater denir.

Papilla vater duodenumun ikinci kısmının iç yüzündedir. Koledok veya pankreas kanalını görüntülemek veya bu kanallara girişim yapmak gerektiğinde endoskopik aletler ile buradan geriye doğru girilip sfinkter mekanizması kesilebilir (sfinkterotomi),taş çıkartılabilir veya katater yerleştirilebilir.

Pankreasın unsinat prosesi ile boyun bölgesi arasından bağırsaktan gelen ve sindirilmiş kanı taşıyan toplar damarlar geçer. Bu damar pankreasın boyun bölgesi arkasında dalağın toplar damarı ile birleşip karaciğere tek büyük bir damar (portal ven) olarak girer. Bu damar karaciğerin fonksiyonları ve cerrahisi için çok önemlidir, dolayısı ile bu bölgedeki kitlelerin portal venle ilişkisi hayati önem taşır.

Pankreasın gövde kısmının arkasından ise bağırsaklara giden atar damar (superior mezenterik arter) geçer. Pankreasın gövde kısmının hemen üzerinde ise karaciğer, mide ve dalağa kan taşıyan bir başka hayati atar damar “celiac trunkus” bulunur. Dolayısı ile bu bölgedeki kitlelerin ve yapılacak ameliyatların bu damarlarla ilişkisi de hayati önem taşımaktadır.

Pankreas karnın en arkasında yer aldığı için karın zarı (periton) ile ilişkisi çok azdır. Karın zarına ulaşan bütün iltihabi olaylar yerini net bir şekilde belli eden şiddetli karın ağrısı yapar. Pankreasa ait ağrılar bu nedenle biraz daha künt ve yerini tarif etmesi güçtür. Pankreas ile ilgili ağrılar genellikle kuşak tarzındadır ve hastanın karın muayene bulguları, şikayetlerinin yanında yok denecek kadar az olur.

Pankreasın ne işe yarar, görevleri nelerdir?

Pankreas iki farklı mekanizma ile işlev gören bir organdır. Görevlerinden biri çeşitli hormonları kana salgılamaktır, buna “pankreasın endokrin fonksiyonu” denir. Diğer görevi ise sindirim enzimlerini ve asidik içeriği nötralize eden bikarbonatı suyu duodenuma salgılamaktır ki buna da “pankreasın ekzokrin fonksiyonu” denir.

Pankreasın endokrin fonksiyonun yerine getiren hücre gruplarına Langerhans Adacıkları denir. Bu hücre gruplarından bir insan pankreasında yaklaşık bir milyon adet vardır ve tüm pankreas boyunca dağılmıştır. Oransal olarak Langerhans Adacık Hücreleri tüm pankreasın %1-3 ‘ünü oluşturur. Adacık hücreleri dört büyük hücre tipi içerir ve her bir hücre tipi faklı hormon salgılar. Pankreasın en bilinen hormonu insülindir kan şekerini düzenler. Pankreas insülin dışında glukagon, somatostatin ve pankreatik polipeptid hormonlarını da salgılar Bu hormonlar da vücutta şeker ve yağ metabolizması üzerine etkilidir.

Pankreasın ekzokrin fonksiyonu ise pankreas kanalına açılan ve “asiner hücreler” denen hücreler tarafından gerçekleştirilir. Pankreasın ekzokrin salgısı ince bağırsaktan salınan “sekretin “ve ”kolesistokinin” hormonları tarafından kontrol edilir. Pankreas adacık hücrelerinin salgıladığı somatostatin hormonu ise pankreasın ekzokrin salgısını baskılar (azaltır). Pankreasın ekzokrin salgısındaki enzimler şekerleri, proteinleri ve yağları parçalayıp sindirimi mümkün hale getirir. Bunun dışında alkali içeriği ile midenin yüksek asidik içeriğini nötralize eder. Günlük salgılanan pankreatik sıvı 800-1000ml kadardır.

Pankreas kanseri nedir?

Pankreasın kötü huylu hastalıklarına diğer organ ve dokularda olduğu gibi kanser denir. Kanser bir hücredeki genetik yapının çeşitli nedenlerle değişmesi sonrası ortaya çıkar. Pankreas kanseri de bir hücrenin kanserleşmesinden köken alan, hızlı büyüyüp, komşu doku ve organlara temas yoluyla, kendinden uzak yerlere de kan yolu ile sıçrayan hastalıktır. Pankreas kanseri,

Dünyada en sık görülen on ikinci kanser, Gastrointestinal kanserler arasında kolorektal kanserlerden sonra en sık görülen ikinci kanser En çok ölüme yol açan dördüncü kanser Tüm kanserler arasında beş yıllık sağkalımı en düşük olan kanserdir.

Yerleşim yeri nedeniyle genellikle geç tanı alırlar. Tanı konduğu zaman vakaların ancak %15-20’si cerrahi olarak çıkartılabilecek durumdadır. Cerrahi olarak tamamen çıkartılabilen (R0),geride mikroskopik kanser hücreleri kalan (R1) ve görsel olarak cerrahi sınırlarda kanser kalan (R2) hastalarda kanserin seyri giderek ağırlaşmaktadır.

Pankreas kanserlerinin büyük çoğunluğu pankreas kanalını döşeyen hücrelerden köken alır. Bunlara pankreas adenokarsinomu veya pankreas egzokrin kanseri denir. Pankreasın hormon üreten hücreleri veya nöroendokrin hücrelerinden köken alan kanserleri daha azdır. Bunlara da pankreasın nöroenedokrin tümörleri, adacık hücre tümörleri veya pankreatik endokrin kanserler denir.

Pankreas kanseri kimlerde görülür?

Pek çok kansere neden olan sigara pankreas kanseri için de risk faktörüdür. Kronik alkol kullanımı kronik pankreatite, kronik pankreatitteki kronik inflamasyon da pankreas kanserine zemin hazırlar. Aşırı kilo (obezite),birinci derece akrabaların iki ya da üçünde pankreas kanseri olması, ileri yaş, erkek cinsiyet, ırk (afrikan amerikalı),diyabet, pankreasın kistik tümörleri (IPMN),yüksek kırmızı et içeren diyetler, kuru temizleme ve metal işçiliğinde kullanılan kimyasallar da diğer risk faktörleridir.

Pankreas kanseri belirtileri nelerdir?

Pankreas kanseri belirtileri hastalığın tanısına (duktal adenokarsinom veya nöroendokrin tümör gibi) ve pankreasın neresini tuttuğuna bağlı olarak değişir. Tekrar hatırlatalım pankreas kanserlerinin çoğu adenokanserdir

Kansere bağlı şikayetler kitlenin hacmen çevreye baskısıyla, komşu organ ve dokuları invaze etmesiyle (lokal olarak büyürken iterek değil içine işleyerek yayılması hali) veya uzak organlara metastaz yapması (kan yolu ile sıçraması) ile ortaya çıkar. Bunun dışında az görülen nöroendokrin tümörlerin yarattığı şikayetler ise kanserin hangi hormonu, ne miktarda salgıladığı ile ilgili olarak görülecektir.

Pankreasın baş kısmındaki kitleler safra yolu ve duodenum (on iki parmak bağırsağı) komşuluğu yüzünden boyun, gövde ve kuyruk kesimine göre daha erken safhada belirti verirler. Bunun sebebi pankreas başına komşu safra yollarının kitle daha çok büyümeden tıkanarak belirti vermesidir. Pankreas başındaki bir kitle safra yolunu tıkarsa sarılık (gözün beyaz kısmında ve ciltte sararma),idrar renginde koyulaşma (çay gibi),dışkı renginde açılma (krem beyaz gibi) ve kaşıntı yapabilir. Pankreas başındaki kitle duodenumu tıkarsa bulantı, kusma, erken doygunluk gibi şikayetler olabilir.

Unsinat proses denilen kısım pankreasın baş kısmına komşu ama safra yolundan biraz uzaktır, buradaki kitleler de duodenumu tıkayabilirler.

Pankreas boyun, gövde ve kuyruk bölgesi kanserleri uzun süre bir belirti vermeden büyür. Bu nedenle çoğu tanı anında metastaz yapmış hatta metastaza bağlı şikayetlerle ya da şans eseri saptanan metastazın primeri (asıl kaynağı) araştırılırken bulunurlar.

Bazen pankreas kanalından köken almış küçük bir tümör kanalı tıkayarak pankreatite yol açar ve hasta bir kitle ile değil pankreatit şikayetleri ile doktora başvurur. Pankreatit sebepleri arasında kanserler nadirdir ama akılda bulundurulması gerekir. Pankreatitte ani olarak başlayan karın ağrısı olur. Hasta ağrıdan çok şikayetçidir ama böbrek taşı gibi kıvranmaz. Bazı hastalar karnına bir yastık alıp oturur gibi öne eğildiklerinde rahat ettiğini ifade eder. Ağrı sırta vurabilir, hastanın ağrıyı kuşak gibi tarif etmesi akut pankreatit için tipiktir. Hasta muayene edildiğinde ağrı şikayeti ile çok uyumlu olmayan yumuşak bir karnı olabilir. Ancak tablo ağırlaştıkça karında hassasiyet hatta muayeneye defans görülebilir. Bulantı ve kusma olabilir. Kusma ağrıya refleks veya pankreastaki iltihaba reaksiyon olarak komşu bağırsak hareketlerinin durmasına bağlıdır. Pankreatite bağlı gelişen reaksyonlar damar içindeki sıvının dışarı kaçmasına yol açar. Ayrıca hasta kusuyorsa ya da bağırsak hareketleri durdu ise bu da sıvı kaybını arttırır. Böylece hastanın ateşi yükselip nabzı hızlı atmaya başlar. Kanser safra yolunu da tıkadıysa sarılık görülebilir. Pankreatit çok şiddetli olup pankreas dokusu nekroza (doku ölümü) gittiyse, kanama olduysa her iki böğürde morluk (Grey Turner Belirtisi),kızarıklık hatta hassasiyet olabilir. Bazen morluk göbek deliği çevresinde (Cullen Belirtisi) de görülebilir. Ölü dokuya bağırsaklardan mikrop bulaşırsa tabloya enfeksiyon eklenip ateş çıkabilir, hasta sepsis denilen ağır enfeksiyon tablosuna geçebilir.

Çoğu kanserde olduğu gibi tümörden salınan moleküller nedeniyle İştah kaybı olabilir

Pankreas kanserleri de diğerleri gibi hızlı büyürler. Hızlı hücre çoğalması beraberinde yüksek enerji tüketimini getirir. Vücut yapı taşına dönüştürmesi gereken besin maddelerini yok yere tümörde kullandığı için hasta zayıflar. Bunun dışında kitle bağırsak pasajını zorlaştırıyor ya da engelliyorsa gıda ve sıvı alımı da azalacaktır. Böylece kilo kaybı yaşanabilir, halsizlik olabilir.

Pankreasın kistik büyük kitleleri invazyonla değil çevredeki organlara baskı uygulayarak şikayet yaratır. Safra yollarına basarsa sarılık, mideye basarsa erken doygunluk, bulantı hatta kusma olabilir

Pankreasın kanserleri çevresindeki sinirleri invaze ettiği zaman oldukça rahatsızlık veren karın ağrısına yola açabilir.

