Emine Gürsoy Naskalı - Hilal Oytun Altun (Ed) - Hapishane Kitabı
KİTABEVİ • 254 K apak Minyatür / Onur Sönmez D izgi/İç Diizen Bidaye B askı Çalış Ofset Davutpaşa Caddesi No:8 Topkapı - İstanbul Cilt Bayrak Matbaası 2.Baskı İstanbul, 2010 ISBN 9 7 8 -9 7 5 -6 4 0 3 -3 4 -9 T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı Sertifika No: 0 1 0 7 -34-007408 O nline S atış vvwvvw.kitabus.com
Catalçeşme Sk. No: 54/ACağaloğlu-İSTANBUL Tel:(0212) 512 43 28 - 511 21 43 • Faks:(0212) 513 77 26
Editörler Emine Gürsoy-Naskali Hilal Oytun Altun
iç in d e k il e r
SUNUŞ • IX GİRİŞ • XI KURAMLAR Timur Demirbaş Hürriyeti Bağlayıcı Cezaların ve Cezaevlerinin Evrimi • 3 Halil İbrahim Bahar Hapishaneler, Sorunlar ve Çözüm Arayışları • 41 Şener Aksu Otorite-Yaşamalanı İlişkisinde Hapishanenin Yeri • 59 Orhan Aybers Genetik Bilimi Küresel Bir Hapishane mi Yaratacak? • 69 Hilal Oytun Altun Hapishane Karikatürleri • 74 TARİH ZİNCİRİ Samira Kortantamer Memlûklerde Hapishaneler • 93 Necdet Öztürk OsmanlIlarda Hapis Olayları (1300-1512) • 101 Ali Efdal Özkul XVIII. Yüzyılın İlk Yarısında Kıbrıs'ta Kalebentler ve Cezirebentler »130 OSMANLI HAPİSHANELERİ Ahmet Ali Gazel Tanin Muhabiri Ahmet Şerif Beyin Notlarında Osmanlı Hapishaneleri »143
Ali Karaca XIX. Yüzyılda Osmanlı Devletinde Fahişe Hatunlara Uygulanan Cezalar: Hapis ve Sürgün »152 Ebubekir Sofuoğlu Osmanlı Hapishanesinde Islah ve Firar Teşebbüsleri »163 Yasemin Saner Gönen Osmanlı imparatorluğunda Hapishaneleri İyileştirme Girişimi, 1917 Yılı »173 Murat Çulcu Bekirağa Bölüğünden Anılar »184 İNFAZ KURUMLARI Kenan İpek Ceza ve Tevkifevleri • 221 İlkay Savcı Cezaevi İşyurtları • 225 Nezih Varol Cezaevi İzleme Kurullarının Yapısı ve İşlevi • 244 Lale Algıer, Şeyda Ökdem, Nesrin Çobanoğlu, Alper Beder Sağlık Sorunu Olan Hükümlülerde Yaşanan Etik Sorunlar • 248 MAHKÛMLAR Ece Cömert, Gökhan Oral Hapishaneler ve Antisosyal Kişilik Bozukluğu • 257 Ayşe Duvarcı Ankara Cezaevlerinde El Sanatları • 276 Ilyas Kamalov Sovyetler Birliğinde Mahkûm Dövmeleri • 287 ŞİDDET İrem Akduman, Gökhan Oral Cezaevlerinde Cinsel Taciz ve Tecavüz Olayları • 303 Gökhan Oral, İrem Akduman Islahevleri ve Sübyan Koğuşlarında Pedofili »311 EĞİTİM Mustafa Saldırım Cezaevleri Eğitim Kurumlan Hâline Nasıl Gelebilir? • 321 Aslı Atamer, Gökhan Oral Cezaevlerinde Rehabilitasyon Programlan • 335 Şuayip Özdemir Cezaevi Din Hizmetlerinin Yeterlilik Sorunu • 346
ÇOCUK VE HAPİSHANE Rüçhan Gökdağ Hükümlü ve Suç İşlememiş Gençlerin Anksiyete, Duyguların Tanınması ve Duyguların Kontrolü Açısından Kıyaslanması (13-18 Yaş) • 361 Hande Berktin Uluslar Arası Sözleşmeler ve Türk Hukuk Mevzuatı Açısından Çocuk Cezaevlerinin Hukukî Durumu • 376 Hande Berktin Ben Niye Buradayım? • 385 CEZAEVİ PERSONELİ Gülçin Demir Cezaevi Personeli: Dün-Bugün • 393 Ahmet Taşkın Ceza İnfaz Kurumlan ve Tutukevleri Personelinin Eğitimi • 401 DİVAN EDEBİYATI Dursun Ali Tökel Yusuf un Zindana Atılışı • 413 Gülgün Yazıcı Divan Şiirinde Esaret ve Zindan • 434 MODERN EDEBİYAT Mehmet Narlı Hapishane Şiirleri • 453 Şaban Sağlık Modern Türk Edebiyatında Bir DeğişimDönüşüm Mekânı Olarak Hapishaneler • 474 TASAVVUFTA TUTSAK Mehmet Aça Yaratılış Mitleri, Şamanizm ve Tasavvuf Bağlamında Düşüş, Mahrumiyet ve Hapis • 503 Bilâl Kem ikli Niyazî-i Mısrî'de Sürgün ve Zindan • 519 HALK EDEBİYATI Ali Duymaz Türk Halk Şiirinde Hapishane • 533 Cengiz Özkan Hapishane Türküleri • 568 M ehmet Erol Türk Halk Hikâyelerinde Zindan • 587
HAPİSHANE SÖZLÜĞÜ Özkan Öztekten rürkçede 'Mahpus' ve 'Hapishane' • 607 Mehmet Çelik Cezaevi Argosu • 621
Hapishane Kitabı'm değerli meslektaşım Hilal Oytun Altun ile bir likte hazırladık. Bu kitapta, hapishane kültürünü, hapishane tarihini belgeleyen bir arşiv, zengin bir bilgi dağarcığı bulacağınızı ümit ediyo rum .1 Yılların araştırmasıyla ve birikim iyle hazırlanan buradaki yazıla rın sahiplerine, görüş bildiren, destek veren araştırmacılara, uzmanla ra, bürokratlara, Eski Adalet Bakanı Sami Türk'e, Yargıtay 10. Hukuk Dairesi üyesi Ali Suat Ertosun'a, Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürü Kenan İpek'e, M üjdat Karayerli'ye, Prof. Dr. Timur Demirbaş'a, Doç. Dr. Samira Kortantamer'e, Prof. Dr. Necdet Ö ztürk'e, Doç. Dr. Halil İb rahim Bahar'a, Dr. Nezih Varol'a, Dr. E. Giilçin Demir'e, Hâkim M usta fa Saldırım 'a, Hâkim Ahmet Taşkın'a, Dr. Osman Gazi Özgüdenli'ye, Prof. Dr. Ali D uym az'a, Doç. Dr. M ehmet Aça'ya, Prof. Dr. Şinasi Gündüz'e, Doç. Dr. Bilal Kem ikli'ye, Doç. Dr. Gökhan O ral'a, Dr. Rüçhan Gökdağ'a, Hande Berktin'e, Aslı Atamer'e, Dr. İlkay Savcı'ya, Prof. Dr. Süleym an Beyoğlu'na, Dr. Ali Karaca'ya, Hilal Oytun Altun'a, Dr. Ali Efdal Ö zkul'a, Dr. Ö m er İşbilir'e, Dr. Bedri Aydoğan'a, Dr. Özkan Öztekten'e, Ayşen Uslu Bayram lı'ya, Dr. Hatice Şirin'e, Dr. Hayrunnisa A lan'a, Dr. Emine Uyum az'a, Dr. Ebubekir Sofuoğlu'na, Dr. Orhan Aybers'e, Ali Rıza Gönüllü'ye, Dr. Yasemin Saner G önen'e, Dr. Ahm et Ali G azel'e, Dr. G ülgün Yazıcı'ya, Dr. İsmail Güleç'e, Dr. Esat Harman
Kitapta yer alan çalışm aların birçoğu, M arm ara Ü niversitesi Türkiyat Araştırma ve U ygulam a M erkezi tarafından 4-5 Aralık 2003 tarihinde düzenlenen "H ap is han e" sem pozyum unun ürünüdür.
cı'ya, Süleyman Sırrı Terzioğlu'na, Askhat Kessikbayev'e, İlyas Kamalov'a, Almagül İsina'ya, Dr. Em ine Kısıklı'ya, Dr. M ehmet N arlı'ya, İrem Akdum an'a, Doç. Dr. Lale Algıeı'e, Dr. Şeyda Ö kdem 'e, Dr. Nes rin Çobanoğlu'na, Dr. Alper Beder'e, Ece Cöm ert'e, Şener Aksu'ya, Dr. Ayşe Duvarcı'ya, M urat Çulcu'ya, Dr. Dursun Ali Tökel'e, Cengiz Öz kan'a, Sezai Coşkun'a, Dr. Ramazan G ülendam 'a, Dr. Ayşenur Külahlıoğlu-İslâm 'a, Harid Fedai'ye, Dr. Nahide Şimşir'e, Dr. Sebahattin Şim şir'e, Dr. Orhan Söylem ez'e, Doç. Dr. Enver Töre'ye, Dr. Nesrin Tağızade-Karaca'ya, Dr. Abdulvahap Kara'ya, Adem Korukçu'ya, Dr. Şahin Köktürk'e, Mustafa Aça'ya, Dr. M ehmet Erol'a, Serkan Şen'e, M ehmet Ç elik'e, Dr. İhsan Sabri Balkaya'ya, Dr. Ertuğrul Aydın'a, Dr. Salim Çonoğlu'na, Doç. Dr. Şaban Sağlık'a, Doç. Dr. Şuayip Ö zdem ir e, Ezgi Denizel-Güven'e, Zeki Alp Tunga'ya, Prof. Dr. Mücteba İlgürel'e, Prof. Dr. Akile G ürsoy'a, Doç. Dr. Gülden Sağol'a, Prof. Dr. Orhan Bilgin'e, Doç. Dr. Yüksel Kırım lı'ya, Prof. Dr. Zekeriya Kurşun'a, Prof. Dr. Sema U ğurcan'a, Dr. Nejat Sefercioğlu'na, Doç. Dr. Şehnaz A liş'e, Dr. Şeb nem G ülfidan'a, Dr. Önder Aytaç'a, Prof. Dr. Gönül Cantay'a, Prof. Dr. Necla Arslan Sevin'e, Prof. Dr. Ahmet Taşağıl'a, Dr. Ahmet Türköz'e, Aygül N albant'a, Aysel Ö neı'e, Aytaç Dinçer G ülcan'a, Gültekin Yıldız'a, Levent B ilgi'ye, M esut A ydıneı'e, M. Yılm az Sağlam 'a, Sibel D em irel'e, Dr. Burcu Eşiyok'a, Prof. Dr. Ham it H ancı'ya, Dr. Şirin Yılm az-Özkarslı'ya, Arzu Çiftoğlu'na, Ziya Yılmazer'e, Kemal O cak'a, Dr. Melih A ktaş'a, Dr. Nesrin Karagür'e, Dr. Nalan Türkm en'e, Dr. Göksel Ö ztürk'e, Dilek H erkm en'e, Dr. Erdal Şahin'e, Aylin Koç'a sonsuz te şekkürlerimi sunarım. Hapishane kavramını, tarihini ve kültürünü araştırmamıza destek veren Celal Bayar Vakfı'na ve çalışmayı yayınlayan Kitabevi Yayınları sahibi M ehm et Varış'a müteşekkirim. Kültür konularına yapılan bu katkıyı şükranla karşılıyoruz. Prof. Dr. Emine Gürsoy-Naskali İstanbul 2004
Hapishane Kitabı, hapishane kavramını ve olgusunu araştırmak, özellikle kendi tarihimizde ve kültürümüzde hapishane ile ilgili konu ları belgelemek, hapishane araştırmalarına ve bir ihtisas alanı olarak hapishane çalışmalarına dikkat çekm ek amacıyla hazırlandı. Toplum içinde yaşamanın yanı sıra toplum dan tecrit edilmek - dün de bugün de - var olmuşsa, bu durum bizi birer vatandaş olarak, geç mişini merak eden insanlar olarak, yazarlar, araştırmacılar olarak, hu kukçular, siyasetçiler olarak, kamu idarecileri olarak, sosyal bilimciler olarak, tarihçiler olarak, felsefeciler olarak, din adamları olarak, dilci ler, edebiyatçılar olarak elbette ki ilgilendirir. Konuya tarih perspektifinden yaklaşırsak, tarihin seyrine Eski Türklerle girebiliriz. Gazneliler, M emlûkler, Selçuklular, Timurlular, Osmanlılar dönem inin suç anlayışını ve ceza uygulamasını izleyebili riz. Hürriyeti bağlayıcı cezaların türünü, sınırlandırılmış bir mekân içinde sürdürülen yaşamın şartlarını ve doğurduğu neticeleri günü müze kadar takip edebiliriz. İçeridekilerin ve dışarıdakilerin ayrı dünyalarının sınırında duran, bir yandan bu sınırı koruyan, bir yandan da bu iki dünya arasında bir aracılık yapan gardiyanlardan da söz etmeliyiz. M ahsunî'nin "G ardi yan" veya diğer bir adıyla "A kşam Oldu Yine" dizelerini dinliyoruz:
Akşam oldu yine hapis kilitlendi, Demir perdeleri çekme, gardiyan! Ne yardan haber var, ne mektup salan Bi de sen belimi bükme, gardiyan!
Bizi seven dostlar şimdi çekildi, Gam tarlama dert kesavet ekildi, Umuduma yeni fidan dikildi, Kırık dallarımı yakma gardiyan! Türkülerde ve gündelik konuşmalarda gardiyana hâlâ gardiyan de niyorsa da, kadro çizelgelerinde kadro tanımları artık "ceza infaz memu ru" olarak kayıtlı. "Ceza infaz memuru", "gardiyan" 111 yeni imajı. Ceza evinde hizmet veren personelin geçmişteki ve bugünkü konumu, eğitimi ve beklentileri de hapishane araştırmalarının bir cephesini oluşturuyor. * * *
Cumhuriyet dönemi yazarlarımızdan Kemal Tahir'in, Orhan Ke m al'in ve Nazım H ikm et'in adı, neredeyse hapishaneyle özdeşleşm iş tir. Bazı hapishaneler de edebiyatçıların çalışma mekânları olmuştur, meselâ, Sinop hapishanesi. İstanbul'un en tarihî ve turistik sem tlerinden biri olan Sultanah met'teki "Sultanahm et C ezaevi"nin boşaltılm ası ve binanın başka bir amaçla hizm ete açılm ası gündem e geldiğinde yazarlar, bu binanın yazarlara tahsis edilmesini istediler. Yazarların birçoğu bu cezaevinde tutuklu yatmış oldukları için önceliğin onlara tanınması gerektiğini düşünüyorlardı. Bir yazarımız ise tutuksuz bir hâlde tekrar aynı me kânda bulunm ayı pek de cazip, bulmamıştı. Sultanahm et Cezaevi, Four seasons oteller zinciri tarafından otele dönüştürüldü ve bugün İs tanbul'un belki en güzel otellerinden biri oldu. * * *
Divan edebiyatımız da hapishane motifine yer vermiştir, Yusuf un zindana atılışı, uğradığı haksızlık, eski edebiyatın en popüler hikâye lerden birini teşkil eder. M itolojiden tasavvufa uzanan güzergâh içinde sürgün, esaret, zindan, mahbes kavramları ile karşılaşırız. Yaratılış destanımıza baktı ğımızda, sürgün, mahrumiyet ve zindan -m itolojik bir kavram olaraktanrı kapısından, bolluk ve saadet m ekânından uzaklaştırılm ak, gök yüzünden yeryüzüne sürülmek, dünyaya hapsedilmek anlamına gelir. Tasavvuf edebiyatı bu ayrılığı, bu hicranı, bu vuslat hasretini, dinm e yen kavuşma arzusunu, bu ruh hâlini, yani İlâhî aşkı ince ince anlatır. Aşık bir tutsaktır, tutsak olmaktan başka bir yaşam biçim i düşüne mez, tutsaklık onun mutluluğudur. M odem uzm anlara sorsak, psiki yatrlara danışsak, tanı "m azoşizm " de olabilir mi?
