Kolonun Divertiküler Hastalığı |

Kolonun Divertiküler Hastalığı |

Divertikülizos Koli

Divertikülozis koli (kolon divertikülleri), kolonda pek çok divertikülün bulunmasıdır. Divertiküler hastalık, kolon divertiküllerinin belirti vermesidir (divertikülit, apse, fistül, perforasyon, obstrüksiyon, kanama) Kolon divertikülleri yalancı divertiküldür, yani sadece mukoza (ve muskularis mukoza) kolon duvarından dışarı fıtıklaşır (pörtler, pulsiyon divertikülüdürler). Divertikülozis koli, az lifli beslenmeye bağlı olarak Avrupa ve Amerika’da oldukça sıktır (50 yaşın üstünde kişilerin yarısında kolon divertikülü bulunur). Az lifli beslenme, gaita hacminin az olmasına neden olur. Bu yüzden gaitayı itebilmek için kolon içi basınç artar, kolon kasları hipertrofiye uğrar ve divertikül denen mukoza fıtıklaşmaları olur (fıtık zayıf bölgelerden gelişir. Buradaki zayıf bölge damarların kolon duvarına giriş-çıkış yaptıkları noktalardır, apendiks epiploikaların da yapıştığı bölgedir. Bu yüzden kolon divertikülleri apendiks epiploikaların içinde kalır ve çıplak gözle seçilemez).

Divertikülit

Divertikülozis kolisi olan bireylerin %10-25’inde divertikülit gelişir. Divertikülit denen hastalıkta, divertikülde mikro ya da makroperforasyon gelişmiştir ve peridivertiküler-perikolik infeksiyon vardır. Divertikülit genellikle sigmoid ve sol kolondaki divertikülozise bağlıdır.

Divertikülitte Hinchey Sınıflaması (Klasifikayonu, Classification) Evre 1a: Flegmon (inflamasyon) Evre 1b: Divertikülit + perikolik veya mezenterik apse Evre 2: Divertikülit + pelvik apse (apse pelviste sınırlandırılmış) Evre 3: Divertikülit + süpüratif peritonit (bağırsak lümeni ile ilişkisi olamayan peritonit) Evre 4: Divertikülit + fekal peritonit (bağırsak lümeni ile ilişkili peritonit) Divertikülitin Belirtileri

Yukarıdaki Hinchey sınıflamasından da anlaşılacağı gibi, şikayetler sol alt kadranda ağrı, hassasiyet ve defanstan başlar, palpabl kitle (apse), tahta karın (peritonit) ve kolon obstrüksiyonu bulgularına kadar gider.

Divertikülitin Tanısı

Ultrasonografi ve bilgisayarlı tomografide (BT) divertikülozis görülür, kolon duvarı kalınlaşmıştır, hastalıklı divertikülün çevresindeki yağ dokuda kirlenme (heterojenite) görülür (Hinchey 1a). Divertikülitin safhaları ya da evrelerine göre yeni bulgular eklenir (Hinchey sınıflaması)

Divertikülitin Tedavisi

Sadece flegmon ve perikolik inflamasyonda (2 cm den küçük perikolik apseler dahil), 7-10 günlük antibiyotik tedavisi yeterlidir. Antibiyotik ile tedavi edilebilen ilk divertikülit atağından sonra cerrahi gerekmez, çünkü divertikülit %50-70 ihtimalle tekrar nüks etmez. İkinci divertikülit atağında ya da çok genç yaşta birinci ataktan sonra elektif sigmoid rezeksiyon + primer anastomoz en uygun yaklaşımdır. Perikolik 2 cm den büyük apse yada pelvik apse varsa, perkütan drenaj en uygun tedavidir. Drenaj sonrası tek aşamalı cerrahi yapılabilir (sigmoid rezeksiyon + primer anastomoz). Peritonitte laparotomi + Hartman prosedürü en uygun tedavidir, daha sonra kolostomi kapatılır (iki aşamalı tedavi).

Divertiküler Kanama

Kanama, peridivertiküler arteriolün erozyonu yüzünden damarın açılması (delinmesi) ile olur. Arteriel kanama masiftir. Divertiküler kanama ile anjiodisplaziye bağlı kanamayı birbirinden ayırmak zor olabilir. Kolonoskopi ile kanayan divertikül görülebilirse skleroterapi (adrenalin) uygulanabilir, ama kanamanın görülmesi zordur. Anjiografi ile kanamanın yeri hem tespit edilip hem de tedavi edilebilir (coil embolizasyon ile kanayan damar tıkanır).

Lseratif Kolit | Kolit | Bağırsak İltihabı

Lseratif Kolit | Kolit | Bağırsak İltihabı

Ülseratif Kolit

İltihabi bağırsak hastalığı (ibh), sindirim kanalında görülen, sıklıkla uzun süreli devam eden (kronik seyirli) bir hastalıktır. Bu hastalığın seyri sırasında sindirim kanalının iç yüzeyini örten tabakada hastalığın şiddetine bağlı olarak bazı değişiklikler oluşur. Bu değişikliklerin nedeni iltihabi reaksiyondur (inflamasyondur). Bu iltihabi reaksiyon sıklıkla bağırsak iç yüzeyinde meydana gelir ve bağırsak iç yüzeyini örten tabakada (mukoza) ülser, şişme, yaralanma, kanama ve tahriş ile seyreder.

Ana hatları ile iltihabi bağırsak hastalığının Ülseratif Kolit ve Crohn Hastalığı olmak üzere iki farklı tipi bulunur. Buna ek olarak, iltihabi bağırsak hastalığının tam olarak Ülseratif Kolit veya Crohn Hastalığına benzemeyen, arada kalan, tam belirlenemeyen bir tipi daha vardır.

Bu bölümde Ülseratif Kolit Hastalığından bahsedilecektir.

Barsak yerine Türk Dil Kurumu kılavuzunda doğru kelimenin "Bağırsak" olarak kullanılması gerektiğini biliyor muydunuz?

Ülseratif Kolit Nedir?

Ülseratif kolit, kalın bağırsağın içini örten tabakanın (mukoza - submukoza) iltihabıdır. İltihabi değişikliğin olduğu bölgede bağırsağın iç yüzünü döşeyen örtü tabakası olan mukozada ülserler oluşur. Bu nedenle hastalığa, ülserlerle karakterli hastalık anlamına gelen ülseratif kolit denir. Kalın bağırsak (barsak) içinde en sık rektum ve sol kolon (kalın bağırsağın son bölümü) etkilenir. Ülseratif kolit hastalığında sindirim kanalının (bağırsak kanalının) diğer bölümleri (örneğin: mide, ince bağırsak) etkilenmez.

Ülseratif Kolit Nasıl Gelişir?

İltihabi bağırsak hastalıklarının kesin nedeni tam olarak bilinmemektedir. Ancak son dönemde bağışıklık sistemi hastalığı (immünolojik) olduğuna dair teoriler ortaya atılmıştır.

Hastalık bulaşıcı değildir. Kalıtsal (genetik) geçiş gösterebilir. Örneğin ailesinde ülseratif kolit olan bir çocukta bu hastalığın görülme ihtimali, sağlıklı ailelerin çocuklarına göre daha fazladır. Çevresel faktörler arasında ise sigara ve alkol tüketiminin oldukça etkili olduğu düşünülüyor. Ayrıca aspirin, antibiyotik, doğum kontrol hapları hastalığın daha da şiddetlenmesine yol açabilir. Bu ilaçlar kullanılırken doktora danışılmalıdır. Bazı teorilerde ise bir virüs veya bakterinin (mikrobik) bağırsak duvarındaki bağışıklık sistemi ile ilgili (immunolojik) olayları başlattığı ileri sürülmektedir. Bu olaylar sonucu, bağırsağı örten tabakada iltihabi hasar oluştuğu gösterilmiştir.

Bağışıklık sisteminde olan bu bozukluğun, bir etkenin sonunda mı yoksa doğrudan başlangıç olarak mı meydan geldiği henüz aydınlatılmamıştır. Hastalığın ruhsal stres veya mutsuz geçen bir çocukluk çağı sonucu geliştiği inancı kabul edilmemektedir. Herhangi bir gıda türü ile meydana gelmez. Ülseratif kolit bulaşıcı değildir.

Ülseratif Kolit Hastalığından Kimler Etkilenir?

Ülseratif kolit hastalığı her yaş grubunu tutabilmesine rağmen, sıklıkla 16-40 yaş arasında görülür. Ülkemizde hastalık yaygın değildir. Kuzey Avrupa ve kuzey Amerika ikliminde yaşayanlarda sık görülür. Kadınları ve erkekleri eşit etkiler. Ailesel yatkınlık (kalıtsal) olabilir.

Ülseratif kolit, diğer bir iltihabi bağırsak hastalığı (inflamatuar bağırsak hastalığı) olan Crohn hastalığına çok benzer özellikler gösterir. Bazen bu iki hastalığın ayrımını yapmak zor olabilir. Ülkemizde her iki hastalık da az oranda gözlenir. Fakat batı toplumlarında, örneğin A.B.D.’de yaklaşık 2 milyon kişi ülseratif kolit ve crohn hastalıklarından etkilenmektedir.

Ülseratif kolit Kalıtsal mıdır? (Genetik midir?)

Gerek ülseratif kolit gerek Crohn hastalığı bazı ailelerde sık görülür. Hastaların %20 kadarında birinci derece akrabaları da hastalıktan etkilenir. Buna karşın günümüze kadar belirlenmiş genetik bir geçiş yoktur.

Anne veya babasından birisinde inflamatuvar bağırsak hastalığı (iltihabi bağırsak hastalığı - ibh) olan çocuklardaki risk % 1-7 Anne ve babasının her ikisinde de inflamatuvar barsak hastalığı olan çocuklardaki risk % 36'ya kadar çıkabilir Bir kardeşinde inflamatuvar bağırsak hastalığı olan çocuklardaki risk % 2-6 Bir çocuğunda inflamatuvar barsak hastalığı olan anne veya babadaki risk % 1-5'tir. Ülseratif Kolit Sindirim Kanalının Hangi Bölgelerini Etkiler?

Sindirim kanalında ağızdan makata kadar herhangi bir bölgeyi tutabilen Crohn hastalığının aksine ülseratif kolit hastalığı sadece kalın bağırsağı etkiler. Hastalığın tutulum yerine farklı isimler verilir. Bu nedenle iltihabi bağırsak hastalığı ile aynı anlama gelen ve hastalığın etkilediği bağırsak bölümünü ifade eden farklı isimler kullanılır.

Ülseratif Kolit Hastalığının Kalın Bağırsak Tutulumu

Kalın bağırsak tutulumuna kısaca kolit denir. Buna ek olarak kalın bağırsağın tümünün etkilenmesine pankolit, sadece inen kolonun etkilenmesine sol kolit ve kalın bağırsağın son bölümü olan rektumun etkilenmesine proktit denir. Hastanın şikayetleri hastalığın etkilediği bölgeye göre değişmektedir.

Proktit : Hastalık sadece kalınbağırsağın rektum kısmında görülür. Proktosigmoid : Hastalık kalınbağırsağın rektum ve sigmoid kolon kısmında görülür. Sol kolit : Hastalık kalınbağırsağın sol kolon kısmında görülür. Pankolit : Hastalık kalınbağırsağın tamamında görülür. Ülseratif Kolit Belirti ve Bulguları Nelerdir?

Kalın bağırsağın en önemli görevi bağırsak içindeki suyun kana geri emilimidir. Ülseratif kolit hastalığında suyun geri emilmesini sağlayan tabakada inflamasyon (iltihap) olması nedeni ile bu işlev gerçekleşemez. Böylece hastalığın en önemli bulgusu ishal gelişir. Bu mukozal örtü tabakasındaki inflamasyon (iltihap), doku zedelenmesine dolayısıyla ülserlere ve kanamaya neden olur. İshal, bağırsak hareketlerinde artışa ve karın ağrısına yol açar. Böylece hastalarda kanlı dışkılama, makattan kan gelmesi (rektal kanama), dışkılama sırasında ağrı, acil dışkılama ihtiyacı, devam eden ishal, karın ağrısı (çoğu zaman kramplar tarzında), kilo kaybı ve ateş gibi belirtiler meydana gelir.

Hastalığın aktif dönemlerinde hastalarda tüm vücutta kırgınlık, halsizlik, eklem ağrıları gibi belirtiler görülebilir. Buna ek olarak hastalık bazen sindirim kanalı dışındaki bölgeleri de tutabilir. Sindirim kanalı dışında etkilenen organa göre bulgular ortaya çıkar. Örneğin deride cilt döküntüleri, eklemlerde şişkinlik, gözde kanlanma ve ağızda yaralar gibi bulgular hastalığın seyri sırasında kanlı ishal şikayetine eşlik edebilir.

Hastalık, zaman zaman alevlenmeler ve sakin dönemler gösterir. Ömür boyu devam eden bir hastalık olmakla birlikte tedavi ile normal aktif yaşam mümkündür.

Ülseratif Kolit Hastalığı Hangi Organ ve Dokuları Tutar?

Ülseratif kolit hastalığının seyri sırasında hastalığa bağlı olarak gelişen sadece sindirim kanalını ilgilendiren sorunlar gelişebildiği gibi sindirim kanalı dışındaki organları içeren sorunlar da gelişebilir.

Ülseratif kolit hastalığı etkilediği bölgeye göre de sınıflandırılır. Sadece sindirim - bağırsak kanalını ilgilendiriyorsa lokal (bölgesel), bağırsak kanalı dışında diğer organları veya tüm vücudu ilgilendiriyorsa sistemik (ekstraintestinal) tutulum denir.

Ülseratif Kolitin Sindirim Kanalındaki Etkileri (Bölgesel belirtiler)

Derin ülserlerden meydana gelen ciddi kanamalar, bağırsak delinmesi, bağırsağın genişlemesi ve bağırsak hareketlerinin durması (toksik megakolon, toksik dilatasyon) gerek ülseratif kolit gerekse Crohn hastalığında görülen en belirgin lokal komplikasyonlardır.

Bu lokal komplikasyonlardan en ciddi olanı toksik megakolondur. Karında, ani olarak gelişen ileri derecede şişme, ateş, kabızlık ve genel durum bozukluğu bu komplikasyonun habercisidir. İnflamasyonun tüm kalın bağırsak duvarını tutması sonucu, kalın bağırsak incelir ve genişler. Her an delinebilir. Bu nedenle acil cerrahi girişim gerekebilir.

Ülseratif Kolitin Bağırsak Dışındaki Etkileri: Sistemik etkileri (Ekstraintestinal Bulguları)

Bağırsaklarda gelişen inflamatuvar olaylar sonucu salgılanan maddeler uzak organları da etkiler. Ateş, kilo kaybı, güçsüzlük ve iştah azalması bunların başında gelir. Düşük oranda olsa da bazı hastalarda eklem, deri, göz ve karaciğer rahatsızlıkları gözlenir.

Ülseratif Kolit Eklem Bulguları

Sıklıkla distal (uç) eklemlerde inflamasyona (eklem iltihabına) neden olur. Parmaklardaki küçük eklemler, el, ayak, bilek ve dizler en fazla etkilenir. Bazı hastalarda omurganın alt bölümü ve leğen kemiği eklemleri (sakroiliak eklem) etkilenir. Omurgadaki eklem aralıklarını etkileyen ve daha şiddetli seyreden şekline ankilozan spondilit denir. Eklemlerdeki değişiklikler, romatoid artiritte olduğu gibi çok fazla değildir. Ankilozan spondilit dışındaki eklem bulguları, bağırsaktaki inflamasyon düzelince iyileşirler.

Üleratif Kolit Deri Bulguları

Deri altında şişlikler gelişebilir. Bunlar deride kırmızı renkte ve üzerine basmakla hassas nodüllerdir. Eritema nodosum denilen bu deri bulguları sıklıkla ayak bileklerinde veya diz altında yerleşir.

Diğer bir deri bulgusu, piyoderma gangrenosumdur. Derin ülserlerle karakterli, cerahatli deri yaralarıdır. Bu da aynı bölgelerde yerleşir.

Üçüncü deri bulgusu, ağızda yerleşen, aftöz stomatit denilen, ağrılı yüzeyel ülserlerdir. Sıklıkla alt dudak ve diş etleri arasında, dilin her iki yanında ve dil kökünde yerleşir.

Her üç deri bulgusu, bağırsaktaki hastalık iyileşince düzelir.

Ülseratif Kolit Göz Bulguları

Hastaların bir kısmı, gözde görülen ağrılı bir inflamasyon (iltihab) olan üveitten şikayetçidir. Bağırsak (barsak) bulguları düzelince bu da düzelir.

Ülseratif Kolit Karaciğer Bulguları

Karaciğer ve safra yollarına iltihabi değişiklikler (inflamasyon) gelişebilir. Bunlardan karaciğerde gözlenen inflamasyon, bağırsak inflamasyonu ile birlikte düzelirken, safra yollarını etkileyen sklerozan kolanjit düzelmez. Nadiren safra yolları kanseri gelişebilir.

Ülseratif Kolitin Crohn Hastalığından Farkı Nedir?

Crohn hastalığı, sıklıkla ülseratif kolit ile karışır. Fakat bu iki hastalığı birbirinden ayıran iki önemli özellik vardır.

Ülseratif kolit hastalığı sadece kalın bağırsakta (kolon ve rektum) görülürken Crohn hastalığı ağızdan makattan (anüse) kadar her bölgede oluşabilir. Ülseratif kolit hastalığında sadece kalın bağırsağın (kolon ve rektum) içini örten yüzeysel tabaka (mukoza ve submukoza) hasta iken, Crohn hastalığında sadece yüzeysel tabakası değil, bağırsağın tüm katları hastadır.

Ülseratif kolit hastalığında ishal ve kanlı dışkılama en önde gelen bulgu iken Crohn hastalığında,

Karın ağrısı, ateş, kilo kaybı ve halsizlik Çeşitli organlar (bağırsak - idrar torbası, rahim, vajina) ve / veya deri arasında fistül gelişimi İnce veya kalın bağırsak tıkanıklığı Karın içinde apse ve / veya iltihabi kitle (flegmon) oluşumu Kalın bağırsaktaki inflamasyonun asimetrik dağılım göstermesi (aynı anda birden fazla bölgeyi tutabilir. Ör: hem ince bağırsak hem de makat tutulumu olabilir) Biyopsilerde granülomların (iltihabi lezyonlar) gözlenmesi Makat (perianal) etrafında apse - fistül gelişimi İnce bağırsak hastalığı veya ameliyatları nedeni ile besin maddelerinden yeterince faydalanılamaması (malabsorpsiyon)

Yukarıdaki bulgular ülseratif kolit hastalığının seyri sırasında pek gözlenmez, bu da ayırıcı tanı için önemlidir.

Bunlara ek olarak Crohn hastalığında böbrek taşları (ürik asit veya kalsiyum oksalat), safra kesesi taşları ve amiloidoz (vücut dokularında nişasta benzeri madde birikmesi) olabilir.

Fakat bütün bunlara karşın ülseratif kolit ve Crohn hastalığını her zaman birbirinden ayırmak mümkün olmayabilir.

Ülseratif Kolit Tanısı

Ülseratif kolit tanısı öncelikle karın ağrısı ve kanlı ishal şikayeti olan kişilerde düşünülmelidir. Hastanın şikayetleri, bulgu ve belirtileri dikkatli bir fizik muayene ile değerlendirilir. En önemli tanı yöntemi doktorun hastayı değerlendirmesi ve muayenesidir. Buna ek olarak kesin tanı için doktorunuzun bazı tetkikler yapması gerekir.


Gaitada bazı bakteriler ve amip (parazit) için inceleme yapılmalıdır. Zira shigella gibi bazı bakteriler ve Entamoeba histolityca gibi bazı parazitler ülseratif kolite benzer tablo oluşturabilirler. Anemi, beyaz küre yüksekliği ve sedimantasyon yüksekliği görülebilir. Anemi (hemoglobin düşüklüğü - kansızlık) kanamadan dolayı olur. Beyaz küre ve sedimantasyon yüksekliği yangı (iltihap - inflamasyon) olayının şiddetini yansıtır. Hastadaki belirtiler ülseratif koliti düşündürüyorsa kalın bağırsağın içini örten tabakanın (mukoza) incelenmesi gerekir. Makattan (anüsten) yerleştirilen özel bir cihaz ile [fleksibıl tüp (kolonoskopi, endoskopik inceleme)] doktor, kalın bağırsağı ve rektumun içini örten tabakayı direkt olarak görebilir ve bu sırada, mikroskop altında incelemek üzere hastalığın olduğu bölgeden örnek (biyopsi) alabilir. Bu inceleme ile iltihabi barsak hastalığı ile benzer belirti ve bulguları olan diğer etkenler saptanabilir. Kolonoskopi İşlemi NormalÜlseratif KolitCrohn Ayrıca kalın bağırsağın ilaçlı filmi (çift kontrastlı kolon grafisi, baryumlu lavman) çekilerek hastalığın tipi ve yayılımı hakkında fikir edinilebilir. Bunun haricinde büyük abdestte kan sayımı ve amip incelemesi yapılarak benzer belirtilere yol açan diğer hastalıkların ayırıcı tanısı yapılabilir. Ülseratif Kolit ve Kanser Riski

Uzun yıllar ülseratif kolit hastalığı olanlar, kalın bağırsak kanseri yönünden risk altındadırlar. Aktif hastalığı, 8 yıl ve üzerinde olanlarda kanser gelişme riski yüksektir. On yılın üzerinde kanser gelişme riski, her yıl %1 oranında artmaktadır.