Yeni ortaya çıkan diyabet veya diyabeti olanlarda kan şekeri kontrolünün birden bozulması pankreas kanseri için çok tipik ama sıklıkla gözden kaçan bir durumdur.

Pankreasın boyun gövde ve kuyruğundaki kitleler büyüyerek karın muayenesinde hissedilecek boyuta gelebilir.

Bazı pankreas kanseri metastazları karaciğere, akciğere ve/veya kemiklere metastaz (yayılma) yapmış olabilir. Metastazlara bağlı ağrı (kemik ağrısı, karın ağrısı),safra yolarını tıkayarak veya karaciğer yetmezliği yaratarak sarılığa neden olabilir. Bazen de radyolojik görüntülerde şans eseri pankreas kanserinin metastazları (akciğerde, karaciğerde, kemikte) görülebilir.

Pankreas adacık hücre tümörleri salgıladıkları hormonlara göre belirti veririler. Burada sayılacak bazı belirtilerin başka durumlarda da görülebileceği unutulmamalıdır. Ayrıca her adacık hücre tümörü kanser olmayabilir.

İnsülinoma: İnsülin kan şekerini düşürmeye yarayan bir hormondur. İnsülin yüksek dozda salgılanırsa o sırada kan şekeri normalden çok düşer. Beyin sadece glukoz kullandığı için kan şekeri düşüklüğünden en çok santral sinir sistemi etkilenir. Halsizlik, yorgunluk, baygınlık hissi olabilir. Baş ağrısı, çift ya da bulanık görme, unutkanlık, bilinç bulanıklığı, daha önce olmadığınız gibi davranmak, açlık ve bulantı hissi, terleme, titreme ve çarpıntı olabilir. Hasta terleyip sersem gibi hissediyorsa, bu sırada kan şekeri 40 mg/dl (2.2mmol/L) altındaysa ve yüksek karbonhidratlı beslendiğinde ya da damardan şekerli sıvı verildiğinde toparlıyorsa bu üçlemeye “Whipple triadı” denir ve neredeyse İsülinoma için tanı koydurucudur.

Gastrinoma: Mide asidini düzenleyen gastrin hormonunu salgılar. Midedeki asit arttığı için mide veya duodenal ülsere bağlı karın ağrısı olabilir. Bu ülserler kanama yapabilir, ağızdan kahve telvesi gibi kusma (hematemezis) ya da katran gibi siyah, cıvık, pis kokulu ve zor temizlenen dışkı (melena) olabilir. Midenin yüksek asitli içeriği yemek borusuna reflü (kaçış) yaparak göğüste yanma hissi yaratabilir, ishal (günde üçten fazla sulu dışkı) ve dışkıyı tutamama (inkontinans) olabilir, bulantı hissedebilir, kilo kaybı olabilir.

Glukagonoma: Şikayetler çok yavaş ilerler. Genellikle tanı konduğunda şikayetler yıllar önce başlamıştır. Hastaların %70-80’inde kalçalarda, belde, anal bölgede ve genital organlarda sık olmak üzere vücudun her yerinde kurdeşen benzeri kaşıntılı döküntüler olur (necrolytic migratorye rythhema),diyet yapmadan kilo kaybeder. Diyabet çıkar (çok su içer, çok çişe gider, halsiz hisseder, açtır ve kilo verir),ağızda ülserler (%30-40),ishal olur (%18),derin bacak toplar damarlarında (derin ven trombozu, DVT)ya da akciğer damarlarında kan pıhtılaşır (pulmoner emboli),ajitasyon ile depresyon arasında ruh hali değişir, anemi görülür (%80).

VIPoma: Günde yirmiye varan ishal olur. Hasta açken bile ishal çıkar (%80-100),dehidratasyon vardır (vücut susuz kalır) hasta susuzluk hisseder, cildi ağzı kurudur, yorgundur, baş ağrısı ve sersemlik hisseder. Kan potasyum düzeyi düşüktür (%80-100),kilo kaybı olur, yüzde boyunda göğüste kızarıklık (flaş) (%20) vardır.

Pankreas Kanseri Tanısı

Pankreas kanseri hasta sarılık, karın ağrısı, kilo kaybı gibi çeşitli şikayetlerle değerlendirilirken veya bir başka bir sorunu incelenirken şans eseri saptanır.

Pankreas kanseri tanısını sadece muayene ile koymak neredeyse mümkün değildir. Bu nedenle çeşitli görüntüleme yöntemleri kullanılır. Her yöntem kendi teknik kapasitesi kadar pankreas hakkında bilgi vermektedir.

Ultrasonografi (US): Zayıf hastalarda, aç karına US yapıldığında pankreastaki bir kitleyi görme şansı vardır. Pankreas mide ve kalın bağırsağın arkasında yer aldığı için bu organlarda bulunabilecek gaz ve hastanın kilosuna bağlı karındaki yağ miktarı US’un başarı şansını azaltır. Yani US ile pankreasta bir şey görülmemesi pankreasta bir şey olmadığı anlamına gelmez. US’un pankreastaki bir kitleyi saptama şansı %50-90 arasında değişmektedir

Bilgisayarlı tomografi (BT): Yeni teknoloji çok dedektörlü BT kısa sürede pankreas hakkında çok ayrıntılı ve güvenilir bilgi vermektedir. Pankreastaki kitlenin yerleşimi, büyük damarlarla olan ilişkileri, komşu organ ve doku yayılımları ve uzak metastazları saptayabilmektedir. Kitlelerin ayırıcı tanısını yapmak ve damarlarla ilişkilerini saptamak için BT sırasında damardan, bazen de ağız yoluyla boya vermek gerekmektedir. Bu boyaların böbrek fonksiyonu bozuk kişilerde sorun çıkartabileceği bilinmelidir. Damardan boya verildikten sonra belirli saniyelerde görüntü alınarak boyanın atardamar, pankreas dokusu ve toplar damarda görülme zamanları yakalanır ve kitle hakkında ayrıntılı bilgi sahibi olunur. İki cm altında ve yoğunluğu çevresindeki pankreas dokusuna benzeyen tümörlerde (ki bunlar tüm pankreas kanserlerinin %10 kadarıdır) BT tanı koydurucu olmayabilir.

Manyetik rezonans görüntüleme (MRI): US ve BT ile sonuç alınamadığı zaman sorunu genelde MRI çözer. MRI göreceli olarak BT’ye göre daha yavaştır ama hasta iyonize radyasyona maruz kalmaz. Göreceli olarak dar bir alana girmek bazı hastalar için zordur. Bu gibi durumlarda bazen anestezi yardımıyla hasta sakinleştirilir. MRI sırasında MRKP denilen yöntemle safra yolu ve pankreatik kanalın da görüntülenmesi mümkün olur.

BT ve MRI, pankreas çevresinde ameliyat sırasında korunması hayati önem taşıyan damarların anatomik farklılıklarını da ortaya koyar. Bu cerrah için çok önemli bir veridir.

BT ve MRI pankreas kanserinin komşu damarlarla yakınlığını ortaya koyar. Pankreasın başı ve unsinat proses arasından geçen superior mezenterik ven dalağın toplar damarı ile birleşip karaciğer kan akımının %70-80’ini karşılayan portal veni oluşturur. Bağırsaklara, karaciğere, mideye ve dalağa oksijenli temiz kanı taşıyan superior mezenterik arter ve celiac trunkus da pankreasa yakın seyreder. BT ve MRI’de pankreas kanserinin bu damarların çevresini 180 o ’den fazla sarması kanserin damarı tuttuğunu (invaze ettiğini) ifade eder. Eğer bu arterler kanser tarafından invaze edildiyse hastalığın cerrahi olarak tedavisi mümkün değil kabul edilir.

PET (Positron emission tomography): Temel olarak vücutta artmış glukoz (şeker) kullanımını gösteren bir yöntemdir. Fludeoksiglukoz (FDG) damardan verilir. Kanserlerin artmış metabolik aktivitesi çok şeker kullanmalarını gerektirdiği için vücutta nerede kanser (ve onun metastazları) varsa PET bunu gösterebilme şansına sahiptir. PET pankreas kanseri tanısını koymada değil lokal ve sistemik yayılımı değerlendirmede ve tedavinin başarısını belirlemede etkilidir. Görüntüler BT veya MRI ile birleştirilerek PET-BT, PET-MR şeklinde yapılır. PET-MR özellikle lokal olarak ilerlemiş pankreas kanserlerinin ilaç tedavisine yanıtlarını değerlendirmede daha faydalıdır. FDG yerine başka radyonüklitler kullanarak (OctraScan, Ga-DOTA-NOC) pankreastaki kanserin tipi ve yeri gösterilmeye çalışılabilir.

EUS (endoskopik ultrasonografi): Yaklaşık otuz yıldır kullanımda olan bir yöntemdir. Endoskopun ucundaki US probu sayesinde bağırsaklardaki gazdan etkilenmeden tüm pankreası dibinden değerlendirebilir. Küçük tümörlerde BT ve MRI’den daha duyarlıdır (3 cm’den küçük tümörleri EUS %93, BT %53, MRI %63 duyarlılıkla gösterir). Ayrıca EUS sırasında ince iğne aspirasyon biyopsisi de (EUS-İİAB) yapılabilir. Bu yöntemle hem hücreler patolojide değerlendirilebilir hem de kistik kitle içeriklerinin biyokimyasal içerikleri değerldirilip çeşitli belirteçlerle kanser / değil ayrımı yapılmaya çalışılır.

Eğer EUS cihazı uygunsa ve gerekli yazılım varsa kitlenin sertliğini değerlendiren Elastografi de EUS’la birlikte yapılabilmektedir. Kanserlerin pankreastan daha sert olması beklenir. Çoğu pankreatik adenokarsinom az kanlanmaktadır. Bu tür tümörlerde Doppler US pek işe yaramaz. Bunlarda damardan özel bir kontrast madde vererek yapılan EUS (kontrastla güçlendirilmiş EUS “contrast enhanced EUS” [CE-EUS]) ayırıcı tanıda işe yarar.

ERCP (endokopik retrograd kolanjiyo pankreatografi): Yandan görüşlü özel bir endoskopla duodenum (on iki parmak bağırsağı) ikinci kısmına girilir. Pankreatik kanal ve safra yolunun duodenuma açıldığı yer olan Oddi sfinkteri görülür. Bu bölgede bir kitle varsa doku tansı için biyopsi yapılır. Gerektiğinde sfinkter bu aletle kesilip safra yolu tıkanıklığını açmak için işlem yapılabilir, gerekiyorsa boya verip hem safra yolu hem de pankreatik kanal görüntülenebilir.

Biyopsi: Görüntüleme yöntemleri ile pankreastaki kitlenin kanser olduğundan şüphe duyuluyorsa ve kitle cerrahi olarak çıkartılabilecekse biyopsi yapılmaz. Kitle cerrahi olarak çıkartılamayacaksa planlanacak tedavinin etkili olması için kitleden biyopsi yapılmaya çalışılır. Biyopsi EUS, ERCP, US veya BT eşliğinde ciltten geçerek, laparoskopi veya ameliyatla alınabilir. İğne biyopsileri (küçük iğneler ile hücrelerin alındığı) tanı koymada özel deneyim gerektirir. Tru-cut (kor) biyopsilerde doku alınabildiği için daha kolay tanı konu. Radyolojik yöntemlerle alınacak biyopsinin kitleyi ıskalama olasılığı vardır.