Roma dönemi hapishanelerinin kalabalık koğuşlar şeklinde oldu ğu, bu koğuşların da kanalizasyon çukurlarının üzerinde inşa edildiği biliniyor. Orta Çağ Avrupa'sı, mahkûmları kalabalik koğuşlardan çıka rıp tek kişilik hücrelere yerleştiriyor, bu uygulamanın modeli ve gerek çesi de manastırlardaki rahiplerin, nefislerini arındırmak için tek kişilik hücrelerde inzivaya çekilmeleri, dua, sessizlik ve tefekkürle günlerini geçirmeleri. F tipi koğuşların önerildiği ve tartışıldığı günümüzde, hapishane lere birer mekân olarak bakmak, hapishane m ekânlarının tarihini göz den geçirmek, m ekânların evrimini süreçler içinde değerlendirmek ve hapishane mekânlarının hükümlünün üzerindeki etkiseli tespit etmek yararlı olur. Hapishane, sürgün yeri, zindan, kuyu, kalebent, cezirebent, kinlik, tutukevi, esir kampı, açık hapishane. Bu dar mekânları anlatırken, m e kânları anılardan ve olaylardan soyutlayanlayız. Dar mekânların, tabiî, bir de argosu, mizahı ve türküsü oluyor. Hapishanelerdeki intihar olayları hep şaibe konusu olmuştur. 27 M ayıs 1960 darbesinde DP milletvekilleri ve iktidara yakın isim ler tutuklanmış ve Ankara'da H arbiye'ye götürülmüşlerdi. Zama nın İçişleri Bakanı rahmetli Dr. Nam ık Gedik de evinden alınm ış ve bir çöp arabasıyla Harbiyeye götürülmüştü. Üç gün sonra gazeteler Gedik'in Harbiyede intihar ettiği haberini verdiler. 10 yılın İçişleri Bakanı Gedik, dürüst ve gururlu bir adamdı. İhbarları değerlendirip darbeyi önleyem ediği için müteessirdi. İntihar etmiş olabilirdi. Vak'a, kayıtlara intihar olarak geçti. Ancak, açıklanamayan hususlar vardı, bazıları, olayın intihar olduğuna hiçbir zaman inanmadı. Bu anlattığım olay, tarihim izin gurur duyam ayacağım ız bir sayfa sı, gayritabiî bir dönem in utanç veren hâdiseler dizisinden sadece bir tanesidir. * * *
Çocuk ve genç hükümlüler de dahil olmak üzere tipik bir mah kûm dan söz edebilir miyiz? Hükümlülerin birtakım ortak özellikleri var mıdır? Cezaevlerindeki hükümlülerin psikolojik yapısından, aile ve sosyal kökeninden hareketle hükümlüler hakkında genelleme yapa bilir miyiz? Hüküm lünün toplumdan uzaklaştırılmasıyla, bir anlamda, sade vatandaş güvenlik altına alınmış oluyor, sade vatandaşın hak ve hürri
yetleri korunmuş oluyor. Temel hakların korunması meselesi hapisha nedeki hükümlü vatandaş için de geçerli. Hükümlünün cinsel taciz ve tecavüzden korunması gerekiyor, ıslahevi ve sübyan koğuşlarında pedofilinin engellenm esi gerekiyor, çocuk cezaevlerinin uluslar arası normlara ve sözleşmelere intibakı gerekiyor, yine evrensel değerler çerçevesinde sağlık sorunu olan hükümlülerde yaşanan etik sorunlar gündeme geliyor. * * *
Hapse düşen, bundan sonra hayatının nasıl bir yön alacağını, neyi nasıl toparlayacağını uzun uzun düşünür. İşin içinden çıkabilir mi, o ayrı konu.
Düştüm mapus damına Öğüt veren bol olur Toplaşan o öğütleri Burdan köye yol olur Rehabilitasyona yönelik çalışm alar hapishanelerin aydınlık yüzü oluyor. ♦
Tahliye edilen hükümlü, m ecazî anlamda, damgalı oluyor. Sovyet ler döneminde dövme yaptıranların büyük çoğunluğunu eski mah kûmlar oluşturuyor, yani m ecazî damganın yanı sıra mahkûmlar bir de fizikî anlamda kendilerini damgalıyorlar. * * *
Türkiye aleyhine dünya çapında bir propagandaya dönüşen ve Türkiye'yi bir hayli rahatsız eden Gece Yarısı Ekspresi filmi, hatırlaya caksınız, hayalî bir Türkiye Cumhuriyeti hapishanesinde geçiyordu. Bu film in yarattığı olumsuzluğu ancak müruru zaman (zaman aşımı) bir ölçüde- silebildi. Bir anımı nakledeyim: Filmin ortalığı karıştırdığı sırada, Atatürk Hava Limanından uçağa binm ek üzere olan İngiliz bir arkadaşım dan bir telefon geldi. "Kulaklarım a inanamıyorum , nasıl olabilir böyle bir şey, bir sabotaj mı var, hava alanı birileri tarafından ele mi geçirildi?" diyordu. O zam anlar hava limanında hafif hafif mü zik çalınırdı, çalınmakta olan müzik, yani, kendi elim izle çaldığımız müzik, Gece Yarısı Ekspresi’nin müziğiymiş! * * *
Hapistekilerin yakınlarından da bir iki söz etmek isterim. Bir an lamda, yakınlar da hapishane hayatına bağlanırlar, hapishane koşulla
rının bir uzantısı olurlar. Yassıada mahkemelerinden sonra Kayseri Ce zaevine getirilen siyasîler arasında eski DP Kayseri M illetvekili rah metli İbrahim Kirazoğlu da vardı. Kirazoğlu'nun küçük bir oğlu vardı, Ahmet. İlkokula daha başlamamıştı. Babasını hapisten kaçırmak için planlar yapardı. Kapıya bir at arabası getirip babasını kaçıracaktı. Bu arada, Celâl B a y a lı da babasıyla birlikte kaçırmayı arzu ediyordu, an cak, büyük bir engel vardı, Celâl Bayat'ın ellerinin üstü siyah lekelerle kaplıydı, bu durum onu mutlaka ele verecekti, acaba ellerini iyice yıkasa bu benekler çıkar mıydı? Ziyaretçi düdüğü çaldığında ve hapis hanenin dış kapısı açıldığında, bir ayağı biraz aksayan Ahmet, kafile nin en önünde içeri koşardı. Prof. Dr. Emine Gürsoy-Naskali İstanbul 2004
Hürriyeti Bağlayıcı Cezaların ve Cezaevlerinin Evrimi
Giriş Hürriyeti bağlayıcı cezaların tarihçesi ile cezaevlerinin tarihçesi iç içedir. Bu bakım dan, öncelikle hürriyeti bağlayıcı cezalann, dolayısıy la onların infaz edildiği hapishanelerin, yani cezaevlerinin geçm işine göz atm ak gerekir. Ceza infazının tarihçesinde 16. yüzyılda Amsterdam cezaevleri or taya çıkıncaya kadar, suçluyu tenkil etmek suretiyle zararsız hâle getir me, yani kefaret (daha doğrusu intikam) düşüncesi egemendi, bu diğer hukuk sistem lerinde olduğu gibi, Roma, Germen ve Frank ceza huku kunda da geçerli idi.1 Ceza infazının tarihinde, en çok kullanılan cezalandırma yönte miyle karakterize üç dönem birbirini izlemiştir: 1) Kefaret ve para ceza ları Orta Çağın erken dönemleri için tek pratik ceza aracı idi, 2) Orta Çağın geç dönem lerinde işkence ve canavarca idamlar ilk cezalarla yer değiştirdi, 3) 17. yüzyılda ise, bunların yerini hürriyeti bağlayıcı ceza aldı. Ceza tarihinin bu aşamaları ile sosyal tarih içindeki değişiklikler karşılaştırıldığında, şaşırtıcı bağlantılar bulunduğu görülmektedir.2
Prof. Dr. Tim ur D em irbaş, Bahçeşehir Ü niversitesi H ukuk Fakültesi, İstanbul. 1
Dem irbaş, Timur, İnfaz H ukuku, A nkara 2003, s. 83.
Rusche, G eorg - K irchheim er O tto, Sozialstruktur und Slrafuollzug, Frankfurt a. M. 1981, s. 306.
Ceza hukuku yaptırımları ilk zamanlarda bedenî ve hayatî ceza olarak uygulandı. Aydınlanmadan itibaren esas olarak hürriyeti bağla yıcı ceza ve para cezası uygulam aları yaygınlaştı. O zam anlar hapis hane, bedenin dokunulm azlığını garanti eden ve hürriyetten yoksun bırakma yoluyla zengin ile fakiri aynı şekilde cezalandıran İnsanî bir çözüm olarak göründü. Ayrıca, hürriyeti bağlayıcı ceza ölçülebilir ol duğundan, cezanın hesaplanması da bir m antığa dayanıyordu.3 2 Mart 1757'de uygulanan bir infazın anlatımı, bedenî cezaların korkunçluğunu gösterm esi bakımından çok çarpıcıdır: "D am iens, Pa ris Kilisesi'nin cüm le kapısının önünde, suçunu herkesin karşısında iti raf etmeye mahkûm edilmişti, buraya elinde yanar hâlde bulunan iki libre ağırlığındaki bir meşaleyi taşıyarak, üzerinde bir gömlekten baş ka bir şey olmadığı hâlde, iki tekerlekli bir yük arabasında götürüle cektir, sonra aynı yük arabasıyla Breve M eydanı'na götürülecek ve bu rada kurulmuş olan darağacma çıkartılarak memeleri, kollan, kalçala rı, baldırları kızgın kerpetenle çekilerek, babasını öldürdüğü bıçağı sağ elinde tutacak ve kerpetenle çekilen yerlerine erimiş kurşun, kaynar yağ, kaynar reçine ve birlikte eritilen balmumu ile kükürt dökülecek, sonra da bedeni dört ata çektirilecek parçalatılacak ve vücudu ateşte yakılacak, kül hâline getirilecek ve bu küller rüzgâra savrulacaktır." G azete d'Am sterdam (1 N isan 1757), "sonunda onu parçaladılar, bu sonuncu işlem çok uzun sürdü, çünkü kullanılan atlar çekm eye alışık değillerdi, bu yüzden dört tane yerine altı tane koymak gerekti, bu da yetersiz kaldı, talihsizin kalçalarını kopartmak için sinirlerini kesmek ve eklem lerini baltayla parçalamak g ere k ti. " şeklinde, bunu anlat maktadır.4 H ürriyeti bağlayıcı cezaların ve dolayısıyla cezaevlerinin tarihî ge lişim ini 'Batıda' ve 'Bizde' olmak üzere ikiye ayırarak inceleyeceğiz.
Batıda Avrupa devletleri infaz sistemlerinin gelişim ini, cezaevlerinin do ğuşundan önceki ve sonraki dönem olmak üzere ikiye ayırarak açıkla mak mümkündür.
M echler, A chim , Psychatrie des Strafvollzugs, Stuttgart-N ew York 1981, s. 1.
Foucault, M ichel, Hapishanelerin Doğuşu, çev. M ehm et Ali Kıhçbay, Ankara 1992, s. 3 vd.
I. C ezaevlerinden önce Cezaevinin gelişim i, ceza hukukunun gelişimi ile aynı adımları iz lemiştir. Uzun yıllar ceza hukukunda, kuralların ihlâli, yani suç işlen mesi hâlinde kamunun varlığını garanti eden münhasır çabalar olarak, tanrıların ve insanların intikamı anlamına gelen cezalar uygulanmıştı. Suçlunun durumu dikkate alınm aksızın uygulanan bu cezaların, suç lunun yok edilmesi veya mağdurun zararının tazmini dışında başka bir amacı yoktu. Çünkü, İlk Çağda suçlu, kamunun bir düşmanı idi ve ona karşı bütün araçlarla mücadele edilebilirdi. Suçun işlenmesinde toplumun kendi kusurunun da olabileceği düşüncesine dair bir belirti yoktu. Burada ceza olarak, ölüm, sakat bırakmak, kırbaçlam ak veya di ğer bedenî işkenceler, sürgün, para cezası, kölelik söz konusu idi. Ha pis cezası çok sonra gündeme geldi.5 Suçlu, kamunun bir tür düşmanı olarak görüldüğünden, onun mahkûm olarak fiziksel varlığı ve vatan daşlık haklan yok sayılır ve bunun sonucunda suçlunun mal varlığı ve çalışma gücü, sınırsız olarak zarar görene hasredilirdi.6 Hürriyeti bağlayıcı ceza eski dönemlerin şehir devletlerine kadar gi der. Babil, Mısır, Yunan ve Romalılarda hürriyeti bağlayıcı cezaları tes pit edebiliyoruz. Bununla birlikte hapis, belirlenm iş süresi olan bir ce zanın infazı için değil, kurala bağlanmadan, failin yargılanmasına ve ya infazına kadar tutulduğu yer olarak hizmet görmüştü.7 M ısırda, acımasız cezalar olağandı, her durumda vücudun fiili işleyen bölümü cezalandırılırdı (kısas). Ayrıca sopayla vurma, zom nlu çalışma ve top luluk dışına sürme cezası vardı. Bununla birlikte cezaevi, tutukevi amacıyla kullanılıyordu.8
Eski Yunan Atina'da intikam ve kısas cezanın esası idi. Platon, cezanın amacı nı korkutma ve iyileştirme olarak belirtti, fakat pratikte böyle bir şey yoktu. Atina mahkemeleri aşağıdaki cezaları hükmettiler: Vatandaşı onursuz bir köle durumuna sokm a, kamuya açık yerde rezil etme, pa ra ve mal varlığı cezaları, sürgün, dayak vasıtasıyla bedenî terbiye ve
Krohne K., Lehrbuch der Gefaengniskunde, Stuttgart 1889, s. 2 vd.
Eisenhardt, Thilo, Strafvollzug, Stuttgart - Berlin - Köln - M ainz 1978, s. 13.
Rottenschlager, Kari, D as Ende der Strafcmstalt, M enschenrechte auch ftir KrimineUe? M ünchen 1982, s. 21.