Uzun süren ülseratif kolit hastalarında, kanserleşme belirtileri görüldüğü zaman veya kanser gelişme riski olan olgularda, ameliyat ile kalın bağırsağın çıkarılması gerekir.

Bu nedenle uzun süreli ülseratif kolit hastalığı olanlarda yıllık kolonoskopi ile tarama ve biyopsi alınması işlemi yapılmalıdır.

Spastik Kolit ile İltihabi Bağırsak Hastalığı Arasında İlişki Var mıdır?

Spastik kolit hastalığı, aslında irritabıl bağırsak hastalığı (hassas bağırsak sendromu) yerine kullanılan yanlış bir deyimdir. Şikayetlerinin benzerliği nedeni ile irritabıl bağırsak hastalığı (huzursuz bağırsak sendromu) ile iltihabi bağırsak hastalığı (ülseratif kolit) arasında ilişki varmış gibi düşünülebilir. Bu yanlıştır. Her ne kadar irritabıl bağırsak hastalığında da ishal ve karın ağrıları gözlense de, bağırsakta ülserasyon, yara, kanama ve inflamasyon yoktur. Bu nedenle Ülseratif kolit ve Crohn hastalığının irritabıl bağırsak hastalığı ile benzer bir tarafı yoktur. Fakat hastalıkların ayırıcı tanısı için mutlaka bir doktora müracaat edilmesi gerekir.

Ülseratif Kolit Tedavisi

Ülseratif kolit hastalığı zaman zaman ani alevlenmeler, zaman zaman da sessiz dönemlerle seyretmektedir. Hastalık alevlendiği dönemde ciddi belirti ve bulgularla seyrederken, sessiz dönemlerde hasta normal yaşamını kolaylıkla sürdürebilmektedir. Hastalığın etkeni tam olarak bilinmediği için hastalığın ne zaman alevleneceği ve buna neyin neden olduğu da bilinmemektedir.

Ülseratif kolit tedavisinin amacı,

Hastanın yaşam kalitesini yükseltmek İltihabi hasarı kontrol altına almak Beslenme bozukluğunu düzeltmek Karın ağrısı, ishal ve kanama şikayetlerini azaltmak Kanser gelişimini engellemektir.

Hastanın belirti ve bulgularına göre her hastayı ayrı değerlendirmek gerekir. Hastanın yaşına, cinsiyetine, hastalığın süresine, hastalığın şiddetine, hastanın yaşam kalitesine göre bir tedavi programı yapılmaya çalışılır. Bu nedenle diyet planlaması (ülseratif kolit diyeti), ilaç tedavisi, ameliyat (ülseratif kolit ameliyatı) veya bunların kombinasyonu ülseratif kolit hastalığının tedavisinde kullanılır.

Ülseratif Kolit hastalığının kesin tedavisi olmadığı için hafif vakalarda sadece bulgulara yönelik tedaviler verilmektedir. Bazı durumlarda ise hastalığın etkilediği kalın bağırsağın tümünün ameliyat ile çıkarılması kesin bir çözüm olabilmektedir.

Şiddetli vakalarda ilaç tedavisine ek olarak bağırsakları istirahate almak gerekir. Bu tip vakalarda tedavi, hastanede yatarken planlanmalıdır. Hastalara lifsiz, kolay sindirilen (elemental) diyet veya damardan besin maddeleri verilir. Bu destek tedavisine verilen cevaba göre sonraki tedavi planı yapılır.

Ülseratif Kolit Hastalığında Kullanılan İlaçlar

İlaçlar ile hastalığın bulguları kontrol altına alınabilir veya azaltılabilir. Fakat ilaçlar, hastalığı tam olarak tedavi edemez.

Tedavide, kalın bağırsak mukozasındaki inflamasyonu baskılayan ilaçlar kullanılır. Hastalığın şiddetine göre tek veya birçok ilaç bir arada tercih edilebilir. Bu ilaçların kullanımı uzun süre gerekebilir.

Salisilik Asitli Anti-İnflamatuar İlaçlar, Sülfasalazine ya da Mesalamine gibi

Genellikle hafif ya da orta dereceli vakalarda hastalar sulfasalazin ile tedavi edilir. Bu ilacın uzun süreli kullanımı da gerekebilir veya diğer ilaçlarla beraber kullanılabilir. Bulantı, kusma, kilo kaybı, ishal gibi yan etkileri görülebilir. Sulfasalazinin yan etkilerinin görüldüğü vakalarda, sulfasalazinin benzeri olan 5-aminosalisilik asit tercih edilebilir.

Metranidazol veya Ciproflaxocine (Siprofloksasin) gibi antibiyotik ilaçlar

Bazı durumlarda antibiyotiklerin eklenmesi, örneğin Metronidazol türevleri yararlı olabilir.

Steroid Grubu Anti-İnflamatuar İlaçlar

Hastalığın şiddetlendiği dönemlerde, steroid (prednizolon) tedavisinden yararlanılır. Bağışıklık sistemini baskıladığı için kısa sürede cevap alınabilmektedir. Yan etkileri nedeni ile çok dikkatli kullanılmalıdır. Hastalığın alevlenme dönemlerinde ilaçların dozu artırılır.

Thiopurine Grubu İlaçlar (Mercaptopurine, Azothiopurine gibi)

Diğer bir grup ilaç immun sisteme (bağışıklık sistemi) etkili ilaçlardır. İmmunosupresif veya immunmodülatörler de denilen ilaçlar, bağışıklık sistemini baskılayarak, hastalığı kontrol altına alır. Azotiyopirin, 6- mercaptopurine, siklosporin ve methotreksat bu grup ilaçlardır. Bağışıklık sistemini kuvvetli baskıladıkları için ciddi yan etkilere neden olabilirler. Bunlarla tedaviye başlarken dikkatli karar vermek gerekir.

Biyolojik Ajanlar (Anti-TNF)

Bir diğer grup ilaç ise biyolojik tedavi edici ilaçlardır. Biyolojik tedaviler vücuttaki iltihabı (inflamasyonu) engelleyen (bloke eden) proteinlerdir. Biyolojik tedavi olarak Anti-TNF ilaçları kullanılmaktadır. İnflamasyon nedeni ile hastalıklı dokulardan salınan tümör nekroz edici faktör (TNF) belirti ve bulgularının şiddetlenmesinden sorumludur. Anti- TNF ilaçları bu şiddetlenmeleri ortadan kaldırmaktadır. Bu nedenle son yıllarda anti- TNF ilaçları bulguları bastırmak amacı ile kullanılmaktadır.

Bazı hastalarda sadece kalın bağırsağın son bölümü etkilenmiştir. Bu durumda olan hastalara ağızdan veya serum ile damardan tedavi vermek yerine lavman ile makat yolu ile tedavi yapılabilmektedir. Yukarıda anlatılan ilaçların lavman yolu ile verilerek etkili olan şekilleri vardır. Bazen doktorunuz hem ağızdan alınan ilaçları hem de lavman yolu ile tedaviyi tercih edebilir.

İlaç Tedavisinin Yan Etkileri Nelerdir?

Kullanılan tüm ilaçların belli oranlarda yan etkileri vardır.

Sülfasalazin, ender olarak bulantı, baş ağrısı, kansızlık, deri döküntüleri ve ishale neden olur. Yan etkileri azaltmak için başlangıçta küçük dozlar verilmelidir. Doktor, yan etkilerin şiddetine göre doz ayarlaması veya ilaç değişikliği yapabilir.

Tedavide sıkça kullanılan diğer bir ilaç steroidlerdir. Steroid kullanımı ile yüzde genişleme (ay dede yüzü), sivilce gelişimi, iştah artması, kilo artışı gözlenebilir. Kemiklerden kalsiyum kaybına bağlı kemik dokuda zayıflamaya neden olur. Hastalarda şeker hastalığı gelişimi ve kan basıncında yükselme olabilir. Bu nedenle dikkatli takip edilmelidir. Uzun süreli steroid kullananlarda, düzenli göz kontrolleri yapılmalı, katarakt (perde inmesi) ve glokom (göz tansiyonu) gelişimi açısından hastalar takip edilmelidir. Steroidler hastanın infeksiyonlara (mikrobik hastalıklar) karşı duyarlılığını da arttırır. Yine uzun süreli kullanımlar, hastanın psikolojik dengesini de bozabilir. Tüm bu yan etkiler, steroidlerin kesilmesi ile geçer.

Steroidlerin uzun süre kullanılması ile böbrek üstü bezleri (adrenal bez) baskılanır. Bu nedenle vücutta normalde salgılanan, hayati öneme sahip olan steroidler, gerekli durumlarda, ihtiyaç duyulan miktarlarda salgılanamayabilir. Bu nedenle steroidleri ilaç olarak kullanmaya başlarken ve ilacı keserken çok dikkatli olunmalıdır. Steroidler doktor kontrolünde, zaman içinde doz azaltılarak kesilmelidir.

Bağışıklık sistemini baskılayan immunmodülatörlerin (Azotiyopirin, 6- mercaptopurine, siklosporin ve methotreksat) ciddi yan etkileri vardır. Bunlar arasında kan hücrelerinde baskılanma, pankreas (pankreatit), karaciğer (hepatit) iltihabı, böbrek hasarı, sinir hücrelerinde iletim bozukluğu sayılabilir.

Vücuttaki iltihabı engelleyen biyolojik ajanlar (anti-TNF) kullanılmaya başlanmadan önce ayırıcı tanı yapılması önemlidir. Ayırıcı tanı yapılmadan tedaviye başlanırsa, tedavide vücudun diğer enfeksiyonlara karşı savunması azalacağından, altta yatan başka bir enfeksiyon klinik olarak daha da kötüye gidebilecektir. Bu durum hayati tehlike taşıyan bir duruma dönüşebilir. Diğer yan etkileri mide bulantısı, mide ağrısı ve döküntüdür.

İlaç Tedavi Sorunları

İlaç tedavisine cevapsız hastalarda, yan etkiler nedeni ile ilaç kullanamayan hastalarda, ilaç bağımlılığı gelişenlerde (şikayetleri baskılamak için devamlı ilaç kullananlar), çok sayıda ilacı her gün almak istemeyenlerde, ilaç tedavisinin yetersiz kaldığı durumlarda, hastalığa bağlı acil gelişen sorunlarda ve kanser şüphesi varlığında ameliyat ile (cerrahi) tedavi gereklidir.

Ülseratif Kolit Hastalığında Cerrahi Tedavi Ülseratif Kolit Hastalığında Yapılan Ameliyatlar

Ülseratif kolit hastalığı sadece kalın bağırsağı etkilediği için cerrahi tedavi, hastalığı tam olarak (küratif amaçla) iyileştirebilir. Unutulmamalıdır ki, ilaç tedavisinin kesin tedavi olanağı (tam şifa) yoktur. İlaç tedavisi sadece şikayetlerin baskılanmasını sağlar ve hastalığın sessiz döneme girmesini kolaylaştırır.

Ülseratif kolit tanısı ile takip edilen hastaların % 30-45 kadarında, hayatlarının bir döneminde, aşırı kanama, şiddetli hastalık, kalın bağırsağın delinmesi, kanser gelişimi, ilaç tedavisine yanıtsızlık nedenleri ile kalın bağırsağın ameliyatla çıkarılması gerekir.

Ülseratif Kolit Hastalığında Cerrahi Ne zaman Gereklidir? Yaşam Kalitesi

Ülseratif kolit hastalığı, ömür boyu süren, zaman zaman alevlenme gösteren bir rahatsızlıktır. Bu nedenle hastalar, şikayetlerini baskılamak için çok sayıda ilaç almak zorundadır. Gerek hastalık belirtileri, gerekse her gün alınması gereken ve yan etkileri olan ilaç tedavisi, yaşam kalitesini bozmaktadır. Bu nedenle ülseratif kolit hastalığının sadece kalın bağırsağı tutan ve ameliyat ile tamamen ortadan kaldırılabilen bir hastalık olduğu unutulmamalıdır.

İlaç Tedavi Sorunları

İlaç tedavisine cevapsız hastalarda, yan etkiler nedeni ile ilaç kullanamayan hastalarda, ilaç bağımlılığı gelişenlerde (şikayetleri baskılamak için devamlı ilaç kullananlar) ve çok sayıda ilacı her gün almak istemeyenlerde de cerrahi tedavi gereklidir.

Acil Durumlar

Ülseratif kolit hastalarının %10-15 kadarı, acil olarak cerrahi tedaviye ihtiyaç duyarlar. Hastalığın çok şiddetli alevlenme ile başlayan (toksik kolit, toksik megakolon) ve yüksek doz ilaç tedavisine yanıt vermeyen durumunda, acil olarak cerrahi tedavi gerekir. Buna ek olarak ciddi kanama, bağırsak tıkanıklığı, bağırsak delinmesi veya karın iç zarı iltihabı (peritonit) gibi hayatı tehdit eden komplikasyonlar geliştiği zaman da acil cerrahi tedavi gerekir.

Kanser Şüphesi

Uzun süren ülseratif kolit hastalarında, kanserleşme belirtileri görüldüğü zaman veya kanser gelişme riski olan olgularda, ameliyat ile kalın bağırsağın çıkarılması gerekir.

Ülseratif Kolit Hastalığında Hangi Ameliyatlar Yapılabilir? En İyi Alternatif Hangisidir?

Ülseratif kolit hastalığı sadece kalın bağırsağı etkilediği için ameliyat ile tüm kalın bağırsağın çıkarılması hastalığı tam olarak (küratif amaçla) iyileştirebilir.

Fakat şu bilinmeli ki her ameliyat seçeneğinin kendine özgü avantajları ve dezavantajları vardır. Ameliyat öncesi, bunlar hastaya anlatılarak, uygun yöntem seçilmelidir.

Şimdi kısaca yapılan ameliyatları gözden geçirelim,

İleal Poş - Anal Anastomoz (İpaa) [İleal Rezervuar Anal Anastomoz -İleoanal Anastomoz]

Bu ameliyat hastaların eskiden olduğu gibi normal yolla dışkılama alışkanlıklarına devam etmelerini sağlamaktadır. Bu nedenle ülseratif kolit tedavisinde en çok tercih edilen ameliyat seçeneği haline gelmiştir.

Bu ameliyat sıklıkla iki aşamada yapılır. Birinci aşamada, hasta olan tüm kalın bağırsak (kolon ve rektum), makat ve makatı kontrol eden kaslar korunarak çıkarılır. Makat (anal kanal) ve dışkı kontrolünü sağlayan sfinkter kasları yerinde bırakıldığı için bağırsak devamlılığını eskiden olduğu gibi sağlamak mümkün olabilmektedir. İnce bağırsaklardan küçük bir rezervuar (poş) oluşturularak makata bağlanır. Bu rezervuar (poş), kalın bağırsağın son bölümü olan rektumun depolama görevini üstlenir. Böylece hastanın dışkılamasını eskiden olduğu gibi doğal yolla yapabilmesi sağlanır. Ameliyatın başarısını artırmak ve olası yan etkilerden korunmak için hastanın makat bölgesindeki dikiş yerleri iyileşene kadar geçici süre kullanılmak üzere bir ileostomi açılır. Bunun nedeni ince bağırsaklardan yapılan rezervuar (poş) ve bağırsak devamlılığının bir süreliğine dışkı ile temasının engellenmesidir. Böylelikle yara iyileşmesinin daha iyi olması sağlanır. Bazı doktorlar eğer hastanın durumu uygun ise buna gerek duymazlar ve ameliyatı tek aşamada yapabilirler. Ülseratif kolit hastalarında yara iyileşme sorunu sık olarak karşımıza çıkmaktadır. Bunun nedeni uzun süren hastalık ve ilaçlar nedeni ile vücudun güçsüz kalmasıdır. İşte bu nedenle yara iyileşmesini daha iyi kontrol edebilmek için geçici süre bağırsağın karın duvarına alınması (ileostomi) gerekebilir.

İkinci aşamada 10 ila 12 hafta sonra bu koruyucu ileostomi kapatılır. Hasta dışkılamasını normal yoldan yapmaya başlar. Bu ameliyat ile ülseratif kolit hastalığının tekrarlama riski ortadan kaldırılmış olur. Birçok hasta operasyon sonrasında eski hayatlarına dönebilmektedirler.

Protokolektomi - Kalıcı İleostomi

Eskiden ülseratif kolit için standart ameliyat, tüm kalın bağırsağın, ve kalın bağırsağın son bölümünün (rektum) makat ile birlikte (anüs) tamamen çıkartılması idi. Bu ameliyat proktokolektomi olarak adlandırılır ve tek ya da birden fazla aşamada yapılabilir. Bu ameliyat hastalığı tümüyle iyileştirir ve kanserleşme riskini tamamen ortadan kaldırır. Ancak hastanın kalıcı olarak ince bağırsağını karın ön duvarına ağızlaştırmak gerekir (ileostomi). Bu ameliyatı tercih eden hastaların karın ön duvarında torba taşıması gerekir.

İleorektal Anastomoz

Bazı hastalarda kalın bağırsağın son bölümü hastalıktan çok etkilenmemiş olabilir. Bu durumda ameliyatta hastalığın şiddetle etkilediği kalın bağırsak bölümleri çıkarılırken, kalın bağırsağın son bölümü (rektum) ve makat (anüs) korunabilir. Bu durumda ince bağırsak ile rektum arasında devamlılık sağlanır. Bu ameliyata, ileorektal anastomoz denir. Bu ameliyat şeklinde ileostomiye gerek olmaz. Ancak artmış dışkılama sayısı, geride kalan rektumda ülseratif kolit hastalığının aktivasyon ve kanser gelişimi olasılıkları gibi riskleri vardır.

Ancak her tedavide olduğu gibi ameliyatlarında bazı yan etkiler (komplikasyonlar) oluşabilmektedirler.

Ameliyat sonrasında görülen en sık yan etkilerden birisi ince bağırsaktan oluşturulan ve depolama görevi üstlenen rezervuarın (poşun) iltihaplanmasıdır. Kısaca poşit diye tanımlanan bu durum hastaların %30’unda görülmektedir. İshal, karın bölgesinde kramp şeklinde ağrı, dışkılama sıklığında artış, ateş ve dışkılama dürtüsü en belirgin semptomlarıdır. Sıklıkla ilaç (antibiyotik) tedavisi ile düzelir. Ameliyat sonrası diğer bir yan etki (komplikasyon) ise bağırsak tıkanıklığıdır. Sıklıkla karın içi yapışıklıklara bağlı olarak gelişir. Bağırsak tıkanıklığı bulantı, kusma ve karın bölgesinde ağrıya neden olur. Belli bir süre bağırsağın dinlendirilmesi ile sorun çözülebileceği gibi bazı hastalarda da tıkanıklığın tekrar bir ameliyat ile açılması gerekebilir. Bazı hastalarda dışkı kontrol sorunları gözlenebilir. Bu durum gaz tutamama veya iç çamaşırın lekelenme tarzında kirlenmesi şeklinde olabilir. Ülseratif kolit hastalarındaki yara iyileşme sorunları nedeni ile ince bağırsağın makata bağlanma yerindeki dikiş hattında (anastomoz) sorunlar olabilir. Dikişler tam iyileşmezse anastomoz hattında sızıntı olabilir. Bu durum karın zarı iltihabına (peritonit) neden olabilir. Tedavisi için tekrar ameliyat gerekebilir. Bunların dışında nadiren görülebilen başka yan etkilerde olabilir. Bunların ameliyat öncesi doktorunuz ile detaylı konuşulmasında yarar vardır. Unutulmamalıdır ki ilaç tedavisinin de ameliyat kadar ciddi yan etkileri olabilmektedir. Özellikle bağışıklık sistemini baskılayan ilaçların hayati organlar üzerinde birçok olumsuz etkileri bulunmaktadır. Ameliyat tedavisi ile ülseratif kolit hastalığı tam şifa ile sonuçlanırken, ilaç tedavisi sadece belirti ve bulguları baskılar, hastalığı tam iyileştirmez.

Ameliyat tercihi yapılmadan önce hastalara tüm bu bilgilerin verilmesi gerekir. Buna göre hasta ile beraber uygun tedavi yöntemi belirlenebilir.