Hangi yöntem ya da yöntemler kullanılırsa kullanılsın %100 kesin tanı konulması mümkün olmamaktadır. Bazı pankreatit sekelleri kanseri taklit etmektedir, bazı kanserler de örnek alınamayacak kadar küçük olabilir ve bunlar ancak pankreas çıkartıldıktan sonra doğrulanabilir. Pankreas kanserlerinin seyri agresif olduğundan cerrahi olarak çıkartılabilecek halde saptanmış bir kitle için “emin değiliz bekleyelim büyürse ameliyat ederiz” stratejisi doğru değildir. Bir sonraki değerlendirmede hasta ameliyat şansını kaybetmiş olabilir.

Pankreas Kanseri Tedavisi Ankara

Pankreas kanseri tedavisi, mümkün olan her durumda cerrahi en faydalı tedavi yöntemidir. Pankreas kanserinin cerrahi tedaviye uygun olması halinde ilk tercih ameliyat olacaktır. Ameliyat için uygunluğu belirleyen temel ilke geride kanser dokusu bırakmadan ve hayati organlara zarar vermeden ameliyat edebilmektir.

Pankreas Kanseri Ameliyatı Hangi Durumlarda Yapılabilir?

Ne yazık ki bu durum tanı alan hastaların beşte biri ile dörtte birinde mümkündür. Pankreas kanseri ameliyatı her geçen gün daha sık yapıldığı için zamanla daha ileri evredeki hastalar da ameliyat edilir olmuştur. Ancak tanı anında bir çok organa metastaz yapmış karın içinde periton yüzeyine yayılmış (peritoneal karsinomatozis) ve pankreas altından geçen superior mezenterik arteri invaze etmiş tümörlere teadvi amacıyla cerrahi olarak müdahale etmek doğru değildir.

Bu grup hastada ameliyat sebebi pankreas kanserine bağlı gelişebilecek komplikasyonlarda (kanama, delinme tıkanma gibi) girişimsel radyolojik yöntemler işe yaramazsa yapılır. Eskiden her türlü karaciğer metastazı inoperable (ameliyat edilemez) bulunurken şimdi bazı seçilmiş hastalarda ameliyat yapılmaktadır.

Tanı anında cerrahi için uygun olmayan hastalarda doku tanısı konup kemoterapi ve bazen de radyoterapi uygulanabilmektedir. Bazı hastalarda bu yolla tümör gerilerse cerrahi tedavi düşünülebilir.

Ameliyatın uygun olmadığı hastalarda zamanla hastalık ilerleyip sarılık, ağrı bağırsak tıkanıklığı, kanama yaşanabilir. Bunlarda mümkünse girişimsel radyoloji perkütan yollarla rahatlatmaya çalışır, mecbur kalınırsa ameliyatla palyatif (hastalığı değil neden olduğu sorunları çözmeye yönelik girişim) çözümler yaratılmaya çalışılır.

Pankreas kanseri ameliyat zor mudur?

Bu sorunun yanıtı çeşitli açılardan verilmelidir.

Pankreas kanserinin yerleşimi, büyüklüğü ve tipi: Ameliyatın şeklini doğrudan belirleyen faktörlerdir. Bir-iki santimlik hormon salgılayan bir tümörü çevresinden sıyırarak çıkartmak (enükleasyon) oldukça kısa süren, hekimi de hastayı da zorlamayan bir ameliyatken pankreasın başında portal veni de invaze etmiş bir adenokarsinomu çıkartmak genel cerrahi pratiğindeki en uzun ve karmaşık ameliyatlardan biridir.

Hastanın genel sağlık durumu: Pankreas duktal adenokarsinomun ortalama görülme yaşı 70-72’dir. Bu yaş grubu hastaların pankreas kanseri haricindeki genel sağlık sorunları ortalama nüfusa göre daha bozuktur. Bu nedenle uzun ve karmaşık bir ameliyat geçirecek bir hastada ileri yaş ve ek sorunlar ameliyatın seyrini de sonraki iyileşme sürecinin de olumsuz yönde etkileyebilecek faktörlerdir.

Cerrahi ekibin deneyimi: Pankreas kanseri ameliyatı teknik açıdan oldukça kompleks bir ameliyattır. Özellikle pankreas başının çıkartıldığı ameliyatlarda çok sayıda (3-5) rekonstrüksiyon gerekir. Ameliyat sonrasında yoğun bakım ihtiyacı ve girişimsel radyoloji müdahalesi gerekebilir. Bu nedenlerle çoğu cerrahın ilgi alanına girmeyen zahmetli bir ameliyattır.

Genel cerrahi pratiğinde pek çok ameliyat solo olarak emniyetle yapılmaktayken pankreas kanseri ameliyatlarında en azından birlikte ameliyat yapmaya alışkın iki cerrahın performansı hasta açısından büyük bir avantaj yaratmaktadır. Yani pankreas kanseri ameliyatı her yerde, her cerrahın yapması beklenmeyen, ekip çalışması gerektiren bir ameliyattır.

“Zorluk” görecelidir, neyin, kim için zor olduğu duruma göre değişir. ”Cerrahide her şey birisi onu iyi yapana kadar komplikedir, sonra işler kolaylaşır”. Robert E Condon

Tüm pankreas kanserinde yapılan ameliyatlar aynı mıdır?

Kanserin tipi, yeri ve büyüklüğü yapılacak ameliyatı belirler. Günümüzde bile hala pankreasın anatomik bölgelerinin hangi noktalarda başlayıp bittiği konusunda dünya çapında bir birlik yokken ameliyatlar kabaca şöyle sınıflayabiliriz.

Radikal pankreatikoduodenktomi: Midenin son kısmı (antrum) ile birlikte veya mide çıkışının hemen sonrasından başlayan duodenum + pankreasın başı + safra yolarının karaciğer dışında kalan kısmının çoğu + safra kesesi çevre lenf nodları ile birlikte çıkartılır. Geride kalan ince bağırsak önce pankraes kanalına, sonra safra kanalına sonra da mide çıkışına anastomoz edilir. Distal pankreatektomi: Pankreasın gövde ve kuyruğundaki kitleler için pankreasın gövde ve kuyruğu genellikle dalak ve çevre lenf bezleri ile çıkartılır. Hastada kalan pankreas kanalı sızdırmayacak şekilde kapatılır. Total pankreatektomi: Yaygın pankreas tümörleri için pankreasın tümü çevre lenf bezleri ile çıkartılır. Genellikle dalak da lenf bezlerini çıkartmak için çıkartılır. Pankreas orta segment rezeksiyonları: Pankreas ortasındaki kitleleri çıkartırken sağlam pankreas dokusunu koruma amacıyla pankreas orta kısmının şenf bezleri ile çıkartılıp araya her iki taraftaki kanalı drene edecek bir barsak bölümü getirilir.

Günümüzde bu ameliyatların belli bir kısmını kısmen veya tamamen laparaskopik veya robotik yöntemlerle gerçekleştirmek mümkündür ancak bu hasta bazında değerlendirlmesi gereken ve ciddi tecrübe gerektiren bir tekniktir.

Pankreas kanseri ameliyatı sonrası ne gibi komplikasyonlar görülebilir?

Pankreas ve safra yollarının bir kısmının çıkartıldığı bir ameliyatta hem ağızdan alınan gıdayı aşağıya iletecek hem de safra ve pankreatik salgıları bu sisteme dahil edecek rekonstrüksiyonları yapmak gerekir. Kapatılan barsak uçları ile birlikte seçilen tekniğe bağlı olarak 4-6 ayrı dikiş hattı olacakır. Bunlardan özellikle pankreas kanalı ve safra yolu anastomozları hem çaplarının küçük olması hem de salgılarının çok akışkan olması nedeniyle kaçırmaya eğilimlidir.

Dolayısı ile bu ameliyattan sonra yaşanan komplikasyonların çoğu bu iki anastomozdan olan kaçaklara bağlıdır. Kanama, enfeksiyon safra ve pankreatik kaçaklar, safra ve pankreatik fistüller gelişebilir bunlardan bir kısmı girişimsel radyolojik yöntemlerle tedavi edilebilirken bir kısmı tekrara ameliyat/ameliyatlar gerektirebilir.

Karın içi enfeksiyon kontrol altın alınamazsa hasta sepsise girebilir. Uzun süre yoğun bakımda yatması, uzun süre çeşitli antibiyotikler kullanması, damardan beslenmesi gerekebilir. Tüm bunlar ağır seyrettiğinde çoklu organ yetmezliği tablosuna girebilir ve yeterli rezervi olmayan hastalarda bu ağır tablo ölümle sonuçlanabilir.

Pankreas kanser ameliyatı sonrasında neler yapılır?

Hasta taburcu olduktan sonra çıkan patoloji sonucuna göre tıbbi onkoloji tarafından değerlendirilip ilaç tedavisi (kemoterapi) uygulanıp uygulanmayacağına karar verilir. Kemoterapi alsın almasın bundan sonraki hayatı boyunca düzenli olarak takibi gerekecektir.

Beslenmesinde midenin bir kısmı çıkartıldıysa bir süre Dumping’le uyumlu bir diyet alacaktır. Pankrasaın tamamı çıkartıldıysa çok yakın kan şekeri takibi gerekecektir. Hastanın belirlenen inssülin dozu karşılığında yemesi gereken gıdayı son lokmasına kadar tüketmesi gerekir. Aks, taktirde verilen insülin fazla gelecek kan şekeri düşecektir ki bu durum kan şekeri yüksekliğinden çok daha tehlikelidir.

Pankreas yoksa salgıladığı sindirim enzimleri de olmaz bunlar yerine konmalıdır. Bu durum geride pankreas kalmış bazı hastalarda da zamanla gelişebilir. En tipik belirtisi dışkının yağlı olmasıdır.

"
Akut Apandisit

Akut Apandisit

Apandisit nedir:

Apandisit kalın bağırsak ile ince bağırsağın birleşim yerine yakın bir noktadan çekum denilen kalın bağırsağın ilk bölümüne açılan, 1-3 mm çapında lümeni olan ve ortalama 7-8 cm uzunluğunda ve kör sonlanan bir organdır. Tam olarak görevi net olarak anlaşılmış olmasa bile hayatın ilk yıllarında bağırsakların savunma sisteminde etkili olabileceği düşünülmektedir.

Apandisit vücudun neresinde bulunur?

Karnın sağ at tarafına dek gelen kesimde yer alır. Kör sonlanan ucu serbest olduğu için aşağıya kalça içine doğru veya karaciğere doğru veya kalın bağırsağın önüne veya arkasına doğru olabilir. Ayrıca bazen subseroz dediğimiz karın zarı içine sarılı da olabilir. Bu yerleşim yerine göre de hastada oluşan şikâyetler ve tetkiklerdeki bulgular değişebilir.