ölüm cezası (zehirlemek, iple asmak, topuzla, kılıçla öldürm ek, boğ mak, yakmak, uçurum dan atm ak).9 Bununla birlikte, Sokrates'in yargı lanm asından anlaşıldığı gibi, özgürlükten yoksun bırakm a -ve bu sadece köleler için geçerli değildi- bir cezalandırma yöntem i olarak ta m am en dışlanm am ıştı.10
Roma Rom alılar da hapishaneleri biliyorlardı. Krallık dönem inde ortaya çıkan ilk hapishanenin yer altında tullianum denilen bir bölümü, yer üstünde de iki bölümü vardı, meşe kütükleri ile birbirinden ayrılmış hücrelerden oluşuyordu. Daha sonra hüküm lülerin bir kısmı bu hücre lerden alınarak kayalıklara götürülür ve uçurumdan aşağı itilir ve bu nu takiben de Tibeı'e atılırlardı. Bu cezaevinde Kral Jugurtha da hap sedilmişti. Roma dışında diğer şehirlerde de hapishaneler vardı. Ayrı ca askerî alanda, m ahkûm edilm iş askerlerin disiplin cezaları için garnizon hapishaneleri bulunuyordu.11 Özellikle Roma vatandaşlarına bedenî cezalar yerine para cezası uygulanırdı. Bunu takiben hapisha neler özellikle tutukluların ve ağır suçlarda hükümlülerin asılmalarına kadar tutuldukları yer olarak kullanıldı. Rom a'da ödenmeyen borçlar nedeniyle, borçlunun kapatıldığı özel zindanlar da vardı. Eğer bir borçlu, borcunu ödeyemediyse veya ödemek istemediyse, onun ala caklının borç kölesi olmasına karar verilirdi. Alacaklı, ödeme aczine düştüğü için kendisine verilen borç kölesini özel hapishanesine alabi lir ve ona acımasız usuller uygulayabilir, zincirleyebilir ve vücudu kanaym caya kadar dövdürtebilirdi. 12 Levha Kanununa göre, şu uygula ma da mümkündü: En azından yedi buçuk kilo ağırlığında ayak de m irleriyle zincirleme, alacaklı için 60 gün çalışma, 60 günün sonunda alacaklı onu öldürebilir veya köle olarak satabilirdi. Eğer bir borçlunun birden fazla alacaklısı varsa, bu alacaklılar onu parçalara bölebilirlerdi. Kölelerin özel bir yeri vardı. Köle kişi değil, bir eşya idi. Sahibi, kölesi ne ne isterse onu yapabilir, onu öldürebilir, eğitebilirdi. Özel bir köle ler zindanı vardı (çalışma veya iş yeri). Cezalandırılm ış köleler orada çalışm ak zorunda idiler. Zindan yerin altındaydı, köleler gece ve gün düz zincirli idiler. Hristiyanlıktan önceki yüzyıllarda Roma hapishanele
Eisenhardt, s. 17.
Kaiser, G ünther - Schöch Heinz, Strafvollzııg, 5.A uflage, H eidelberg 2002, s. 9.
Eisenhardt, s. 17.
rinde görünüşe göre çok az hükümlü vardı, bu Hristiyanlarm takip edildikleri dönemde değişti. Binlerce Hristiyan zindanlara kapatıldı.12 Romalılar, suçluları hapis cezası yerine çalışmaya (metalinin) gön derdiler, bunun nedeni, çalışma cezasının devlet ekonomisinin temeli olması idi, şüphesiz bu şekilde özgürlük, çok uzun süre ortadan kaldı rılırdı. Bu uygulama, Orta Çağa kadar geçerli olmuş ve hürriyeti bağ layıcı cezanın gelişim ini de etkilemiştir.13 Hatta, İmparatorluk döne minde, hürriyeti bağlayıcı ceza yasaktı.14
C erm enler Cermen halklarında, hürriyeti bağlayıcı ceza olmakla birlikte, uy gulam ada çok az görülm üştür. Ö zel sebeplerden esir alm a, örneğin fidye isteme, cezalandırma yöntem i olarak geniş ölçüde uygulanm ak taydı.15 Cermen halklarının ceza hukuku, esasen intikam esasına daya nıyordu. Ceza hukuku sadece mağdur ve mağdurun aşiretinin intikam hakkını tanımıştı. Suçlu, bireyin veya toplumun düşmanı idi.15 Cer menler döneminde, 500'lü yıllara kadar ceza hukuku ve tanrısal inti kam birbirinden ayrılmadığından hürriyeti bağlayıcı ceza tanınmıyor du. Franklar döneminde (500-900), dar anlamda hürriyeti bağlayıcı ce za yoktu. Uzun süre tutuklamayı hiç kimse düşünmedi. İlk hürriyeti bağlayıcı cezalar, bedenî ve hayatî ağır cezalar yerine hükmedilirdi. Di ğerleri para cezalarının ödenmemesinin sonucu idi.17 Hürriyeti bağlayıcı cezanın başlangıcı 8. yüzyıla Langobarden'lara götürülm ektedir, Büyük Kari, 813'te suçluların iyileşmesi için bu kişi leri öldürülmesi yerine -çünkü ölümden çok korkuyorlardı-, yüksek bir yerde özgürlüklerinden yoksun bırakılarak hapsedilmelerini dü zenlem işti.18
Eisenhardt, s. 18.
13 M itterm aier, VVolfgang, G efaengniskunde, Ein Lehrbuch fi'ır Studium und Praxis, Berlin-Frankfurt 1954, s. 15, Tiedem ann, Klaus, Die Rechtsstellung des Strafgefangenen naclı französiciıem und deutschem Verfassungsrecht, Bonn 1963, s. 23. 14
VValter, M icahael, Strafvollzug, 2. Auflage, Stuttgart, M ünchen, Hannover, Berlin, YVeimar, Dresden 1999, s. 26.
Kaiser-Schöch, s. 10.
16 K rohne, K., Lehrbuch der G efaengniskunde, Stuttgart 1889, s. 7. 17 Hafner, Kari - Zürcher, Emil, Schweizerische Gefaengniskunde, Bern 1925, s. 1 vd. 18
M ittermaier, s. 16, Schw ind H ans - Dieter, "K urzer U berblick über die Geschich-
K ilise hukuku Antik dönemin sonu ve Orta Çağ ceza hukuku ve cezaların infazı kilisenin etkisiyle şekillenmiştir. Roma sonrası dönemde, kilise artan bir etki kazandı. Cezaevlerini iyileştirme düşüncesi, ilk önce dördüncü yüzyıldan itibaren kilisenin ceza kanunlarında önem kazandı. Bunlar dan Papa Siricus (384-389)'un Em irnam esine göre, ahlâksız rahip ve rahibeler manastırın çalışma evlerine kapatılırlardı. Bu tür hapsin am a cı, mahkûmun kefaret vasıtasıyla iyileşmesi idi.19 Krauss, cezaevi idaresi üzerine hükümler içeren, 340-529 yılların daki bir dizi kanundan (Theodosiatıus kanunları, Justinianeus kanunları) söz eder. Bunlar, kilisenin etkisi altmda oluyordu ve yargılamanın hız landırılması, kadın ve erkeğin ayrılması, beslenme üzerine hükümler, temizlik, zincirlerden kurtulma gibi hususları içeriyordu. Hâkimler, her pazar günü hapishaneleri ziyaret etmeli ve kurallara uyulmasını kontrol etmeliydiler. Piskopos ve rahipler, hâkimlerin resmî faaliyetle rini kontrolle yükümlüydü.20 Hapis, ceza olarak m uhtemelen ilk defa manastırlarda uygulandı, 817'de Aachen'deki bir toplantıda, manastır rahiplerinin hafif durum larda hapsedilebileceği kabul edilm işti.21 Bir hücrede belirli bir iş yap maya mecbur edilen hükümlüyü, rahipler belirli zamanlarda ziyaret edip, kendisine dinî ve ahlâkî telkinlerde bulunurlardı. Bu uygulama, günümüzdeki bağım sız hücre sistem iyle hükümlüleri korumanın en gelişm iş özelliklerini taşım aktadır. A ncak zam anla, derebeyi olan papazların hapishanelerinde dinle ilgisi olmayan düşüncelerin etkisi altmda suiistim aller ortaya çıktı ve bunlara son verilmesi için krala şi kâyetlerde bulunuldu. Kendisi de bir rahip olan M abillon, 1690-1695'te yazdığı eserinde bu eleştirileri dile getirerek, gerçek ıslah edici pren siplerin uygulanm asını istedi.22 Roma hukuk geleneğinden yararlanan 1298 tarihli Liber Sextus'da baş rahiplerin ve piskoposların hürriyeti bağlayıcı cezaya hükm etme lerine izin veriliyordu. Bununla Papa VIII. Bonifaz, Batı geleneğinde
te d es Strafvollzu gs", in: S trafm llzu g in der Praxis (Hrsg. Schu'ind-Blau) 2. Aufiag e, Berlin-Nevv York 1988, s. 2, Kaieser-Schöch, s. 10. 19
Schvvind, s. 2, Rottenschlager, s. 21, Eisenhardt, s. 18-20.
Eisenhardt, s. 20.
H aenell, Cari VVilhelm, Gefnengniskunde, G öttingen 1866, s. 65, Vidal-M agnol, Ce za H ukuku, çev. Şinasi Z. Devrim , Ankara 1946, s. 16.
Vidal - M agnol, s. 16.
ilk egem en olarak, tüm bir sistemin yasal kısmı içinde hürriyeti bağla yıcı cezayı yürürlüğe koymuştu. Engizisyon mahkemeleri ve kilise otoritesinin lâikler üzerinde yayılmasıyla, bu düşünceler Batı ceza ada letine girdi. Böylece hürriyeti bağlayıcı ceza, 13'ten 15. yüzyıla kadar çeşitli şehir hukuklarına yaptırım olarak alındı.23
M üşterek huku k Hapis cezası ilk olarak manastırlarda uygulanmakla birlikte, 13 ve 15. yüzyıllarda bazı şehirlerde bir yaptırım şekli olarak bulunuyordu.24 1240'ta Lübek Kanunu 5h. maddesi ekmek ve su ile 10 yıl hapis ceza sıyla tehdit ediyordu. Hapis cezası, bir tür bedenî eğitim olarak geçerliydi ve kansız bir şekilde 'zararsız hâle getirm e' metodu olarak anla şılıyordu. Böyle bir cezanın uygulanması, ölüm cezasının affedilmesi durum unda geçerliydi, bir hafifletici sebep bulunurdu ve bu yüzden sıklıkla gençlere uygulanırdı.25 Bununla birlikte, şehir hukuklarında m evcut olan hürriyeti bağlayıcı cezada, eğitim düşüncesi eksikti. Bu ceza aslında tek başına bir ceza olarak değil, özellikle ölüm cezasının hafifletilm esi ya da failin müflis olması durumunda alternatif olarak kullanıldı. Ceza, şehir kulelerinde, belediye bodrumlarında ve terke dilm işlik koşulları altında infaz edilirdi, koşullar çoğu kez söz konusu mahkûmların ekonomik gücüne bağlıydı. Desteksiz hüküm lüler için koşullar insanlık dışıydı.26 Bodrum şeklindeki hapishanelerden biri olan N üm berg Belediyesinin altındaki bodrum, 19. yüzyılın başına ka dar tutukevi olarak hizmet etmişti. N ürnberg'de kamu hapishaneleri yanında, manastır hapishaneleri, asillerin hapishaneleri (kendilerine tâbi kişiler için), kimsesiz ve yersizlerin (çingeneler vs.) kapatıldıkları yerler de vardı. Bazı asilzade ailelerin özel mahpus yerleri vardı.27 Hürriyeti bağlayıcı ceza, bağım sız bir ceza olarak 14. yüzyılda da görülmektedir. Gerçekten de 1399'da Andres Seiler büyük bir iftiradan dolayı, ölüm cezası yerine müebbet hapse mahkûm edildi.28
K aiser - Schöch, s. 10.
Schvvind, s. 2, M itterm aier, s. 16.
H aenell, s. 65, Cornel Heinz, "D ie Entstehung des Jugendstrafvollzugs", Bedingungen und Fakloren einer Historischen Entzuicklııng, Diss., Frankfurt a. M. 1979, s. 14.
K aiser - Schöch, s. 10.
Eisenhardt, s. 26.
H afner - Zürcher, s. 2.
Nihayet, İm parator V. Kari'm 1532'de yürürlüğe koyduğu Carolina, hapis cezasını, cana ve bedene ilişkin yaptırım lar yanında, düzen li yaptırım olarak yürürlüğe soktu.29 Cezalarda intikam düşüncesi, Carolina'da da vardı ve Carolina'nın düşüncesine göre kâfirlerin ve cadıların m uhakem esinin yolu gösteriliyordu. Bu ceza 300 yıl boyun ca yürürlükte kaldı. İlkel bedenî ceza uygulanıncaya kadar, hüküm lü ler zindanlarda tutulurdu ve bunlardan Alm anya'da binlerce vardı. Bu küçük, karanlık zindanlarda kalmanın kendisi bir çeşit işkenceydi. Bazen insanlar orada unutulm uş olarak kalırlardı.30 Korkutm a ve ke faret Carolina'nın esası idi. H ürriyeti bağlayıcı ceza, tek tük öngörül müştü: m. 157'de, zarara uğrayanın zararını ödem e iktidarında olma yan hırsız, zindanda keyfî bir süre tutulm ak suretiyle cezalandırılırdı. Burada hapis cezası yedek ceza olarak hizm et etm işti.31 Ayrıca m. 195'te ilginç bir güvenlik tedbiri, "bilinebilen gelecekteki kötü fiile karşı, tem inat yatırıncaya kadar hapishanede tutulm alı" şeklindeki hüküm dü.32 İm paratorluk Polis Kanunu, Tanrıyı çekiştiren ve Tanrıya küfredenleri para cezası yanında, 'kulede 14 gün ekm ek ve suyla kal m a' ile cezalandırıyordu.33 M ahkûmlara çektirilen acımasız işkencelerin ve kötü muamelele rin görünüşü, "gelecekteki muhtemel suçlulara korkutucu etki yap m ak için, tanrısal ve İnsanî hakların, insanlık dışı işkence yapmaya izin verip verm ediği" sorusunu doğurdu. Diğer yandan, olaya ekonomik yönden bakılm ası düşüncesi ortaya çıktı. Bu kişiler devlet düzenine karşı bir tehlike olduklarına göre, özgürlüklerinden yoksun bırakılarak devlet yararına çalıştırılıp, acım asızlıkları yok edilebilirdi. M ısırlıla rın, Yunanlıların ve Romalıların suçluları maden ocaklarında çalıştır dıkları gibi. Fransa'da VII. Karl'dan beri olduğu gibi, Cenova ve Vene dik'te de suçlular küreğe gönderiliyordu. Kendi deniz gücü olmayan devletler, suçluları diğer devletlere kürek köleleri olarak sattılar. Avus turya, suçlularını Venedik ve N apoli'ye kürek mahkûmu olarak sattı. Avusturya'daki bu uygulamaya 1762'de İm paratoriçe Tereza son ver di. Fakat, ne İlk Çağın maden ocağı çalışması, ne de Orta Çağın kürek
K aiser - Schöch, s. 10.