Çocuklarda Ve Ergenlik Çağında Ülseratif Kolit Hastalığı

İnflamatuvar (iltihabi) bağırsak hastalığı, çocuklarda ve ergenlik döneminde büyümeyi engelleyebilir. Ergenliğe geçiş dönemi gecikebilir. Bu durum bağırsaktaki inflamasyonun tedavi edilmesi ile düzelir.

Çocukluk ve ergenlik çağında, hastalığın sistemik (ekstraintestinal) bulguları bağırsak bulgularından daha ön planda olabilir. Bu nedenle çocukluk döneminde gelişme geriliği olan kişilerdeki yorgunluk, halsizlik, güçsüzlük, iştahsızlık, ateş, kilo alamama şikayetleri akla iltihabi bağırsak hastalığını getirmelidir.

İltihabi bağırsak hastalığı olan çocukların anne ve babaları, çocuklarının hasta olmasında kendilerini hatalı görürler. Anne-babaya ait hiçbir davranış ve psikososyal sorun çocuklarında bu hastalığın gelişimine neden olmaz. Anne-baba açısından en önemli nokta çocuğun gelişme geriliğinin, erken dönemde fark edilmesi, doktora başvurarak, buna bağlı önlemlerin alınmasıdır.

Diğer önemli bir nokta, hastalık hakkında çocuğun bilgilendirilmesidir. Ona, hastalığın tüm seyri ve tüm komplikasyonları detayları ile anlatılmadan, hastalık hakkında bilgi aktarılabilir. Çocuğun hastalık hakkında soru sorması desteklenmeli ve aklındaki belirsizlikler giderilmelidir. Okul eğitimi ve çevresindeki sorunlar, çocuk ile konuşulmalı ve ortak karar alınmalıdır.

Ülseratif Kolit Ve Gebelik

Ülseratif koliti (ÜK) olan kadınlar hamile kalabilme (fertilite) bakımından genel popülasyonla aynı şansa sahiptirler. Ülseratif koliti (ÜK) aktif veya iyileşme durumunda olan kadınlarda hastalık hamile kalmayı etkilememektedir. Hastaların gebelik öncesinde iyileşme haline sokulması ve gebelik süresince de iyileşme halinin sürdürülmesi en uygun tedavi yaklaşımıdır. Bu nedenle hastaların gerek tedavi planını yapan gastroenteroloji gerekse kadın doğum doktorları ile yakın ilişkide olmaları gerekir. Gebelik öncesinde medikal tedavi ile iyileşme halinde olan hastalarda gebelik süresince bu durumun sürdürülmesi için gerekli olan en düşük dozda tedavi sürdürülmelidir. Gebelik sırasında yarı yarıya hastalık alevlenebilir, ya da iyileşebilir. Bazı hastalarda doğumu takiben birkaç hafta içinde alevlenme olabilir.

Bağışıklık sistemini etkileyen Azothioprine tedavisi almakta olan hastalar gebe kalmaktan kaçınmalıdır. Bunun için doğum kontrol yöntemleri kullanılabilir. Bu ilaçların hastalık üzerine kötü etkisi yoktur. Sulfasalazine, mesalazine gibi ilaçlar gebelik sırasında, emniyetle kullanılabilir. Gebelik sırasında hastalığın alevlenmesi halinde lavman yolu ile veya ağızdan kortizon kullanmak gerekebilir. Kortizonun anne karnındaki bebeğe zararlı etkisi gösterilmemiştir. Bununla birlikte yüksek dozda kortizon hapları almakta olan hastaların bebeğini emzirmemesi önerilir. Hastaya hamile kalmadan önce hastalığının aktif olmayan dönemde olmasının gerektiği anlatılmalıdır.

Ameliyat ile tedavi düşünülen hastalarda ameliyatın mümkünse gebe kalınmadan önce (tercihen en az 1 yıl önce) yapılmalıdır.

Ülseratif Kolit ve Yaşam

Ülseratif kolit hastalığı, ömür boyu süren, zaman zaman alevlenme gösteren bir rahatsızlıktır. Bu nedenle hastalar, şikayetlerini baskılamak için çok sayıda ilaç almak zorundadır. Gerek hastalık belirtileri, gerekse her gün alınması gereken ve yan etkileri olan ilaç tedavisi, yaşam kalitesini bozmaktadır. Bu nedenle ülseratif kolit hastalığının sadece kalın bağırsağı tutan ve ameliyat ile tamamen ortadan kaldırılabilen bir hastalık olduğu unutulmamalıdır.

Tedavi ile bulguları kontrol altına alınan hastalar, eski yaşamlarına dönerler. Hastalar, uzun süren tedavi ve hastanede yatmalarına karşın genelde işlerine devam eder, evlenir, yaşam kurar ve aile hayatlarına başarı ile sürdürebilirler.

Ender olarak bazı hastalar, uzun süren, devamlı tedavi ve doktor kontrolü gerektiren iltihabi bağırsak hastalığı nedeni ile ruhsal problemler gösterebilir. Bu ruhsal problemlerin hastalığın bir nedeni değil, sonucunda geliştiği unutulmamalıdır. Çocuk hastalarda bu ruhsal problemler ve huzursuzluk (anksiyete) daha belirgin olabilir. Bu nedenle psikolojik destek alınabilir.

Ülseratif Kolit Hastalığında Hatırlanması Gerekenler Ülseratif kolit, kalın bağırsağın iç yüzeyini döşeyen tabakanın (kolon mukozası) hastalığıdır. Crohn hastalığı ile birlikte inflamatuar barsak hastalıkları grubunu oluşturular. Ülseratif kolit hastalığının belirti ve bulguları ilaç tedavisi ile çoğunlukla kontrol altına alınabilir. Fakat tam şifa ilaç tedavisi ile sağlanamaz. Bazı hastalarda kalın bağırsağın ameliyatla alınması gerekebilir. Kalın bağırsağın tümünün alınması ile hastalıkta tam şifa sağlanabilir. On seneden fazla süren ülseratif kolit hastalığında kanser gelişme riski vardır. Bu nedenle hastaların kolonoskopi ile takip edilmeleri gereklidir. Gerek ülseratif kolit gerek Crohn hastalığı bazı ailelerde sık görülür. Hastaların %20 kadarında birinci derece akrabaları da hastalıktan etkilenir. Buna karşın günümüze kadar belirlenmiş genetik bir geçiş yoktur. Ülseratif kolit hastalığı, ömür boyu süren, zaman zaman alevlenme gösteren bir rahatsızlıktır. Bu nedenle hastalar, şikayetlerini baskılamak için çok sayıda ilaç almak zorundadır. Gerek hastalık belirtileri, gerekse her gün alınması gereken ve yan etkileri olan ilaç tedavisi, yaşam kalitesini bozmaktadır. Bu nedenle ülseratif kolit hastalığının sadece kalın bağırsağı tutan ve ameliyat ile tamamen ortadan kaldırılabilen bir hastalık olduğu unutulmamalıdır. İnflamatuar barsak hastalıklarında, diğer hastalıklardan farklı olarak genelleştirilmiş bir diyet yoktur. Her hasta farklıdır ve kurallar her hasta için ayrı belirlenmelidir. Ülseratif koliti (ÜK) olan kadınlar hamile kalabilme (fertilite) bakımından genel popülasyonla aynı şansa sahiptirler. Tedavi ile bulguları kontrol altına alınan hastalar, eski yaşamlarına dönerler Hastalar, uzun süren tedavi ve hastanede yatmalarına karşın genelde işlerine devam eder, evlenir, yaşam kurar ve aile hayatlarını başarı ile sürdürebilirler. "
Sarılmış apandisit nedir?

Sarılmış apandisit nedir?

SARILMIŞ APANDİSİT (PLASTRON APANDİSİT)

Bazı apandisit hastalarında apandisit iltihabı ilerleyip delinme-patlama aşamasına doğru giderken karın içi örtü tabakası (omentum) ve çevre organlar apandisi sararak enfeksiyonu sınırlamaya çalışır. Sonuçta karın sağ alt tarafta bir sertlik ve kitle oluşturur. Buna plastron denir.

Eğer beraberinde apse ve çürüme yoksa bu kitle varken ameliyat yapılmaz. Ateş ve beyaz küre (WBC) yüksekliği takip edilir. Hasta bir süre hastanede sonra ayaktan izleme alınır. Plastronun yumuşayıp dağılması haftalar alabilir. Ameliyat genellikle kitlenin yumuşayıp çözüldüğü 6-8 hafta sonrasına bırakılır.

« APANDİSİTTE TAHLİLLER-TETKİKLER AMELİYATTAN ÖNCE HANGİ HAZIRLIKLAR YAPILMALIDIR? » "
Crohn Hastalığı | Crohn | Crohn Tedavisi

Crohn Hastalığı | Crohn | Crohn Tedavisi

Crohn Hastalığı

İltihabi bağırsak hastalığı, sindirim kanalında görülen, sıklıkla uzun süreli devam eden (kronik seyirli) bir hastalıktır. Bu hastalığın seyri sırasında sindirim kanalının iç yüzeyini örten tabakada hastalığın şiddetine bağlı olarak bazı değişiklikler oluşur. Bu değişikliklerin nedeni iltihabi reaksiyondur (inflamasyondur). Bu iltihabi reaksiyon sıklıkla bağırsak iç yüzeyinde meydana gelir ve bağırsak iç yüzeyini örten tabakada (mukoza) ülser, şişme, yaralanma, kanama ve tahriş ile seyreder.

Ana hatları ile iltihabi bağırsak hastalığının Ülseratif Kolit ve Crohn Hastalığı olmak üzere iki farklı tipi bulunur. Buna ek olarak, iltihabi bağırsak hastalığının tam olarak Ülseratif Kolit veya Crohn Hastalığına benzemeyen, arada kalan, tam belirlenemeyen bir tipi daha vardır.

Bu bölümde Crohn Hastalığından bahsedilecektir.

Crohn Hastalığı Nedir?

Crohn hastalığı sindirim kanalını tutan kronik inflamatuvar (iltihabi) bir hastalıktır. Ağızdan makata (anüse) kadar sindirim sisteminin tüm bölümlerini tutabilmesine karşın sıklıkla ince bağırsağın son kısımlarını ve (veya) kalın bağırsağı tutar.

Crohn Hastalığının Tutulum Yerleri ve Görülme Sıklıkları

Crohn hastalığı, sıklıkla ülseratif kolit ile karışır. Fakat bu iki hastalığı birbirinden ayıran iki önemli özellik vardır.

Ülseratif kolit hastalığı sadece kalın bağırsakta (kolon ve rektum) görülürken, Crohn hastalığı ağızdan makattan (anüse) kadar her bölgede oluşabilir. Ülseratif kolit hastalığında sadece kalın bağırsağın (kolon ve rektum) içini örten yüzeysel tabaka (mukoza ve submukoza) hasta iken, Crohn hastalığında sadece yüzeysel tabakası değil, bağırsağın tüm katları hastadır.

Crohn Hastalığında Bağırsak Tutulumu

Crohn hastalığı, kronik (uzun süre devam edebilen - süreğen) bir hastalıktır. Hastalık yaşam boyu zaman zaman alevlenmeler ve sakin dönemler halinde seyredebilir. Bazı hastalarda hastalığın yatıştığı zamanlar çok uzundur ve belirti vermeden yıllarca sürebilir. Hangi hastada ani alevlenmelerin başlayacağını, bulgu ve belirtilerin (semptomların) kaybolacağını tespit etmek mümkün değildir.

Hastalığın ruhsal stres veya mutsuz geçen bir çocukluk çağı sonucu geliştiği inancı kabul edilmemektedir. Herhangi bir gıda türü ile meydana gelmez.

Crohn Hastalığından Kimler Etkilenir?

Her yaş grubunda olmasına rağmen, sıklıkla 16-40 yaş arasında görülür. Kuzey Avrupa ve kuzey Amerika ikliminde yaşayanlarda sık görülür. Kadınları ve erkekleri eşit etkiler. Ailesel yatkınlık (kalıtsal) olabilir.

Crohn hastalığı, diğer bir iltihabi bağırsak (barsak) hastalığı olan ülseratif kolit hastalığına çok benzer özellikler gösterir. Bazen bu iki hastalığın ayırımını yapmak zor olabilir. Ülkemizde her iki hastalık da az oranda gözlenir. Fakat batı toplumlarında, örneğin A.B.D.’de yaklaşık 2 milyon kişi bu hastalıklardan etkilenmektedir.

Crohn Hastalığı Sindirim Kanalının Hangi Bölgelerini Etkiler?

Crohn hastalığı sindirim kanalında ağızdan makata kadar herhangi bir bölgeyi tutabilir. Sıklıkla ince bağırsak ile kalın bağırsağın birleşim yerini etkiler. Bu bölgeye ileoçekal bölge adı verilir ve bu bölge sindirilmiş besinlerin kalın bağırsağa geçiş noktası olan çekumu da içermektedir.

Hastanın şikayetleri hastalığın görüldüğü yere göre değişmektedir. Genellikle hastalığın görüldüğü organlar,

İnce Bağırsak Kalın Bağırsak Makat Bölgesi Yemek Borusu Mide

Buna ek olarak hastalık sindirim kanalı dışındaki organları da etkileyebilir.

Crohn Hastalığının Belirtileri Nelerdir?

Sindirim kanalının bağırsakların herhangi bir parçasını tutabilmesi nedeniyle semptomlar (belirtiler), tuttuğu bölgeye göre değişebilir. En sık belirtiler, kramp tarzında karın ağrısı, ishal, ateş, kilo kaybı, halsizlik, güçsüzlük ve şişkinlik hissidir. Çocuklarda gelişme geriliği ile karşımıza çıkabilir. Bu belirtilerin hepsi her hastada görülmeyebilir. Diğer belirtiler makat bölgesinde (anüste) ağrı ve akıntı, deride yaralar, makat bölgesinde (kalın bağırsağın son kısmı) apseler, makat bölgesinde çatlak (fissürler) ve eklem ağrısıdır. Bunun haricinde az sayıda hastada üveit şeklinde göz tutulumu ya da sklerozan kolanjit adı verilen ve safra yolları tutulumu gibi tablolar ortaya çıkabilir.

Crohn Hastalığının Klinik Bulgu ve Belirtileri Karın ağrıları, kramplar Diyare (ishal) Ateş Kilo kaybı Şişkinlik Anal (makat bölgesinde) ağrı, akıntı Deride yaralar Makat (kalın bağısağın son kısmı) apsesi Makatta çatlak (Anal fissür) Eklem ağrıları Safra yolları hastalığı - sarılık

Crohn Hastalığı Hangi Organ Ve Dokuları Tutar?

Crohn hastalığının seyri sırasında, hastalığa bağlı olarak gelişen sadece sindirim kanalını ilgilendiren sorunlar gelişebildiği gibi sindirim kanalı dışındaki organları içeren sorunlar da gelişebilir. Hastalığa ait bulgular sadece sindirim - bağırsak kanalını ilgilendiriyorsa lokal (bölgesel), bağırsak kanalı dışında diğer organları veya tüm vücudu ilgilendiriyorsa sistemik (bağırsak dışı tutulum - ekstraintestinal) bulgular denir.

Crohn Hastalığının Sindirim Kanalındaki Etkileri (Bölgesel Belirtiler)

Derin ülserlerden meydana gelen ciddi kanamalar, bağırsak delinmesi, bağırsağın genişlemesi (toksik megakolon, toksik dilatasyon) gerek ülseratif kolit gerekse Crohn Hastalığında görülen en belirgin bölgesel (lokal) belirtilerdir.

Sindirim kanalında görülen bu belirtilerden (lokal komplikasyonlardan) en ciddi olanı toksik megakolondur. Karında, ani olarak gelişen ileri derecede şişme, ateş, kabızlık ve genel durum bozukluğu bu belirtinin habercisidir. İnflamasyonun tüm kalın bağırsak duvarını tutması sonucu, kalın bağırsak incelir ve genişler. Her an delinebilir. Bu nedenle acil cerrahi girişim gerekebilir.

Bunlara ek olarak Crohn hastalığına özgü iki önemli bölgesel tutulum daha vardır,

Crohn hastalığın seyri sırasında en sık görülen sorunlardan biri bağırsak (barsak) tıkanıklığıdır (obstrüksiyon). Bağırsak duvarındaki kalınlaşma ve ödeme bağlı olarak sindirim kanalı tıkanabilir. Hastalıkta oluşabilecek diğer önemli sorun ise “tam kat hasta” olan bağırsak duvarının komşu organları etkilemesi ve sonunda komşu organla bağırsak arasında anormal birleşmelerin (kanalların) oluşmasıdır. Bunlara fistül denir. En sık görüleni, komşu sağlam bağırsak dokusu, idrar torbası, rahim arasında oluşan fistüllerdir. Bu fistüllerin etrafında abseler oluşabilir. Bu tip fistüller ve abse gelişimi, makat etrafında da olabilir. Crohn Hastalığının Bağırsak Dışı Tutulumu Ekstraintestinal - Sistemik Belirti ve Bulgular

Bağırsaklarda gelişen inflamatuvar olaylar sonucu salgılanan maddeler uzak organları da etkiler. Buna bağlı olarak ateş, kilo kaybı, güçsüzlük ve iştah azalması gibi belirti ve bulgular gelişebilir. Ek olarak düşük oranda da olsa bazı hastalarda eklem, deri, göz ve karaciğer rahatsızlıkları gözlenir.

Bunlar kısaca aşağıda anlatılmıştır,

Eklem Bulguları

Sıklıkla distal (uç) eklemlerde inflamasyona (eklem iltihabına) neden olur. Parmaklardaki küçük eklemler, el, ayak, bilek ve dizler en fazla etkilenir. Bazı hastalarda omurganın alt bölümü ve leğen kemiği eklemleri (sakroiliak eklem) etkilenir. Omurgadaki eklem aralıklarını etkileyen ve daha şiddetli seyreden şekline ankilozan spondilit denir. Eklemlerdeki değişiklikler, Romatoid artiritte olduğu gibi çok fazla değildir. Ankilozan spondilit dışındaki eklem bulguları, bağırsaktaki inflamasyon düzelince iyileşirler.

Deri Bulguları

Deri altında şişlikler gelişebilir. Bunlar deride kırmızı renkte ve üzerine basmakla hassas nodüllerdir. Eritema nodosum denilen bu deri bulguları sıklıkla ayak bileklerinde veya diz altında yerleşir.

Diğer bir deri bulgusu, piyoderma gangrenosumdur. Derin ülserlerle karakterli, cerahatli deri yaralarıdır. Bu da aynı bölgelerde yerleşir.

Üçüncü deri bulgusu, ağızda yerleşen, aftöz stomatit denilen, ağrılı yüzeyel ülserlerdir. Sıklıkla alt dudak ve diş etleri arasında, dilin her iki yanında ve dil kökünde yerleşir.

Her üç deri bulgusu, bağırsaktaki hastalık iyileşince düzelir.

Göz Bulguları

Hastaların bir kısmı, gözde görülen ağrılı bir inflamasyon (iltihab) olan üveitten şikayetçidir. Bağırsak bulguları düzelince bu da düzelir.

Karaciğer Bulguları

Karaciğer ve safra yollarına iltihabi değişiklikler (inflamasyon) gelişebilir. Bunlardan karaciğerde gözlenen inflamasyon, bağırsak inflamasyonu ile birlikte düzelirken, safra yollarını etkileyen sklerozan kolanjit düzelmez. Nadiren safra yolları kanseri gelişebilir.

Crohn Hastalığının Ülseratif Kolitten Farkı Nedir?

Crohn hastalığı, sıklıkla ülseratif kolit ile karışır. Ülseratif kolit hastalığında sadece kalın bağırsağın (kolon ve rektum) içini örten yüzeysel tabaka (mukoza ve submukoza) hastadır. Crohn hastalığı ise, ağızdan makata (anüse) kadar sindirim kanalının herhangi bir yerinde olabilir. Ülseratif kolitin aksine Crohn hastalığında hastalığın görüldüğü bağırsak kısmında bağırsak duvarının sadece yüzeysel tabakası değil, tüm kat olarak hepsi hastadır.

Buna ek olarak Crohn Hastalığında,

Karın ağrısı, ateş, kilo kaybı ve halsizlik Çeşitli organlar (bağırsak–idrar torbası, rahim, vajina) ve/veya deri arasında fistül gelişimi İnce veya kalın bağırsak tıkanıklığı Karın içinde apse ve veya iltihabi kitle (flegmon) oluşumu Kalın bağırsaktaki inflamasyonun asimetrik dağılım göstermesi (aynı anda birden fazla bölgeyi tutabilir. Ör: hem ince bağırsak hem de makat tutulumu olabilir) Alınan parçalarda (biyopsilerde) granülomların (iltihabi lezyonlar) gözlenmesi Makat (perianal) etrafında iltihap - apse – fistül gelişimi İnce bağırsak hastalığı veya ameliyatları nedeni ile besin maddelerinden yeterince faydalanılamaması (malabsorpsiyon)

Yukarıdaki bulgular ülseratif kolit hastalığının seyri sırasında pek gözlenmez, Bu da ayırıcı tanı için önemlidir.