Akut apandisit nedir:

Apandisit denilen organ, kalınbağırsağa açılan ağzının tıkanması sonucunda şişmeye başlar. Ağzı tıkanmış olan apandisitin şişmesi devam eder, bir aşamadan sonra buradaki lenfatik akın kan dolaşımı durur ve apandisitin duvarında nekrozlar (çürüme) oluşarak duvar bütünlüğü bozulmaya başlar. Eş zamanlı ağzı tıkalı olan apandisit içerisindeki sıvıdaki mikroplar hızla çoğalmaya başlarlar ve apandisiti daha da şişirirler. Apandisitin bu aşamadan sonra tanı ve tedavisindeki gecikme ile orantılı olarak apandisit içerisindeki mikroplar kan yolu ile vücuda geçmeye başlar ve bunun sonunda vücutta karın ağrısı yanında ateşte olmaya başlar. Laboratuvar bulgularında da iltihap bulguları görünmeye başlar. Bu aşamadan sonrada tedavide gecikilmesi durumunda içerisi tamamen şişmiş olan ve duvarında kan akımının azalması sonrasında çürümelerin olduğu bir alandan apandisit patlar ve tüm mikrop dolu olan içeriği karın içerisine akmaya başlar. Halk arasında apandisiti patlamış ve zehirlemiş dedikleri karın içi sepsis tablosu oluşur.

Akut apandisit çok sık rastlanılan bir durumdur. Acil genel cerrahi ameliyatlarının büyük bir kesimini akut apandisit ameliyatları oluşturmaktadır. Tüm insanların %7 si akut apandisit nedeni ile apandektomi geçirir. 20-40 yaşları arasında en sık rastlanır. Karın ağrısı yapan diğer hastalıklar ile çok karışır. Bu nedenle teşhis koymak bazen çok zor olabilir ve tanı koymada geç kalınabilir. Akut apandisit hastalığının bulgu ve belirtileri hastalığın her evresinde farklı olabilir bu nedenle hastalığın hangi evrede olduğu da çok önemlidir. Mesela hastalığın ilk evresinde tam yeri belli olmayan göbek çevresinde ağrısı varken hastalık biraz ilerleyince sağ alt tarafa sınırlandırılmış olan ağrısı olabilir, hastalık biraz daha ilerler ve apandisit patlarsa ilk anda kısa bir süreliğine rahatlama hissetmekle birlikte ilerleyen aşamada karnın her tarafına yayılan şiddetli ağrısı olabilir. Patlamış apandisit sonrasında hala geç kalınırsa hasta septik bir tabloya girebilir. Hastaların çoğunda tanıyı koyduracak tek bir bulgu, semptom veya tanısal test yoktur. Karın ağrısı ile gelen her hastada apandisitte düşünülmeli ve o yönde değerlendirilmelidir, apandisit teşhisi atlanılmamalı ve tanıda geç kalınmamalıdır. Apandisit erken teşhis ve tedavi ile küçük cerrahi diyebileceğimiz bir ameliyatken tanı ve tedavide geç kalınması durumunda ölüme dahi götürebilen tedavisi gittikçe zorlaşan çok ağır tablolarla karşılaşabiliriz.

Akut apandisit ameliyatı 20 dakikalık çok kolay bir ameliyat olabileceği gibi bazen kalın bağırsağın sağ tarafının tamamen alınması gereken komplike bir hal alabilir. Akut apandisit bir cerrah için bazen hem tanı koymak hem de tedavi etmek çok zorlaşabilir.

Akut apandisit nedenleri

Apandisitin ağzını tıkayan tüm faktörler akut apandisit nedeni olabilir. En sık neden taşlaşmış gayta parçalarıdır. Bunun dışında apandisit lümenini tıkayan başlıca etkenler, lenfoid doku hiperplazisi, tümörler, sebze, meyve çekirdekleri, intestinal parazitlerdir. Bu tıkanma sonrasında yukarıda anlatmış olduğumuz akut apandisit döngüsü başlar.

Akut apandisit belirtileri,

Akut apandisit belirti ve bulgularını birkaç etapta incelemek gerekmektedir. Her etapta bulgu ve belirtiler bir miktar değişmektedir.

İlk etapta(ilk 6-8 saat) bulguları:

Ağrı, Tüm apandisit hastalarında görülür, genellikle göbek çevresinde başlar ve hastalığın ilerleme hızına göre sağ alt kadrana lokalize olabilir.

İştahsızlık, Ağrıdan sonra ikinci sıklıkta görülen şikayettir (%95-100) Genellikle iyi sorgulanırsa tüm hastalarda az veya çok vardır. Genellikle ağrıdan daha önce başlamıştır.

Bulantı ve kusma: Hastaların %75-90 ında görülmektedir.

Hastanın büyük tuvaletini ve gazını yapamaması

İkinci etap: Bu etap hastadan hastaya değişmekle birlikte genellikle 6-8 saat sonra oluşur.

Bu aşamada ağrı sağ alt kadranda lokalize olur (somatik ağrı-parietal ağrı). %30-40 hastada klasik visseral-somatik ağrı periyodunu izlemeyen atipik bir ağrı vardır. Retroçekal ve pelvik yerleşimli hastalarda atipik ağrı oranı daha sıktır, yaşlılarda ise sıklıkla tipik ağrı görülür. Hasta sağ uyluğunu karnına çekerek ağrıyı azaltmaya çalışır

Apandisit hastalarında belirtilerin zaman sıralaması:

iştahsızlık, bulantı, kusma, ağrının sağ alt kadrana yer değiştirmesi ve Subfebril ateş

Akut apandisit fizik muayene bulguları:

Muayene bulgusu apandisitin yerleşim yerine göre ve apandisitin evresine göre değişiklik gösterir. Hayati bulgular dediğimiz tansiyon, nabız sayısı ve ateş patlamamış apandisitte çok az değişir. Vital bulgularda fazlaca değişiklik var ise perfore apandisitten şüphelenilmelidir. Bu hastalar genellikle sabit durmak isterler ve hareket etmeleri söylenirlerse de çok yavaş hareket ederler. Genellikle dizlerini karınlarına çekerek çocuğun anne karnındaki pozisyonda yatarlar.

Karında hassasiyet ve defans: Apandisitin evresine göre farklı şiddetlerde ve bölgelerde hassasiyet ve defans görülebilir. İlk aşamasında sanki bir gaz sancısı gibi yerini tam lokalize edemedikleri bir hassasiyet varken ikinci aşamasında sağ alt kadranda belirgin olan hassasiyet ve defans oluşur. Perfore olup daha ileri bir evreye geçtiğinde ise perforasyonun şiddeti ile doğru orantılı olarak karında tüm kadranlarda şiddetli hassasiyet ve defans görülebilir.

Karındaki defans erken dönemde isteğe bağlı oluşurken daha sonra istem dışı olarak meydana gelmektedir.

Ribaunt etki: Hastanın karnında bir alana basılıp ani olarak çekildiğinde çok şiddeti ağrı oluşmasıdır. Apandisitin ikinci evresinde sağ alt kadranda bu etki mevcutken apandisit patladıktan sonra karnın tüm kadranlarında oluşabilir.

İndirekt ribaunt etki: Karnın sol tarafına basılıp çekilince dahi sağ tarafta ağrının meydana gelmesidir.

Öksürük testi: öksürmekle sağ alt kadranda ağrı artışı.

Topuk testi: Hasta zıplatılır ve bu esnada sağ alt kadranda ağrı hisseder.

Ateş genellikle normal veya subfebrildir, komplike olgularda 38 üzerindedir. Aksiller ve rektal ateş farkı 0.5 C den fazla olması anlamlıdır

Akut apandisit laboratuvar bulguları

Tam kan sayımı:

Patlamamış akut apandisitte lökosit genellikle 10.000-18.000 arasındadır. Lökosit sayısı normalde olabilir (%10). Lökosit sayısı normal olsa bile genellikle PNL artışı saptanır. Yaşlılarda sıklıkla lökosit normaldir. Patlamış olan apandisitlerde ve periapendikiler apselerde beyaz küre 18000 in üstüne çıkabilir.

Tam idrar tetkiki:

İnflame apendiksin üreter veya mesaneyi irrite etmesiyle idrarda birkaç lökosit veya eritrosit olabilirse de bakteriüri akut apandisitte genelde rastlanan bir bulgu değildir ve üriner enfeksiyonu düşündürmelidir.

C-reaktif protein(CRP)akut faz reaktanı olup bakteriyel enfeksiyona cevap olarak karaciğerde sentez edilir. Serum seviyeleri akut doku enfeksiyonuna bağlı olarak 6-12 saat içinde yükselir.

Görüntüleme yöntemler

Karın ve akciğer filmi: akut karın şüphesi olan her olguda çekilmekle birlikte apandisit tanısında nadiren destekleyicidir. Sağ alt kadranda anormal bir gaz gölgesi veya fekalit eğer rastlanırsa tanıda değerlidir. Ayırıcı tanıda düz grafi önem taşır. Göğüs grafisi sağ alt lob pnömonisinin ekarte edilmesinde yararlı olabilir.

Ultrason (USG): Günümüzde hemen tüm apandisit düşünülen hastalarda hem tanı he ayırıcı tanı amacı ile en çok kullanılan yöntemlerden birisidir. Perfore apandisit, apse ve plastron varlığını gösterir. Apandiks duvarında kalınlaşma, periapendiseal sıvı varlığı tanıyı destekler.

Karın Tomografisi (CT): Apandisit tanısında çok yararlıdır. Tüm hastalarda istenmese de özellikle arada kalınan hastalarda çok faydalıdır. Doğru tanı koymaya katkısı çok fazladır.

Akut apandisit tedavisinde geç kalınırsa ne olur?

Önce standart akut apandisit hali meydana gelir ardından kişiden kişiye değişen zaman aralığında apandisit in komplikasyonları meydana gelmeye başlar. Bunların başlıcaları,

1-Apandisitin perforasyonu, en sık karşılaşılan komplikasyonudur. Perforasyon riski çocuklarda ve yaşlılarda daha sıktır.

2-Blastron oluşturması: Karın içindeki diğer organlar iltihap gelişen apandisiti çevreleyerek olayı yatıştırmaya çalışır. Omentum ince bağırsaklar ve kalın bağırsak apandisiti çevrelemeye çalışır ve bir kitle gibi yapı oluşturur.

3-Periapandiküler apse: Plastron oluştuktan sonra içerisinde mikro apse odakları oluşabilir ve bu ilerleyebilir.

4-Pileflebit: Apandisit sonrasında portal damarlar yolu ile oluşan damar tıkanıkları oluşturan ağır bir tablodur. Karaciğerde pyojenik apseler görülebilir. Akut apandisit tanısı konulan hastada titreme ile yükselen ateş, intermittent karın ağrısı, sarılık varsa pilefilebit düşünülür.

5-Sepsis: Apandisit perforasyonundan sonra veya periapendiküler apseden sonra olay ilerleyip tüm karına yayılıp karın içi sepsis ve yaygın sepsise dönüşebilir.

Yaşlılarda akut apandisit: insidansi gençlere göre az olmakla birlikte morbidite ve mortalite belirgin şekilde yüksektir. Bulgular atipik olduğundan tanıda gecikilir. 80 yaş üstünde perforasyon oranı %49,mortalite %21 olarak rapor edilmiştir.

Gebelerde akut apandisit: Gebelerde akut apandisit insidensi 2000 gebelikte 1 dir. İlk iki trimestrde daha sıktır.3.trimestrde gebe uterusun apendiksi üst-dış tarafa itmesiyle tanı zorlaşır. Ultrason tanıda yardımcıdır.