Polster, Bernd - M öller Reinhard, Das feste H aus, G eschichte ein er Straf-Fabrik, Ber lin 1984, s. 9.
H afner - Zürcher, s. 7, Cornel, s. 20.
H afner - Zürcher, s. 7.
M itterm aier, s. 20.
cezasının modern hürriyeti bağlayıcı ceza ile herhangi bir benzerliği yoktu. Çünkü bu uygulamalar, kamuyu suçludan kurtarmak ve diğer suçluları korkutmak için, suçlunun diğer bir şekilde yok edilmesinden başka bir şey değildi.34 Tüm bu olumsuzluklar nedeniyle, bedenî ve hayatî cezaların yeri nin hürriyeti bağlayıcı cezalarla doldurulması bir gereklilikti.
II. H ürriyeti bağlayıcı cezanın ve cezaevlerinin evrim i Hapishane, toplum un karakterinin bir ifadesi ve kültürün bir gö rünüşüdür. Hapishanenin tarihi, kültür tarihinin bir yansımasıdır. İn sanlığın duygusal evrimi içinde ilkel, vahşî şiddet ifadelerinden, sosyal koruma ve iyileştirm eye doğru bir gelişim takip edilebilmektedir. Bu yüzden, cezaevlerinden hareketle tüm ceza varlığı dikkate alınmak zo rundadır.35 Kaiser, hürriyeti bağlayıcı cezaların infazının gelişim ini üç dönem de inceler: 1. Amsterdam cezaevlerinin doğuşu ve 17. yüzyılda Avru pa'ya etkisi, 2. Kuzey Amerika ceza infaz modellerinin etkisi ve 19. yüzyılın sonuna doğru sistem konusunda tartışma, 3. Ceza infaz ku ram larının açılması ve 20. yüzyılın ikinci yarısında hükümlülere mu amelede asgarî esasların hukuken gerçekleştirilmesi.36 Krebs de, cezaevlerinin gelişim inde üç dönemden bahseder: 1. Bi rinci dönem, 17. yüzyılın başından Fransız İhtilâli'ne kadar sürer, top lumun güvenliği düşüncesiyle bütün araçlarla ve sıkı çalışma vasıta sıyla iyileşme, 2. Aydınlanmadan Birinci Dünya Savaşına kadar devam eden dönem, ahlâkî iyileşme, özellikle Hristiyanlık öğretisinin tebliği, 3. Günüm üze kadar devam eden üçüncü dönemde, hürriyeti bağlayı cı cezanın infazı bir hukukî ilişki oluşturur ve manevî iyileşm e ile ta nımlanır. Duvarlar içerisinde hükümlüye davranış, suçlunun kişiliği ve memurlara, duvarların dışında tahliye edilene çevrenin tavn gibi di ğer faktörlere de bağlıdır.37
K rohne, s. 11 vd.
M itterm aier, s. 13.
Krebs, A lbert, Freiheitsentzug, Entzuicklung vorı Praxis und Theorie seit der Aufklaerung (Hrsg. Heinz M üller - Dietz), Berlin 1978, s. 486.
16. yüzyılın sonlarında, hürriyetten yoksun bırakma anlayışınd esaslı bir değişiklik oldu ve modern hürriyeti bağlayıcı ceza hukuku anlayışı doğdu. Bu hukuk, dinî düşünceler ve fakirlerin korunm asın dan etkilenmişti. Ana düşünce, işlenen fiilin cezalandırılm ası değil, suçlunun yeniden sosyalleştirilm esi ve iyileştirilm esinin takip edilm e siydi.38 Gerçekten de, Amsterdam cezaevlerinin doğuşuyla, 16. yüzyıl dan itibaren korkutma ve yeniden sosyalleştirme düşüncesi önem ka zanmış ve 17. yüzyılda Avrupa'yı etkilemiştir. Bu dönem de, Amster dam mahkemesi hırsızlık suçları için ölüm cezasını kaldırdı. M ahke menin temsilcileri ceza hukukunda korkutma düşüncesinden bir geri adım istediler. İlk defa 1588'de bir duruşma, ceza hukukunda önemli bir değişiklik meydana getirdi. Bu cezaevlerinin doğuşu, 1588'de Am s terdam ceza mahkemesi jürisinin, 16 yaşını aşmamış bir genç hırsızı mutat olduğu gibi ölüm cezasına mahkûm etmeyerek, devlet tarafın dan eğitilip iyileştirilmesi yönünde karar verm esine dayanır: Ceza mahkemesi ve belediye başkanı arasındaki uzun tartışmalardan sonra, şehir m eclisi, ilkbahar 1595'te, Klarissen M anastırı'nın bir kısm ının çalışm a ve iyileştirme kurumu olarak düzenlenmesine karar verdi. Er kekler için oluşturulan Amsterdam hapishanesinin, kabiliyetsiz genç leri, çalışma yeteneği olan dilencileri, serseri ve avareleri, dürüst ve Tanrı'dan korkan insanlar olarak yetiştirmek ve böylece hükümlünün topluma yeniden kazandırılm asını mümkün kılmayı amaçlayan gö revleri vardı.39 Amsterdam Spinnhaus'unun üzerindeki, "Korkm a! Kötülüğe kar şılık vermeyeceğim, aksine iyiye zorlayacağım. Ellerim serttir, hissiyatım sevgi doludur" şeklindeki yazı, Amsterdam cezaevlerindeki anlayışı ifade etmesi açısından dikkat çekicidir. Bu, modern ceza infaz tarihinin belirleyici ilk infaz amacı idi. Hareket noktası tenkil değil, bilâkis Kalvinist çalışma ahlâkı anlamında, çalışmaya zorlayıcı eğitimdi.40
38 Kaiser - Schöch, s. 11, Schvvind, s. 3. 39 Albrecht, Niels H.M. - Eicker Andreas, Lebcn hin ler C iltern, D ie Justizvollzugsanstalt Brem eıı-O slebhnııseıı, Bremen 1999, s. 16, Fasoli Hemma, Zum Strafverfahrensrechl ııııd G efaengnisıoesen im 19. Jahrhundert, Der furist Ludıuig von jagem m ın (1805-1853), Seiııe Rolle in D eutschland im ler Beriicksichtigung der Entıuicklungen in England, Frankreich und USA, Kehl, Strassburg, Arlington 1985, s. 59.
40 Kaiser, Günther - Kemer Hans - Jürgen- Schöh Heinz, Strafvollzug, Ein Lehrbuch, 4. A uflage, Heidelberg 1991, s. 35.
Buna karşılık bazı yazarlar ilk hapishanenin 1555'te, Londra, Bridevvel'de, şehirleri dilenci ve serserilerden kurtarm ak için açıldığını iddia etmişlerdir.41 Londra'da Kral VI. Edward, Londra'daki eski saray Bridevvel'i kilisenin dileği üzerine serseriler, dilenciler ve küçük hırsız ların artan yükünün azaltılması amacıyla kamu için bir çalışma evi ola rak düzenledi. O nlar burada düzenli çalışmak üzere eğitildiler. Buraya getirilmedeki esas amaç, başlangıçta ceza düşüncesi değildi. Bridevvel, daha sonra benzeri çalışma evine örnek olm uştur 42 Bugünkü anlamda ilk cezaevi 1595'te Am sterdam 'da, erkekler için yapılan cezaevidir. Bunu 1597'de kadınlar için olan Spinnhaus takip etti. İnfaz kurumlarının amacı, Briedevvel gibi ayrıca dilencilik ve serseri likle mücadele etmekti. Çünkü, burada tutulanların çalışma ile iyileşti rilm eleri ve eğitilmeleri amaçlanmıştı. 1603'te, eğitilememiş çocukların bakım masraflarının aileleri tarafından karşılanması ile eğitildikleri özel bir bölüm açıldı. Amsterdam cezaevleri, ilk defa modern hürriye ti bağlayıcı ceza düşüncesinin gerçekleştiği kıta Avrupa'sının ilk mo dern cezaevleri oldu.43 Cezaevlerinin ortaya çıkışı, esas olarak M erkantilizm ve Kalvinizm ile bağlantılıdır. Hürriyeti bağlayıcı cezanın yürürlüğe girmesinin ne deni, sadece tehlikeli boyutlardaki dilencilik değildi. M erkantilizm dö neminde, 30 yıl savaşları 17. yüzyıl ortalarında nüfusun ve iş gücünün azalm asına sebep olmuştu. M erkantilizm, Orta Çağın feodal yapısının yanında çalışkan zanaatkârlardan beslendi. Bu düşünce, Kalvinizm va sıtasıyla daha da kuvvetlendi, buna göre çalışmak, yaşamın gerçek he defi olmalıydı. Kalvinizm, geçim gayretlerini Orta Çağ feodalitesinin dışında, ideolojik olarak ortaya attı. Kalvinistler için yoksulluk ve di lencilik bir tür günahtı. Yoksullar çalışmaya teşvik edilmek zorunda idiler.44 Tüm Avrupa ve daha sonra da Kuzey Amerika için Amsterdam cezaevleri örnek oldu. Yeniden sosyalleştirm e düşüncesi, iyileştirme
Rusche, Georg - Kirchheim er O tto, S ozialstruktur und Strafvollzug, Frankfurt a. M. 1981, s. 60 vd.
H aenell, s. 65, M itterm aier, s. 17. K rohne'ye göre, 1550, bkz. Krohne, s. 15.
Schvvind, s. 5, M ittermaier, s. 17, 35, Kaiser, s. 12, VVolff Grete, Strafvollzug und Rechtsstaat, Breslau-N eukirch 1933, s. 11.
Ortner, H elm ut, Gefcıengnis, Eiııe Einfiihrung in seine Welt, VVeinheim und Basel 1988, s. 21, Rusche-Kirchheim er, s. 62.
düşüncesinin yanında daima daha çok önem taşıyordu.45 Gerçekten de, ceza politikasındaki yenilikler Hollanda ile sınırlı kalmadı ve Al m anya'nın ilk cezaevleri 1609'da Bremen, 1613'te Lübeck, 1614'te Bern, 1617'de Kassel, 1622'de Hamburg, 1629'da Danzig, 1637'de Zürih, 1687'de Spandau ve 1712'de Berlin'de açıldı. Bununla birlikte, tek ce zaevi tipi ortaya çıkmadı. Cezaevleri esas olarak birbirlerinden farklıy dı. Hürriyeti bağlayıcı ceza, 18. yüzyılın sonuna kadar yaygın olarak, Orta Çağdan gelen alışılmış şekilde bedenî cezayla birlikte özgürlüğün kısıtlanması şeklinde uygulandı. Özellikle 17. yüzyıldan başlayarak, zincire vurma, kaleye kapatma ve kürek cezası sıklıkla ceza hukuku yaptırım aracı olarak kullanıldı.46 1786'da Alm anya'da en az 60 ceza evi bulunuyordu.47 Bu cezaevlerinden, ceza hukukundaki reform hare ketiyle oradan tüm Avrupa'yı harekete geçiren Amsterdam ile dostluk bağı olan Bremen cezaevi, birçok Alman infaz kurumunun kuruluşu na örnek oldu. Bremen cezaevi, daha 26.1.1609'dan beri 22 maddeden oluşan bir cezaevi talimatnamesine sahipti. Bu talim atnam ede hüküm lülerin çalışma eğitimleri temel husus idi. Brem en Talimatnamesi ilk kuralında, baş gardiyana hükümlüyü devam lı çalıştırm ayı emretmişti. Bir çalışma reddinde, iki num aralı talim atnam e kuralı gereğince, sade ce su ve ekmeğin mevcut olduğu gıda kısıtlaması öngörülm üştü.48
A ydınlanm a ve sonrası: C ezaevlerinde geriye gidiş Cezaevleri 17. yüzyılın sonundan 18. yüzyılın sonuna kadar, suç luları ve başıboş insanları m uhafaza etme yeri idi. 17 ve 18. yüzyıllar daki kesilmeyen savaşların sonucu olarak, suçluların ve başıboş insan ların sayısı çok arttı, onları cezaevlerine kapatarak zararsız hâle getir mek düşüncesiyle yetinildi, idarenin fakirliği cezaevlerini pislik ve yoksulluk içine sokmuştu. 1577'de İngiltere'de Oksford yakınlarındaki bir cezaevindeki bir hastalıktan şerifle birlikte 300 kişi, 24 saat içinde ölmüştü. Daha sonraları da, Oksford trajedisi tekrarlandı, Tounton'da 1730 kişi, Londra'da 1750 kişi öldü.49
Schvvind, s. 5, M ittermaier, s. 18, Fasoli, s. 60.
A lbrecht - Eicker, s. 17.
17. yüzyıl Goa Engizisyon Cezaevi ile ilgili bir Fransız'ın tasvirin de belirttiği gibi, cezaevleri aşırı doluydu: "Zindan iki odadan ibaret, bir tanesi alt katta erkekler için, diğeri üst katta kadınlar içindi. Her oda kırk ayak uzunluğunda ve on beş ayak genişliğinde idi. Biz bu odada, kırk kişiydik. Tabiî ihtiyaçlarım ızı giderm em iz için odanın ortasında bir lâzımlık bulunuyordu. Diğer ihtiyaçlar, haftada iki gün boşaltılan büyük bir yalak içine gideriliyordu. Üst katımızda bulunan kadm zindanından bizim zindana tavandan idrar dam lardı."50 30 yıl savaşlarının (1618-1648) ekonomik sonuçlarının etkisi altın da, cezaevlerinin durumu çok kötüleşti. Reform kurum lan için para yoktu. Buna ilâveten çok dolmuşlardı, çünkü cezaları infaz edilecek hükümlülerin yanında deliler, fakirler ve evsizler de hapsedilmeye başlanm ıştı. M erkantilizm düşüncesinin etkisiyle im paratorluğun prensleri, cezaevlerini özel işletmelere kiraya vermeye başladılar. Ka zanç düşüncesi, yeniden sosyalleşme düşüncesini ortadan kaldırdı.51 Cezaevlerindeki geriye gidiş, 19. yüzyıla kadar devam etti ve bazı re form denemeleri başarısızlıkla sonuçlandı. Cezaevlerinin bu gerileme seyrinde 17 ve 18. yüzyılda ortaya çıkan M erkantilizmin büyük etkisi oldu. Çünkü, cezaevlerindekilerin büyük bir kısmı ucuz iş gücü için verimli bir kaynak olarak görülüyordu.52 Bu şekilde, 18. yüzyılın sonu na kadar hapishanelerde her yönüyle kuvvetli bir keyfîlik egemendi.53 18. yüzyılın sonu ve 19. yüzyılın başında cezaevleri çok kötüleşti. İnsanî bir ceza hukuku ve İnsanî bir ceza infaz hukuku hüküm süren, dolayısıyla ceza adaletinde istisna olan tek devlet Hollanda idi. Hol landa cezaevleri, temizlik, disiplin, düzen ve iyi işin örneği idiler. Diğer Avrupa ülkeleri, cezaevlerini deliler, yoksullar ve yetimler evi olarak da kullandılar. Böylece içeride kalanlarla amaca yönelik bir çalışma mümkün olamadı. Ünlü Alman cezaevi uzmanı Karls Krohne, 1840'a kadar büyük, küçük tüm cezaevlerini gezerek yazdığı Cezaevi İlmi ders kitabında, 19. yüzyılın cezaevlerinin durumunun, bütün Alman ceza evlerinde vahşetin ve ihmalin en kötü dönemlerinin yaşandığı 17. yüz yılı hatırlattığını ifade etm işti. Alkol satışı vasıtasıyla cezaevlerinde
50 Oberheim, Rainer, Gefaengnisüberfiillung, U rsachen, Folgen und Losungsm öglichkeiten in d er Bundesrepublik Deutschlcınd m it einem Interııationalen Vergleich, Franfurt a n Main 1985, s. 4. 51 Schwind, s. 5 vd. 52 Kaiser - Kemer - Schöch, s. 37. 53 Mittermaier, s. 20.