Bunlara ek olarak Crohn hastalığında böbrek taşları (ürik asit veya kalsiyum oksalat), safra kesesi taşları ve amiloidoz (vücut dokularında nişasta benzeri madde birikmesi) olabilir.

Normal Crohn Ülseratif Kolit İltihabi Bağırsak Hastalıkları Kalıtsal Mıdır?

Gerek ülseratif kolit, gerek Crohn hastalığı bazı ailelerde sıkça görülür. Hastaların birinci derece akrabalarında hastalığa %20 oranında rastlanabilmektedir. Buna karşın, günümüze kadar genetik bir geçiş olduğu gösterilememiştir.

Anne veya babasından birisinde inflamatuvar barsak hastalığı olan çocuklardaki risk % 1-7, Anne ve babasının her ikisinde de inflamatuvar barsak hastalığı olan çocuklardaki risk % 36'ya kadar çıkabilir, Bir kardeşinde inflamatuvar barsak hastalığı olan çocuklardaki risk % 2-6, Bir çocuğunda inflamatuvar barsak hastalığı olan anne veya babadaki risk % 1-5'tir. Crohn Hastalığında Tanı Nasıl Konulur?

Doktor, klinik bulgu ve belirtileri olan hastaların ayrıntılı hastalık öyküsü ve muayenesi ile birlikte bazı testlerin yapılmasını ister. Bunlar, kan, idrar ve dışkı tahlilleri ve bağırsağın radyolojik ve endoskopik incelemeleridir.

Kan örnekleri ile kan kaybı olup olmadığı değerlendirilebileceği gibi akyuvar denilen beyaz kan hücrelerindeki (vücudumuzun savunma hücrelerindeki) artış, iltihabi bir durumu gösterir. Buna ek olarak, kan tetkiki ile hastalığın diğer organlar üzerine olan etkileri de incelenebilir. Dışkı (büyük abdest) tahlili ile kan kaybının yeri, bakteri ve diğer parazitler araştırılır.

Hastadaki belirtiler crohn hastalığını düşündürüyorsa kalın bağırsağın içini örten tabakanın (mukoza) incelenmesi gerekir. Makattan (anüsten) yerleştirilen özel bir cihaz ile [fleksibıl tüp (kolonoskopi, endoskopik inceleme)] doktor, kalın bağırsağı ve rektumun içini örten tabakayı direkt olarak görebilir ve bu sırada, mikroskop altında incelemek üzere hastalığın olduğu bölgeden örnek alabilir (biyopsi). Bu inceleme ile iltihabi barsak hastalığı ile benzer belirti ve bulguları olan diğer etkenler saptanabilir. Bakınız Kolonoskopi

Crohn Hastalığında Endoskopi Görüntüleri

Hastalığın sindirim sistemindeki yaygınlığını tespit için radyolojik görüntüleme yöntemleri kullanılabilir. Bu amaçla mide ve bağırsak filmleri çekilir.

Crohn Tedavisi - Crohn Hastalığında Tedavi

Hastaların, Crohn hastalığının tam tedavisinin yani küratif bir tedavinin mümkün olmadığını bilmeleri gerekir. Hastalığın kesin tedavisi olmadığı için hastalığın şiddetine, belirti ve bulgularına göre tedavi düzenlenir.

Tedavinin amacı hastanın şikayetlerini azaltmaktır. Hastanın ağrısını geçirmek, beslenmesini düzenlemek, hastalığı daha da ağırlaştırabilecek problemlerden uzak durmasını sağlamak gibi destek tedavileri çok önemlidir.

Bu nedenle sağlıklı gıda tüketimi, yeterli uyku, stresten uzak yaşam biçimine özen gösterme, az az sık sık yemek yenilmesi, sigara ve alkol tüketilmemesi çok önemlidir. Bunlara ek olarak doktorunuz hastalığın belirti ve bulgularını kontrol altına almak için ilaç yazabilir. Bazı vakalarda ameliyat ile hastalıklı bağırsak bölgesine müdahale etmek gerekebilir.

Crohn Hastalığında İlaç Tedavisi

İlaçlar ile hastalığın bulguları kontrol altına alınabilir veya hastalığın şiddeti azaltılabilir. Günümüzde hastalığı tam olarak tedavi eden bir ilaç tedavisi henüz bulunamamıştır.

Tedavide kalın bağırsak mukozasındaki inflamasyonu (iltihabı) baskılayan ilaçlar kullanılır. Hastalığın şiddetine göre tek veya birçok ilaç bir arada tercih edilebilir. Bu ilaçların uzun süre kullanımı gerekebilir. Sulfasalazin, 5-aminosalisilik asit bunlardan bazılarıdır. Genellikle hafif ya da orta dereceli vakalarda hastalar sulfasalazin ile tedavi edilir. Bu ilacın uzun süreli kullanımı da gerekebilir veya diğer ilaçlarla beraber kullanılabilir. Bulantı, kusma, kilo kaybı, ishal gibi yan etkiler görülebilir. Sulfasalazinin yan etkilerinin görüldüğü vakalarda sulfasalazinin benzeri olan 5-aminosalisilik asit tercih edilebilir.

Hastalığın şiddetlendiği dönemlerde, steroid (prednizolon) tedavisinden yararlanılır. Yan etkileri nedeni ile çok dikkatli kullanılmalıdır. Hastalığın alevlenme dönemlerinde ilaçların dozu artırılır.

Üçüncü grup ilaç, bağışıklık sistemine (immun) etkili ilaçlardır. İmmunosupresif veya immunmodülatörler de denilen ilaçlar bağışıklık sistemini baskılayarak hastalığı kontrol altına alırlar. Azotiyopirin, 6- mercaptopurine, siklosporin ve methotreksat bu grup ilaçlardır. Bağışıklık sistemini kuvvetli baskıladıkları için ciddi yan etkilere neden olabilirler. Bunlarla tedaviye başlarken dikkatli karar vermek gerekir.

Bir diğer grup ilaç ise biyolojik tedavi edici ilaçlardır. Biyolojik tedaviler vucuttaki iltihabı (inflamasyonu) engelleyen (bloke eden) proteinlerdir. Biyolojik tedavi olarak Anti-TNF ilaçları kullanılmaktadır. İnflamasyon nedeni ile hastalıklı dokulardan salınan tümör nekroz edici faktör (TNF) belirti ve bulgularının şiddetlenmesinden sorumludur. Anti- TNF ilaçları bu şiddetlenmeleri ortadan kaldırmaktadır. Bu nedenle son yıllarda anti- TNF ilaçları, bulguları bastırmak amacı ile kullanılmaktadır.

Bazı durumlarda, örneğin makat etrafındaki abse ve fistüllerin tedavisinde antibiyotiklerin eklenmesi (Metronidazol türevleri) yararlı olabilir.

Şiddetli vakalarda ilaç tedavisine ek olarak bağırsakları istirahate almak gerekir. Bu tip vakalarda tedavi hastanede yatarken planlanmalıdır. Hastalara özel sindirimi kolay diyet ( elemental diet) veya damardan serum ile besin maddeleri verilir.

Bir veya daha fazla ilaçla yapılan tedavi ile hastalığın belirtileri ortadan kaldırılabilir ve hasta rahatlatılabilir. Tedavideki ana amaç, beslenme bozukluklarının giderilmesi, inflamasyonun (iltihabın), karın ağrısının, diyarenin (ishalin) ve kanamanın önlenmesidir.

İlaç Tedavisinin Yan Etkileri Nelerdir?

Kullanılan tüm ilaçların belli oranlarda yan etkileri vardır.

Sülfasalazin, ender olarak bulantı, baş ağrısı, kansızlık, deri döküntüleri ve ishale neden olur. Yan etkileri azaltmak için başlangıçta küçük dozlar verilmelidir. Yan etkilerin şiddetine göre doktor tarafından doz ayarlaması veya ilaç değişikliği yapılabilir.

Tedavide sıkça kullanılan diğer bir ilaç steroidlerdir. Steroid kullanımı ile yüzde genişleme (ay dede yüzü), sivilce gelişimi, iştah artması, kilo artışı gözlenebilir. Kemiklerden kalsiyum kaybına bağlı, kemik dokuda zayıflamaya neden olur. Hastalarda şeker hastalığı gelişimi ve kan basıncında yükselme olabilir. Bu nedenle dikkatli takip edilmelidir. Uzun süreli steroid kullananlarda düzenli göz kontrolleri yapılmalı, katarakt (perde inmesi) ve glokom (göz tansiyonu) gelişimi açısından takip edilmelidir. Steroidler hastanın enfeksiyonlara (mikrobik hastalıklar) karşı duyarlılığını da arttırır. Yine uzun süreli kullanımlar hastanın psikolojik dengesini de bozabilir. Tüm bu yan etkiler steroidlerin kesilmesi ile geçer.

Steroidlerin uzun süre kullanılması ile böbrek üstü bezleri (adrenal bez) baskılanır. Bu nedenle vücutta normalde salgılanan hayati öneme sahip olan steroidler gerekli durumlarda ihtiyaç duyulan miktarlarda salgılanamaz. Bu nedenle steroidleri kullanırken ve ilacı keserken çok dikkatli olunmalıdır. Steroidler doktor kontrolünde zaman içinde doz azaltılarak kesilmelidir.

Bağışıklık sistemini baskılayan immunmodülatörlerin (Azotiyopirin, 6- mercaptopurine, siklosporin ve methotreksat) ciddi yan etkileri vardır. Bunlar arasında kan hücrelerinde baskılanma, pankreas (pankreatit) ve karaciğer (hepatit) iltihabı, böbrek hasarı, sinir hücrelerinde iletim bozukluğu sayılabilir.

Vücuttaki iltihabı engelleyen biyolojik ajanlar (anti-TNF) kullanılmaya başlanmadan önce ayırıcı tanı yapılması önemlidir. Ayırıcı tanı yapılmadan tedaviye başlanırsa tedavide vücudun diğer enfeksiyonlara karşı savunması azalacağından, altta yatan başka bir enfeksiyon klinik olarak daha da kötüye gidebilecektir. Bu durum hayati tehlike taşıyan bir duruma dönüşebilir. Diğer yan etkileri mide bulantısı, mide ağrısı ve döküntüdür.

Crohn Hastalığında Cerrahi Tedavi - Crohn Hastalığı Ameliyat Tedavisi

Crohn hastalığı bulunan kişilerin yaklaşık %70'inde yaşamlarının bir döneminde ameliyat olmaları gerekecektir. Şimdi Crohn hastalığının seyri sırasında hangi durumlarda ameliyat gerektiği anlatılacaktır.

İlaç Tedavisine Yanıt Olmaması - İlaçların Ciddi Yan Etkileri Olması

İlaçlar ile hastalığın bulguları kontrol altına alınabilir veya azaltılabilir. Fakat hastalığı tam olarak tedavi edemez. İshal, ağrı, iştahsızlık, kilo kaybı devam edebilir. Cerrahi tedavinin asıl amacı, hastalığın sindirim kanalı içindeki ciddi yan tutulum yerlerini çıkartmak ve böylece bu tutulum yerlerine ait şikayetleri azaltmaktır. Hastalıklı bölge ameliyat ile çıkarıldıktan sonra hastanın yüksek dozda kullandığı ve bağışıklık sistemi üzerine olumsuz etkileri olan ilaçları da azaltması hatta bu ilaçlardan kurtulması, cerrahi tedavi ile mümkün olur.

Bağırsakta Darlık Oluşması

İltihap, bağırsak (barsak) içinde gıda ve gıda artıklarının geçişini engelleyebilecek kadar daralmaya yol açabilir. Bağırsağın daralması (striktür) besinlerin buradan geçmesini zorlaştırabilir. Bağırsak duvarı kasları besinleri ilerletmek için zorlandıkça ağrı da ortaya çıkar. Daralma ve tıkanmanın tedavisi için cerrahi şarttır ve kullanılabilecek çeşitli yöntemler vardır. Daralmış olan ince bağırsak bölümünü (striktür) genişletmek için bir ameliyat yapılabilir. (striktüroplasti)

Abse ve Fistül Gelişimi

Crohn hastalığı bulunan kişilerin yaklaşık %30'unda fistüller (bağırsakta anormal bağlantılar) ve apseler (iltihapla - cerahat ile dolu yaralar) gelişmektedir. Fistüller genellikle bir apseden sonra gelişmektedir ve bir kanalla bağırsağın diğer bir kısmı ya da bir başka organ (örn. mesane, vajina) ile bağlantı oluşturmaktadır. Erişkin Crohn hastalarının %25 inde, apse ve/veya fistül oluşumu vardır.

Apse karın içine açılırsa iltihap karın zarı içine yayılır ve mikroplar tüm vücudu etkiler. Ani başlayan karın ağrısı, ateş ve şok bulguları gözlenir. Acil olarak ameliyat edilmesi gerekir.

Buna ek olarak makat bölgesinde de apse ve fistül gelişimi Crohn hastalığının seyrinde sıklıkla oluşabilir. Bu bölgedeki apse ve fistüllerin tedavisi için de ameliyat gerekebilir.

Çocuklarda Büyümenin Yavaşlaması

Besinlerin emilimindeki bozukluk ve kortizonlu ilaçlar çocuklarda ve gençlerde büyümenin yavaş olmasına ve ergenliğin gecikebilmesine neden olabilirler. Bu durumda hastalıklı bağırsağın çıkartılması gerekebilir.

Kanser Gelişimi

Crohn hastalığının seyri sırasında bazen kalın bağırsağın iç yüzeyini örten tabakada (mukozasında) kanser başlangıcı olabilmektedir. On yıldan uzun süre yaygın inflamasyonu olan hastalarda kolon kanseri riski artmaktadır. Bu nedenle hastaların takibi önemlidir.

Hastalığın şiddetinin ve yaygınlığının (inflamasyon derecesinin) kontrol edilmesi için yapılan kolonoskopi sırasında, hastalar kanserin erken belirtileri yönünden de taranabilirler. Gerekli görülürse doku parçaları (biyopsi) alınabilir. Eğer tahlil sonucuna göre (patoloji sonucu) hücrelerin yapısında kansere doğru değişim görülüyorsa hastalıklı bölgenin çıkartılmasına yönelik bir ameliyat önerilecektir.

Acil Sorunlar

Crohn hastalığının seyrinde ender olarak acil ameliyat gerekebilir.

Acil cerrahinin gerekli olduğu dört durum şunlardır,

Kontrol altına alınamayan bağırsak kanaması Bağırsak delinmesi - perforasyon ve karın zarı iltihabı olması (peritonit) Kalın bağırsağın ani genişlemesi (dilatasyon) ve bağırsak hareketlerinin durması - Toksik megakolon Bağırsak tıkanması ve hastanın gaz ve dışkı çıkartmasının engellenmesi. Crohn Hastalığında Yapılan Ameliyat Çeşitleri Striktüroplasti

Bağırsak daralması (striktür) besinlerin buradan geçmesini zorlaştırabilir. Bağırsak kasları, besinleri ilerletmek ve önündeki darlığı geçmek için zorlandıkça ağrı da ortaya çıkar. Daralma ve tıkanmanın tedavisi için cerrahi şarttır ve kullanılabilecek çeşitli yöntemler vardır.

Daralmış olan ince bağırsak bölümünü (striktür) genişletmek için bir ameliyat yapılabilir (striktüroplasti). Bu ameliyatın avantajı bağırsağı kesip çıkartmadan darlığın giderilmesine olanak verilmesidir. Böylece bağırsak kaybı olmaz. Ek olarak bağırsakta birden fazla yerde darlık varsa bu işlem aynı anda birden çok yerde uygulanabilir. Fakat bu ameliyat tipi her hasta için uygun olmayabilir.

Rezeksiyon

Ameliyat sırasında hastalıklı bağırsak bölümünün dar kapsamlı olarak çıkartılması en sık uygulanan işlemdir. Buna rezeksiyon denir. Rezeksiyon sonrasında geride kalan iki bağırsak ucunun birbirine dikilmesi ile bağırsak devamlılığının sağlanmasına da anastomoz denir.

Crohn hastalığının tuttuğu bölüme göre yapılan rezeksiyon ve anastomozuna özel isimler verilir.

İleo-Çekal Rezeksiyon

Crohn hastalığında hem terminal ileumun hem de çekumun hastalanması oldukça sıktır. İnflamasyon ağırsa ve tedaviye dirençli ise bağırsağın hastalıklı kısmını çıkartmak gerekli olabilir. İnce bağırsağın son kısmı (terminal ileum) ve kalın bağırsağın başlangıç kısmının (çekum) çıkarılmasına (rezeke edilmesine) ileokolik rezeksiyon ve bağırsak devamlılığının sağlanmasına ileokolik anastomoz denir. Ardından, ince ve kalın bağırsağın geride kalan iki sağlıklı ucu birleştirilir. Bu ameliyat ileo-çekal rezeksiyon olarak bilinmektedir. Eğer kalın barsağın ilk kısmı da etkilenmişse, ince bağırsağın son kısmı ile birlikte bu sefer kalın bağırsağın sağ kısmını tamamen çıkartmak gerekir. Bu ameliyata sağ hemikolektomi denir.

Kolektomi ve İleo-Rektal Anatomoz

Tüm kalın bağırsağın ciddi derecede hasta olduğu durumlarda kalın bağırsak tamamı ile çıkarılır. Kalın bağırsaklarının son bölümü olan rektum hastalıktan etkilenmemiş ise bu ameliyat tercih edilir. İnce bağırsak (ileum) doğrudan kalın bağırsağın son bölümü olan rektum ile birleştirilebilir. Buna “total kolektomi ve ileorektal anastomoz” ameliyatı denir.

Total Kolektomi

Hastalığın seyri sırasında tüm kalın bağırsak şiddetli hastalandı ise bu durumda kalın bağırsağın tamamının çıkarılması gerekebilir. Geride kalın bağırsağın son bölümü olan rektum bırakılır. Acil şartlarda yapılan bu ameliyatta bağırsak devamlılığını sağlamak mümkün olmayabilir. Hastanın genel durumu genelde çok düşkün olabilir veya karın içindeki bulgular bağırsak devamlılığını sağlamaya izin vermeyebilir. Bu durumda geride kalan ince bağırsak karın ön duvarına - cilde ağızlaştırılır ve bağırsak içerikleri torbaya alınır (İleostomi). Diğer taraftan geride kalan rektum üst ucu ya karın içinde kapatılır veya ayrı bir yerden o da karın cildine ağızlaştırılır.

Protokolektomi ve İleostomi

Hastaların %15 inde, Crohn hastalığı, yalnızca kalın bağırsağı tutmuştur. Bu hastalarda kalın bağırsak ve rektumun tümüyle çıkarılarak (proktokolektomi) kalıcı bir ileostomi (ince bağırsağın karın duvarına ağızlaştırılması) açmak gerekebilir. Cerrahi tedavi, uzun dönem boyunca, hastalığı gerileterek, ilaç kullanım gerekliliğini ortadan kaldırır.

Crohn Hastalığı Tekrarlar Mı?

Günümüzde Crohn hastalığının ilaçla veya ameliyat ile keskin tedavisi sağlanamamıştır. Bu nedenle Crohn hastalığı tanısı ile ameliyat olmuş bir hastada cerrahi girişimden 2 yıl sonra hastalığın tekrarlama olasılığı %20, 3 yıl sonra %30 ve 5 yıl sonra %50’dir.

Crohn Hastalığında Ameliyattan Kaçınılabilir Mi?

Hastaların ¾’ü, hayatlarının bir döneminde, cerrahi tedaviye gereksinim duyarlar. Bu cerrahi tedavinin bir kısmı hayatı tehdit eden nedenlerden dolayı acil olarak yapılır. Bunlar aşırı kanama, bağırsak delinmesi, karın iç zarı iltihabı (peritonit), karın içi absesi bağırsak tıkanıklığı ve toksik megakolon (kalın bağırsağın ani genişlemesi ve bağırsak kas hareketlerinin kaybı) gibi nedenlerdir.

Bunun yanında hastalığın seyri sırasında, ilaç tedavisine karşın belirti ve bulguların baskılanmaması, ilaç yan etkileri, ilaca bağımlılık nedenleri ile de cerrahi tedavi gerekebilir. Bunlara ek olarak apse gelişimi veya fistül (bağırsak ile başka bir organ veya karın cildi arasında oluşan anormal kanal) oluşması ya da ciddi anal (makat bölgesi) tutulum, cerrahi gerektirebilen diğer durumlardır. Ancak bu bulguları olan herkesin cerrahi tedavi olması gerekmez.

Unutulmaması gereken önemli nokta, ne İLAÇ ne de CERRAHİ TEDAVİNİN hastalığı KESİN tedavi edici olmadığıdır.