Çocuklarda akut apandisit: Erken çocukluk döneminde tanı koymak erişkin hastalara kıyasla çok zordur. Anamnez alınamaması ve GİS yakınmaları şeklindeki başlangıç ve seyir nedeniyle perforasyon sıktır. Omentumun gelişmemiş olması plastron oluşumunu da engellediğinden jeneralize peritonit oluşur. 5 yaş altındaki olgularda (-) apendektomi oranı%25, apendiks perforasyonu oranı %45 civarındadır. 5-12 yaş arası bu oranlar sırasıyla %10 ve %20 ye geriler.

Akut apandisit tedavisi Akut apandisit ameliyatı:

Günümüzde akut apandisitin tedavisi cerrahidir (apandektomi). Klasik olarak açık olarak yapılabileceği gibi laparoskopik olarakda yapılabilir. Komplikasyonsuz apandisitlerde ve perfore apandisitlerde apandektomi yeterlidir. Periapendiküler abse varsa apandektomi ile beraber abse drenajı yapılır. Plastron oluşmuş vakalarda yoğun antibiyotik tedavisi sonrası kitle küçültülür. Kitlenin kaybolmasından 6-8 hafta sonra elektif apandektomi yapılır. Konservatif tedaviye rağmen düzelmeyen plastron apandisitte cerrahi uygulanmalıdır. Çocuklarda, yaşlılarda ve gebelerde plastron oluşumu yetersizdir, Bu nedenle bu hastalarda blastron varlığında da cerrahi yapılması düşünülmelidir.

Açık akut apandisit ameliyatı:

Genel anestezi (hastanın tamamen uyutulduğu) veya sırttan belden aşağısının uyuşturulduğu yöntemlerle yapılabilir. Apandisitin bulunduğu sağ alt kadrana 2-4 cm civarında bir ameliyat kesisi yapılır. Bu kesi apandisitin zorluğuna ve komplikasyon gelişme haline göre büyütülebilir. Buradan karın içerisine girilir ve içerisi gözden geçirilir. İçeride birikmiş olan kirli sıvılar temizlenir. Daha sonra apandisit bulunur çevresindeki yapışıklıklar ayrılır ardından apandisiti besleyen damarlar bağlanır ve kesilir. Daha sonra apandisitin tam çekuma girdiği yerden çift kat olarak bağlanır ve apandisitin geri kalan kesimi kesilir ve çıkarılır. Ardından dokuların durumuna göre apandisitin kökü içeriye doğru gömülebilir veya öylece bırakılabilir. İçerisi tekrar kontrol edilir temizleme işlemi tekrar edilir. Apandisitin durumuna göre içerisi eğer çok kirli ise yıkanabilir ve ardından içeriye bir adet dren konulabilir. Sonrasında tüm katlar tekrar sıra ile dikilerek ameliyat kesisi kapatılır.

Laparoskopik Akut apandisit ameliyatı:

Karın içerisine öncelikle göbekten 5 mm’lik bir trokar (cubuk) yerleştirilir ve buradan karın içerisi CO2 ile şişirildikten sonra ince uzun bir kamera karna girilir. Daha sonra bikini çizgisin altına gelecek şekilde bir adet 5 ve bir adet 10 mm’lik trokar daha girilir. Öncelikle karın içerisi incelenir. Laparoskopinin en büyük avantajlarından biriside budur, karın içi organların hepsi gözden geçirilebilir. Karın içerisinde bir sıvı varsa aspire edilir ve temizlenir. Apandiks ortaya konulur ve apandiksi besleyen damarların olduğu mezosu ligasure ile mühürlenir ve kesilir. Apandiks kökü hızasından çift kat bağlanır ve kesilip dışarı alınır. Bu dışarı alma işlemi esnasında apandisit 10 mm trokar içerisinden dışarı alınır ve kirli olan apandisit dokusunun çilde temas etmemesine özen gösterilir. Laparoskopinin ikinci önemli avantajıda budur, cilt ve cilt altı enfekte apandisit dokusu ile kirletilmediği için cilt altı enfeksiyon oranı az olmaktadır. Apandektomi sonrasında apandisit loju yıkanır ve içerisi tekrar temizlenir. Laparoskopide görüş altında karın içi tüm lojlar rahatlıkla temizlenebilir. Bu işlemin bitiminde karın içerisi çok kirli ise dren konulabilir. 10 mm lik trokar giriş noktasının fasyası kapatılır ve operasyon tamamlanır.

"
Bel Soğukluğu Nedir? Belirtileri, Tanı ve Tedavisi - Op. Dr. Gönül Çimen

Bel Soğukluğu Nedir? Belirtileri, Tanı ve Tedavisi - Op. Dr. Gönül Çimen

Bel Soğukluğu Nedir? Belirtileri, Tanı ve Tedavisi

Bel soğuklu, üretra, serviks, rektum veya boğazın astarını veya gözün ön kısmını kaplayan zarları (konjonktiva ve kornea) enfekte eden Neisseria gonorrhoeae bakterisinin neden olduğu cinsel yolla bulaşan bir enfeksiyondur.

Belsoğukluğu genellikle cinsel temas yoluyla bulaşır. İnsanlarda genellikle penis veya vajinadan akıntı olur ve daha sık ve acil idrara çıkma ihtiyacı duyabilirler. Mikroskobik inceleme, kültür veya vajinal veya penil akıntı örneğinin DNA testleri veya idrarın DNA testleri enfeksiyonu saptayabilir. Antibiyotikler enfeksiyonu tedavi edebilir, ancak belsoğukluğu tedavisinde kullanılan antibiyotiklere direnç giderek yaygınlaşmaktadır. Genital ilişki sırasında prezervatif kullanmak, belsoğukluğu (gonore) ve diğer cinsel yolla bulaşan enfeksiyonların (CYBE) bir kişiden diğerine geçmesini önlemeye yardımcı olabilir.

Bel soğukluğu (gonore) çok yaygın bir bulaşıcı hastalıktır. Belsoğukluğu (gonore) neredeyse her zaman vajinal, oral veya anal cinsel temas yoluyla bulaşır. Kondomsuz bir vajinal ilişkiden sonra, enfekte bir kadından bir erkeğe bulaşma olasılığı yaklaşık %20’dir. Enfekte bir erkekten bir kadına ve bir erkekten erkeğe bulaşma şansı daha yüksek olabilir.

Hamile bir kadına bulaşırsa, bakteri doğum sırasında yenidoğanın gözlerine yayılarak yenidoğanda konjunktivite neden olabilir . Bununla birlikte, kaynakların yüksek olduğu çoğu ülkede, tüm yeni doğan bebekler doğumdan sonra rutin olarak ilaçlı göz merhemi ile tedavi edildiğinden enfeksiyon önlenir.

Belsoğukluğu olan kişiler, klamidya , sifiliz veya insan immün yetmezlik virüsü (HIV) enfeksiyonu gibi diğer cinsel yolla bulaşan hastalıklar açısından yüksek risk altındadırlar.

Bel Soğukluğu (Gonore) Belirtileri Nelerdir?

Genellikle bel soğukluğu (gonore), yalnızca ilk enfeksiyon bölgelerinde, en yaygın olarak serviks, penis, üretra veya boğazda semptomlara neden olur. Birkaç kişide enfeksiyon, kan dolaşımı yoluyla vücudun diğer bölgelerine, özellikle deriye, eklemlere veya her ikisine birden yayılır.

Bazı erkeklerde (yaklaşık %25) minimal belirtiler görülür. Belsoğukluğu belirtileri enfeksiyondan yaklaşık 2 ila 14 gün sonra başlar. Erkekler üretrada (idrarın mesaneden vücut dışına taşınmasını sağlayan tüp) hafif bir rahatsızlık hissederler. Bu rahatsızlığı birkaç saat sonra idrar yaparken hafif ila şiddetli ağrı, penisten sarı-yeşil irin akıntısı ve sık idrara çıkma dürtüsü takip eder. Penis ucundaki açıklık kırmızılaşabilir ve şişebilir. Bakteriler bazen epididime (her bir testisin üstündeki sarmal tüp) yayılarak skrotumun şişmesine ve dokunulduğunda hassaslaşmasına neden olur.

Bazı kadınların (yaklaşık %10 ila 20) çok az belirti vardır veya hiç bel soğukluğu belirtileri yoktur. Bu nedenle belsoğukluğu ancak rutin tarama sırasında veya partnerinde enfeksiyon teşhisi konulduktan sonra saptanabilir. Semptomlar tipik olarak enfeksiyondan en az 10 gün sonrasına kadar başlamaz. Bazı kadınlar genital bölgede sadece hafif bir rahatsızlık hissederler ve sarı veya yeşil vajinal akıntıları olur. Bununla birlikte, diğer kadınların sık idrara çıkma isteği veya idrar yaparken ağrı gibi daha şiddetli belirtileri vardır. Bu belirtiler üretra enfekte olduğunda gelişir.

Enfeksiyon üreme sistemine yayılabilir ve rahmi, yumurtalıkları rahme bağlayan tüpleri (fallop tüpleri) ve bazen yumurtalıkların etrafındaki alanı enfekte edebilir. Bazı kadınlarda enfeksiyon pelvis ve karın boşluğuna (periton) yayılarak peritonite neden olur. Bu enfeksiyonlar pelvik inflamatuar hastalık (PID) olarak adlandırılır ve şiddetli alt karın ağrısına ve bazen ateşe neden olur. Bazen enfeksiyon karaciğerin etrafındaki bölgede, karnın sağ üst kısmında yoğunlaşarak ağrıya, ateşe ve kusmaya neden olur. buna Fitz-Hugh-Curtis sendromu denir.

Enfekte bir partnerle anal ilişki, rektumda bel soğukluğu (gonokokal proktit) ile sonuçlanabilir. Bu enfeksiyon genellikle belirtilere neden olmaz, ancak bağırsak hareketlerini ağrılı hale getirebilir. Diğer semptomlar arasında kabızlık, kaşıntı, kanama ve rektumdan akıntı yer alır. Anüs çevresindeki alan kırmızı olabilir ve dışkı mukus ve irinle kaplanabilir. Bir doktor rektumu bir görüntüleme çubuğu(anoskop) ile incelediğinde, rektum duvarında mukus ve irin görülebilir.

Enfekte bir partnerle oral ilişki boğazda gonore (gonokokal farenjit) ile sonuçlanabilir. Genellikle bu enfeksiyonlar belirtilere neden olmaz, ancak boğaz ağrısı olabilir.

Enfekte sıvıların gözle teması halinde gonokokal konjonktivit gelişerek göz kapaklarının şişmesine ve gözlerden irin akmasına neden olabilir. Yetişkinlerde genellikle sadece bir göz enfekte olur. Yenidoğanların genellikle her iki gözünde de enfeksiyon vardır. Enfeksiyon erken tedavi edilmezse körlükle sonuçlanabilir.

Nadiren yaygın gonokok enfeksiyonu (artrit-dermatit sendromu) gelişir. Enfeksiyon kan dolaşımı yoluyla vücudun diğer bölgelerine, özellikle deri ve eklemlere yayıldığında ortaya çıkar, nadiren enfeksiyon kalbe yayılır. Eklemler şişer, hassaslaşır ve son derece ağrılı hale gelir, hareketi kısıtlar. Enfekte eklemlerin üzerindeki cilt kırmızı ve sıcak olabilir. İnsanlarda tipik olarak ateş vardır, genel olarak hasta hissederler ve bir veya daha fazla eklemde eklem ağrısı (artirete bağlı) gelişir. Ciltte, genellikle kollarda ve bacaklarda küçük, kırmızı noktalar görünebilir. Noktalar biraz ağrılıdır ve irinle dolu olabilir. Eklem, kan dolaşımı ve kalp enfeksiyonları tedavi edilebilir, ancak artritten iyileşme yavaş olabilir.