genellikle büyük içki âlemleri oluyordu. Böylece cezaevlerinde bulu nanlar, ekmek ile yetersiz beslenm e, rutubet ve genellikle ısıtılamamış cezaevi odalarının neden olduğu hastalıklarını bastırmayı deniyorlar dı. Brem en'deki cezaevlerinde bir hücreyi dört ilâ altı kişi paylaşm ak zorunda olduğu gibi, erkeklerden, kadınlan, gençleri ve çocukları ayı rabilmek oldukça güçtü. Hükümlüler, pis ve umutsuz odalara kapatıl mışlardı. Tutuklular da, kötü cezaevi koşullarının bütün ıstıraplarını çekiyorlardı.54
19. yüzyıl başındaki cezaevlerinin en büyük problemi kapasiten üzerinde doluluktu. Cezaevlerinde akıl hastaları da bulunuyordu. Hatta birçok mahkûmun kurum dışında yaşama imkânı bulunm ayan karıları ve çocukları da yanlarındaydı. Bu kötü cezaevi ortamı 1808'de İngiliz Adshead tarafından cezaevlerinin "suçun yüksek okulu" şek linde nitelendirilmesine neden olmuştu.55 Devlet otoritesi altında cezaevlerinde süren keyfîlik ve cezaevleri nin kötü durumu, Diderot, d'Alem bert, Helvtius, d'H olbach, Voltaire ve Rousseaeu gibi 18. yüzyıl filozofları tarafından sertçe eleştiriliyor du. Nitekim, Beccaria 1764'te yayınlanan, Suçlar ve Cezalar isimli ünlü eserinde, hürriyeti bağlayıcı cezayı savunurken, ayrıca hüküm lüye İn sanî bir muamele için asgarî kurallar istemekteydi.56 Çözüm arayışları Tüm bu olum suzluklar nedeniyle, 18. yüzyılda Amsterdam ceza evlerinin esaslarının genel olarak yıkılmasına rağmen, mahkûmları ye niden sosyalleştirmeye sebatla gayret eden infaz kurum lan da vardı. Bunlara örnek olarak, 1667'de Fillipo Franci isimli İtalyan rahibi tara fından Floransa'da küçükler için kurulan bir kurum57 ile 1703'te Papa XI. Clemens tarafından gençler için kurulan Roma yakınlarında San M ichele ve 1775'te G ent'de (Belçika) açılan cezaevi gösterilebilir. San M ichele cezaevi 60 hücreden ve genç hükümlülerin gün boyunca çalıştıklan büyük bir çalışma atölyesinden oluşuyordu. Aynca, ders odalan, hasta odası ve disiplin hücreleri vardı. Bir ruhban birliği, kendilerini
Krohne, s. 21 vd., Albrecht-Eicker, s. 18 vd.
Albrecht - Eicker, s. 22, Ortner, s. 23.
5(5 Tîedem ann, s. 26. 57
Dönm ezer, Sulhi - Erm an, Sahir, N azarî ve Tatbikî Ceza Hukuku, C. II, 10. baskı, İs tanbul 1994, n. 1410.
gençlerin bakım ına adamıştı. Her iki kurumda da, bireysel önlemlerin yardımıyla, hükümlülerin iyileştirilm esine çalışılmıştı. İnfaz sistemi, hükümlülerin kesin bir gruplandırılmasını ve ayrıca gündüzleri birlik te çalışm ayı, geceleri de tek kişilik hücrelerde kalmayı öngörüyordu. Çalışma esnasında mutlak konuşma yasağı geçerli idi. Gent cezaevinin gelişmiş yapısı, modern anlamda ilk cezaevini çağrıştırm akta idi.58 Gent şehri belediye başkanı olan Jean Vilian, suçlulukla mücadele için cezaevlerinin uygun bir şekilde örgütlenmesinin gerekli olduğunu ileri sürerek, bu ünlü cezaevini inşa ettirmişti. Bu cezaevinde, çalışmayana yiyecek verilmez ve suçlular ahlâkî derecelerine göre sınıflandırılırdı.59 Amsterdam, Roma ve Gent cezaevlerinde çalışma vasıtasıyla eği tim, ön planda duruyordu. Bu cezaevleri dışında ayrıca 1775'te, Torino'da Kral Cari Em m anuel'in talimatıyla genç suçlular için bir cezaevi kuruldu. Bu cezaevinde uygulanan eğitim yöntemi, basitlik, çalışma, ilk başlarda uzun tecrit, birlikte hapislik, dinî ve okul eğitimi, bir sana tın öğrenilm esi ve sıkı disiplin idi. Tahliye ise, tahliye olacak mahkû mun kilisede iyi bir vatandaş ve Hristiyan olarak yaşamak istediğine yemin etmesi şeklinde bir törenle olurdu. Kurumun yönetimi papazla rın elinde idi. Roma ve Torino cezaevleri, Avrupa'nın genç suçlular için ilk cezaevleri olarak kabul edilir. Clemens sistemi (susarak gün boyu çalışma, geceleri tecrit edildikleri hücrelerde kalma), daha sonra kadın cezaevlerinde de uygulandı. İmparatoriçe Maria Tereza bu örneğe göre, 1759'da M ilano'da 25'i kadın ve 20'si genç olmak üzere 140 hükümlü için bir cezaevi açtı ve yine bu örneğe göre, G ent'te meşhur cezaevini yaptırdı.60 Bedford yargıcı olan İngiliz John Howard (1726-1790), cezaevlerinin durumunu ve bu konuda yapılması gereken düzenlemeleri belirlemek amacıyla 12 yıl boyunca kendi memleketini ve kıt'a Avrupa'sını kapsa yan 42.000 millik bir seyahat yaparak, çeşitli şehir ve topluluklardaki farklı ceza sistem lerinin durumunu araştırdı. Avrupa ve Rusya'daki cezaevlerini gördü. Kendisi de savaş esiri olarak 1756'da Brest'te tanı dığı cezaevi dünyasını, cezaevinde acı çeken çok sayıdaki insanın durumunu kaydetti. Howard, ziyaret ettiği cezaevlerinden ikisini iyi bulmuştu, Papa XI. Clem ens tarafından 1703'te açılan gençlik cezaevi
A lbrecht - Eicker, s. 32, Fasoli, s. 60, Krebs, s. 487.
D önm ezer - Erm an, II, n. 1410.
Eisenhardt, s. 34.
ve bugün hâlâ ayakta duran Gent cezaevi. Howard, kendisini cezaev lerinde bir iyileşm e ile görevli görüyordu. Araştırdığı cezaevlerinden edindiği izlenimleri, 1777'de İngiltere ve Waller'deki Cezaevlerine İlişkin
İlk Değerlendirmeler ve Bazı Yabancı Cezaevleri Hastahanelerinin Dökümü adlı eseriyle kamuoyuna duyurdu.61 How ard'a göre, hapishanelerin ıs lahı bakımından yapılması gereken düzenlemeler şunlardı:62 1. Sağlık kurallarına uyma ve hükümlülere yeterli gıda verilmesi, 2. Tutuklu ve hükümlülere farklı disiplin kurallarının uygulanması, 3. Ahlâkî ve di nî terbiye, 4. Çalışma zorunluluğu ve meslek öğretimi, 5. Dinî, ahlâkî ve meslekî terbiye esaslarıyla hafifletilen hücre usulü. How ard'a göre, cezaevleri Tanrı ile bir bağ olmalıydılar. Cezaevle rinde işkencenin kaldırılmasını, temiz, dürüst, aktif ve insancıl gardi yanlar çalıştırılm asını istiyordu. Howard, tüm kültür dünyasını onur landıran bir insan dostu idi, onun ünü Beccaria'nınkini gölgede bıraktı, Kral tarafından kabul edildi ve Avam Kamarasına seçildi. Howard, Al manya'da kendisini izleyen değerli birini, Papaz H. B. VVagnitz'i buldu.63 Hovvard, Hollanda dışında tüm Avrupa cezaevlerini eleştirdiği eseri diğerleri gibi, 40 yıldan fazla cezaevi reformu için gayret eden ilâhivat Profesörü VVagnitz'e etki yaptı. H ow ard'ın ölümünden sonra İn giliz cezaevi reformu yenilenerek 1813'te ateşlendi. Bu defa bir kadın, Elisabeth Fry, Hovvard gibi yorulm adan cezaevlerini ziyaret etti ve ka munun dikkatinin tekrar cezaevlerine yönelmesini ve bazı reformları tahrik etmeyi sağladı. Böylece bu reform hareketi, 1848'e kadar, 11.000 hücreli 54 yeni cezaevinin yapılması sonucunu doğurdu.64
A nglo-A m erikan reform çabaları Pensilvanya sistem i: Tecrit Avrupa'daki gayretler, 18. yüzyılda Pensilvanya'daki çıkışlarla Am erika'da da sürmüştür. İngiltere'de inançları nedeniyle ağır cezala ra uğradıkları için Pensilvanya'ya göç eden ve Pensilvanya eyaletinin kurucusu olan Q uakerler burada öncü olmuşlardır. Gerçekten de, Quakerler 1776'da, dinî güdülerle yönlendirilen Philadelphia Cezaevi
A lbrecht - Eicker, s. 28, Eisenhardt, s. 38.
Vidal - M agnol, s. 18.
M itterm aier, s. 21 vd.
Kaufm ann, Hilde, Krim inologie III, Strafvollzug und Soziallhercıpie, Stutgart 1977, s. 213.
Vakfını kurmuşlardır. Bu vakfın inisiyatifi ile başlayan cezaevi refor mu, neticesinde 1790'da 30 kişilik yeri olan Philadelphia iyileştirme kurumu yani hapishane açılmıştır. Quaeker olarak adlandırılan dinî grubun kuruluş ruhuna göre, mala karşı işledikleri suç için ölüm ceza sından bu şekilde kurtulanlar ile m utat ölüm cezası bağışlananlar, bu rada tecrit edilirlerdi. Hükümlü gündüz ve geceyi, hiçbir iş olmaksızın tek kişilik hücrede, ceza ve Tanrı'yla barışmayla geçirmek zorundaydı. Pensilvanya sistem inin bu ilk cezaevinde, hüküm lüleri gardiyan dışın da kimse göremezdi. Tek meşgale Incil'in okunmasıydı. Hücreden kı sa bir yürüyüş için küçük bir hole bırakılırlardı, bu katı tecrit, hüküm lü ceza süresini tam amlayıncaya veya ölmesi ya da akıl hastası olm ası na kadar devam ederdi. Tek kişilik hücre hapsinin azamî süresi 12 yılı buluyordu.65 iyileştirm e kurumlarınm daha ileri bir aşaması 1818'de Pittsburg'da Batı Cezaevi (Kefaretevi) (VVestern Penitentiary) adıyla açılan hapishane oldu. Bu, herkesin görülebildiği tarzda inşa edilmiş, en büyük hücre cezaevi idi. Bu yeni tasarlanmış daire şeklindeki mimarî yapının donanım am açlarına itiraz edildi ve 1833'te yıkıldı. Bu arada, Phila delphia Cezaevi Vakfı, 1829'da Doğu Cezaevi (Kefaretevini) (Eastern Penitentiary) kurdu. Bu kurumda, yıldız şeklinde kanat binaları olan bir mimarî denendi, idare, merkez noktadan yedi kapalı kanattaki tek kişilik hücrelerden oluşan tüm cezaevini görebiliyordu. Hükümlünün vicdanı üzerine kuvvetli etki yapmak için tecrit ağırlaştırılmıştı. Suçlu nun mutlak yalnızlıkla kendi suçundan nefret etmeyi düşüneceği ve Öğreneceği, vicdan azabının da, onu tek kişilik hücrede rahatsız edece ği kabul ediliyordu.66 Dünyanın ilk cezaevi iyileştirme vakfı olarak günümüzde de faali yetlerini sürdüren bu Vakfın üyeleri arasında, ABD 'nin "Özgürlük A ntlaşm ası"nı im zalamış olan Benjam in Franklin ve Benjamin Rush gi bi kişiler de vardı. Bu kişiler, Pensilvanya Eyalet M eclisinden Phila delphia Cezaevi Vakfının cezaevi yaptırması için kanun çıkmasını sağ ladılar. Vakfın gayretleri ile dünyanın en modern ilk cezaevi 1829'da açıldı ve dünyanın değişik yerlerinden bu cezaevini görmeye gelenler oldu. Cezaevini ziyaret edenlerden biri olan ünlü İngiliz yazar Charles Dickens, "Burada yatanların çektiği m anevî işkence, bedenî işkence ol
A lbrecht - Eicker, s. 30, Schw ind, s. 7 vd., Fasoli, s. 66 vd. 66
A lbrecht - Eicker, s. 31, Krebs, s. 489.
sa, bu kadar tahribat yapm azdı" şeklinde, cezaevinin felsefesinin ölümcül olacağını belirterek, mahkûmların sessizlik içinde ve hücre den çıkmadan çalışma esasına dayanan ayrımcı sistem in sonuçlarını vurgulamıştı. Gerçekten de, Quakerlerin iyi niyetle ve hüküm lülerin manevî benliğini kontrol altına alm ak suretiyle ıslahı esasına dayanan, bu uygulamaları iki yıl içinde ölümler ve akıl hastalıklarıyla sonuçlan dı. Döneminin en pahalı binası olarak değerlendirilen, ABD Başkanları bile bahçedeki tuvaletlerini kullanırken, hücrelerin içinde tuvaleti olan bu dem ir ve beton yığını cezaevi, ruhî ve fizikî işkence evi hâline geldi. Bunun üzerine, hücre kapıları açılmak suretiyle toplu çalışma esasına geçildi.67
Auburn sistem i: Sessizlik Pensilvanya tek kişilik hücre sistem ine doğrudan doğruya yönelti len eleştiriler, New York eyaletinin Auburn bölgesinde 1823'te yeni bir cezaevinin kurulmasına neden olmuştur. Bu sistem, hükümlülerin iyi leştirilm esinin temeli olarak suçlu gruplaşm alarının bulunm amasına dayanm aktadır. Pensilvanya'm n solitary sistem inin karşısına A u burn'un silent sistem i yerleştirildi. Burada, tek kişilik hücre yapısı, sıkı konuşma yasağı ile değişti. Değişiklikler, atölyelerde günlük çalışm a ların m üşterek olması ve yemeklerin toplu olarak yenm esiydi, şüphe siz buralarda mutlak konuşma yasağı uygulanıyordu. Ayrıca sistem, her bir hükümlünün dışarıdaki grupta, iç sınıflandırılm asına dayanı yordu. Hüküm lüler sadece gardiyanla konuşma izninin verilm esinden sonra ve yavaş sesle konuşabilirlerdi. Sohbetin her şekli, kesin olarak yasaklanm ıştı ve çok etkili cezalandırılırdı. Philadelphia cezaevlerinde olduğu gibi, A uburn'de de boş zam anlar ve gece istirahatlarının tek kişilik hücrede geçirilmesi öngörülm üştü.68 Bu sistemin örneğini Avru pa'da Gent Cezaevi oluşturur, bu bakım dan konuşma yasağı ve ceza evinde çalışma yeni değildi.69 Hemen hem en tüm Kuzey Amerika cezaevleri -kısm en birkaç de ğişiklikle- Auburn sistemini aldılar. Ya tüm m ahkûm lar veya belirli
67 Türker, M elda, "A B D 'd e İnfaz Sistem inde İnsan H aklarının G elişim i", 21. Yüz yıla Girerken Cezaların İnfazı Sempozyum u (21-22 O cak 2000), A nkara 2001, s. 166. 68
A lbrecht - Eicker, s. 31 vd., K aiser-Schöch, s. 19 vd., Schvvind, s. 8 vd., Krebs, s. 489.