Ameliyat ile (Cerrahi) tedavideki amaç, hastanın ilaç ile kontrol altına alınamayan ve ciddi sorun oluşturan bulgularını düzeltmektir. Ameliyat sırasında cerrah ince ve kalın bağırsağı korunabildiği kadar koruyarak hastanın yaşam kalitesini yükseltmeyi amaçlar. Bağırsakların korunması besin maddelerinin emilimi için çok önemlidir. Buna karşın hastaların bir kısmında ikinci hatta üçüncü kez cerrahi tedavi gerekmektedir.

Crohn Hastalığında Beslenme

İnflamatuar bağırsak (barsak) hastalıklarında, diğer hastalıklardan farklı olarak genelleştirilmiş bir diyet yoktur. Her hasta farklıdır ve kurallar her hasta için ayrı belirlenmelidir.

Hastalığın akut alevlenmelerinde beslenme diğer dönemlere göre farklıdır. Bütün inflamatuar bağırsak hastaları için diyetlerine dikkat etmeleri önemlidir. İlaç, cerrahi girişim ve destekleyici tedbirler yanında, beslenmenin düzenlenmesi hastalığın tedavisinde temel unsurlardan biridir.

İnflamatuar bağırsak hastalığında beslenme nasıl olmalıdır?

Crohn hastalığı ve ülseratif kolitin nedenleri bilinmemektedir. İkisinde de hastalığın nedeni beslenme değildir. Bununla birlikte her iki hastalıkta da bazı beslenme faktörleri vardır ki, bunların hastalığın oluşmasında, gelişmesinde, klinik evresinde, sıklığında ve akut hastalık alevlenmelerinin şiddetinde rolü vardır. Birçok hastada yetersiz beslenme durumu ve kilo kaybı görülür.

Hastalık alevlendiğinde, beslenme ile ilgili bilinmesi gerekenler nelerdir?

Her hasta için değişmekle birlikte, beslenme durumu hızla bozulma eğilimine girer. Günde 5, 10 hatta 20 kez ishal ile, belirgin su ve elektrolit kaybı olduğu için yeterli miktarda sıvı alımı sağlanmalıdır.

Hastanın durumunun kötüleştiği gözlenir gözlenmez normal diyetten sıvı diyete geçilirse, çoğu hastada hastaneye yatmaya gerek olmaz. Ancak, bazen sıvı diyetler yetmediğinde hazır beslenme (oral nütrisyon) ürünleriyle desteklemek gerekir. Bunun da yeterli olmadığı durumlarda sindirim kanalına bir tüp yerleştirerek tüple beslenme planlanmalıdır. Tüple beslenmenin yetersiz olduğu durumlarda ise besin öğesi içeren solüsyonların serum ile direk kan dolaşımına verilmesi gerekebilir. Böylece mide ve bağırsak sistemi tamamıyla dinlenmeye alınmış olur. Bu durumun, hem avantaj hem de dezavantajı vardır. Bağırsak hücrelerinin fonksiyonlarını yitirmesini önlemek için, hastalar mümkün olan en kısa zamanda, damar yolu ile beslenmeye ilave olarak oral veya tüp ile beslenmeye başlatılmalıdır.

Neleri tolere edip, neleri edemediğinizi nasıl bulabilirsiniz?

Ne doktorunuz, ne diyetisyeniniz, ne bir başka hasta, ne de bir kitap veya başka bir şey hangi yiyeceği tolere edip edemeyeceğini veya hangisinin karın ağrısı, ishal veya şişkinlik gibi yakınmalara sebep olacağını söyleyemez. Bunu kendiniz bulmalısınız. Bu nedenle günlük tutarak hangi besin maddeleri size daha rahatlatıyor not almanız gerekir. Bağırsak hareketleri, karın ağrısı, şişkinlik gibi yemekle ilgili değişiklikleri ve tam zamanlarını da bu notlara ilave etmelisiniz. Bunu yaparsanız, kısa sürede neleri tolere edemediğinizi belirleyebilirsiniz. Bu besinlerden kesinlikle kaçınınız! Hastalığın şiddetli dönemi geçince - bir süre sonra yiyecekleri tekrar test edebilirsiniz.

Bütün inflamatuvar bağırsak hastalarına en önemli tavsiye, Tolere edebildiğiniz her şeyi yiyin fakat beslenme günlüğü tutun!

İçecekler için de sınırlamalar var mıdır?

İnflamatuvar bağırsak hastaları sağlıklı insanlar gibi günde en az 1,5 litre sıvıya ihtiyaç duyarlar. Akut alevlenmelerde ishal ile kaybedilenin yerine koymak için daha fazla sıvı tüketilmelidir. Bu sırada gözlenen kilo kaybının nedeni artan sıvı kaybıdır. Meyve suları (özellikle turunçgillerin suları) birçok hastada bağırsağı rahatsız eder. Koyu kahve ve çay bağırsak (barsak) hareketlerini artırır ve ishali uzatabilir, şiddetlendirebilir. Alkollü içecekler, inflamatuvar barsak hastaları için problemdir. Bununla birlikte, alkol ile inflamatuvar barsak hastalığı gelişmesi arasında bir ilişki yoktur.

Hastalığın sakin olduğu (semptomsuz) dönemlerde beslenme nasıl olmalıdır?

Bütün hastalar, hastalığın alevlenmemesi için beslenmeyle ilgili alınması gereken önlemler konusunda bilgilenmek ister. Ancak, inflamatuvar barsak hastalarında inflamasyonun yeniden meydana gelmesini önleyecek bilinen bir diyet veya beslenme formu yoktur.

Semptomsuz dönemlerde beslenme önerileri,

Besin ihtiyaçlarınızı karşılayacak kadar yiyin (vücut ağırlığının her kg’ı için 30-40 kcal, yüksek proteinli yiyecekler, vitamin ve mineraller) Tolere ettiğiniz her şeyi yiyin (Beslenme günlüğü kullanarak yiyeceklere toleransınızı test edin) Lifden zengin yiyecekleri çok yiyin Hiç şeker kullanmayın (kullanacaksanız da az olsun) Beyaz unla yapılmış ürünlerin yenmesini sınırlayın (beyaz ekmek gibi) Doymuş yağlardan kaçının (margarin) Düzenli balık yiyin

Crohn Hastalarında Gebelik

Ülseratif koliti (ÜK) olan kadınlar hamile kalabilme (fertilite) bakımından genel popülasyonla aynı şansa sahiptirler. Ülseratif koliti (ÜK) aktif veya iyileşme durumunda olan kadınlarda hastalık hamile kalmayı etkilememektedir. Hastaların gebelik öncesinde iyileşme haline sokulması ve gebelik süresince de iyileşme halinin sürdürülmesi en uygun tedavi yaklaşımıdır. Gebelik öncesinde medikal tedavi ile iyileşme halinde olan hastalarda gebelik süresince bu durumun sürdürülmesi için gerekli olan en düşük dozda tedavi sürdürülmelidir.

Gebelik sırasında yarı yarıya hastalık alevlenebilir, ya da iyileşebilir. Bazı hastalarda doğumu takiben birkaç hafta içinde alevlenme olabilir.

Gebelik sırasında hastalığın alevlenmesi halinde lavman yolu ile veya ağızdan kortizon kullanmak gerekebilir. Kortizonun anne karnındaki bebeğe zararlı etkisi gösterilmemiştir. Bununla birlikte yüksek dozda kortizon hapları almakta olan hastaların bebeğini emzirmemesi önerilir.

Hastaya hamile kalmadan önce hastalığının aktif olmayan dönemde olmasının gerektiği anlatılmalıdır.

Cerrahi tedavi düşünülen hastalarda bu işlem mümkünse gebe kalınmadan önce (tercihen en az 1 yıl önce) yapılmalıdır.

Crohn Hastalığı Ve Kanser Riski

Crohn hastalığında, Ülseratif kolit hastalığına oranla daha az da olsa kanser gelişme riski vardır. Yaklaşık 10-15 yıldan uzun süre aktif Crohn hastalığı olanlarda kanser gelişme olasılığı artmaktadır. Bu nedenle hastaların düzenli doktor kontrolünde kalması gereklidir.

Spastik Kolit ile İltihabi Bağırsak Hastalıkları Arasında İlişki Var mıdır?

Spastik kolit hastalığı (irritabıl bağırsak sendromu - ibs) aslında iritabıl bağırsak hastalığı yerine kullanılan yanlış bir deyimdir. Ülseratif kolit ve Crohn hastalığı, iritabıl bağırsak hastalığından farklıdır. Her ne kadar iritabıl bağırsak hastalığında da ishal ve karın ağrıları gözlense de inflamasyon (iltihabi reaksiyon) yoktur.

Çocuklarda Ve Ergenlik Çağında Crohn Hastalığı

İnflamatuvar (iltihabi) bağırsak hastalığı çocuklarda ve ergenlik döneminde büyümeyi engelleyebilir. Ergenliğe geçiş dönemi gecikebilir. Bu durum bağırsaktaki inflamasyonun (iltihabın) tedavi edilmesi ile düzelir.

Çocukluk ve ergenlik çağında, hastalığın sistemik (bağırsak sistemi dışında - ekstraintestinal) bulguları, bağırsak bulgularından daha ön planda olabilir. Bu nedenle çocukluk döneminde gelişme geriliği, yorgunluk, halsizlik, güçsüzlük, iştahsızlık, ateş, kilo alamama şikayetlerinde akla iltihabi bağırsak hastalığı gelmelidir.

İltihabi bağırsak hastalığı olan çocukların anne ve babaları çocuklarının hasta olmasında kendilerini hatalı görürler. Anne-babaya ait hiçbir davranış ve psikososyal sorun, çocuklarında, hastalığın gelişimine neden olmaz. Anne-baba açısından en önemli nokta çocuğun gelişme geriliğinin erken dönemde fark edilmesi ve buna göre önlemlerin alınmasıdır.

Diğer önemli bir nokta, hastalık hakkında çocuğun bilgilendirilmesidir. Hastalığın tüm seyri ve tüm komplikasyonlar, detayları ile anlatılmadan ona hastalık hakkında bilgi aktarılabilir. Çocuğun hastalık hakkında soru sorması desteklenmeli ve aklındaki belirsizlikler giderilmelidir.

Crohn Hastalığında Tedavi Bir Ekip İşidir

Hastalık birçok organ sistemini etkilemektedir. Bu nedenle hastalığın tedavi planlaması bir ekip işidir. Tedavi şeklinin belirlenmesinde hastalığı asıl takip eden doktor, gastroenterolog, cerrah, diyetisyen ve gereğinde diğer branş doktorları hep birlikte karar verirler. Bu nedenle Crohn hastalarının multidisipliner bir şekilde takip ve tedavi edilmesi gerekir.

Crohn Hastalığı ve Yaşam

Tedavi ile bulguları kontrol altına alınan hastalar eski yaşamlarına dönerler. Uzun dönem ilaç tedavisi ve hastanede yatmalarına karşın hastalar genelde işlerine devam eder, evlenir, yaşam kurar ve aile hayatlarına başarı ile sürdürebilirler.

Ender olarak bazı hastalarda, uzun süren, devamlı tedavi ve doktor kontrolü gerektiren iltihabi bağırsak hastalığı nedeni ile ruhsal problemler görülebilir. Bu ruhsal problemlerin hastalığın bir nedeni olarak değil, sonucunda geliştiği unutulmamalıdır. Çocuk hastalarda bu ruhsal problemler ve huzursuzluk daha belirgin olabilir. Bu nedenle psikolojik destek alınabilir.

Crohn Hastalığında Hatırlanması Gerekenler Crohn hastalığı sindirim kanalını tutan kronik inflamatuvar (iltihabi) bir hastalıktır. Ağızdan makat (anüs) bölgesine kadar sindirim sisteminin tüm parçalarını tutabilmesine rağmen sıklıkla ince bağırsağın son kısımlarını ve/veya kalın bağırsağı tutar. Ülseratif kolit ile birlikte inflamatuar barsak hastalıkları grubunu oluştururlar. Sindirim kanalının herhangi bir parçasını tutması nedeniyle semptomlar, (belirtiler) tuttuğu bölgeye göre değişebilir. En sık belirtiler, kramp tarzında karın ağrısı, ishal, ateş, kilo kaybı, halsizlik, güçsüzlük ve şişkinlik hissidir. Doktor, klinik bulgu ve belirtileri olan hastaların ayrıntılı hastalık öyküsü ve muayenesi ile birlikte bazı testlerin yapılmasını ister. Bunlar, kan, idrar ve dışkı tahlilleri ve bağırsağın radyolojik ve endoskopik incelemeleridir. İlaçlar ile hastalığın bulguları kontrol altına alınabilir veya azaltılabilir. Fakat hastalığı tam olarak tedavi edemez. Ameliyat ile (Cerrahi) tedavi hastalığı ortadan kaldırmaz. Cerrahi tedavideki amaç, Crohn hastalığının ciddi olarak etkilediği bağırsak bölgelerine müdahale ederek hastanın yaşam kalitesini düzeltmektir. İnflamatuar bağırsak hastalıklarında, diğer hastalıklardan farklı olarak genelleştirilmiş bir diyet yoktur. Her hasta farklıdır ve kurallar her hasta için ayrı belirlenmelidir. Crohn hastalığı sık olmamakla beraber kalıtım yolu ile geçebilen bir hastalıktır fakat hamile olan kadınların çocuklarına hastalığın bulaşma yolu ile geçişi söz konusu değildir. Tedavi ile bulguları kontrol altına alınan hastalar, yaşamlarına eskiden olduğu gibi devam ederler. Hastalar, uzun süren tedavi ve hastanede yatmalarına karşın genelde işlerine devam eder, evlenir, yaşam kurar ve aile hayatlarına başarı ile sürdürebilirler. "
Flegmon | Bloğu

Flegmon | Bloğu

Retrobulbar Apse ve Selülitis (Flegmon)

Retrobulbar selülitis ektraoküler dokuların diffuz irinli yangısıdır ve genellikle apse ile sonuçlanır.

Retrobulbar apse ani gelişen şiddetli ağrı ve fonksiyonel bozukluğa neden olur.

Tanı ve sağaltımında acele edilmesi gerekir.

Nedenleri •Periorbital deri yaralanmaları (ör. ısırma), •Diş kökü enfeksiyonları •Zygomatikus bezi yangısı, •Farenkse batmış yabancı cisimlerin göze ulaşması sonucu gelişirler. Belirtiler •Genellikle tek taraflı olarak şekillenir. •Hızlı bir gelişme gösterir. •Aksiyal yönde ilerleyen bir ekzoftalmus ve membrana niktitans’ta proturusyon görülür.

•Göz ve çevresinde şiddetli ağrı, konjunktivada şiddetli konjesiyon ve purulent bir göz yaşı akıntısı mevcuttur.

•Şiddetli ağrıdan dolayı ağzı açmak güçtür. Tanı

•Anamnez ve klinik belirtiler tanı için yeterlidir ancak apsenin neoplazikmik oluşumlardan ve akut mastikator myozitisten ayırt edilmesi gerekir.

Sağaltım •Apse ağız içine açılıp drene edilmesi gerekir. •Drene edilen irinden alınan örnekte kültür ve antibiogram yapılmasında yarar vardır. •Antibiogram sonucu gelene kadar tedaviye geniş spektromlu bir antibiyotik kullanılarak başlanmalı. •Hekim gerek görürse drene edilmiş apse poşunu irrigasyon yaparak yıkayabilir. Prognoz •Genelde 2-3 gün içinde tam bir iyileşme ile sonuçlanır.

•Drenajın iyi yapılmadığı veya kese içinde yabancı cismin bulunduğu durumunda nüks olay ile karşılaşılabilir.

"
Prof. Dr. Arif Şanlı / BOYUN HASTALIKLARI / Boyunda iltihabi şişlikler

Prof. Dr. Arif Şanlı / BOYUN HASTALIKLARI / Boyunda iltihabi şişlikler

Flegmon: Tanı, Belirti ve Tedavisi

ENFEKSİYÖZ ENFLAMATUAR BOZUKLUKLAR

REAKTİF LENFADENOPATİ

Antijen veya infiltrasyona cevap olarak lenf nodlarının büyümesidir. Akut veya kronik, lokalize veya yaygın olabilir. Normal ölçülerde veya hafif büyümüş, iyi sınırlı, multipl oval biçimli nodlardır.

Etyolojide, viral, bakteriyel, parazit veya fungal enfeksiyonlar, kimyasal ilaçlar veya yabancı antjenler etken olabilir. Ateş, hızlı büyüme, ağrı, hassasiyet, eritem enflamatuar etyolojiyi düşündürür. Reaktif viral lenfadenopati, çocuklarda en yaygın adenopati sebebidir. Bu kitleler genelde Üst solunum yolu enfeksiyonu(ÜSYE) semptomlarıyla birliktedir. En yaygın viral ajan, adenovirus, rhinovirus ve entrovirustur. Bu reaktif lenfadenopatiler(LAP), 1-2 haftada geriler. Tedavi genelde gözlemdir. 4-6 haftada gerilemeyen 1 cm.den büyük adenopatilerin patolojik olduğu düşünülür. Eğer adenopati inatçı olursa fungal, granülomatöz veya neoplastik gibi diğer sebepler düşünülerek biopsi alınabilir.

Bilgisayarlı tomografide(BT) , homojen, iyi sınırlı, kasa göre izodens veya hipodens dir. Ultrasonografide(USG), vasküler hiluslu, ekojenik, oval biçimli nodlardır. En uygun görüntüleme olan kontrastlı bilgisayarlı tomografi(KBT), reaktif lenfadenopatiyi süpüratiften ayırır, apseyi sellülitten ayırır. Kontrastla kistik veya süpüratif intranodal değişimler tesbit edilir. Akut enflamatuar boyun kitlesi olan 210 pediatrik hastadan 185 ine boyun dopler ve USG si yapılmış, 25 hastaya BT uygulanmış, 185 hastanın 184 ünde USG yeterli bilgi sağlamıştır(%99.5)). BT nin USG ye üstünlüğü, her iki yüzeyel ve derin boyunu gösterir, enfeksiyonun anatomik planlara yaygınlığında daha belirleyicidir.

Ebstein-Barr(EBV) veya enfeksiyöz mononukleoz, lastik kıvamında, mobil, yaygın, 2 cm.den büyük lenfadenopatiler yapabilir, genelde tonsil ve adenoid gibi lenf dokularının büyümesiyle beraber olur. EBV li hastalarda ateş ve farenjit vardır. Enf.mononukleozda adenopati 4-6 hafta devam edebilir. Tedavi destek amaçlıdır.

En yaygın semptomlar, sert bazan fluktuan, mobil, subkutan nodal kitlelerdir. Bakteriyel adenit ve kedi tırmığı hastalığında ağrılıdır.

Etken mikroorganizma, İnfantlarda Staf.aeirus, grup B.Streptokok, Kavasaki hast., 1-5 yaş grubunda Staf.aeirus, gr.A beta hem.streptokok, atipik mikobakteri, 5-15 yaş grubunda ise aneoroblar, toxoplasma, kedi tırmığı hast.,Tüberküloz(Tbc) ön plandadır.

Reaktif lenfadenopatinin patolojisinde, nonspesifik reaktif özellikler görülür. Mikroskopik incelemede foliküler hiperplazi, parakortikal hiperplazi, sinüs histiosis, farklı evrelerde lenfoid hücrelerin polimorf özellikleri görülür.

Tedavide, Eğer bakteriyel sebep varsa antibiyotik kullanılır. Kedi tırmığı etken ise spontan regresyon olur.

Antibiyotiğe yetersiz cevap, hızlı büyüme, sert preauricular, supraklavikular, posterior servikal nodlar, mediastinal- abdominal LAPlar, ateş ve kilo kaybıyla sistemik semptomlar varsa İİAB veya açık biopsi gerekir. 3-6 ayı geçen inatçı adenopatilerde lenfoma, metastaz veya Tbc.yi dışlamak için tekrar İİAB önerilir.

HİV LE BİRLİKTE OLAN ENFLAMATUAR BOZUKLUKLAR

1.Servikal adenopati: HİV li hastaların %12-45 inde servikal adenopati mevcuttur, idyopatik foliküler hiperplazi gelişir. Tedavi olarak altta yatan HİV enfeksiyonunu tedavi etmelidir.

2.Persistan generalize lenfadenopati: HİV enfeksiyonlu hastalarda enfeksiyon veya neoplastik sebep olmaksızın ortaya çıkan adenopatidir.