Gonokokal septik artrit, ağrılı artrite neden olan yayılmış bir gonokokal enfeksiyon şeklidir. Genellikle dizler, ayak bilekleri, bilekler veya dirsekler gibi bir veya iki büyük eklemi etkiler. Semptomlar sıklıkla aniden başlar. İnsanların genellikle ateşi vardır. Enfekte eklemler ağrılı ve şişkindir ve hareket sınırlıdır. Enfekte eklemlerin üzerindeki cilt sıcak ve kırmızı olabilir.

Çocuklarda gonore genellikle cinsel istismar belirtisidir. Kız çocuklarında genital bölge (vulva) tahriş olabilir, kızarabilir, şişebilir ve vajinadan akıntı gelebilir. Üretra enfekte ise, özellikle erkek çocuklar olmak üzere çocuklarda idrara çıkma sırasında ağrı olabilir.

Bel Soğukluğu Teşhisi Genellikle serviks, vajina, penis, boğaz veya rektumdan bir akıntı örneğinin veya bir idrar örneğinin test edilmesi

Belsoğukluğunu teşhis etmek için doktorlar bir akıntı örneği toplar ve bunu bir laboratuvara gönderir. Gonokokların ve klamidyaların (çoğunlukla mevcut olan) DNA’sını tespit etmek için oldukça hassas testler yapılabilir. Laboratuvarlar tek bir numunede her iki enfeksiyonu da test edebilir. Bu testlerin bazıları için (nükleik asit amplifikasyon testleri veya NAATS olarak adlandırılır), bakterinin genetik materyalinin miktarını artıran teknikler kullanılır. Bu teknikler organizmaların saptanmasını kolaylaştırdığından idrar örnekleri kullanılabilir. Bu nedenle, bu testler hiçbir belirtisi olmayan veya cinsel organlarından sıvı alınmasını istemeyen kişilerin taranması için uygundur. Bazen numune kültür için de gönderilir (organizmaları büyütmek için).

Erkekler için, tesiste uygun ekipman ve eğitimli personel varsa, akıntı örnekleri incelenerek ve bakteriler (gonokoklar) belirlenerek hızlı bir şekilde (1 saat içinde) bel soğukluğu teşhisi konulabilir. Akıntı barizse, doktorlar numuneyi almak için bir çubuğa dokunur veya penisin ucuna kaydırır. Belirgin bir akıntı yoksa, doktorlar bir örnek almak için üretranın içine 1.5 cm veya daha fazla küçük bir çubuk sokarlar. Numune alınmadan önce erkeklerden en az 2 saat idrar yapmaktan kaçınmaları istenir.

Kadınlarda bel soğukluğu teşhisi erkeklere göre daha zordur, çünkü serviksten akıntı örneğinde bakteri tespit etmek penisten daha zordur. Rahim ağzından alınan bir örnekteki bakteri, enfekte kadınların sadece yarısında mikroskop altında görülebiliyor.

İnsanlarda birden fazla cinsel yolla bulaşan hastalıklar olabileceğinden, doktorlar sifiliz ve HIV enfeksiyonu gibi diğer cinsel yolla bulaşan hastalıklar için kan ve genital sıvı örneklerini test edebilir.

Bir eklem kırmızı ve şişmişse, doktorlar bir iğne kullanarak eklemden sıvı çekerler. Sıvı, kültür ve diğer testler için gönderilir.

Bel Soğukluğu (Gonore) Taraması

Belirtileri olmayan bazı kişiler belsoğukluğu taramasından geçirilir çünkü onlar bu enfeksiyona yakalanma riskleri yüksektir.

Tarama öneriliyorsa, kişi sürekli olarak kondom kullansa bile yapılır. Testler rektumdan, idrar yolundan veya kişi oral ilişki yapıyorsa boğazından alınan örnekler kullanılarak yapılır.

Örneğin, kadınlar cinsel olarak aktif ve 25 yaşın altındaysa veya 25 yaş ve üzerindeyse, cinsel olarak aktifse ve aşağıdaki risk faktörlerinden bir veya daha fazlasına sahipse, yılda bir taranır:

Önceki bir cinsel yolla bulaşan enfeksiyon varlığı Riskli cinsel faaliyetler (çok sayıda partnere veya birden fazla partnere sahip olmak, karşılıklı tek eşli bir ilişki içinde olmadığında tutarsız bir şekilde prezervatif kullanmak veya seks işçiliği yapmak gibi) Riskli cinsel faaliyetlere katılan veya enfekte olan bir partneriniz varsa

Gebeler ilk doğum öncesi ziyaretlerinde ve yüksek risk altındalarsa 3. trimesterde tekrar taranır.

Kadınlarla ilişkide bulunan erkekler rutin olarak taranmaz, ancak bir kişi talep ederse tarama yapılabilir ve genellikle hastanelerde ve ıslahevlerinde tüm insanlara sunulur.

Erkeklerle ilişkide bulunan erkekler şu şekilde taranır:

Cinsel olarak aktiflerse: Yılda en az bir kez Yüksek risk altındaysalar (HIV enfeksiyonu olanlar, birden fazla partneri olanlar veya birden fazla partneri olan bir partner): 3 ila 6 ayda bir

Transgender ve cinsiyet farklılığı olan kişiler, cinsel uygulamalar ve anatomi temelinde cinsel olarak aktif olup olmadıklarına göre taranır. Örneğin, 25 yaşın altındaki tüm serviksli insanlar yılda bir taranır. 25 yaşında veya daha büyükse, serviksi olan kişiler yüksek risk altındaysa yılda bir kez taranmalıdır. Rektal sürüntü taraması, bildirilen cinsel davranışlara ve maruziyete dayalı olarak transseksüel ve cinsiyet farklılığı olan kişilerde yapılır.

Bel Soğukluğu (Gonore) Tedavisi Bir antibiyotik Partnerlerinin test edilmesi ve tedavisi

Doktorlar genellikle bel soğukluğu hastalarına bir kas içine tek bir antibiyotik seftriakson enjeksiyonu verir.

Belsoğukluğu kan dolaşımı yoluyla yayıldıysa, insanlar genellikle hastanede tedavi edilir ve intravenöz veya kas içine enjeksiyon yoluyla antibiyotik verilir.

Tedaviden sonra belirtiler tekrarlarsa veya devam ederse, doktorlar insanların iyileşip iyileşmediğini belirlemek için kültür için örnekler alabilir ve gonokokların kullanılan antibiyotiklere dirençli olup olmadığını belirlemek için testler yapabilir.

Belsoğukluğu olan kişiler, cinsel partnerlerini enfekte etmekten kaçınmak için tedavi tamamlanana kadar cinsel aktiviteden kaçınmalıdır.

Partnerleri, son 60 gün içinde enfekte kişilerle cinsel temasta bulunan tüm partnerleri bel soğukluğu ve diğer cinsel yolla bulaşan hastalıklar için test edilmeli ve testler pozitifse tedavi edilmelidir. Partnerleri son 2 hafta içinde belsoğukluğuna maruz kalmışsa, test sonuçları beklenmeden tedavi edilirler.

Hızlandırılmış partner terapisi, doktorların bazen partnerlerinin tedavi edilmesini kolaylaştırmak için kullandıkları bir seçenektir. Bu yaklaşım, belsoğukluğu (gonore) hastalarına eşlerine vermeleri için bir reçete veya ilaç vermeyi içerir. Böylece partneri henüz doktora gitmemiş olsa bile tedavi edilir. Bir doktora görünmek daha iyidir, çünkü o zaman doktor ilaçlara alerjileri ve diğer CYBE’lerin varlığını kontrol edebilir. Ancak partnerin bir doktora görünme olasılığı düşükse, hızlandırılmış partner tedavisi yararlıdır.

Bel Soğukluğunun (Gonore) Önlenmesi

Aşağıdaki genel önlemler belsoğukluğunun (ve diğer CYBE’lerin) önlenmesine yardımcı olabilir:

Oral, anal veya genital ilişki için her seferinde prezervatif kullanmak da dahil olmak üzere daha güvenli ilişki uygulamaları Partnerlerin sayısını azaltarak, yüksek riskli partnerlere sahip olmayarak (birçok partneri olan veya daha güvenli ilişki yapmayan kişiler) veya karşılıklı tek eşlilik veya perhiz uygulayarak CYBE’lere maruz kalma riskinin azalması Enfeksiyonun hızlı teşhisi ve tedavisi (diğer insanlara yayılmasını önlemek için) Enfekte kişilerin cinsel temaslılarının belirlenmesi, ardından bu temaslılara danışmanlık veya tedavi "
Karın Ağrısına Ne İyi Gelir? Karın Ağrısı Nasıl Geçer? | Anadolu Sağlık Merkezi

Karın Ağrısına Ne İyi Gelir? Karın Ağrısı Nasıl Geçer? | Anadolu Sağlık Merkezi

Karın Ağrısına Ne İyi Gelir? Karın Ağrısı Nasıl Geçer?

Karın ağrısı acil servislerde sık karşılaşılan ve herkesin zaman zaman yaşayabileceği bir sağlık problemidir. Ağrılar bir haftadan kısa sürüyorsa akut karın ağrıları, daha uzun ise kronik karın ağrıları olarak değerlendirilir. Farklı nedenlerden kaynaklanan karın ağrıları çoğunlukla basit ve geçici etkenler dolayısıyla gelişse de bazı durumlarda ciddi sağlık sorunlarının habercisi olabilmektedir. Peptik ülser, gastrit, duodenit, apandisit, intestinal obstrüksiyon ve herni gibi rahatsızlıklar nedeniyle oluşan karın ağrısı şikayeti de son derece yaygındır. Ağrının başlama zamanı, yeri, yayılımı, karın ağrısı ile gelişen diğer semptomlar, diyare ve konstipasyon gibi durumlar değerlendirilmelidir. Tanı bu değerlendirmelerin, tahlil ve görüntüleme testlerinin ardından konulur. Ancak karın ağrılarının büyük bir çoğunluğuna tanı konulamamaktadır. Karın ağrısına iyi gelebilecek birçok yöntem vardır, fakat bu yöntemler uzman hekimler ile görüşme sağlandıktan sonra destekleyici olarak kullanılması gereken yöntemlerdir. Sıcak su torbası uygulaması, bitki çayı tüketimi, rahatlatıcı egzersizler ve sağlıklı bir beslenme rutini oluşturmak sayılabilecek yöntemler arasındadır.

Karın Ağrısı Nedenleri Nelerdir?