suçlular ya da sırf genç suçlular, susma emrine ve gece ayrılmaya tâbi tutuldular.70
Panopticon sistemi: Eğitim Bentham, Hukuk ve Ceza M evzuatı isimli eserinde, hürriyeti bağla yıcı cezayı savunarak, hükümlülerin uslanmalarına yönelik tedbirlerle meşgul olm uş ve Panopticon ismini verdiği bir cezaevi modelini öner miştir. D airevî bir şekilde inşa edilm esi gereken bu cezaevlerinde, dairenin m erkezinde bulunacak olan yerden bütün hücreler kontrol al tında tutulabileceğinden, hüküm lüler daha güvenli ve ekonomik usul lerle kontrol edilebileceklerdi. Bentham, ayrıca hükümlülerin ıslahına yarayacak vasıta ve tedbirleri de, "m ahkûm ların çalıştırılmalarını, iler de hapishaneden çıktıkları zaman geçimlerini temin edebilmeleri için kendilerine bir sanat öğretilmesi, ahlâkî ve dinî terbiyelerine dikkat edilmesini, fena huyların geçm esine mâni olm ak için, ahlâkî redaetleri derecesine göre, küçük gruplara ayrılmalarını, hapishaneden çıktıkları zaman kendilerine iş bulmak suretiyle himaye edilmelerini, hapisha nede çalışmakla elde ettikleri paranın bir kısmını suçtan zarar görenlerin bu zararlarının tazm inine tahsis edilmesini . " şeklinde gösterm işti.71 İngiltere Parlamentosu, Panopticon sistemine dayanan bir cezaevi nin yapılmasına izin vermişse de, inşaatı 1811'de durdurulmuştur. Amerika Birleşik D evletleri'nde Statevile Cezaevi, 1916-1925 yılları arasında Bentham 'm Panopticon'u tarzında inşa edilmiş ve yedi m il yon dolara mal olmuştur. Bentham 'm Panopticon modelinin sonradan inşa edilen tüm cezaevlerinin mimarîsi üzerine bir iz bıraktığı ve 19. yüzyıl boyunca inşa edilen cezaevlerinin bir merkeze bitişik olmak üzere, ya tam daire veya kanat ya da yelpaze şeklinde binalar olduğu ileri sürülmüştür.72
İngiliz sistemi: İyi hâl Norfolk adasında bulunan suçluların cezasının infazı için 1840 yı lında M aconochie tarafından yeni bir sistem uygulanmaya başlandı. Bu sistem , "çalışm a ve iyi h âl" esas alınm ak üzere, hüküm lüye not
Taner, Tahir, Ceza H ukuku, U m um î Kısım , 3. Baskı, İstanbul 1953, s. 30.
D önm ezer - Erman, II, n. 1424.
verm ek ve bu notlara göre, hüküm lünün ceza süresinin belirlenmesi esasına dayanmakta idi. M aconochie, suçun ağırlığına göre cezaevine girişte her hükümlü için bir not tespit ediyor ve hükümlünün çalışma ve iyi hâl gösterm esi ile bu notları doldurması gerekiyordu. Dereceli sistemin esası, Pensilvanya ve Auburn sistem lerinin yararlı yönlerini almak suretiyle sakıncalarını ortadan kaldırmak olduğundan, cezadaki ıstırap verici yön ile eğitici ve uslandırıcı amacı bağdaştırm aya im kân veriyor ve aynı zamanda cezaevi içinde disiplini sağlamaya yarıyordu. Bu bakımdan, ceza infaz rejimi başlangıçta şiddetli olarak uygulan makla birlikte, hükümlünün cezaevinden çıkması yaklaşıp, iyi hâl gös terdikçe rejim yum uşatılm akta ve sonuçta hükümlü şartla salıveril mekte idi.73
19. yüzyılda bu iki Amerikan sistemi Avrupa'da da tartışılıyord İngiltere, 1842'de Londra yakınlarında Pentonville Cezaevini Philadelphia'nm Pensilvanya sistemini örnek alarak, fakat, hücre pencere sinden hücre penceresine sohbeti ve sallanmayı güçleştirmek için yedi kanat yerine beş kanatlı olarak açtı. Yelpaze şeklindeki kanatlar, m er kez binadan kontrol edilebiliyorlardı. Fakat, tek kişilik hapis sistemi modernleşti. Çünkü, Pentonville'de tek kişilik hapis, iyileşm e düşün cesine yönelmiş ceza infazının basam aklarının sadece bir kısmı idi. Hükümlü önce korkutma amacıyla 18 ay tek kişilik hücrede tutulurdu. Bu tek kişilik hücre, daha sonraki birlikte hapis için sadece hazırlık is tasyonuydu ve dereceli sistem çerçevesinde sert bir infaz başlangıcını ortaya koyuyordu. İkinci aşamada, bir İngiliz kolonisine gönderilme ve üçüncü olarak şartlı salıverme öngörülm üştü.74 İki Amerikan sistemi yanında, İngiltere'de gelişen bu üçüncü sis tem, 18 ve 19. yüzyıllarda kolonilere iş gücü sağlama düşüncesi ve hü küm lülerin Avustralya'ya gönderilm elerinden ortaya çıkmıştır. İngiliz dereceli sistemi, gönderilenlerin iyileştirilm esi düşüncesine dayanıyor du. Bu sistem, dört aşamada infazın şartla salıverilmeye kadar zam an la yumuşatılm asını öngörüyordu. Hükümlü, iyi davranışıyla cezasının azalm asını sağlayabiliyordu. M ahkûm ların işçi olarak kolonilere gön derilmeleri açık cezaevlerinin gelişim i açısından önemlidir. İngiliz de receli sistemi, İrlanda'da 1851'de Sir VValter Crofton tarafından İrlanda sistem i olarak yeniden geliştirildi. Crofton, kapalı kurum daki toplu
D önm ezer - Erm an, 11, n. 1419.
Krebs, s. 490, Schvvind, s. 9 vd., Fasoli, s. 73.
infaz ile şartlı salıverilme arasına "ara kurum -istasyon" içinde bir infaz basam ağı koydu. Bu sistem hükümlülerin ilk serbest dolaşımlarıyla il gilidir.75 20. yüzyıl
20. yüzyılın ilk yarısında yaşanan iki dünya savaşı, cezaevlerinde olumlu gelişmeleri ikinci Dünya Savaşının sonuna kadar durdurmuş tur. Ancak, 1950'li yıllardan itibaren, cezaevleri konusunda olumlu ge lişm eler görülm eye başlanmıştır.
A lm anya'da m ahkûm h ak lan Alm anya'da 1908 yılında toplam 1061 cezaevi bulunuyordu. Bun lardan her birinin kendi iç yönetmeliği vardı. Çalışma sırasında susma yasağı geçerli değildi, bununla birlikte disiplin, güvenilir hükümlüle rin kontrolüyle sağlanırdı. Disiplin geniş ölçüde, deli göm leği, el ve ayakların zincirlenmesi ve diğerlerinden üç aylık ayırma gibi yöntem lerle sağlanırdı. Buna karşılık boş saat, Prusya'daki bir yürüyüş talimi, ya da benzeri gibi olmak üzere, düzenlenmişti. Hükümlülerin hareket için yarım saat zamanları vardı. Koğuş m ahpuslarında arada üç adım, tek kişilik hücre mahpuslarında beş adım m esafe olmak üzere, arka ar kaya tek sıra oluşturulurdu. M arş temposu dakikada 120 adımı içerir di. Genç hükümlüler için egzersiz ve asker! talim hareketleri de gerçekleştirilirdi.76
19. yüzyılın sonlarında Alm anya'da VVahlberg, cezaevlerindek hükümlülerin haklarına dikkat çekti. VVahlberg'e göre, devlet ve hü küm lüler arasında karşılıklı bir haklar ve yüküm lülükler bütünü mev cuttur. Bu yüzyılın başında Berthold Freudenthal, ayrıntılı olarak hü küm lülerin hukukî yerini araştırdı. O zamana kadar genel olarak kabul edilen düşünce, hükümlünün hakkı olmadığı ~ve cezaevi idaresinin keyfine teslim edildiği idi. Freudenthal, daha önce VVahlberg'in yaptığı gibi, devlet ve hükümlü arasındaki ilişkinin hukukî karakterini ortaya koydu. Freudenthal, bunları genel kamu hukuku esaslarına dayanarak yaptı. Bu düşünce belki de, Georg Jellinek'in önemli çalışmasıyla
K aiser - Schöch, s. 20 vd., Schvvind, s. 11, D eutschbein Günter, Die Öffnung des Vollzuges, in: Die Reform des Strafvollzugs im Lichte internationaler Reform tendenzen, Bochum 1981, s. 10.
Eisenhardt, s. 56 vd.
mümkün oldu. Freudenthal'a göre, hukuk devleti esasları, hükümlü nün bireysel alanına her m üdahale için bir maddî hukukî esası gerek tirir. Freudenthal, devlet ve hükümlü arasındaki bir hukukî ilişki anla yışından çok sayıda bireysel sonuçlar çıkarttı: Cezanın infazı, bedensel ve onur kırıcı nitelikte olamaz, infazın etkileri hükümlünün mal varlı ğına saldırıyı haklı kılmaz ve hükümlünün kişiliği ile sınırlı kalınmak zorundadır. Devlet, cezaevlerinde hijyenik, sorunsuz bir yaşamı müm kün kılmak ve iş kazalarına karşı koruma tedbirlerini alm ak zorunda dır, devlet, hükümlünün bakıma ihtiyacı olan yakınlarına ve tahliye den sonra kendisine bakmak zorundadır. Hükümlüye "sen" diye hitap edilmesi, saçların sıfırla kesilmesi (kabak yapılması), kıyafetlerde onur kırıcı ayrım yapılması kabul edilemez.77 İlk Alman gençlik cezaevi Freudenthal'ın bir Amerikan seyahatin deki izlenimlerinin sonucu olarak ve onun girişimleriyle 1912'de Wittlich'de kurulmuştur. Bu kurum, büyük tadilat yapılmaksızın, önceden kadınlar bölümü olarak kullanılan kanadın, gençlik cezaevi olarak ay rılması idi.78 1923 tarihli Genç Mahkemeler Kanunu (JGG), uygulama alanı için cezanın infazında pozitif hukuk olarak ilk defa eğitim am acın dan söz etti ve genç suçluların cezalarının özel kurumlarda, genel infaz kurumlarmdan kesin ayrılmış olarak infaz edilmesini düzenledi.79 Ceza infaz hukukunda, eğitim düşüncesi kesin olarak ilk defa Weimar dönem inde gerçekleşmiştir. 20. yüzyılda, hükümlünün kişiliği ön planda idi, infazda hükümlü düzenli bir toplumsal yaşam kazanmaya gayret etmeliydi. Bu dönemin esası, her yerde ceza infazında "eğitim " idi. 1933'te bu gelişim Nasyonal Sosyalistlerin iktidara gelm esi ile ke sildi.80 Alm anya'da 1 Ocak 1977'de yürürlüğe giren Ceza İnfaz Kanunu, ceza infaz tarihinde yeni bir dönem açmıştır. Gerçekten de Ceza İnfaz Kanunu, hükümlülerin haklarını ve infaz makamlarının m üdahale yet kilerini, tehlikeli suçluların kesin bir muhafazasını kanunî temelde açık olarak ortaya koydu. Ayrıca, tedavi ve yeniden sosyalleştirm e düşün cesi, daha kuvvetli vurgulanmıştır.8’
77 Tiedem ann, s. 36 vd. 78
Kaiser - Schöch, s. 25 vd.
M itterm aier, s. 28 vd.
K aiser - Schöch, s. 55.
A B D 'd e infaz reform u A BD 'de infaz reformlarının yapılmasında en önemli faktör, yargı nın müdahalesi olmuştur. Gerçekten de, 1950-1960 yıllarında başlayan bu süreç, son 30 yılda daha da gelişerek, "cezaevleri hukuku içtihatla rı" nın oluşmasına neden olmuştur. İlk cezaevi davasının açıldığı 1871 yılında Yüksek M ahkeme, bu davayı reddederek, hükümlülerin hiçbir hakları olmayan "sivil ölüler" olduğunu belirtmişti. Gerçekten de, "Virginia'da Ruffin v. Commonvvealth" davasında, hükümlülerin ko şulların değiştirilmesi amacıyla açtıkları davayı reddeden Yüksek M ahkeme, hükümlülerin "devletin esiri" olduğunu ve "sivil ölü" ol duklarını belirtmişti. 1950'li yıllarda cezaevi isyanlarının yaygınlaşma sı, bunların durumuna kamuoyunun dikkatinin çekilmesine neden ol du ve Yüksek M ahkeme, cezaevleri ile ilgili açılan davaları kabul etme ye başladı. 1950'lerde açılan davalar, hükümlülerin siyasî ve sosyal haklarıyla ilgili olmayıp, daha ziyade yaşadıkları şartların çok kötü ol ması nedeniyle, bunların düzeltilmesine ilişkin davalardı.82 Yüksek M ahkemenin cezaevleri konusunda verdiği 1944 tarihli ka rarında, hükümlülerin anayasal hakları olduğu, fakat bu hakların ka nunla kısıtlanabileceği belirtildi. Bu tarihe kadar geçen dönem, Yüksek M ahkemenin "ellerini m ahkûmlardan çektiği dönem " olarak adlandı rılmaktadır. Yüksek M ahkeme, önce cezaevlerinin işlerine müdahale etmeye hakkı olup olmadığı sorununu çözdü. Cezaevi idaresinin, "sen bizim işimize karışma, sen yargısın, biz yürütmeyiz, kuvvetler ayrılığı vardır" şeklindeki savunmasına, ünlü "Cruz Butto" davasında, bir ül timatom niteliğindeki kararıyla karşılık verdi: "Yüksek Mahkeme, el bette idarenin yerini almak suretiyle, cezaevini idare etmek istemiyor, bu bizim görevimiz değil, ancak hem içeridekilerin, hem de dışandakilerin haklarını müdafaa etm ek durumundadır." Yüksek M ahkem e, 1960'lı yıllardan itibaren baktığı cezaevi dava larında temkinli hareket etmek suretiyle, dava konusu hükümlü hak larının neler olduğunu sistem atik olarak açıklamadı, karardan karara değişen bir şekilde ve hangi hakların, hangi koşullarda hükümlülere ait olması gerektiğini Anayasa açısından tartışarak karara bağladı. Anayasanın 14. maddesindeki 'yargıya müracaat' hakkının hükümlü ler tarafından kullanılm asının önü açıldı ve hükümlüler çok sayıda da va açtılar.83 82
Türker, agm ., s. 167.