BAKTERİYEL LENFADENOPATİ

1.Süpüratif lenfadenopati

Süpüratif lenfadenitte, lenf nodu içinde püy formasyonu vardır. Lokalizasyon olarak herhangi bir lenf nodu grubunda görülür, çoğunlukla retrofarengeal, jugulodigastrik, submandibular lenf nodları tutulur. İçinde apse odağı olan 1-4 cm. büyüklüğünde, morfolojik olarak ovoid veya yuvarlak, kistik görünümlü, sıklıkla kenarları net olmayan kitlelerdir

En uygun görüntüleme olan kontrastlı BT de, ortası hipodens kalın kenarlı lenf nodu görüntüsü vardır, komşu yağ ve subkutan dokuda bariz opasite(flegmon, selülit) görülür. Apse formasyonu, düzensiz, periferden düşük dansiteli sıvı imajı vardır. USG da santral ekojenite düşüktür. Ayırıcı tanıda brankial kist, nodal yağ metaplazisi, tbc.lenfadenit, atipik mikobakteriel lenfadenit, nekrotik metastatik nodlar göz önünde tutulmalıdır.

Etyolojide farenjit, sinüzit, tükrük bezi enfeksiyonları, dental ve mandibula enfeksiyonları rol oynar. Önce komşu lenf nodları reaktif olarak büyür, sonra süpüratif hale dönüşür. Tedavi edilmezse nodlar rüptüre olur, immün sistem zayıfsa apse gelişir.

En yaygın pediatrik ve genç erişkinlerde görülür. Sosyo ekonomik seviyesi düşük toplumlarda enlamatuar hastalıklar en yaygın boyun kitlesi nedenidir. Irak’ta yapılan bir çalışmada pediatrik grupta oran %57.8 bulunmuştur. Hindistanda yapılan bir çalışmada oran % 54 tür. Amerika da 464 pediatrik boyun kitlesinde enflamatuar oranı %27 saptanmıştır. Türkiyede bütün yaş gruplarını kapsayan bir çalışmada enflamatuar boyun kitlesi oranı % 33.4 tür. Enflamatuar kitlelerin en yaygın sebebi olarak %40.28 ile Tbc.lenfadenit tesbit edilmiştir.

Fluktuan bir boyun kitlesi üzeri eritemli ve sıcaksa apse gelişmiştir, drenaj ve aspirasyon gerekir.

Klinik semptomlar, boyunda ağrılı kitle, deride renk ve ısı değişikliği, ateş, zayıf oral alımdır. Kan sayımında lökosit ve sedimantasyon yükselmiştir. Etken bakteriler, reaktif adenopati mikro organizmalarıyla aynıdır.

Patolojide mikroskopik özellikler olarak, akut enflamatuar hücre infiltrasyonu, arka planda nekroz, nötrofil mevcudiyeti görülür.

Prognoz, konglomere süpüratif nodlar apse formasyonu ve rüptürle sonuçlanır.

Tedavide primer kaynağa yönelik antibiyotik, büyük süpüratif nodlarda veya apselerde insizyon, drenaj, atipik mikobakteriyel adenitte eksizyon önerilir.

Toksoplasmozis

Toksoplasmozis, kedilerden insanlara taşınabilen bir servikal adenopati nedenidir. İyi pişmemiş et veya kedi feçesindeki oosit ekstrelerinin alımı, transplasental geçiş, organ nakli ve kan transfüzyonu yoluyla alınan toksoplazma gondii sebep olur. T.gondii, tüm memelilerde dünya çapında dağılıma sahip bir protozoan parazittir. İmmün sistemi sağlam hastalarda toksoplazma organizmaları ile ortaya çıkan en sık enfeksiyon tablosu, ayrı ayrı bulunan sert, hassas olmayan, süpürasyonsuz, 3 cm.den küçük servikal lenf nodu büyümesidir.

İmmün sistemi baskılanmış hastalarda ensefalit, pnömoni, akut respiratuar yetmezlik gelişebilir. Ateş, kırıklık, kas ağrısı, boğaz ağrısı, isilik, hepatosplenomegali ve dolaşımda atipik lenfositler ortaya çıkabilir.Hastalığın prevelansı çevre, iklim, yaşayan hayvanlar, sanitasyon seviyesine göre değişir. Amerikada 6-49 yaş arası yapılan seroepidemiyolojik taramalarda %11 kişide T.gondii seropozitif bulunmuştur.

Tanı için lenf nodundan biopsi alınır. Florid reaktif foliküler hiperplazi, epiteloid histiosit kümeleri ve monositoid B hücreleriyle sinüzoidal şişme spesifik histolojik triadı, toksoplazmik lenfadenit için tanı koydurucudur. Tanı serolojik testlerle teyid edilebilir veya biopsi materyalinden elde edilen toksoplazma türlerinin deoksiribonukleik asidin polimeraz zincir reaksiyonu sonucu izolasyonu da gittikçe artan öneme haizdir.

Tedavi, immün sistemi sağlam kişilerde gereksizdir. Semptomlar ve lenfadenopati spontan olarak haftalar ile birkaç ay içinde geriler. Tedavi gerektiğinde sulfonamidler veya primethamin ile medikal tedavi yapılır.

Tularemi

Etken Francisella tularensis tir. Tavşanlar, keneler veya kontamine suyla bulaşır. Hastalarda ateş, titreme, baş ağrısı ve yorgunluk gibi sistemik semptomlarla birlikte tonsillit ve ağrılı LAP vardır. Tularemi, glandüler, oküloglandüler, ülseroglandüler veya orofaringeal formda uzun süreli servikal lenfadenopatiye sebep olabilir. Orofarengeal tularemide tonsiller lasere olabilir, oral mukozada ülserler gelişebilir. Büyük konglomere tek veya iki taraflı multipl yumurta büyüklüğünde adenopatiler görülür. Lenf nodlarında süpürasyon gelişebilir.

Ülkemizde son on yılda bakteriyel tularemi vaka sayısında artış görülmektedir. Tüberküloz ve tularemi lenfadenit, klinik ve histopatolojik olarak birbirleriyle karışabilmektedir. Kazeifiye granülomatöz lenfadenit tanısı hem Tbc. hemde Tularemi için geçerlidir, aynı histopatolojik bulgular her iki hastalık için geçerlidir. Kazeifiye nekroz, nötrofiller olmaması, bazan intraselüler veya ekstraselüler granülom, ARB bulguları Tbc.lenfadenit için geçerlidir. Tularemide granülom kenarları keskindir, içinde az sayıda dev hücreler görülür.

Türkiye de yapılan bir çalışmada, tularemiye bağlı servikal lenfadenit ön tanılı hastalarda M.tuberculosis varlığının ortaya konmuş olması özellikle her iki hastalığın da endemik olduğu geniş bir coğrafik bölge için önemli bir katkı sağlamıştır. Bu araştırma, ülkemizde orofarengeal tularemi ön tanısı nedeniyle alınan örneklerde, Tbc. lenfadenitine yönelik yapılmış ilk çalışma olması nedeniyle önem arzetmektedir.. Bu çalışmada belirtilen durumun aksine, akut tonsillofarenjiti takiben gelişen servikal lenfadenit nedeniyle penisilin ve türevleri ile tedavi edilen ve fayda görmeyen bazı olgularda, klinik ve eksizyonel biyopsi sonrası histopatolojik görünüm nedeniyle orofarengeal tularemiye bağlı olan lenfadenitler, servikal Tbc. lenfadeniti olarak değerlendirilmekte ve hastalar yanlış tanı alarak uzun süreli antitüberküloz tedavisiyle takip edilebilmektedirler. Ülkemizde bu konuyu irdeleyen yakın zamanda yapılan bir seroepidemiyolojik çalışmada M.tuberculosis'in etken olduğu düşünülen servikal lenfadenitli 1170 olgu araştırıldığında 79 (%6.75)'unda tularemi antikor varlığı gösterilmiştir. Diğer bir çalışmada ise Bursa ve çevresinde, histopatolojik olarak servikal TB lenfadenit tanısı konulan 32 hastanın parafin doku blok preperatlarında PCR yöntemiyle Francisella tularensis ve M.tuberculosis varlığı araştırılmıştır. Belirtilen çalışmada önceden kazeifiye granülomatöz lenfadenit olarak değerlendirilerek Tbc. lenfadenit tanısı ile tedavi alan 6 (%19) hastada, servikal lenf nodu örneklerinde PCR yöntemi ile tularemi pozitif olarak saptanmıştır.

Türkiye ve benzer ülkelerde kontamine sular, klorlanmamış kaplıca sularıyla tularemi insana geçer. Serolojik testler ve kültürle tanı kesinleştirilir.

Tularemi tedavisinde 10-21 gün süreyle streptomisin, gentamisin, siprofloxasin, doksisilin veya kloramfenikol yeterli ve etkili olabilir.

Brucelloz

Bruselloz, gram negatif bir basil olan brusellanın neden olduğu bir hastalıktır. En yaygın çocuklarda pastörize edilmemiş sütle geçer. Endemik bir hastalıktır.

Hayvanlar arasında oldukça yaygındır. Ülkemizde Konya, Diyarbakır, Şanlıurfa yöreleri nde daha sık görülür. Kırsal kesimlerde B.melitensis, büyük şehirlerde B.abortus infeksiyonu sıktır.

Belirtiler öğleden sonraları başlar. Akşamları üşüme-titreme ile yükselen ateş, sabaha doğru bol terleme ile düşer( Ondülan Ateş). Gezici eklem-kas ağrıları ve tutulumu gözlenebilir. Orşit, menenjit gibi çoklu sistem tutulumu görülebilir. Yaygın servikal lenfadenopati, ateş, halsizlik ve yorgunluk vardır. Seroloji ve kültürle tanı konur. Tedavide klinik tabloya göre streptomisin, doksisilin, rifampisin, trimetoprim-sulfametoksazol veya tetrasiklin kullanılır.

GRANÜLOMATÖZ HASTALIKLAR

Kedi tırmığı hastalığı, aktinomikoz, atipik mikobakteri, tüberküloz, atipik tüberküloz ve sarkoidoz boyunda granülomatöz adenopati yaparlar.

Kedi tırmığı hastalığı

Kedi tırmığı hastalığının etkeni olan Bartonella henselae, granülomatöz servikal lenfadenite neden olabilen bir organizmadır. Bu enfeksiyon, konjuktivit ile preauriculer lenfadenopati olarak tanımlanabilir(Parinauds’un oküloglandüler sendromu).(6). Bu hastalık kedilere özellikle yavru kedilere maruz kalan küçük çocuklarda nisbeten yaygın görülen bir enfeksiyondur. İnokülasyon çevresinde 2 cm.den büyük, izole mobil, fluktuan, eritamatöz, sıcak,hassas adenopatiler, ateş ve halsizlik vardır. Lenfadenopatiler, preauriculer ve submandibuler bölgede lokalizedir.

Tanı, indirekt fluoresein antikorlarla yapılan serolojik testlerle konur. Biopside özel şartlar altında ve yeterli zamanda kültüre edilebilen numunelerde küçük pleomorfik gram negatif çubukların görülmesi, Warthin-Starry boyamayla basilin görülmesi tanıyı koydurur. Kedi tırmığı hastalığı benigndir, genelde kendini iyi sınırlandırır. İmmün sistemi sağlam hastalarda enfeksiyon ve adenopati genellikle spontan olarak birkaç hafta ile ay arasında geriler ve antibiyotik tedavisi endike değildir. AİDS gibi kazanılmış immün yetmezlik sendromlu hastalar, ömür boyu bir makrolid veya tetrasiklin ile supresif tedaviye ihtiyaç gösterebilir..

Aktinomikozis

Oral servikofasial aktinomikozis, yumuşak doku kitlesi veya multiloküler apse formasyonu, normal doku düzeylerinin harabiyeti ve makroskopik veya mikroskobik olarak sülfür granüllerinin varlığı ile karakterize olan seyrek bir enfeksiyondur. Çalışmalar aktinomikozun %50-90 oranında baş-boyun bölgesinde lokalize olduğunu gösrtermiştir.. Klasik olarak yavaş büyüyen, ağrısız, sert, muhtemelen submandibuler bir kitle olarak görülür. Fakat hızlı ilerleyen, ağrılı, boyun veya yüzde ateş ve lökositoz ile birlikte fluktuan bir enfeksiyon olarakta görülebilir.

Enfeksiyon, büyük, gram pozitif anaerob bir basil olan Actinomyces israelii hakimiyetinde oral mikroorganizmaların karışımı suretiyle gelişir. Aktinomikozis daha sıklıkla ağız hijyeni zayıf veya mukozal travması olan kişilerde görülür ve antibiyotik çağı ile insidansı azalmıştır. Apse formasyonu lokal invazyonla genişler. Hematojen yolla beyin ve akciğere geçebilir, lenfoid yayılım seyrektir.

Ülkemizde yapılan bir vaka sunumunda, submandibuler bölgede antibiyotik tedavisine cevap vermeyen ağrısız submandibuler glanda komşu 2cm. boyutunda bir lenfadenopati eksize edilmiş, patolojisinde kalın fibröz kapsüllü, merkezinde lenfoid foliküller arasında fibröz bantların olduğu, aktinomiçes sülfür granülleriyle karakterize mikroapseler saptanmıştır.

Tedavide, apse drenajına pek ihtiyaç duyulmaz. Uzun süreli yüksek dozda penisilin, tetrasiklin, eritromisin veya klindamisin ile antibiyotik tedavisi nüksleri önlemek için gereklidir.

Atipik mikobakteriel lenfadenit

Atipik mikobakteri, tipik olarak pediatrik popülasyonda parotis veya boyun anterior üçgende lokalize tek taraflı boyun kitleleri şeklindedir. Endürasyon, ağrılı, kırmızı-kahverengi renkte bir cilt vardır. Tanı kültür ve deri testleriyle konur. Nontüberküloz lenfadenitte boyundan izole edilen en yaygın nontüberküloz mikobakteri Mikobakterium avium komplekstir. Tüberkülin cilt testi(PPD) sıklıkla pozitiftir(10-15 mm. şişlik), fakat belirgin şekilde bir pozitif test(>20mm) tüberküloz için daha geçerlidir.Yapılan bir çalışmada tanı kriterleri aşağıda sıralanmıştır, 1-Pozitif PCR veya kültür, 2- pozitif deri testi(PPD>6mm), 3-mikobakteri enfeksiyonuyla uyumlu histopatolojik özellikler ve/veya asit faz basil için pozitif direkt SMR. Diğer kriterler, akciğer grafi normal, PPD

Komple cerrahi eksizyon küratif olabilir. Nüksler genelde, basit insizyon ve drenaj veya inkomplet eksizyon sonrası olur. Cerrahinin en büyük riski fasiyal sinirin marjinal mandibuler dal disfonksiyonudur, yakın bir çalışmada bu oran %24,6 bulunmuştur. Tedavide drenaj, küretaj, eksizyon ve antibiyotik tedavisi kombine olarak kullanılabilir.

Tüberküloz lenfadenit(Skrofula)

Ekstrapulmoner tüberkülozun en sık görülen şeklidir. Çocuklara göre erişkinlerde yaygındır. Mevcut lenfadenopatiler diffüzdür, mikobakteriyele göre bilateraldir. Tüberkülin cilt testi(PPD) güçlü bir şekilde pozitiftir(>20mm). Hasta çoğu kez semptomsuzdur ve aktif tüberkülozun diğer belirtilerini göstermez. Bununla beraber çocuklar ve immün suprese yetişkinler aynı anda ortaya çıkan pulmoner hastalıklara tutulabilirler. Ağrılı şişlikler, düzensiz ülsere lezyonlar, gece terlemesi, boyunla birlikte mediastende kitleler görülebilir.

Son 20-30 yılda Türkiye’de spesifik bakteriyel enfeksiyonlarda azalma olmuştur. Bunlardan en önemliside tüberkülozdur. İlginç olanı pulmoner Tbc. azalırken ekstrapulmoner Tbc.de artma olmuştur. En yaygını da Tbc.servikal lenfadenittir.

İİAB genellikle granülomu ve bazan asite-alkaliye dirençli basilleri ortaya çıkarır. Spesmen kültürü, sıklıkla tbc.lenfadenitten diğer mikobakteri ve mantarlar tarafından oluşturulan formları ayırdetmek için önemlidir.Bazı klinisyenlere göre Tbc.lenfadenit için patolojide kazeifiye nekroz görmek yeterlidir. SMR, kültür gibi bakteriyolojik incelemelerde bakteri sayısının azlığından dolayı vakaların yarısında sonuç negatif çıkar. Türkiye gibi rutin BCG aşısı uygulanan ülkelerde PPD pozitifliği, ne latent nede aktif Tbc. enfeksiyonu demek değildir

Scrofula olarak bilinen Tüberküloz lenfadenit tedavisi, lokal hassasiyet ve kültür sonuçlarına bağlı olmasına rağmen antitüberküloz medikal tedavidir. 9 ay süreyle izoniazid ve rifampin, veya 6 ay süreyle izoniazid, rifampin ve prazinamid yeterlidir.

Sarkoidoz

En sık hayatın ikinci dekadında görülen halsizlik ve kilo kaybı yapan bir multisistem hastalığıdır. Çoğu hastada spontan olarak gerileyen pulmoner bulgular vardır. Akciğer grafide hiler adenopati görülür. Klinik belirtilerin çoğu pulmoner sistem ve yakın torasik lenfatiklerle ilgilidir. Klinik spektrum herhangibir organı ilgilendirebilir. Baş-boyun belirtiler %10-15 hastada saptanır, en yaygın bulgu servikal adenopatidir.

Sarkoidoz, kronik bir granülomatöz hastalıktır, ilgili organ için kazeifiye olmayan granülomlar vardır. Fizyopatoloji olarak, sitokin aktivasyonu ve T hücre stimülasyonu, bir immün cevap olarak antijenle makrofajlar ortaya çıkar. Sarkoid granülomlar içinde dev hücreli histiositler görülür. Granülom ortasında CD4+T hücreleri, epitelyal kenarda CD8+ hücreler bulunur.

Etyolojide, sarkoidozun kesin sebebi bilinmemekle birlikte genetik faktörler, infeksiyöz ajanlar ve çevre faktörleri etkili olabilir.

İlk teşhiste hastaların üçte biri asemptomatiktir, diğer üçte birinde ateş, kilo kaybı, halsizlik gibi genel semptomlar vardır. Klinik şüphe inatçı kuru öksürük,göz veya deri belirtileriyle başlar.

Tedavide hastalığın ciddiyetine göre kortikosteroidler kullanılabilir.

Kimura hastalığı

Kimura hastalığı, eozinofilik lenfogranüloma veya eozinofilik hiperplastik lenfoganüloma olarak ta isimlendirilebilir. 1948 de Japonyada Kimura ve Ishikawa bu ismi vermiştir.

Primer olarak Asya erkeklerinde baş boynun kronik enflamatuar bir hastalığıdır. Üçlü triad: 1- Ağrısız tek taraflı servikal adenopati, 2- Kan ve doku eozinofilisi, 3- Bariz serum IgE yüksekliği

Majör salivar glandlarla birlikte regional lenf nodlarını tutan tümöre benzer subkutan nodüller olarak ortaya çıkar.Etyolojisi bilinmiyor, allerjik ve otoimmün teoriler öne sürülmektedir.

USG de, hiperekoik bantların yarattığı tüylü görüntülü hipoekoik kitlelerdir.

Tedavi: İlk teşhiste konservatif cerrahi eksizyon, %25 rekürrens. Eğer semptom ve bulgular yoksa gözlem. Kür olmayanlarda intralezyonal veya oral steroid kullanılır.

FUNGAL ENFEKSİYONLAR

İmmün sistemi baskılanmış hastalarda boyunda fungal enfeksiyonlar gelişebilir. En yaygın organizmalar Candida, Histoplazma ve Aspergillustur. Serolojik ve fungal kültürler teşhis koydurur. Amfoterisin-B gibi agresif, sistemik antifungal tedavi kullanılır.

NONENFEKSİYÖZ ENFLAMATUAR BOYUN KİTLELERİ

Rosai-Dofman hastalığı(Sinüs histiositozis)

İlk defa 1965 de tarif edilmiştir. Çocuklarda massif, gergin olmayan servikal adenopati, ateş ve deri nodülleri vardır. Benign kendini sınırlandıran lenfadenopatiyle karakterizedir. Nadir bir hastalık olup sebebi bilinmiyor, idyopatik, herpes veya Ebstein-Barr gibi viral enfeksiyon bağlı olabileceği belirtilmiştir. Vakaların % 40 ında ekstranodal tutulum vardır, daha çok deri, nazal kavite ve paranazal sinüsler tutulur. Biopsi, klasik dilate sinüsler, plazma hücreleri ve histiosit proliferasyonunu gösterir. Histiosit stoplazması içinde sağlam lenfositler bulunur. Sınırlı lokal LAP cerrahi olarak çıkarılır. Multipl ve sistemik nodal hastalıkta kortikosteroid ilk tercihtir. Diğer tercihler immünomodülatörler veya stotoksik kemoterapidir.

Kawasaki hastalığı

Çocuklarda akut bir multisistem vaskülit hastalığıdır. Hastalarda birkaç semptom vardır,akut, servikal lenfadenopati, eritem, ödem, el ve ayaklarda soyulma, polimorf ekzantem, konjuktival enfeksiyon, dudak ve oral kavitede eritem görülür. Tanı klinik belirtilerle konur. Aspirin ve immünglobulinler tedavide kullanılır. Nadir bir hastalık olup kardiak komplikasyonlar gelişebilir.