Karın ağrısı, karın bölgesinde yer alan organlarda ortaya çıkan rahatsızlıklar nedeni ile gelişen bir semptomdur. Bu nedenle birçok farklı nedene bağlı olarak ortaya çıkabilir. Karın ağrısı nedenleri kişiden kişiye farklılık gösterse dahi temel nedenlerden şu şekilde bahsedilebilir:

Akut karın ağrılarının en sık rastlanılan nedeni apandisittir. Çoğu zaman bu nedenle gelişen karın ağrılarına iştahsızlık semptomu da eşlik eder. Peptik ülser durumunda hastanın göğüs kafesinin altında ve midenin hemen üzerinde olan bölgede bıçak saplanır gibi bir karın ağrısı hissetmesi söz konusudur. Gastroenteritle birlikte ishal ataklarından önce bağırsaktaki anormal hareketliliğe eşlik eden kramp tipi karın ağrıları gelişir. Kolesistit ile gelişen karın ağrısı semptomu çoğunlukla ağır bir yemeğin ardından başlayan ve sırta doğru yayılım gösteren bir ağrıdır. Pankreatit nedeniyle gelişen karın ağrısı bele doğru yayılır ve hastalar öne doğru eğilerek ağrıyı azaltmaya çalışırlar. Otozomal kalıtımlı bir hastalık olan ailevi akdeniz ateşi ile birlikte 3-4 günü bulan karın ağrısı ve ateş gelişebilir. Bağırsaklarda kan akışının aniden azalması veya kesilmesi nedeniyle oluşan akut intestinal iskemi nedeniyle karın ağrısı gelişebilir. Dış gebelik ani başlayan karın ağrıları nedenleri arasında yer alır. Pelvik inflamatuar hastalığa sahip kişilerde çoğunlukla çift taraflı olsa da özellikle sağ tarafta yayılım gösteren ve apandisit ile karıştırılan bir karın ağrısı oluşabilir. İdrar yolu enfeksiyonu karın ağrısı semptomlarının eşlik ettiği bir rahatsızlıktır. Böbrek ve idrar yollarında oluşan taşlar ve kalsiyum birikintileri nedeniyle şiddetli karın ağrıları oluşur. Genellikle bulantı ve kusma da karın ağrısı semptomuna eşlik eden bulgular arasındadır. Diyare ve konstipasyon karın ağrılarının yaygın nedenleri arasında bulunmaktadır. Kadınlarda en sık menstruasyon, yumurtalık kistleri ve doğum dönemlerinde karın ağrısı semptomu ortaya çıkar. Yaşlı hastalarda sık görülen akut divertikülit bulantı, kusma ve kasık bölgesine yakın alt karın ağrısı ile karakterize bir hastalıktır. Viral hepatit ve karaciğer enfeksiyonları durumunda karın ağrısı oluşabilir. Metabolik nedenler arasında addison krizi, diyabetik ketoasidoz, hiperlipidemi ve hiperparatiroidi yer almaktadır. Hematolojik rahatsızlıklar, akut lösemi, orak hücreli anemi krizi ve hemolitik anemi durumlarında karın ağrısı bulgusuna sıklıkla rastlanır. Kurşun toksisitesi, narkotik ilaçların aniden kesilmesi, böcek ısırmaları ve osteomyelit diğer nedenler arasında sayılabilir. İmmün yetmezliği olan, kanser için kemoterapi gören ve immün sistemi baskılayıcı ilaç kullanan hastalar karın ağrısı yaşayabilirler. Depresyon, yaygın anksiyete bozukluğu ve cinsel taciz öyküsü karın ağrısına neden olabilir. Laktoz, fruktoz ve sorbitol alımı bakımından zengin bir beslenme rutini irritabl bağırsak sendromu olgularının ilerlemesine neden olarak karın ağrısının gelişmesine neden olabilir. Karın Ağrısı Belirtileri Nelerdir?

Karın ağrısı basit bir rahatsızılığın habercisi olabileceği gibi, ciddi bir rahatsızlığa da işaret edebilir. Bu nedenle karın ağrısı belirtilerinin iyi değerlendirilmesi gerekmektedir. Belirtilerin bir ya da birkaçının uzun süre boyunca devam etmesi durumunda mutlaka doktor görüşüne başvurulmalıdır. Bu belirtiler şu şekilde sıralanabilir:

Karın ağrısı birçok farklı şekilde ortaya çıkabilir. Belli bir bölgede yoğunlaşmış veya yayılım göstermiş olabilir. Ağrı tipleri sızı, sancı, sıkışma, batma ve kramp şeklindedir. Karın ağrısı bulgusuna genellikle mide bulantısı ve kusma semptomları eşlik eder. Özellikle gastrointestinal sistem hastalıklarına bağlı ortaya çıkan karın ağrıları bu belirtiler ile gelişir. Sindirim sistemi bozukluklarına bağlı olarak ishal ve kabızlık karın ağrısının habercisi olabilir. Enfeksiyon ve iltihaplanmaya bağlı yüksek ateş gelişebilir. Ciddi bir durum olan ve derhal tıbbi desteğe başvurulması gereken belirtiler arasında idrar veya dışkıda kan görülmesi yer alır. Karın bölgesinde gelişen şişlik ve rahatsızlık hissi belirtiler arasında sayılabilir. Karın Ağrısı Türleri Nelerdir?

Karın ağrısı hemen her yaş grubundan insanın hayatının belli dönemlerinde yaşadığı kısa süreli (akut) veya uzun süreli (kronik) rahatsızlıklardır. Bu ağrılar birçok farklı nedenle ve belirtiyle ortaya çıkabilmektedir. Bu farklılıklara bağlı olarak karın ağrıları temelde 3 ana başlık altında değerlendirilebilir: visseral ağrı, somatik parietal ağrı ve yansıyan ağrı. Bu ağrı türlerinin detayları ise şu şekildedir:

Visseral Ağrı Çeşitli uyaranların visseral reseptörleri tetiklemesi ile ortaya çıkan ağrı tipidir. Bu ağrı genellikle orta hatta karın bölgesinde, göğüs kafesinin altında ve midenin hemen üstünde bulunan epigastriumda, göbek deliği ve göbek çevresi olarak bilinen periumblikal bölgede veya alt karında yeri tam olarak belirlenemeyen bir ağrı tipidir. Ağrı bölgesinin tam olarak analiz edilememesinin nedeni visseral sinir uçları sayısının az olmasıdır. Visseral karın ağrılarına eşlik eden bulgular terleme, huzursuzluk, solukluk, mide bulantısı ve kusma şeklinde sıralanabilir. Visseral ağrıya maruz kalan kişiler ağrıyı hafifletme çabası ile sürekli kıpırdanma halindedir. Visseral ağrı da kendi içinde 3 farklı gruba ayrılmaktadır: Gerilim tipi ağrı: Bu ağrı peristaltik hareketin atmasına bağlı olarak gelişen ve kolik ağrı olarak da bilinen visseral ağrı çeşididir. Lokalizasyonu tam olarak belirlenemeyen derin bir ağrıdır. Hasta sürekli hareket ederek ağrıyı hafifletme eğilimindedir. Konstipasyon, gastroenterit ve akut pankreatit bu ağrı grubuna dahil edilebilir. İnflamatuvar ağrı: Gerilim tipi ağrı gibi yeri tam olarak saptanamayan ve derin bir ağrıdır. Genellikle peritonda (iç zar) gelişen inflamasyonlar nedeniyle ortaya çıkar. Gerilime bağlı ağrıdan farklı olarak inflamatuvar ağrıda hasta hareketsiz yatma gayreti gösterir. İskemik ağrı: En az görülen ağrı tipi olmasına karşılık en ciddi olandır. Ani başlangıçlı, şiddetli, süreklilik gösteren ilerleyici bir ağrıdır. Diğer karın ağrılarının aksine ağrı kesiciler ile hafifleme göstermez. Somatik Parietal Ağrı Parietal periton olarak bilinen karnın iç yüzeyini kaplayan zarın uyarılması ve iritasyonu nedeniyle gelişen ağrı tipidir. Uyarılmayı takiben ani, net ve keskin bir şekilde hissedilir. Visseral tipe göre daha şiddetli ve yeri daha net bir şekilde saptanabilen bir ağrıdır. Hastaya sorulduğu takdirde hasta çoğunlukla ağrının yerini işaret edebilir. Hasta hareket etmesi halinde ağrının şiddetleneceğini düşünmesi sebebiyle hareketsiz yatmayı tercih eder. Kolesistit ve apandisit durumlarında hissedilen ağrılar somatik parietal ağrılara örnek olarak verilebilir. Yansıyan Ağrı Hastalıklı organa uzak bir yerde hissedilen ağrı olarak tanımlanır. Yansıyan ağrı, cilt veya daha derin dokularda hissedilebilir, ancak genellikle yeri kolaylıkla tespit edilir. Visseral uyarının daha şiddetli bir hale gelmesi ile yansıyan ağrı ortaya çıkar. Karın Ağrısına Ne İyi Gelir?

Karın ağrısı değerlendirilirken en önemli noktalar erken ve doğru bir tanı koymak için etkili bir anamnez almak ve fizik muayene uygulamaktır. Tedavi aşamasında gastroenterologlar ile eş zamanlı olarak psikiyatri ve ağrı kliniklerinin multidisipliner bir yaklaşım sergilemesi gerekmektedir.

Tam kan sayımı, gaita analizi, çeşitli görüntüleme testleri, karaciğer fonksiyon testleri, TSH ölçümleri, bilgisayarlı tomografi, gastrointestinal endoskopi işlemlerinin yardımı ile karın ağrısının nedeni teşhis edilerek tanıya en uygun tedavi yöntemleri uzman hekimler tarafından belirlenir.

Karın ağrısı durumunda bilinçsiz bir şekilde kullanılan birçok non steroid antiinflamatuar (NSAİİ) ve aspirin türü ilaç grupları ağrıyı giderme konusunda fayda sağlamamaktadır. Narkotik ilaç grupları ise kronik kullanım ile karın ağrısına neden olabilmektedir. Ancak trisiklik antidepresanlar (TCA) ve serotonin reseptör inhibitörleri (SSRI) karın ağrılarının giderilmesi konusunda fayda sağlar.

Karın Ağrısına Evde Uygulanabilecek Yöntemler Nelerdir?

Karın ağrısı durumunda fayda sağlayabilecek birçok yöntem ve uygulama vardır. Ancak bu yöntem ve uygulamalar kişiden kişiye, ağrının nedenine ve şiddetine göre değişiklik gösterebilir. Karın ağrısına evde uygulanabilecek yöntemler,

Stresten uzak bir ortamda istirahat etmek, Sıcak bir duş almak, sıcak havlu ve sıcak su torbası uygulamaları yapmak, Nane, rezene ve ıhlamur gibi rahatlatıcı bitki çayları tüketmek, Yürüyüş ve yoga gibi bedeni çok zorlamayacak egzersizler yapmak, Bol su tüketmek, Dengeli ve sağlıklı bir beslenme rutini oluşturmak şeklinde sıralanabilir. Karın Ağrısında Ne zaman Doktora Gidilmelidir?

Karın ağrısı basit bir semptom olarak gözükse de ciddi bir sağlık sorununun habercisi olabilir. Bu nedenle bazı durumlarda acil tıbbi müdahale ve uzman görüşü gerekir. Karın ağrısında doktora başvurulması gereken durumlar şu şekilde sıralanabilir:

Şiddetli ve ani başlayan karın ağrılarında, Karın ağrısına eşlik eden yüksek ateş, mide bulantısı, kusma, ishal, dışkı ve idrarda kanama durumlarında, Safra kesesi veya apandisit gibi durumlardan şüpheleniliyorsa, Gebelik döneminde şiddetli karın ağrısı yaşandığı takdirde, Kronik karın ağrılarına eşlik eden kilo kaybı söz konusu ise, Karın ağrıları sık tekrar ediyor ve uzun sürüyorsa derhal bir sağlık kuruluşuna başvurulması gerekir.