Türker, agm ., s. 168.
A BD 'de yargı yolu ile iyileştirme son 30 yılda çok etkili olmuşsa da, infazın reform ihtiyaçlarının belirlenm esinde, kuruluşu 1870'lere kadar giden bir kurumdan da söz etmek gerekir. ACA, ilk kongresin de yayınladığı "infaz felsefesi"ni ACA M inimum Standart Kuralları ile hayata geçirmiştir. Bu standartlar, cezaevlerindeki yaşam şartlarını, fi zikî koşulları, sağlık ve yemek, haberleşme, ziyaret, personel, personel eğitimi gibi cezaevi işletm eciliğinde uyulması gerekli hususları belir ten, kısa, emredici ve hukukî gerekçeli kurallardır. Bugün üye sayısı 20 bini aşan " American Correction A.ssociation" (.ACA) adlı bu organizas yon, özel veya kamuda çalışan infaz görevlileri ve uzmanlardan oluş m uş olup, ABD infaz politikasında etkin bir rol oynam aktadır. ACA'nın üyeleri arasında Kanada ve Avrupa'nın 14 ülkesinden uz manlar da bulunmaktadır. ACA, ilk standart kurallarını 1932'de yayın ladı. 1946 ve 1954 yıllarında bunlar tekrar gözden geçirilerek yayım landı. 1960'lı yılların ortalarına kadar tavsiye niteliğinde olan bu stan dartlar, Yüksek M ahkemenin cezaevleri ile ilgili verdiği kararlar üzeri ne yetkililerin dikkatini çekti ve standartların kendi kuram larında uy gulanmasına önem vermeye başladılar.84
Asgarî şartlar Uluslar arası hukuk bilincinin ifadesi ve ahlâkî yükümlülük, şeklî kanun olarak değil, tam aksine "hüküm lülere m uamele için birleşik as garî esaslar"dır. Bu, uluslar arası ceza infaz komisyonunun Bern'de 1926 ve 1929 yıllarındaki bir önerisine dayanmaktadır.85 Ancak, infaz ilişkilerinin iyileştirilmesi yolundaki gayretler, 20. yüzyılın ilk yansında ortaya çıkan iki dünya savaşı ve infazın insanileştirilmesi düşüncesine karşı çıkan totaliter sistemlerce önemli ölçüde engellenmiştir. Fakat, 20. yüzyılın ikinci yarısında uluslar arası reform hareketleri ortaya çıkmış ve Birleşm iş M illetlerce 1955'te C enevre'd e düzenlenen "Suçların Önlenm esi ve Hükümlülere M uam ele" konulu Kongrede alman "H ü küm lülere M uam elede Asgarî Esaslar" ve "İnfaz Kurumu Açm a" tav siyeleri, infaz hukukunun gelişim ini derinden etkilemiştir. Nitekim, "H üküm lülere M uam elede U yulacak Asgarî Standart Kurallar" Birleş miş M illetlerce 31 Temmuz 1957'de kabul edilmiştir.
84 Türker, agm ., s. 169. 85
Kaiser - Schöch, s. 74.
Avrupa Konseyi tarafından da 19 O cak 1973'te "H üküm lülere M uam elede Asgarî Kurallar" kabul edilmiştir. Ancak, Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi tarafından bu esaslar üzerinde yeniden çalışılmış ve 12 Şubat 1987'de kabul edilen tavsiyeler ve yeni kabul edilenlerle bir likte 100 adet "Avrupa Ceza İnfaz Kuralı" belirlenmiştir. 1966 tarihli Uluslar Arası M edenî ve Siyasî Haklar Sözleşmesi m. 10/3'te, "Ceza infazı hükümlünün topluma yeniden sosyal olarak dâ hil olm asına hizm et eder" şeklindeki bir hüküm, ilk defa uluslar arası hukukta yer almıştır. Uluslar Arası Asgarî Standart Kurallara, çok yön lü gayretlere ve kararlara rağmen, infaz gerçeğinin yürüyüşünde hâlâ tereddüt ve boşluklar bulunmaktadır. Çok sayıda devletler arası kuru luş son zamanlarda, özgürlükten yoksun bırakan ceza yaptırımlarının infazında bir iyileştirme sağlamak istemişlerdir. Bunlara 10.12.1984 ta rihli BM İşkencenin Önlenm esi Sözleşmesi, 10.12.1984 tarihli Amerika İşkencenin Önlenm esi Sözleşmesi ve 26.11.1987 tarihli "Avrupa İşken cenin ve İnsanlık Dışı veya Aşağılayıcı Davranış ya da Cezanın Ö nlen mesi Sözleşm esi" dâhildir. Avrupa Konseyinin 15.1.1989 tarihli Viyana Sonuç Bildirgesinde, katılan devletler mahkûmlara İnsanî davranmak la yükümlü tutulmuşlardır.86 Söz konusu uluslar arası belgelerde, "C eza infaz kuram larının kapasitesinin 500 kişiyi aşmaması, mahkûmların sınıflandırılmasına im kân sağlanması, oda ve koğuşların makul genişlikte olması, ışıklan dırma, ısınma, sağlık, hijyen, beslenm e, ibadet ve yıkanma gibi gerek sinm elerin karşılanması, odaların en az bir metreküp temiz hava alabi lecek genişlikte olması, pencerelerin içeriye temiz hava girişini sağla yacak ölçüde ve güneş ışığında okuma ve çalışmayı sağlayacak nitelik te olması, mahpuslara içme suyu ve yemek sağlanması, kurumda bir revir ve mahkûm çocukları için kreş bulunm ası, karanlık odalar veya hücreler yapılmaması, mahpusların ziyaretçi kabul edebilm esi ve ha berleşebilm esi, açık havaya çıkarılması, eğitilmesi veya çalıştırılabil mesi, bedensel faaliyetlerde bulunabilm esi, dilekçe ve şikâyet hakkının kullandırılması, tutuklu ve hükümlülere kötü m uam elelerde bulunul m am ası" gibi temel kurallar düzenlenmiştir.87
K aiser - Schöch, s. 75 vd.
N ursal, N ecati, "U lu slar Arası Hukuka G öre İnfaz K uru m lannın Yönetim Sis tem leri ve G elişm iş Ü lkelerde İnfaz H ukuku ve İnfaz K uru m lannın Y önetim i", M odern Ceza İnfazı ve Cezaevlerinin Yönetim Sistem i Kollokyum u, 15-16 Şubat 2001, A nkara, s. 26.
Bizde I. İslâm hukukunda İslâm hukukunda, bedenî cezaların esas olması ve hapis cezasının bulunm aması nedeniyle, hürriyeti bağlayıcı cezaların infaz edildiği yer anlamında hapishanelerden söz edilemez. Bununla birlikte, bazı kaynaklarda İslâmiyetin ilk devirlerinde suçluların geçici olarak kapatıldığı yer anlamında hapishanelerin bu lunduğuna dair bilgi bulunmaktadır. Bunlara göre, "H z. Peygamber, borçlarını vermeyenleri, harp esirlerini ve katilleri veya cinayetten zanlı olanları hapsediyordu. Kettanî ve Ali D ede'ye göre ilk tarihler den itibaren Hz. Osman zamanına kadar, suçlular kuyularda hapsedi liyordu. Peygamber ve dört halife zamanında özel bir hapishane yok tu. M escitler ve dehlizler hapishane olarak kullanılıyordu. Nitekim, Hz. Peygamber, bir cinayet suçlusu olan Sum am e bin Ü sale'yi m esci din duvarlarına bağlamıştı. Tay kabilesinde, H atem 'in kızı Sufine, mescitte kadınlara mahsus bir odaya hapsedilmişti. Hz. Peygamber, Beni Kurayza Yahudilerinden esir aldıkları kimseleri H aris'in kızının evine hapsetm iştir."88 Hz. Ömer, M ekke'de dört bin dinara satın aldığı bir evi hapishane olarak kullanmaya başlamış ve bir katili iki ay buraya kapatmıştı. Hz. Osm an'ın, ölüm ve hırsızlık suçlarından hapsettiği, Dabi bin Haris bu rada ölmüştü. Hz. Ömer döneminde, Basra'da Dâru'l-im âre denilen yerde de hapishane vardı.89 İslâmda, hapishane olarak kullanılmak üzere özel bir binayı ilk de fa Hz. Ali yaptırmıştır. Hz. Ali, Nafi ismi verilen bu hapishaneden hır sızların kolay kaçmaları üzerine, Mehis isminde daha güvenli bir ha pishane yaptırmıştır. Hz. Ali, Küfe Kadısı Şureyh, M ısır Kadısı Hayr bin N u'aym borçluları hapsediyorlardı.90 İslâm hukukunda hapishanelere örnek olarak gösterilen bu yerle rin, hürriyeti bağlayıcı cezanın infaz edildiği yer anlamında cezaevi olarak nitelendirilmesi m ümkün değildir. Çünkü, İslâm hukukunda hürriyeti bağlayıcı ceza yoktu. Dolayısıyla bu yerleri hem bir tutukevi,
Atar, Fahreddin, Islâm A dliye Teşkilâtı (Ortaya Çıkışı ve İşleyişi), A nkara (tarih siz), s. 217 vd.
hem de İslâm hukukundaki cezaların infazına kadar suçluların tutul dukları ve ayrıca borçluların borçlarını ödemeleri için hapsedildikleri yerler olarak nitelendirmek daha doğrudur.91 II. O sm anlı D evletinde Osm anlı Devletinde, İslâm hukukunun uygulanması ve İslâm hu kukunda da hapis cezasının bulunm aması nedeniyle, hürriyeti bağla yıcı cezaların infaz edildiği yer anlamında hapishanelerden kural ola rak söz edilemez. Ancak, ta'ziren cezalandırılan suçlarda, padişah ve onun adına bu yetkiyi kullananlar, suçun nitelik ve derecesine göre ce zayı belirlerlerdi. Bu cezalar arasında, hapis cezası da bulunmaktaydı. Bu bakımdan, ta'zir ve kanunnameler hapis cezasının başlıca kaynağı nı oluşturmuşlardır.92 Osmanlı Devletinde hapishane olarak genellikle kale burçları kul lanılmıştır. Karanlık, havasız ve nemli oldukları için bu yerlere Farsçada "karanlık, sıkıntılı ve dehşete düşürücü hapishane" anlamına ge len "zindan" adı verilmiştir. İstanbul'daki Yedikule, Eminönü'ndeki Baba Cafer ve Kasım paşa'daki Tersane zindanları bunlardan en ünlü leridir. Esnaftan, "avam -ı nastan" ve serseri güruhundan katil ve hır sızlarla borç ve zina mahkûmları Galata zindanına atılırken, siyasî ve askerî suçlular Babıâlideki Tomruk'a, Yedikule'ye, Rumelihisarı'na ve Tersaneye gönderilirlerdi. Zindanlar genellikle subaşının denetiminde olup, mahpuslara hayırseverlerin yardımıyla bakılırdı. İstanbul zindan ları 1831'de kaldırıldı ve Sultanahm et'te M ehterhane olarak da anılan İbrahim Paşa Sarayı'nın bir kısmında Hapishane-i Umumî kuruldu. Ancak, İstanbul dışında kale burçlarının zindan olarak kullanılmasına devam edildi.93 Fakat, Tanzimatla birlikte kabul edilen 1840 (1256), 1851 (1267) ve 1858 (1274) tarihli ceza kanunları ile birlikte, Osmanlı D evletinde de, hürriyeti bağlayıcı ceza öngörülmüştür. Tanzimat kanunları ile birlikte, hapishanedeki ağır hasta hüküm lülerin iyileşinceye kadar kefaletle salıverilmesi ve yoksul olanların
N itekim , "Tarablusi, katil vak'alarında caninin hapsedilm esi gerektiğini söyler ken, İbn K ayyım da, hapsin bir ceza olduğunu nazanitibara alarak, zanlının, su çu kesin olarak tahakkuk ettikten sonra hapsedilm esi gerektiği m ütalâasında" bulunm uştur, (bkz. Atar, s. 218).
Bilm en, Ö m er N asuhi, H ukuk-ı İslâm iyye ve Istılahat-ı Fıkhiyye Kamusu, C. III, İs tanbul 1950, s. 24, Yıldızlaş, M üm in, M ütareke D önem inde Suç Unsurları ve İstan bul H apishaneleri, Yayım lanm am ış Yüksek Lisans Tezi, İstanbul 1997, s. 35.
Yıldıztaş, s. 35 vd.
beslenm e ve giyim giderlerinin devletçe karşılanması ilkeleri getiril miştir. 1858 Ceza Kanunu ile hürriyeti bağlayıcı ceza olarak kürek cezası, kalebentlik ve hapis cezaları kabul edildi. Kalebentlik, bazı ağır suçlar için devletçe saptanan kalelerin birinde ömür boyu veya bir süre için tutulma iken, hapis, daha hafif suçlar için devlet hapishanesinde, hüküm giyilen süre boyunca tutulma cezası olarak öngörülmüştü.94 Fener Patrikhanesinde bir hapishanenin mevcut oluşu, ruhanî re islerin belirli ölçüde bir cezalandırma yetkileri bulunduğunu göster mektedir.95 Kapitülâsyonlar nedeniyle, yabancı elçiliklerin de kendi yurttaşları için hapishaneleri vardı. Nitekim, İstanbul Kadırga'da bu lunan ve 1850'li yıllarda suçlu Fransız tacirlerin cezalarını çekmeleri için inşa edilen ve kapitülâsyonların kaldırıldığı 1914 yılına kadar kul lanılan Fransız hapishanesi geçtiğimiz günlerde, yeniden düzenlene rek turistik amaçlı olarak hizmete açıldı.96 Osmanlı Devletinde, ceza ve tevkifevlerindeki olumsuz koşulların düzeltilmesine dair ilk hükümlere Islahat Fermanında rastlanmaktadır. Gerçekten de, Islahat Fermanında hapishanelerle ilgili olarak şun lar söylenmektedir: "İnsan haklarını adaletle bağdaştırm ak için, kendi lerinden kuşkulanılan kişilerin ya da cezalıların, hükümlü veya tutuk lu olarak bulundukları bütün hapishanelerde ve öteki tutukevlerinde, tutukluluk koşullarının olabildiğince kısa bir sürede düzeltilmesine başlanm alıdır ve cezaevlerinde devlet tarafından konulmuş disiplin kurallarına uygun olan işlem ler dışında, bedensel ceza, eziyet ve işken ceye benzer eylemler de tümüyle kaldırılmalıdır, bundan başka uygu lanacak sert davranışlar yasak olup, yapanlar, cezalandırılacağı gibi, böyle davranışlarda bulunulm asını emreden görevliler ile bu eylemle ri yapan kişilerin de, ceza yasası uyarınca görev yerleri değiştirilip, kendileri cezalandırılm alıdır."97
1858 (1274) Ceza Kanunname-i Hümâyununun hazırlanmasında hemen sonra, gerek bu kanunun cezaevleri ile ilgili maddelerine anlam kazandırabilmek, gerekse yabancı büyükelçilerin "hapishanelerin kötü durumda bulunduğu" gerekçesiyle bu kanunun kendi himayelerinde
94 Yıldıztaş, s. 37. 95 İhsanoğlu, Ekmeleddin, O sm anlı D evleti Tarihi, C. II, İstanbul 1999, s. 426, dn. s. 176. 96 Gazeteler, 11.7.2002. 97 Bozkurt, Gülnihal, Batı H ukukunun Türkiye'de Benim senm esi, Osm anlı Devletinden Türkiye Cum huriyetine Resepsiyon Süreci (1839-1939), Ankara 1996, s. 109.