Castleman hastalığı

Bu hastalık seyrek görülür, kaposi sarkomu ve lenfoma gelişimi açısından potansiyel benign lenfoepitelyal bir hastalıktır. İkinci ve dördüncü dekatta pik yapar. En yaygın torasik lenf nodlarında(%70) görülür, takiben pelvis, abdomen, retroperiton, iskelet kasları, baş ve boyunda (%15) görülür. Boyun lezyonlarının çoğu unifokaldir. Çok nadiren ekstranodal olarak parotis, submandibular gland, parafarengeal alan, ağız tabanı ve larinkste rapor edilmiştir. Boyutu 5-10 cm.çapında, soliter, ovoid boyun kitlesi şeklindedir. Kontrastlı BT de ortada bariz homojen tutulum vardır, çevrede nadiren heterojen artış görülür..

Klinik olarak unifokal asemtomatik kitledir. Plazma hücre tipinde genel semptomlar, ateş, diyare, halsizlik, kilo kaybı, hepatosplenomegali, hematolojik bulgular olabilir.

Lenfadenopatinin tanısında İİAB en iyi tanı yöntemidir. Sitolojide, hyalin vasküler tip(%90) veya plasma hücreli tip(%10) görülür.

Tedavi cerrahidir ve tam kür sağlanır. Anrezektabl, inkomplet rezeksiyon, rekürrens vakalarda destekleyici olarak radyoterapi ve kemoterapi düşünülür)

"
Flegmon: Nedenleri, Belirtileri, Tedavisi 💊 Bilimsel-Pratik Tıp Dergisi - 2024

Flegmon: Nedenleri, Belirtileri, Tedavisi 💊 Bilimsel-Pratik Tıp Dergisi - 2024

Sellülit

Bir flegmon bağ dokusunun bakteriyel bir iltihabıdır. Hayatı tehdit edici komplikasyonlara neden olabilir. Bunun hakkında her şeyi okuyun!

Flegmon: açıklama Flegmon: belirtileri Flegmon: nedenleri ve risk faktörleri Flegmon: Çeşitli balgamların ortaya çıkışı Flegmon: bulaşıcı?

bir sellülit bağ dokusunun bakteriyel bir iltihabıdır. Özellikle zayıflamış bir savunma sistemine sahip hastaları etkiler ve yaralanmalardan sonra ortaya çıkar. Bir balgam, kızarıklık ve şişliğin yanı sıra acıyı da tetikler. Hayatı tehdit edici komplikasyonlara neden olabilir. Zamanında antibiyotik veya cerrahi tedavi ile, tedavi edilebilir. Tüm phlegmon hakkında burada okuyun!

Ürüne Genel bakış

tanım semptomlar Nedenleri ve risk faktörleri Muayene ve tanı tedavi Hastalık seyri ve prognoz Flegmon: açıklama

Bir flegmon, bağ dokusunun dağınık, bakteriyel bir iltihabıdır. Etkilenen vücut bölgesine bağlı olarak farklı balgam türleri vardır. Biri şu flegmon formlarını ayırt ediyor:

El phlegmon (V phlegmon gibi) Ayak Selülit Fasiyal balgam (oral balgam veya orbital selülit gibi) Sehnenscheidenphlegmone

Baş bölgesindeki balgam nadirdir. Dil, taban ve boyun balgamı, bütün balgam iltihabının yüzde birinden daha azını oluşturur.

Flegmon: belirtileri

İltihaplanma konumuna bağlı olarak ortaya çıkan hem genel balgam semptomları hem de özel semptomlar vardır. Yaygın balgam belirtileri şunlardır:

kızarması şişme Basınç veya kendiliğinden ağrı ateş Hastalık, yorgunluk yüksek kalp atış hızı (taşikardi) muhtemelen solunum sıkıntısı ve dolaşım sistemi çökmesi (şok)

Diğer belirtiler flegmonun konumuna bağlıdır:

V-flegmon: Baş parmak ve küçük parmak fleksiyon pozisyonunda, avuç içi pençe pozisyonunda tutulur. Ayrıca, elin sırtı şişmiş. Dil felsefesi: Hastaların konuşma ve yutkunma acısı vardır ve şişkinlik nefes darlığına neden olabilir. Orbitoflegmon: Hastalar çıkıntılı bir göz (ekoftalmi), şişmiş göz kapağı, bulanık görme, konjonktival ödem (kemoz) ve kısıtlı göz hareketi için not edilir. Flegmon: nedenleri ve risk faktörleri

Balgamlara bakteri neden olur. Bunlar arasında özellikle Staphylococcus aureus ve Streptococcus pyogenes bulunur. Bunlar cildin derin katmanlarında yayılır ve burada cerahatli iltihaplanmaya neden olur. Özellikle zayıf bağışıklık sistemi olan veya büyük, açık yaraları olan hastalar, bir balgam gelişme riski altındadır. Ayrıca, apsenin açılması sırasında mikropların yayılması gibi tıbbi müdahalelerden de kaynaklanabilir.

Flegmon: Çeşitli balgamların ortaya çıkışı

Tendon kılıfı balgamları genellikle kesik veya delici bir yara gibi önemsiz bir yaralanmadan kaynaklanır. Başlangıçta yaralanma yerinde bir şişlik gelişir. Bu, tendon kılıfını besleyen ve artık besinlerle beslenmeyen kaplara bastırır. Sonuç olarak, doku ölür ve bakteriler için yumuşak bir hedef oluşturur. Isırıklar da balgamlara yol açabilir.

Bir V-flegmonu, başparmağın tendon kılıfları ve küçük parmağı boyunca yayıldığı için bu şekilde adlandırılır. Bunlar bilekte birbirine bağlı. Eğer indeks, orta veya halka parmağında bir balgam varsa, bu tendon kılıfları arasında bağlantı olmadığı için etkilenen parmakla sınırlı kalır.

Orbital selülit, genellikle sinüslerin iltihabının veya kafa travmasının sonucudur. Bununla birlikte, bakteriler göz yuvasına (orbita) vücudun başka bir yerinden kan yoluyla (hematojen) girebilir.

Flegmon: bulaşıcı?

Birçok hasta kendilerine “Bir balgam bulaşıcı mı?” Diye soruyor. Temel olarak insanlar derilerinde (diğerlerinin yanı sıra Staphylococci) bir balgamın tetikleyicisi olabilecek sayısız bakteri bulunur. Bunlar sağlam cilt ve stabil savunma sistemiyle tehlikeli değildir. Yine de, eldivenli bir balgamın yara salgılanmasıyla doğrudan temastan korunmalıdır.

Flegmon: Sınavlar ve tanı

Ateşin yanı sıra cildinizde ağrı, şişlik ve kızarıklık varsa aile hekiminize danışın. İlk önce, tıbbi geçmişiniz (anamnez) hakkında ayrıntılı bilgi ister. Size aşağıdaki olası soruları soracak:

Ne zamandan beri şikayetlerin oldu? Son zamanlarda hasta mı oldun ya da yaralandın mı? Bağışıklık sisteminizi zayıflatan bir hastalığınız mı var? Ateşin ne kadar yüksek?

Daha sonra doktorunuz sizi fiziksel olarak muayene edecektir. İlk önce etkilenen bölgeye tam olarak bakar. Bir el balgamından şüphelenirken, elin sırtının şişip şişmediğine dikkat eder. Bir fleksor balgam mevcutsa, doktor tendon kılıfı üzerinde punktiform baskıyla ağrıya neden olabilir. Parmakların arasındaki balgam, doktor etkilenen parmakların Abspreizstellung içinde olduğunu ve aralarında bir deri katlama oluşturduğunu kabul eder.

Mümkünse, doktorunuz laboratuardaki patojenleri belirlemek için açık yaradaki iltihapları temizleyecektir. Böylece terapi optimize edilebilir. Ek olarak, C-reaktif protein (CRP) gibi bir enfeksiyonu gösteren değerler, bir kan testinde belirlenebilir.

Yörüngesel selülitten muzdaripseniz, doktorunuz ayrıca bilgisayarlı tomografi (BT) gibi göz soketi ve paranazal sinüsleri de görüntüleyecektir. Ayrıca enfeksiyonun nedenini bulmak için göz doktoruna ve kulak, burun ve boğaz uzmanına havale eder.

Flegmon: tedavi

Balgam tedavisi, enfeksiyonun ciddiyetine bağlı olarak farklı aşamalardan oluşur. Yapabileceğiniz ve yapmanız gereken, etkilenen vücut bölgesidir.

hareketsiz hale getirmek hochzulagern ve soğutmak için. İbuprofen gibi ağrı kesici ilaçlar almak. Ağrıları hafifletir ve balgam iltihabını engeller.

Daha fazla tedavi doktorunuz tarafından yapılır. Bakteriyel bir enfeksiyon olduğundan antibiyotikler balgamla savaşmaya yardımcı olur. Ya bakterileri öldürürler ya da üremelerini engellerler. Penisilinler, genellikle stafilokok ve streptokoklara karşı çok etkili olduklarından, balgam tedavisi için kullanılır.

Ek olarak, balgamın cerrahi olarak açılması da düşünülmelidir. Balgam cildi birkaç kez kesilir. Sonra durulanır. Bazı durumlarda açık yara tedavisi yapılır. Bu, ameliyattan sonra yaranın cerrahi olarak kapanmayacağı anlamına gelir. Daha sonra, yara aralıklarla birkaç kez durulanır, boşaltılır ve antiseptik sargılarla steril halde tutulur.

Flegmon: hastalık seyri ve prognoz

Bir flegmon ciddi bir hastalıktır ve dramatik bir klinik tabloya dönüşebilir. Enfeksiyon sırasında, balgam komplikasyonlara neden olabilir. Enfeksiyon komşu yapılara yayılabilir. Bunlar, diğer şeylerin yanı sıra, elin arkası ve orta içi boş eldir.

Bir balgam kemik ve kemik iliğine de yayılabilir. Enfeksiyonun konumuna bağlı olarak, solunum sıkıntısına neden olan veya venöz kanın yaşamı tehdit edici bir damarı olan sinüs ven trombozu ile sonuçlanan plevraya da (mediasten) yayılabilir. Menenjit (menenjit) de bir sellülit olmak.

"
Migren Tanısı Nasıl Konur? Opr. Dr. Şeref ÖZTÜRK

Migren Tanısı Nasıl Konur? Opr. Dr. Şeref ÖZTÜRK

Migren Tanısı Nasıl Konur?

Migren, daha çok öyküye dayanılarak tanısı konulan bir hastalıktır. Hastalarda tüm muayene bulguları, kan tahlil bulguları ve MR görüntülemeleri normaldir.

Migrende, çoğunlukla zonklayıcı ve yarım baş ağrısı atakları olur. Tedavi edilmezse ataklar tipik olarak 3 saat-3 gün devam eder. atak sırasında bulantı ve bazen kusma olabilir. Hastalar ışık ve seslerden rahatsız olur.Tipik olarak hasta sesiz ve karanlık bir odayaya geçip yatıp uyumak istediğini belirtir yalnız her atakta ve her hastada aynı bulgular görülecek diye bir kaide yoktur.

Tanı için yardımcı ID-Migren testi, baş ağrısı olan hastalarda sorulacak 3 soruyu içeren basit bir testtir. Hastaya son 3 ay içinde 3 soru ile yaşadıkları sorulur, Migren atağına bulantı eşlik edip etmediği, atak sırasında ışıktan rahatsız olup olmadığı ve ağrının şiddetinin günlük aktivite kaybına neden olup olmadığı sorgulanır.

Bu testte ki 3 sorudan 2'sine yanıt evet ise , sizde migren görülme olasılığı %90'dır.

1) Mide bulantısı veya mide de rahatsızlık oldu mu?
2) Işık ve ses sizi normalden daha fazla rahatsız etti mi?
3)Baş ağrınız siz herşeyden en az bir gün alıkoydu mu?

"
Kusma nedir ve neden olur? Kusmaya ne iyi gelir ve nasıl geçer?

Kusma nedir ve neden olur? Kusmaya ne iyi gelir ve nasıl geçer?

Kusma nedir ve neden olur? Kusmaya ne iyi gelir ve nasıl geçer? Kusma, birçok insanın hayatında karşılaştığı yaygın bir sağlık sorunu ve genellikle geçici bir durum. Ancak, bazen ciddi sağlık sorunlarının bir belirtisi olabilir ve dikkatle ele alınmalı. Kusmanın nedenleri, belirtileri, nasıl geçtiği ve çeşitli tedavi yöntemleri konusunda bilgi sahibi olmak, bu durumu etkili bir şekilde yönetmek için önemli. Bu içerik, kusma hakkında detaylı bilgiler sunarken bu yaygın durumla başa çıkma konusunda okuyuculara rehberlik etmeyi amaçlıyor. Mide bulantısı ve kusmanın yönetimi, doğru tanı, etkili evde tedavi yöntemleri ve gerektiğinde tıbbi müdahale ile mümkün. İşte, Kusma nedir ve neden olur? Kusmaya ne iyi gelir ve nasıl geçer?" sorularının yanıtları. Giriş: 04.02.2024 - 21:26 Güncelleme: 04.02.2024 - 21:26 facebook twitter-x linkedin whatsapp mail print copy

REKLAM advertisement1

Kusma, her yaştan insanın hayatında zaman zaman karşılaştığı, genellikle geçici bir sağlık sorunu. Bu durum, vücudun savunma mekanizmalarının bir parçası olarak, sindirim sisteminin ters yönde hareket etmesiyle ortaya çıkar. Kusma, çeşitli sağlık sorunlarının bir belirtisi olabileceği gibi, bazen ciddi durumların da işaretçisi olabilir. Kusmanın nedenleri, belirtileri ve bu duruma neyin iyi geldiği konusunda bilgi sahibi olmak, etkili bir şekilde müdahale etmeyi ve rahatlama sağlamayı kolaylaştırır. Bu içerik, kusmanın nedenlerini, nasıl geçtiğini ve çeşitli tedavi yöntemlerini kapsamlı bir şekilde ele alarak bu yaygın durumla başa çıkma konusunda okuyuculara rehberlik etmeyi hedefliyor.

KUSMA NEDIR?

Kusma, mide içeriğinin ağız yoluyla dışarı atılması sürecidir ve genellikle mide bulantısı ile başlar. Bu, vücudun toksik maddeleri veya zararlı içerikleri hızlı bir şekilde atmaya çalıştığının bir işaretidir. Kusma süreci, beyindeki kusma merkezinin aktive olması ve mide, yemek borusu ve ağız boşluğunu içeren sindirim sistemini etkileyen kasların kasılmasıyla gerçekleşir. Kusma, sadece rahatsızlık verici bir durum olmanın ötesinde, bazen ciddi sağlık sorunlarının, gıda zehirlenmelerinin veya enfeksiyonların bir belirtisi olabilir. Ayrıca, bazı ilaçların yan etkileri, hamilelik, yoğun stres veya duygusal travmalar da kusmaya neden olabilir. Kusma mekanizması, vücudun doğal savunma sisteminin bir parçasıdır ve bazen vücudu zararlı maddelerden arındırmak için hayati önem taşır.

KUSMA NEDEN OLUR?

Kusmanın birçok nedeni olabilir ve bu nedenler genellikle altta yatan sağlık durumlarına bağlıdır. En sık görülen nedenler arasında mide enfeksiyonları (gastroenterit), gıda zehirlenmesi ve hamilelik sırasında meydana gelen sabah bulantıları yer alır. Ayrıca, bazı ilaçların yan etkileri, migren baş ağrıları, hareket hastalığı (deniz tutması veya araba tutması gibi), aşırı alkol tüketimi ve bazı tıbbi durumlar da kusmaya yol açabilir. Psikolojik faktörler de kusmayı tetikleyebilir, örneğin, yoğun stres, kaygı veya korku durumları. Çocuklarda, genellikle mide virüsleri en yaygın kusma nedenidir. Bazı ciddi durumlar, örneğin beyin tümörleri veya bağırsak tıkanıklıkları gibi, kusmayı tetikleyebilir ve hemen tıbbi müdahale gerektirir.

Mide bulantısına genel olarak sebep olan nedenler şöyle listelenebilir:

- Deniz veya yol tutması

- İlaç kullanımı veya kemoterapi gibi tedavi yöntemleri

- Safra kesesi sorunları

Mide bulantısına neden olabilecek hastalıklar ise şöyledir:

- Mide veya ince bağırsak astarındaki ülserler

MIDE BULANTISI VE KUSMA ÇEŞITLERI

Santral Tip: Genellikle görsel ve işitsel sinyaller ile başlar. Ani başlayıp ani kaybolabilen bir hareketle, ya da kötü görünen bir yemeği görmek ya da düşünmekle olan bulantı ve kusmadır.

Periferik Tip: Sindirim sistemi ve diğer organlardan etkilenen kusmadır.

Fizyolojik Tip: Kusma merkezini etkileyen faktörlere yanıt olarak ortaya çıkan işlevsel bir tablodur. Midenin boşalmasının geciktiği durumlarda da görülebilir

Psikojenik Tip: Hastanın kendisi tarafından başlatılabilen, anksiyete oluşturan tehdit edici durumlarda ortaya çıkan bir tür.

Akut Tip: Klinik olarak bir haftadan daha kısa süren kusmalara denir.

Kronik Tip: Bir haftadan daha uzun süren kusmalardır. Akut - bulantı kusmada mutlaka en yakın sağlık kuruluşuna gidilmelilerdir. Akut tipi bulantı ve kusmalarda enfeksiyona bağlı nedenler, sindirim sistemi tıkanıklıkları ve zehirlenmeler akla gelmeli. Enfeksiyonun yol açtığı bulantı - kusmaya ateş ve ishal eşlik edebilir. Besinlerin alınmasından 2 - 6 saat sonra şikâyetler belirginleşir. Sindirim sistemi tıkanıklıklarında genelde karın ağrısı da görülür.

KUSMAYI DURDURMAK IÇIN NE YAPMALI?

Kusmayı durdurmak için alınabilecek bazı önlemler vardır. Öncelikle, vücudu yeterince nemli tutmak önemlidir, bu, küçük yudumlar halinde su içerek yapılabilir. Ayrıca, hafif ve sindirimi kolay gıdalar tüketmek, mideyi yormadan beslenmeyi sağlar. Zencefil veya nane çayı gibi bitkisel çaylar, mideyi rahatlatmaya yardımcı olabilir. Eğer kusma ilaçların yan etkisi olarak meydana geliyorsa, doktorunuzla görüşerek ilaç dozajı veya türü üzerinde değişiklik yapılabilir. Ayrıca, bulantıyı tetikleyebilecek yiyecek ve içeceklerden kaçınmak, kokulara veya hareketlere karşı hassasiyeti azaltmak da faydalı olabilir. Eğer kusma devam ederse veya ciddi bir sağlık sorununun belirtisi olduğundan şüpheleniliyorsa, tıbbi yardım almak önemlidir.

KUSMA NEYIN BELIRTISI?

Kusma, çeşitli sağlık durumlarının belirtisi olabilir. En sık rastlanan nedenler arasında mide enfeksiyonları, gıda zehirlenmesi, hamilelik ve ilaç yan etkileri bulunur. Bununla birlikte, kusma bazen daha ciddi sağlık sorunlarının da işareti olabilir. Örneğin, şiddetli baş ağrısı, boyun tutulması veya bilinç değişiklikleri ile birlikte gelen kusma, beyin kanaması veya tümör gibi ciddi durumların belirtisi olabilir. Ayrıca, kusma, bağırsak tıkanıklığı, apandisit, pankreatit ve safra kesesi hastalıkları gibi sindirim sistemi sorunlarının da belirtisi olabilir. Çocuklarda, kusma sıklıkla viral enfeksiyonların bir belirtisidir, ancak şiddetli veya uzun süreli kusma, dehidrasyon veya başka ciddi belirtilerle birlikte olursa tıbbi müdahale gerektirebilir.

ÇOCUKLARDA VE YETIŞKINLERDE KUSMAYA NE İYI GELIR?

Çocuklarda ve yetişkinlerde kusmanın tedavisi, nedenine ve şiddetine bağlı olarak değişir. Öncelikle, vücudu yeterince hidrate etmek önemlidir, bu, küçük yudumlar halinde su veya elektrolit içecekler tüketerek yapılabilir. Hafif ve sindirimi kolay gıdalar, mideyi rahatlatmaya yardımcı olabilir. Çocuklarda, rehidrasyon çözeltileri kullanılabilir. Zencefil veya nane gibi bitkisel çaylar, bulantı ve kusmayı hafifletebilir. Eğer kusma stres veya kaygı ile ilişkiliyse, rahatlatıcı teknikler ve sakin bir ortam faydalı olabilir. Ayrıca, şiddetli veya uzun süreli kusma durumunda, özellikle dehidrasyon belirtileri varsa, tıbbi yardım almak önemlidir. Bazı durumlarda, antiemetik (kusma önleyici) ilaçlar reçete edilebilir.