Karın ağrısı şiddetine veya tekrar etme sıklığına göre kişinin günlük yaşantısını, iş performansını ve okul başarısını olumsuz etkileyebilen bir sağlık sorunudur. Bu nedenle ihmal edilmemesi gerekmektedir. Sizler de sık tekrar eden karın ağrısı rahatsızlığından şikayetçiyseniz bir sağlık kuruluşuna başvurarak uzman hekimler ile görüşme sağlayabilirsiniz.

Son güncellenme tarihi: 17 Ocak 2024

Yayınlanma tarihi: 17 Ocak 2024

"
Endometriozis Nedir? Tanı ve Tedavi Yöntemleri - İrfan Tarhan

Endometriozis Nedir? Tanı ve Tedavi Yöntemleri - İrfan Tarhan

Endometriozis Nedir? Tanı ve Tedavi Yöntemleri

Endometriozis normalde rahim içinde bulunan en içteki endometrium dokusunun olması gereken yer dışında vücudun herhangi bir yerinde oluştuğu ağrılı bir durumdur. Endometriozis çoğunlukla yumurtalıklar, tüpler, rahmin karın içinde kalan dış yüzeyi ve pelvis içindeki karın zarında olmasına rağmen beyin dâhil birçok organda görülebilir.

Rahmin içindeki gibi diğer yerlerdeki endometrium dokuları da hormonların etkisiyle büyürler ve kanayarak dökülürler. Bu kanamalardan dolayı endometriozis odakları etrafında skar doku ile birlikte yapışıklıklar oluşur. Endometriozis yumurtalıklarda oluştuğunda kist oluşursa bu kiste endometrioma (çikolata kisti) denir.

Pelvik bölgedeki endometriozis şunlara yol açar:

Endometriozis odakların etrafında rahatsızlık Skar doku oluşumu Yapışıklık ve bunun sonucunda pelvik organların birbirine bağlanması Adet dönemlerinde şiddetli ağrı Kısırlık sorunları

Endometriozis sık görülen bir hastalık olup kadınların % 10’unu etkiler. Tedavisi mümkün olan bir durum olması hasta açısından iyidir.

Endometriozis Belirtileri?

Endometriozisde en önemli ve ilk bulgu özellikle adet dönemlerinde olan kasık ağrısıdır. Adet sancısı genelde çoğu kadında olmakla beraber endometriozisde ağrı yaş ilerledikçe çoğu zaman artar.

Sık görülen bulgu ve şikâyetler:

Ağrılı Adet Dönemleri (Dismenore): Adet sancıları ve kramplar adet birkaç gün önce ve sonra görülür. Ayrıca karın ağrısı ile birlikte bel ağrısı da olabilir. Ağrılı İlişki (Disparenu): Endometriozisde ilişkide ağrı çok sık rastlanır. Barsak Hareketleri ve İdrar Yaparken Ağrı: Mesane ve barsak tutulumunda özellikle adet dönemlerinde idrar ve gaita yaparken ağrı olur. Kanama Artışı: Kanama miktarında, kanama süresinde artış ve aralarda da kanama olması (menoraji, menometroraji ) İnfertilite: Bazen ilk tanı kısırlık ile de olabilmekte. Diğer Bulgular: Özellikle adet dönemlerinde yorgunluk, ishal, kabızlık, şişkinlik bulantı

Ağrının şiddeti endometriozisin yaygınlığı ile direk bağlantılı değildir. Hafif endometriozisi olan kişilerde şiddetli ağrı olabilirken şiddetli endometriozisi olanlarda hafif ağrı olabilir.

Endometriozis bazen diğer hastalıklarla karışabilir. PID ve over kistindeki ağrı, irritabıl barsak sendromundaki ishal, kabızlık, şişkinlik, karında kramplar endometriozis tanısı konulmasına neden olabilir.

Endometriozis Nedeni?

Endometriozisde kesin neden bilinmemekle birlikte bazı teoriler var:

Retrograd Mensturasyon: Adet döneminde endometrium hücreleri içeren kan tüplerden karın boşluğuna dökülür. Bu hücreler karın zarına yapışarak oraya yerleşir ve endometriozis odakları haline gelir. Periton Hücrelerinden Değişim: Hormonların ve immünolojik faktörlerin etkisi ile karın boşluğunun içindeki karın zarı hücreleri endometrium hücresine dönüşür. Embiryojenik Hücre Değişimi: Östrojen hormonunun etkisiyle embriyojenik dönemde farklılaşmayan hücrelerin ergenlik döneminde endometrial hücrelere dönüşür. Endometrial Hücre Taşınması: Kan ve lenf damarları yoluyla endometrial hücreler başka dokulara taşınması ile pelvis dışındaki uzak organlarda endometrium odakları oluşur. Cerrahi Yolla Hücre Taşınması: Histeretomi, sezaryen gibi cerrahi işlemler sonrasında endometrial hücrelerin başka bir dokuya taşınması ile oluşur. İmmün Sistem Bozukluğu: İmmün sistemdeki bir bozukluktan dolayı rahim içi dışında oluşan endometrial hücrelerin tanınıp yok edilememesi sonucunda oluşur. Endometriozis Evreleri

Endometriozisde evreleme değişik nedenler vardır. Evreleme de yerleşim, sayı, büyüklük ve odağın derinliği önemlidir. Endometriozis de 4 evre vardır.

Evre 1 (minimal): Küçük odaklar ve yaralar yumurtalıklar üzerindedir. Ayrıca pelvik bölgede bazı odaklar olabilir. Evre 2 (hafif): Hafif odaklar ve hafif derinleşme yumurtalıklar ve pelvik bölgede karın zarında görülür. Evre 3 (orta): Derin odaklar yumurtalıklar ve pelvik bölgede karın zarında görülür. Ayrıca odak sayısı artmıştır Evre 4 (şiddetli): En şiddetli evre. Tüpler ve barsaklarda da odaklar görülür. Risk Faktörleri

Endometriozis gelişmesinde birçok risk faktörü vardır. Bunlar:

Doğum yapmamış olmak Adet kanamalarının erken başlaması Menopoza geç girmek Adet dönemlerinde fazla ve uzun kanamak Düşük vücut kitle indeksi Anne, kız kardeş veya kuzenlerinde endometriozis olması Adet kanının normal akışının bozulması Üreme organları anomalileri Endometriozis adet kanamaları başladıktan uzun süre sonra gelişir. Endometriozis bulguları ve semptomları gebelikte geçici olarak ve menopozda tamamen kaybolur. Endometriozis Tanısı

Endometriozis, over kisti, pelvik inflamatuar hastalık gibi bulgular ve şikayetler oluşturabilir. Ağrının tedavisi için kesin tanı koymak gerekir. Tanı için yapılması gerekenler:

Hikaye: Hastanın şikayetlerinin ne zaman başladığı, hangi dönemlerde olduğu, adet dönemleri ile ilişkisi, yakın akrabalarda aynı şikayetlerin varlığı ve diğer şikayetler dikkatlice sorgulanır. Pelvik Muayene: El ile rahim ve yumurtalıkların durumu, ağrısı olup olmadığı, kist ya da yapışıklıkların varlığı tespit edilebilir.

Ultrason: Yumurtalık over ve tüplerin durumu incelenir. Vajinal ultrason ile daha iyi görüntü alınır. Kist ve endometrioma (çikolata kisti) tespiti için ultrason yardımcı olmasına rağmen endometriozisin olup olmadığını göstermez.

Laparokopi: Kesin tanı laparoskopi ile görerek ve biyopsi alarak konur. Magnetik Rezonans: Endometrioma, kist ve yapışıklıklar görülebilir. Endometriozis Komplikasyonları

Endometriozisin birçok komplikasyonu vardır. Endometriozisde en önemli sorun infertilite. Minimal ve hafif formlarda gebe kalmak çok fazla sorun olmasa da ileri evrelerde kadınları %30-40’ı kısırlık sorunu yaşamakta. Gebelik olabilmesi için yumurtlama olmalı, sonrasında tüp tarafından alınan yumurtanın sperm ile karşılaşıp döllenme sonrasında yaklaşık bir hafta içinde rahim içine hareket edip endometriuma tutunması gerekir. Endometriozis tüplerde hasar oluşturarak sperm ve yumurtanın karşılaşmasını ve tüp içinde hareket ederek embryonun rahim içine uluşmasına engel olabilir.

Kronik ve şiddetli ağrı ızdırap verici bir hal olabilir. Depresyon, anksiyete ve diğer mental sorunlar gelişebilir.

Endometriozisli hastalarda over kanseri gelişme riski normal topluma göre çok az miktarda artış gösterir.

Endometriozis Tedavisi

Endometriozisin tedavisi yoktur. Ancak şikayetlerine yönelik tedavi yapılabilir. Endometriozis tedavisi ilaç ve cerrahi olarak yapılır. Ağrı geldiğinde hemen sona ermesi en önemli beklentidir. Şiddetli ağrı hayat kalitesini oldukça fazla düşürür. Şikayetlerin önceliğine göre tedavi planı yapılır.

Ağrı Kesici: Şiddetli adet ağrıları için nonsteroidal anti-inflamatuar ilaçlar (ibuprofen, naproksen sodyum) kullanılabilir. Hormonal Tedavi: Adet döngüsü sırasında hormonların düşüp yükselmesi endometrial odakların büyümesine neden olur. Hormon tedavisi endometrial odakların büyümesini ve yeni odak oluşumunu azaltabilir. Endometriozis ağrılarında hormon tedavisi ağrıyı oldukça azaltabilir Endometriozisde kullanılan hormon tedavileri:

Kontraseptifler: Endometrial odakların hormonlara cevabını azaltır. İlaç kullanımı endometrium dokusunun büyümesini azaltır. Buna bağlı olarak şikayetler azalır veya kaybolur.

Gonadotropin-relasing hormon agonist ve antagonistleri: FSH ve LH oranında düşüşe sebep olurlar. Bunun sonucunda östrojen seviyesi düşer ve sonucunda adetler kesilir. Bu ilaçlar geçici menopoz yaratacağı için sıcak basmaları, vajinal kuruluk, kemik kaybı gibi yan etkiler görülebilir. İlaçlar kesilince adet döngüsü tekrar başlar.

Progestin tedavisi: Adetleri keserek şikayetlerin azalmasını sağlarlar.

Aromataz inhibitörleri: Vücuttaki östrojen üretimini azalır. Progestin ve doğum kontrol hapları ile birlikte kullanılabilir.

Cerrahi Tedavi: Endometriozis de gebelik olmuyorsa endometriozis odaklarının alınması gebelik şansını arttırır. Ayrıca çok şiddetli ağrı varsa cerrahi tedavi sonrası azalır. Ağrı için sonrasında ağrı kesici ve hormonal tedavi uygulamak gerekir.

Endometriozisde en etkili tedavi rahim ve yumurtalıkların alınmasıdır (histerektomi ve bilateral ooferektomi). Yumurtalıkların alınması ile menopoz gelişir ve geriye dönüşü yoktur.

"