veya tâbiiyetlerinde bulunanlara uygulanmasına itiraz etmelerini önle mek amacıyla hazırlıklara başlandı. M ülkiyeye dair nizamnam elere ek olarak, hapishanelerin de ıslahı amacıyla bu konuda uzman olan Bin başı Gordon İngiltere'den getirtilerek devlet hizmetine alındı. Bu ko nuyu görüşm ek üzere M eclis-i Tanzimat dairesinde bir de M eclis (Meclis-i M ahsus-ı Muvakkat) oluşturuldu.98
1859 yılında yürürlüğe giren M uhakemat Nizamnamesinin 2 maddesinde de, hapishanelerle ilgili bir düzenleme bulunmaktadır. Buna göre, 'zabtiye m üsteşarı' ve 'divan-ı zabtiye' reisinin hapishane lerin iyi durumda bulunm alarını sağlamaları, mahkûmları sefaletten korumaları, hasta olduklarında tedavilerinin yapılmasını sağlamaları ve bu konuda gerekli gördükleri ıslahatı Babıâliye arz etmeleri isten mektedir.99 Osm anlı Devletinin hapishanelerle ilgili ıslahat girişimlerinden önce de mahkûm ailelerinin durumlarıyla ilgilendiğini gösterm esi açı sından aşağıdaki irade oldukça dikkat çekicidir: "Sivas'ta Çavuşoğlan mahallesi sakinlerinden Fatm a'nın katili olup beş yıl müddetle küreğe konan Berner Bekimin ceza müddeti dolmamış ise de, çok fakir olup, Sivas'ta bulunan oğullan Osman ve M ehmet ile kızı Fatm a'nın baka cak kimseleri yoktur ve sefalete düşmüşler, bu nedenle Bekir'in affedil mesini istemişlerdir. Ancak cezanın bitim ine üç yıldan fazla vardır ve çocukların durumu, tahliye sebeplerine uymamaktadır. Babalarının ce zasının bitim ine ve tahliyesine kadar ve sonradan geri alınmak üzere, bu çocukların infakı için mahallin em valinden 60 kuruş bağlanmasına ilişkin tezkire."100 1879'da Hukuk ve Ceza Usul Kanunları hazırlanırken, hapishane lerin durumu ve ıslahı konusu tekrar gündeme gelmiş ve gerekli ted birlerin alınması için Adliye Nezareti bir nizamnam e lâyihası hazırla yarak padişaha sunmuştur. Hapishaneler konusunda M eclis-i Tanzimatın hazırladığı mazbatada, "hapishanelerin kötü durumda olduğu, büyük devletlerin suçluları vermemelerinin bu uygunsuzluktan kay naklandığı, hapishanelerin şu şekilde tanzim ve tefriklerinin devletçe ve insaniyetçe pek m ühim olduğu" kabul edilmiştir. M azbataya göre, "hapishaneler, a) tevkifhaneler, b) kabahat, c) cünha, d) cinayet suçunu
Bozkurt, s. 110 vd.
100 Bozkurt, s. 110, dn. s. 264.
işleyenlere mahsus olmak üzere dört cinstir. Tevkifhaneler de, çocukla rın, kabahat, cünha ve cinayet suçlarını işleyenlerin tutulacağı dört da ireye ayrılmaktadır. Bu tevkifhanelerin her biri üç odadan ibaret olup, birincisi yirm i kişilik ve sübyanlara, İkincisi otuz kişilik ve cünha ve cinayet suçu işleyenlere, üçüncüsü de yüz kişilik olup kabahat işleyen lere mahsus olacaktır. Tevkifi gereken kadınlar, bu merkezlere yakın mahalle imamlarının evlerinde tevkif kılınacaklardır."101 Mazbataya göre, hapishaneler şu şekilde ayrılmıştır: "K abahat iş leyenler 24 saatten 1 haftaya kadar, cünha işleyenler 1 haftadan 6 aya veya 6 aydan üç seneye kadar hapsedilecekleri iki ayrı tür ve cinayet işleyenler de 3-15 yıl veya müebbeden küreğe konanlara mahsus olan iki ayrı tür hapishanede cezalarını çekeceklerdir. Kadın ve erkek hapis haneleri ayrı olacaktır." "Beyoğlu, Galata, Beşiktaş, Yeniköy, Üsküdar, Kanlıca zaptiye merkezleri ile, Babıâli, Bab-ı Askerî, Tersane ve Topha ne hapishaneleri tevkifhane olarak adlandırılacak ve kullanılacaktır. Bu tevkifhanelerde kimse 24 saatten fazla tutulmayıp, Bab-ı Zabtiyeye gönderilecektir."102 Bu hazırlıkların sonucu olarak, yukarıdaki mazbatada belirtilen tevkifhane ve hapishane türlerini de kapsar şekilde, "Tevkifhane ve Hapishanelerin idarelerine Dair Nizam nam e" ile "H apishane G ardi yanları Hakkında Talimatname" 1880 yılında yürürlüğe girdi. Bu şekilde, m ahkûmların daha iyi şartlarda yaşamaları ve her türlü suiistim alden korunmaları açısından hukukî tedbirler alınmış oldu.103 O tarihlerde de Adalet Bakanlığına bağlı iken, sonradan içişleri B kanlığına devredilmiş ve topluluk rejimine tâbi tutulmuş olan tutukev leri ile hapishaneler hakkında, 97 maddeyi içeren nizamname, bunları "tevkifhane, hapishane ve hapishane-i um um î" olmak üzere üçe ayır makta ve "her kaza, liva ve vilâyet merkezinde birer tevkifhane ve ha pishane ve beş seneden ziyade kürek cezasına mahkûm olanlara m ah sus olarak m emleketin m ünasip yerlerinde de birer hapishane-i um u m î bulunacağını, mahkûm ların çalışmağa m ecbur olacaklarını, mev kuflarla hapis cezasına mahkûm olanların ayrı ayrı yerlerde bulundu rulacağını, bir kazada hapishane yoksa tevkifhanenin bir dairesi m u vakkaten hapishane ittihaz olunacağını, hapishane-i umumîlerde on seneye kadar kürek mahkûmları ile müebbetlerin koğuşlarının başka
102 Bozkurt, s. 111 vd. 103 Bozkurt, s. 112.
başka olacağını (m. 73), her mahkûm hakkında bir ahlâk sicili tutula rak hapishane müdürü, ser-gardiyan, imam ve memurin-i ruhaniye 'mülâhazat ve m eşruhatını' kaydedeceklerini ve birçok İdarî, sıhhî ve inzibatî hükümleri tasrih eylem ektedir."104 "Bu nizamnam eye göre, her kaza, liva ve vilâyet dâhilinde birer tevkifhane ve hapishane bulunacaktır. Nizamnamede, tevkifhanelerin soruşturma aşamasındaki sanıklara, hapishanelerin ise mahkûm olan lara m ahsus olduğu, kabahat ve cünha suçlarından dolayı üç aya ka dar mahkûm olanların kaza hapishanelerinde, üç yıla kadar olan hapis cezalarının sancak ve üç yıldan fazla hapis cezalarının vilâyet hapis hanelerinde çekileceği, hapishanelerde kadınlara m ahsus bir daire bulunacağı, kürek cezasına mahkûm olanların umumî hapishanelere yollanacağı, ancak Nezaretin izniyle hapishane değiştirilebileceği, ha pishane ve tevkifhanelerde icabına göre ve Adliye Nezaretinin tayin edeceği bir müdür, bir başkâtip ve lüzumu kadar kâtip, bir başgardi yan, yeteri kadar gardiyan, doktor, çamaşırcı, hastahane hademesi ve her hapishane için bir aşçı ye bir imam ve kadınlara mahsus dairede kadm gardiyan bulunacağı, gardiyanların 25-40 yaşlan arasında olma sı gerektiği, müdürlerin doğrudan Adliye Nezaretince, gardiyan ve di ğer m emurların ise İstanbul'da Zabtiye Nezareti ve taşrada vali ve mu tasarrıf ile adliye m üfettişlerinin önerisi üzerine Adliye Nezaretinin tensip ve tasdiki ile görevden alınacakları" belirtilmiştir.105 Yine 1880 yılında kadm m ahkûm ların özel durum ları ile ilgili olarak çıkartılan bir Tezkire-i Aliyede, "cürüm den dolayı haklarında nizamiye mahkemesinden mahkûm iyet hükmü olan kadınlardan ha mile olanlar hakkında adı geçen nizamnam ede hüküm olmadığı, bu nedenle sık sık soru geldiği" belirtilerek, "C eza Kanununun 43. mad desinde mahkûm olanların cezalarının icrasında hususiyet-i hâllerine riayet olunmasının yazılı olduğu" hatırlatılmış ve "ham ile mahpus ka dınların doğum zam anı geldiğinde, doktor raporu üzerine mahallî hastahanelere nakledilecekleri, diğer hasta kadınların da doktor raporu varsa süı'atle hastahaneye gönderilecekleri, hastahanede bulunm aları nı gerektiren sebep bitince, cezalarını tam amlamak üzere hapishaneye nakledilecekleri" düzenlenmiştir.106
104 Taner, s. 618 vd. 10^ Bozkurt, s. 112. 106 Bozkurt, s. 112 vd.
Osm anlı Devletinde hapishanelerin durumunun kötü olduğu, ön yargılı da olsa bazı kaynaklarda ifade edilmiştir. Örneğin Vahan Cardoshian'ın sübjektif şekilde O sm anlı Devleti aleyhine kalem e aldığı ve 1908'de yayım lanan 20. Yüzyılın Osmanlı İmparatorluğu isimli kitapta, "hapishanelerin kışın ısıtılmadığım, rutubetli, havasız, yazın çok sıcak olduğunu, sadece ekmek verildiği için ailelerinin gündelik yem ek ge tirdiklerini" yazmışken, 1915 tarihli bir Alman raporunda ise, "kapitü lâsyonları tek taraflı olarak ilga eden Osmanlı Devletinin, hapishane lerdeki yabancılar için mevcut olan konsolosluk denetimini de kaldır masının çok düşündürücü olduğunu, ülkede bir adalet ve hapishane reformu gerektiği düşüncesinin belirdiğini, Alm anya'nın bu alandaki yardımına itiraz edilemeyeceğini, adalet sorununun diğer büyük dev letlerin etkisi olmadan çözülebilm esinin Almanya için çok faydalı ola cağı" yazılmaktadır.107 Osmanlı Devletinde ilk cezaevleri olarak aşağıdakileri göstermek mümkündür: "M anavgat 1852, Şırnak 1886, Alaçam 1890, Kınık 1907, M anyas 1910, Cide 1318, İpsala 1324, Çiçekdağ 1340 tarihlerinde kira lanmıştır. Diyarbakır 1280, Sinop 1303, Kırklareli 1304, Kütahya 1306, Bafra 1311, Ordu 1315, Uşak 1317, Bilecik 1324, N evşehir 1849, Sürüç 1852, Vezirköprü 1870, Kozan 1875, Kars 1800, Kastamonu 1889, Erzu rum 1900, Hınıs 1905, Üsküdar Paşakapısı 1916 ve Zara 1919 senelerin de inşa olunm uştur."108 III. Cum huriyet dönem inde Cum huriyet döneminde ve özellikle 1 Temmuz 1926'da 765 sayılı Türk Ceza Kanununun yürürlüğe girm esinden sonra, bu konu yeni den ele alınmaya başlanmıştır. İlk önce, ceza ve tutukevlerinin idaresi 1 Haziran 1929 tarihinde İçişleri Bakanlığından alınarak Adalet Bakan lığına bağlanm ış ve Bakanlık bunlarla daha yakından ilgilenmeye baş lamıştır. Nitekim, hükümlülerin çalıştırılm ası, onların uslandırılması amacına ulaştırılabilecek başlıca esas ve araç olduğu için Adalet Ba kanlığı, her şeyden önce faaliyetini bu hedefe yöneltmiş ve yeni mev zuatta da bu hususta hükümler sevk edilmiştir. Nitekim TCK m. 13'te, ikinci devreyi bitiren hükümlüler arasından Bakanlığın yol, inşaat ve maden ekipleri oluşturabileceği, TCK m. 14'te, hürriyeti bağlayıcı ceza lara hüküm giyenlerin cezaevlerine bağlı tarım ve endüstri kurumla-
107 Bozkurt, s. 112, dn. s. 269, s. 113. 108 M engüç, A li Rıza, Ceza İnfaz Hukuku ve İnfaz M üesseseleri, İstanbul 1968, s. 308.
rmda çalıştırılabilecekleri belirtilmiştir. Ayrıca 14.6.1930 tarih ve 1721 sayılı Hapishane ve Tevkifhanelerin idaresi Hakkında Kanunda, ceza evlerinde "iş yurtları"nın oluşturulacağı belirtildiği gibi, Ceza Kanu nunun M eriyet M evkiine Konmasına Dair Kanunun 4. maddesine 25.6.1932 tarih ve 2023 sayılı Kanun ile eklenen fıkra ile de, yeni hapis hane tesisat ve teşkilâtı yapılmayan yerlerde muayyen şartları haiz bazı mahkûmların, geceleri hapishanede geçirmek şartıyla, kamu yararına uygun işlerde çalıştırılabilm eleri esası konmuş ve konuda bir de tali m atnam e yapılmıştır. Ancak, gerek iş yurtları ile yeni cezaevlerinin ve gerekse yapılması düşünülen iş esasına dayanan cezaevlerinin inşaat ve tesisatı için gerekli parayı sağlam ak amacıyla yürürlüğe konulan 30.6.1934 tarih ve 2548 sayılı Kanun, icra dairelerince tahsil olunacak paralardan belirli oranlarda alınacak harçlar ile hükümlülere ödettiri lecek yiyecek bedellerinin cezaevleri ile m ahkem e binaları inşaatına sarf olunm ak üzere Ziraat Bankasına yatırılarak Adalet Bakanlığı adı na açılacak cari hesaba geçirileceğini düzenlemiştir. Cumhuriyetin ilk yıllarında cezaevlerinin kötü durumunu ortaya koymak açısından, Adliye müfettişleri Fuat ve Ferit Beyler tarafından "Karadeniz sahillerindeki hapishanelerle İzmir, Adana, Konya, Kasta monu ve İstanbul ceza ve tevkifevlerini konu alan" 24.12.1931 tarihli rapor dikkat çekicidir.109 Binalardan bir kısmı mahsus surette cezaevi olarak in