BULANTI VE KUSMA TEDAVISI

Bulantı ve kusmanın tedavisi, altta yatan nedeni belirlemekle başlar. Gıda zehirlenmesi veya mide virüsleri gibi geçici durumlarda, tedavi genellikle semptomları hafifletmeye yöneliktir. Bu durumlarda, vücudu nemli tutmak ve hafif gıdalar tüketmek yeterlidir. Eğer bulantı ve kusma daha ciddi bir sağlık sorununun belirtisiyse, örneğin migren veya gastrointestinal sorunlar gibi, bu durumların kendi tedavileri gereklidir. Antiemetik ilaçlar, bulantı ve kusmayı hafifletmekte etkili olabilir, ancak bu ilaçlar doktor tavsiyesi ve reçetesi ile kullanılmalıdır. Kronik durumlar için, bulantı ve kusma kontrolü altında tutulabilir, fakat altta yatan nedenin tedavisi esastır. Ayrıca, bulantı ve kusmayı azaltmaya yardımcı olabilecek bazı yaşam tarzı değişiklikleri ve evde uygulanabilecek yöntemler de bulunmaktadır. Örneğin, yemekleri küçük porsiyonlar halinde tüketmek, yağlı ve baharatlı yiyeceklerden kaçınmak, yavaş yemek yemek ve yemeklerden sonra hemen yatmamak, sindirimi kolaylaştırır ve mideyi rahatlatır. Böylece, bulantı ve kusma riski azalabilir.

MIDE BULANTISI VE KUSMA İÇIN EVDE TEDAVI YÖNTEMLERI

Mide bulantısı ve kusma için evde uygulanabilecek birçok etkili yöntem bulunmaktadır. Örneğin, zencefil, mideyi yatıştırmak ve bulantıyı azaltmak için uzun zamandır kullanılan doğal bir tedavidir. Zencefil çayı veya taze zencefil, bulantı hissini azaltmaya yardımcı olabilir. Nane çayı da mideyi rahatlatmada etkilidir. Limon suyu veya limon kokusu da bazı kişilerde bulantıyı hafifletebilir. Ayrıca, bol sıvı alımı, özellikle su veya elektrolit içecekleri, dehidrasyonu önlemeye yardımcı olur ve vücudu nemli tutar. Hafif, sindirimi kolay gıdalar tüketmek, mideyi rahatlatır ve bulantı veya kusma riskini azaltır. Yemeklerden sonra hafif yürüyüşler yapmak, sindirime yardımcı olur ve mide bulantısını azaltabilir.

MIDE BULANTISINA İYI GELEN YIYECEKLER

Mide bulantısını hafifletmeye yardımcı olabilecek bazı yiyecekler aşağıda sıralanmıştır. Bu yiyecekler genellikle hafif, sindirimi kolay ve mideyi tahriş etmeyen özelliklere sahiptir:

Zencefil: Zencefilin mide bulantısını hafifletmeye yardımcı olduğu bilinir. Zencefil çayı yapabilir veya doğrudan taze zencefil tüketebilirsiniz. Tuzlu Krakerler: Hafif ve az yağlı olan krakerler, mide asidini emebilir ve mideyi rahatlatabilir. Kuru Ekmek: Kuru ekmek veya tost, mide bulantısını hafifletmek için iyi bir seçenektir çünkü mide asidini emmeye yardımcı olur ve kolay sindirilir. Muz: Muz, mideyi rahatlatmaya yardımcı olan yumuşak bir meyvedir ve aynı zamanda doğal bir şekilde enerji verir Pirinç ve Haşlanmış Patates: Bu hafif karbonhidratlar, mide bulantısı sırasında kolayca sindirilebilir ve mideyi rahatlatmaya yardımcı olabilir. Yulaf Ezmesi: Yulaf ezmesi, yumuşak dokusuyla mideyi rahatlatmaya yardımcı olan başka bir hafif gıdadır. Beyaz Et Tavuk veya Hindi: Yağsız protein kaynağı olan beyaz et, mide bulantısı sırasında iyi bir seçimdir. Pişirirken baharat ve yağdan kaçınmak önemlidir. Yumurta: Yumurtalar, özellikle haşlanmış veya az pişmiş olarak, hafif protein kaynağıdır ve mide bulantısında iyi bir seçenek olabilir. Yoğurt: Probiyotikler içeren düz yoğurtlar, mide bulantısını hafifletmeye yardımcı olabilir ve sindirim sistemini destekler. Elma Püresi: Elma püresi, hafif ve mideyi rahatlatıcı bir gıda seçeneğidir. Nane veya Rezene Çayı: Nane ve rezene çayları, mideyi rahatlatan ve sindirimi kolaylaştıran doğal bitkisel tedaviler arasındadır.

Bu yiyecekler genellikle mide bulantısını hafifletmeye yardımcı olurken, her bireyin vücudu farklı tepkiler verebilir. Eğer mide bulantısı devam eder veya diğer semptomlarla birlikte görülürse, tıbbi tavsiye almak önemlidir.

KUSMA NEDENI VE TANISI

Kusmanın nedenleri, tanısı ve tedavisi, kişinin genel sağlık durumu, yaşadığı semptomlar ve altta yatan sağlık sorunlarına bağlı olarak değişir. Kusmanın nedenleri arasında mide enfeksiyonları, gıda zehirlenmesi, hamilelik, ilaç yan etkileri, migren, hareket hastalığı, aşırı alkol tüketimi ve bazı tıbbi durumlar yer alabilir. Kusma nedeninin belirlenmesi için doktor, hastanın tıbbi geçmişini inceleyecek ve fiziksel muayene yapacaktır. Gerekirse, kan testleri, idrar testleri veya görüntüleme testleri (örneğin, ultrason veya endoskopi) gibi tanı testleri uygulanabilir. Bu testler, kusmanın altında yatan nedeni belirlemeye ve uygun tedavi yöntemlerini seçmeye yardımcı olur.

"
Dermatoloji - Özel Sada Hastanesi

Dermatoloji - Özel Sada Hastanesi

Dermatoloji

Özel Sada Hastanesi Dermatoloji Kliniğimizde, çeşitli deri hastalıklarının tanı ve tedavisi uygulanmaktadır. Dermatoloji, deride belirti veren zührevi hastalıklar (cinsel yolla bulaşan) ve saç, tırnak hastalıkları ile ilgilenen bilim dalıdır. Bu hastalıkların tedavi yöntemleri, dermatologlar tarafından uygulanmaktadır.

Hizmetlerimiz Dermatolojik Cerrahi (Deri Biyopsisi, Eksizyon, İnsizyon, Elektrokoterizasyon, Kriyoterapi) Dudak Dolgusu Gençlik Aşısı Altın İğne ile Cilt Gençleştirme Göz Altı Işık Dolgusu Dermapen Uygulaması Nazolabial Dolgu Çil Tedavisi Sivilce Tedavisi Ben Tedavisi Terleme Tedavisi Migren Tedavisi Dermatoskopi Alerji Testleri (Prick Testi, Yama (Patch) Testi, Kan Testleri) Behçet Hastalığı tedavisi Egzama tedavisi Saç dökülmesi tedavisi Uçuk tedavisi "
Migren hakkında her şey! Nedenleri, belirtileri, tedavisi.

Migren hakkında her şey! Nedenleri, belirtileri, tedavisi.

Migren hakkında her şey! Nedenleri, belirtileri, tedavisi.

Hemen hemen herkes hayatında en az bir kere baş ağrısıyla karşı karşıya kalıyor. Bazılarında ise bu ağrılar kronik hale gelerek dayanılmaz bir hal alıyor. Işığa, sese hassasiyet oluşturan bazen de bulantı ve kusmayla görülebilen migren ağrıları kişinin yaşam kalitesini olumsuz etkiliyor.

Migren kaynaklı bu dayanılmaz ağrılardan botoks ve lokal enjeksiyonlar ile kurtulmak mümkün. Nöroloji Uzmanı Prof. Dr. Talip Asil, migren ve tedavi yöntemleri hakkında bilgi verdi.

NORMAL BAŞ AĞRISI MI, MİGREN Mİ?

Sıradan bir baş ağrısı olmayıp tedavisi mümkün nörolojik bir hastalık olan migren, doktora en fazla başvurulan rahatsızlıklardan biridir. Hastanın baş ağrısı nedeni öncelikle iyi değerlendirilmelidir. Birincil baş ağrıları olarak da bilinen migren baş ağrılarının farklı özellikleri bulunmaktadır. Tanı için ağrıların süre ve sıklığı takip edilmelidir. Bunun yanında kişiler aura denilen bir takım ağrı öncesi durumları yaşamaktadır. Aura durumlarını gözde ışık çakması, yarım görme veya vücutta bazı bölgelerde uyuşma olarak tarif eden hastalarda bu belirtileri ağrı takip etmektedir. Bir baş ağrısının migren olduğunu anlamak için şu belirtilere dikkat etmek gerekir:

• Ağrının orta derecede ve sürekli oluşu
• Başta zonklama türü ağrı
• Bulantı ve kusma
• Işıktan ve sesten rahatsız olmak
• Hareket edince artan ağrı
• Gözde ışık çakması, yarım görme
• Vücutta bazı bölgelerin uyuşması

MİGREN AĞRISINI DİĞER AĞRILARLA KARIŞTIRMAYIN

Kronik baş ağrısı olan hastaların neredeyse tamamı kendilerinde sinüzit veya migren olduğunu düşünür. Ancak kronik baş ağrılarının gerilim baş ağrısı ve küme baş ağrısı gibi başka nedenleri de vardır. Bu yüzden migren baş ağrısı tanısının doğru şekilde konması tedavinin planlanması açısından önemlidir. Migrenli hastalarda baş ağrılarını geçirmek için atak tedavisi uygulanır. Eğer ağrı sıklığı fazlaysa atakların sıklığı azaltılmaya çalışılır.

AĞRI KESİCİLER YETERLİ GELMİYORSA…

Atak esnasında bazı ağrı kesiciler ve bulantı kusmaya yönelik ilaçlar belli bir disiplin içerisinde kullanılır. Basit ağrı kesicilerin yetmediği zamanlarda migrene spesifik bazı ilaçlarda atağı sonlandırmak için kullanılabilir. Ancak migren atağı esnasında ağrı kesicilerin sıklıkla kullanılması durumunda ağrı kesicilerin kötüye kullanımından bahsedilir ve bu durumun tedavisi en az migren tedavisi kadar zordur.

HER HASTAYA FARKLI TEDAVİ

Migrenli hastalarda baş ağrısı atak sıklığı fazla ise veya ağrı çok şiddetli oluyorsa, hastanın özellikleri de göz önünde bulundurularak atak sıklığını azaltmak için kronik tedaviler verilmektedir. Bu tedaviler verilirken ağrının karakteri yanında hastanın özellikleri ve eşlik eden durumlar da göz önünde bulundurulmalıdır. Bu yüzden bir hastaya iyi gelen bir tedavi başka bir hastaya iyi gelmeyebilir. Kronik migren tanısı son üç ay süresince ayda en az 15 gün ve üzerinde baş ağrısı olan, gün içinde ağrının en az 4 saat sürdüğü ve ayın en az sekiz gününde bu ağrıların migren tanı kriterlerini dolduracak özellikte olan hastalarda ve mutlaka bir nöroloji uzmanı tarafından görüşme sırasında klinik olarak konulabilir.

MİGREN TEDAVİSİNDE BOTOKS YA DA AŞI

Kronik migren hastalarında botoks tedavisi veya ağrı noktalarına yapılacak enjeksiyonlar gibi yöntemler ve son yıllarda migren aşısı olarak da isimlendirilen yeni tedavi yöntemleri kullanılabilir. Migrende şu tedaviler uygulanmaktadır:

• Botoks tedavisi: Standart tedavilerden sonuç alamamış hastalara botoks uygulanmaktadır. Botoks, kronik migrenli kişilerde duysal sinir uçlarından salınarak baş ağrısını başlatan kimyasal ileticileri bloke eder. Tecrübeli bir Nörolog veya algoloji uzmanı tarafından doğru noktalara botoks uygulandığında ağrı sıklığı ve şiddeti azalır ancak bunun etki süresi sonsuz değildir.

• Sinir blokajı: Başın ağrı duyusunu algılayan kısmın anestetik maddelerle blokajı ve sinirin uyarılabilirliğinin azaltılarak, ağrı eşiğinin yukarı taşınması işlemidir. Burada hastanın büyük oksipital sinir alanına lokal anestetik madde enjekte edilir. Bu yöntem migren tedavi kılavuzlarında yer alan tedavilerin uygulanamadığı hastalarda veya bu tedavilere rağmen ağrı sıklığı ve şiddetinin azalmadığı durumlarda bu tedavilere ilave olarak kullanılabilir.

• Migren aşısı: Calsitonin Gene Related Protein isimli doğrudan migren hastalığını oluşturan patolojik süreçleri engellemeye yönelik aylık enjeksiyonla ağrı sıklığı ve şiddetinin azaltılmasında olumlu sonuçlar alınmaktadır. Kronik migren tanısı tecrübeli bir nörolog tarafından konduğunda bu aşı uygulamasının yapılması ile oldukça başarılı sonuçlar alınabilir.

"
Göz Migreni Nedir ve Kimlerde Görülür? Özel Esencan Hastanesi

Göz Migreni Nedir ve Kimlerde Görülür? Özel Esencan Hastanesi

Göz Migreni Nedir ve Kimlerde Görülür?

Otonom sinir sisteminin başlıca işlevleri arasında damar, sindirim sistemi ve dolaşım sistemini kontrol etmenin yer aldığı bilinmektedir. Otonom sinir sisteminde meydana gelen bir hastalık olarak bilinmekte olan migren, toplumda baş ağrısıyla özdeşleştirilmiş durumdadır. Fakat migren yalnızca baş ağrısı olarak görülen bir durum değildir. Migrenin kişinin gündelik yaşantısını oldukça ciddi oranda ve olumsuz yönde etkilediği bilinmektedir.

Migren ataklarının önlem alınmadığı takdirde günlerce sürdüğü bilinmektedir. Migren ağrıları kişiler tarafından genel olarak tek taraflı ve yer değiştirme potansiyeline sahip olarak tanımlanmaktadır. Ağrıların zamanla mide bulantısına dahi sebebiyet verebildiği bilinmektedir. Migren ağrılarının beyin kan akışında görülen değişiklikler nedeniyle oluştuğu düşünülmektedir fakat bu bilgi herhangi bir kesinlik taşımamaktadır. Pek çok farklı türde migren görülebildiği bilinmektedir. Migren görülen kişilerde migrenin sıklığı, görülme süresi ve şiddeti farklılık gösterebilmektedir.

Migren rahatsızlığının genel olarak 15 ile 22 yaş aralığında görüldüğü bilinmektedir. Kişilerin 55 yaşından sonra migren rahatsızlığına sahip olma ihtimali oldukça düşüktür. Migren rahatsızlığının görülme riskinin kadınlarda erkeklerden daha sık görüldüğü bilinmektedir.

Migren oldukça sık görülen rahatsızlıklardan biridir. Auralı ve aurasız olarak iki çeşite ayrılmış olan migren ataklarından 100’de 10’u auralı olarak gerçekleşmektedir. Auralı migrende baş ağrısından önce aura dönemi gerçekleştir. Bu auranın gerçekleşmesi esnasında geçici körlük görülme ihtimalinin dahi mümkün olduğu bilinmektedir. Aura döneminde görme problemleri meydana gelir. Bu görme problemleri sonrasında baş ağrısının başladığı ve oldukça uzun sürdüğü bilinmektedir.

Göz migreni ise gerçekleşen migren türlerinden yalnızca biridir. Göz çevresinde yaşanan şiddetli ağrı olarak tanımlanan göz migreni meydana geldiğinde kişiler öncelikle göz doktoruna gitme gereksinimi hissederler. Göz migreni meydana geldiğinde gerçekleşen problem nörolojik olmaktadır ve gidilmesi gereken birimin Nöroloji bölümü olduğu bilinmektedir.

Herhangi bir tanı ve teşhis yöntemi bulunmaması sebebiyle göz migreni tanısının konulması oldukça zordur. Rutin tetkikler sırasında göz migreni tanısının konması mümkün değildir. Rutin testler sonucunda hastanın değerlerinde herhangi bir anormalliğin görülmemesi oldukça olasıdır. Migren rahatsızlığına teşhis konulsa dahi kesin bir tedavi yöntemi uygulanamamaktadır. Fakat birtakım ilaçlar ve tedavi yöntemleri aracılığıyla migren şiddetinin azaltılması mümkündür.

Migren durumu meydana geldiği takdirde kişilerde ağrı ile birlikte görme bozukluklarının görülmesi, gözde şimşek çakması, ışık çizgisi görüntülerinin görülmesi mümkündür. Migren ile birlikte görme kaybının dahi görüldüğü bilinmektedir. Bu nedenle hastanın durumuna göre belirlenen doktor tavsiyelerine uymak ve migren semptomlarını azaltmak oldukça önemlidir. Çok sık bir şekilde gerçekleşmese dahi bazı hastalarda göz kaslarında geçici felcin meydana geldiği görülebilmektedir. Tüm bunların yanı sıra şaşılık gibi göz problemleri de meydana gelebilmektedir.

Göz migreni iki farklı türde ele alınmaktadır. Bunlardan ilki olan retinal migren tek gözde meydana gelen görme kaybı ile geçici körlüğün meydana gelmesi durumlarını tanımlamaktadır. Retinal migrenin gözde meydana gelen dolaşım bozukluğu sebebiyle görüldüğü bilinmektedir. Migrenden ötürü meydana gelen görme kayıpları kalıcı olarak meydana gelmemektedir. Retinal migren rahatsızlığı herhangi bir muayene sonrasında teşhis edilememektedir.

Bir diğer göz migreni türü ise oftalmoplejik migren olarak adlandırılmaktadır. Oftalmoplejik migren, yüz ağrısı olarak bilinmektedir. Migren atağı sonucunda meydana gelir ve ciddi sorunlara neden olur. Bu ciddi sorunların arasında sinir felci, göz kapaklarında meydana gelen düşüklükler ve çift görme problemleri yer almaktadır. Diğer migren türlerinin olduğu gibi oftalmoplejik migrenin de tanı koyma sürecinin oldukça zor olduğu bilinmektedir. Migren atağı sırasında kişinin değerlerinde herhangi bir anormallik görülememektedir ve bu nedenle tanı koyulması mümkün olamamaktadır. Gadolinyumlu manyetik rezonans görüntüleme işlemi aracılığıyla gözde meydana gelen bazı durumların teşhis edilebildiği bilinmektedir. Teşhis edilebilen durumlar arasında göz sinirlerinde meydana gelen ödem ve kalınlaşmaların olduğu bilinmektedir. Bu migren atağının ileri yaşlarda oldukça nadir bir şekilde görüldüğü bilinmektedir

Göz Migreni Neden Olur?

Migren atakları geçirilen spazm sonucunda meydana gelebilmektedir. Migren hastalığına yönelik tedavinin başarıyla uygulanması sonucunda göz migreni probleminin ortadan kalktığı bilinmektedir.

Migren hastalığının kadınlarda daha sık görüldüğü ve bu sebeple hormonlarla ilişkisinin olduğu bilinmektedir. Adet dönemi gibi doğurganlığın yoğun olduğu dönemlerde migrenin daha şiddetli görüldüğü bilinmektedir. Menopoz döneminin başlamasıyla birlikte migren probleminin neredeyse hiç görülmediği bilinmektedir. Tüm bu nedenlerle hormonlar ve migrenin ilişkili olduğu bilinmektedir.

Göz Migreninin Belirtileri Nelerdir?

Göz migreni problemi yaşayan kişilerde bazı ortak belirtiler görülebilmektedir. Bu belirtiler başlıca şu şekilde görülebilmektedir,

Görme bozuklukları ve görme kaybı Gözde ışıklanmaların görülmesi Mide bulantısı ve kusma Tek taraflı görme kaybı Gözde şiddetli ağrı Göz Migreni Tedavisi Nasıl Gerçekleştirilir?

Göz migrenini tamamen sonlandıracak bir tedavi yönteminin bulunmadığı bilinmektedir. Bu nedenle doktor tarafından hastanın durumuna yönelik olarak ağrı kesici veya ilaç tedavisi uygulanabilmektedir. Göz migreni, göz tansiyonuna sebep olabilmektedir. Migrenin semptomları kişilerde farklı şiddet ve sürelerde görülebilmektedir. Uygulanan tedavi yöntemi de kişinin durumuna göre özel olarak belirlenmelidir. Atak tedavisinin migren görüldüğü takdirde uygulanabilmesi tercih edilebilmektedir. Atak tedavisi genişlemiş damarların daralmasını ve ağrıların dinmesini sağlamaktadır.